Hasan Ali Toptaş kitaplarından Gecenin Gecesi kitap alıntıları sizlerle…
Gecenin Gecesi Kitap Alıntıları
kimileri düşer yalnızlığa, kimileri yükselir
Cidddi olmak hep yetişkinlere özgü zannedilir ama aslında onlarınki kurgulanmış bir ciddiyettir.
Hiç kendim için ağlamadım ben. Bunu çok isterdim halbuki.
Ciddi olmak hep yetişkinlere özgü zannedilir ama aslında onların ki kurgulanmış bir ciddiyettir.
Gözlerini dikip dostdoğru benim içimdeki soruya bakıyorlar. Gözlerinin yanı sıra kalplerinin sesi ile de bakıyorlar sanki.
görüp de göz yummak ayrı, bilip de göz yummak ayrı.
Şu yalan dünyada insanoğlunun başına her şey gelir.
Bu insanlar beni hiç fark etmiyorlar açıkçası.
Onlar dediğim insanlar, artık çok uzaktalar. En az binlerce yıl kadar, binlerce ömür kadar, binlerce aşk kadar uzaktalar.
Çocukluğumu , cici annemin doğurduğu kara gözlü bir çocuk yiyip bitiriyordu o yıllarda Sadece yüzü vardı varsa, bir çift göz büyüklüğünde,dümdüz, şekilsiz bir yüz. Bir de evin içinde yalpalaya yalpalaya koşmaları vardı ki, sanırsın ipi kopmuş bir şeytan uçurtması.
Zenginlik dediğimiz şeyi bir evden, bir banka cüzdanından ya da üç beş tahta parçasıyla birkaç metal yığınından ibaret sandıkları için değil, bana bu yatağı vermekle hem vicdanlarını rahatlatmak hem de kendilerinde alıkoydukları eşyaları kendi gözlerinde bile meşrulaştırmak zorunda kaldıkları için acıyorum.
hayatın gözü çocuklarda
“ görüp de göz yummak ayrı, bilip de göz yummak ayrı.”
Kediler yedi canlıdır dendiğinden midir nedir, onunki geçici gibi gelir insana; halbuki değildir hep topallar. Belki topal değildir de kaz üzülmesin, kendini yanlız hissetmesin diye böyle yapıyordur, bilemiyorum.
Hiç kendim için ağlamadım ben, bunu çok isterdim halbuki
Gözlerinin yanı sıra kalpleriyle de bakıyorlardı sanki
“Gözlerinin yanı sıra kalplerinin sesiyle de bakıyorlar sanki. Kalplerinin sesini bırakıp ellerinin duruşuyla da bakıyorlar. Ben de ister istemez hayatın gözü çocuklarda diye geçiriyorum içimden.”
fakat görüp de göz yummak ayrı, bilip de göz yummak ayrı.
Onun yüzüne değil de kalbine bakıyordu sanki.
Hiç kendim için ağlamadım ben. Bunu çok isterdim halbuki,
Düşmez kalkmaz bir Allah, şu yalan dünyada insanoğlunun başına her şey gelir.
Bildiğim şu ki, o gelince İstanbul annem olurdu birden; kapılar annem, pencereler annem olurdu. Kapıya koşar kimsenin ruhu duymadan içeri alırdım onu, yüzünü saklardım bir yerlere, gözyaşlarını, ortalığa saçılan ayak seslerini ve bakışlarını saklardım. Kalırsa sevgisiyle şefkati açıkta kalırdı sadece, onları hiçbir yere sığdıramazdım.
Hiç kendim için ağlamadım ben. Bunu çok isterdim halbuki, bazen aynanın karşısına geçip annemi, babamı düşünür ve yüzüme uzun uzun bakardım ama ne yaparsam yapayım, bir türlü ağlayamazdım.
Kendi ellerimle mezarımı da kazdım zaten, tabanına incecik kum döşedim, her cuma gidip sırtüstü yatıyorum içinde. Gözlerimi kapatıp aşağı yukarı on dakika öylece yatıyorum.
Her neyse, işte babaları olacak bu adam bi daha dönmemiş artık. O dönmeyince emekleme çağındaki Nihat da babasız kaldığı için büyüyememiş bi türlü, yıllar sonra yaşıtları askerden gelip iş güç sahibi olduğunda bile o hâlâ bebekmiş
Gene de ben yıkıntılar arasında titreyen küçücük çocukları, kaldırımlarda yatıp kalkan garibanları, çıplak ayakla varıp park köşelerine sığınan kimsesizleri, karda kışta cepheye sürülen gencecik yürekleri ya da ölüm korkusuyla yollara düşüp kederli kafileler halinde gecenin içinden geçip giden elleri, yüzleri ve bakışları morarmış insanları düşündükçe bana bu yer yatağını verenlere minnet duyuyorum. Gene de ben yıkıntılar arasında titreyen küçücük çocukları, kaldırımlarda yatıp kalkan garibanları, çıplak ayakla varıp park köşelerine sığınan kimsesizleri, karda kışta cepheye sürülen gencecik yürekleri ya da ölüm korkusuyla yollara düşüp kederli kafileler halinde gecenin içinden geçip giden elleri, yüzleri ve bakışları morarmış insanları düşündükçe bana bu yer yatağını verenlere minnet duyuyorum. Sadece minnet duymuyor, içten içe birazda acıyorum aslında. Zenginlik dediğimiz şeyi bir evden, bir otomobilden, bir banka cüzdanından ya da üç beş tahta parçasıyla birkaç metal yığınından ibaret sandıkları için değil, bana bu yatağı vermekle hem vicdanlarını hem de kendilerinde alıkoydukları eşyaları kendi gözlerinde bile meşrulaştırmak zorunda kaldıkları için acıyorum.
Ciddi olmak hep yetişkinlere özgü zannedilir ama aslında onlarınki kurgulanmış bir ciddiyettir.
Onlar dediğim bu insanlar, artık çok uzaktalar çünkü; en az binlerce yıl kadar, binlerce ömür kadar, binlerce aşk kadar uzaktalar..
“ vicdan dediğimiz şu çok telli zımbırtıyı susturmanın ne güç bir iş olduğuna dair daha başka şeyler de söylemek istiyorum ama hiçbirini söyleyemiyorum bunların.”
“ fakat görüp de göz yummak ayrı , bilip de göz yummak ayrı.“
Hiç kendim için ağlamadım ben.
Ciddi olmak hep yetişkinlere özgü zannedilir ama aslında onlarınki kurgulanmış bir ciddiyettir.
Demek, yorganı omuzlarıma doğru çekip, bu yatak beni öldürecek dedikten sonra yazının içinde uyuyakalmışım.
gözlerini dikip dosdoğru benim içimdeki soruya bakıyorlar.
Koskoca orman çeşitli ağaçları, irili ufaklı hayvanları, ıssız dereleri, bayırları, otları ve rüzgarlarıyla birlikte içimde yaşarken bir yer yatağına nasıl sığabildiğime şaşardım.
O gelince İstanbul annem olurdu birden; duvarlar annem, kapılar annem, pencereler annem olurdu. Kapıya koşar, kimsenin ruhu duymadan, içeriye alırdım onu yüzünü saklardım bir yerlere, gözyaşlarını, ortalığa saçılan ayak seslerini ve bakışlarını saklardım. Kalırsa sevgisiyle şefkati açıkta kalırdı sadece, onları hiçbir yere sığdıramazdım.
Hiç kendim için ağlamadım ben.
Bunu çok isterdim hâlbuki.
Bunu çok isterdim hâlbuki.
Meşakkatli bir yolculuğun sonunda tam da hedeflediği noktaya varmışken, işte ben geleceğim yere geldim diyemiyorsun bir bakıma. Ya da demeye kalksan bile, tam ağzını açacakken ölçülebilen uzaklığın ne denli komik olduğunu düşünüyorsun da öylece kalakalıyorsun.
İçine karlı dağlar çökmüş, içine kara kışlar dolmuş, içine ayazlar, tipiler ve boranlar üşüşmüş kaskatı bir gövde hâlinde buluyorum kendimi.
Annem olmak isterdim böyle anlarda, annem olmak
Kendim için bir kez ağlayabilsem İstanbul sesim olacak
Hiç kendim için ağlamadım ben.
İnsan ölmeyince ölemiyor.
Ciddi olmak hep yetişkinlere özgü zannedilir ama aslında onlarınki kurgulanmış bir ciddiyettir.
Gene de ben yıkıntılar arasında titreyen çocukları, kaldırımlarda yatıp kalkan garibanları, çıplak ayakla varıp park köşelerine sığınan kimsesizleri, karda kışta cepheye sürülen gencecik yürekleri ya da ölüm korkusuyla yollara düşüp kederli kafileler halinde gecenin içinden geçip giden elleri, yüzleri ve bakışları morarmış insanları düşündükçe bana bu yer yatağını verenlere minnet duyuyordum.
Onlar dediğim bu insanlar, artık çok uzaktalar çünkü; en az binlerce yıl kadar, binlerce ömür kadar, binlerce aşk kadar uzaktalar. Öyle ki yüzleri şöyle dursun, hepi topu iki heceden oluşan adlarını hatırlamak bile bazen bana bir dağı alıp kilometrelerce öteye taşımak kadar zor geliyor.
Sonra elimi yorganın altından çıkarıp sessizce tahtaların üzerine koyar ,koyunca uçsuz bucaksız bir ormana dokunmuş gibi olur,işte böyle dokunmuş gibi olunca da o ormanın tenimden sızıp yavaş yavaş içime yerleştiğini düşünürdüm.Düşünmekten de öte, hissederdim bunu.Hem de öyle güçlü hissederdim ki, koskoca orman çeşitli ağaçları, irili ufaklı hayvanları, ıssız dereleri, bayırları, otları ve rüzgarlarıyla birlikte içimde yaşarken bir yer yatağına nasıl sığabildiğime şaşardım
Hiç kendim için ağlamadım ben. Bunu çok isterdim halbuki,bazen aynanın karşısına geçip annemi, babamı düşünür ve yüzüme uzun uzun bakardım ama ne yaparsam yapayım, bir türlü ağlayamazdım.
Bildiğim şu ki, o gelince İstanbul annem olurdu birden; duvarlar annem, kapılar annem, pencereler annem olurdu. Kapıya koşar, kimsenin ruhu duymadan içeri alırdım onu, yüzünü saklardım. Kalırsa sevgisiyle şefkati açıkta kalırdı sadece, onları hiçbir yere sığdıramazdım.
Biliyorlar tabi fakat görüp de göz yummak ayrı , bilip de göz yummak ayrı.
Bir kadına bütün kalbini vermediğin sürece bütün hayatını vermek anlamsızdır.
Sonra, ciddi olmak hep yetişkinlere özgü zannedilir ama aslında onlarınki kurgulanmış bir ciddiyettir, diyorum.
Öyle ki, kanlı çırpınışlar görüyorum ben onların gözlerine bakarken.
Bazen de beni yakalamak için koşardı. Ben de balkona kaçardım hemen. Demir korkuluklar alçalsın isterdim o sırada, alçalsın ve peşimden koşan kirli hayalet boşluğa düşsün..
Olur mu olurdu ve herhâlde o vakit topallaya topallaya gidip otobüslerden birine biner, dağları aşıp ovaları geçer ve İstanbul’a gelirdi. Kocasını cici annemin elinden almak için mi gelirdi yoksa beni öpüp koklamak için mi, bilmiyorum. Bildiğim şu ki, o gelince İstanbul annem olurdu birden ; duvarlar annem, kapılar annem, pencereler annem olurdu. Kapıya koşar, kimsenin ruhu duymadan içeri alırdım onu, yüzünü saklardım bir yerlere, gözyaşlarını, ortalığa saçılan ayak seslerini ve bakışlarını saklardım. Kalırsa sevgisiyle şefkati açıkta kalırdı sadece, onları hiçbir yere sığdıramazdım.
Köşedeki ampulde ışıldayan bir ağırlığı vardı bu karanlığın. Sessizliğe benzeyen, kendi sınırlarını aşıp gitmiş kuvvetli bir uğultusu vardı.
İnsan ölemeyince ölemiyor evladım.
Bu insanlar beni hiç fark etmiyorlar açıkçası.
Gene de ben yıkıntılar arasında titreyen küçücük çocukları, kaldırımlarda yatıp kalkan garibanları, çıplak ayakla varıp park köşelerine sığınan kimsesizleri, karda kışta cepheye sürülen gencecik yürekleri ya da ölüm korkusuyla yollara düşüp, kederli kafileler halinde gecenin içinden geçip giden elleri, yüzleri ve bakışları morarmış insanları düşündükçe bana bu yer yatağını verenlere minnet duyuyorum.
Ben de hemen her sabah içine karlı dağlar çökmüş, içine kara kışlar dolmuş, içine ayazlar, tipiler ve boranlar üşüşmüş kaskatı bir gövde halinde buluyorum kendimi.
bu adamlar gülüşlerini de alıp aniden nereye giderlerdi doğrusu hiç bilemiyorum
Gözlerinin yanı sıra kalplerinin de sesiyle de bakıyorlardı sanki
Hiç kendim için ağlamadım ben. Bunu çok isterdim halbuki
Görüp de göz yummak ayrı , bilip de göz yummak ayrı.
“ Kocasını cici annemin elinden almak için mi gelirdi yoksa beni öpüp koklamak için mi, bilmiyorum. Bildiğim şu ki, o gelince İstanbul annem olurdu birden, duvarlar annem, kapılar annem, pencereler annem olurdu. Kapıya koşar, kimsenin ruhu duymadan içeriye alırdım onu, yüzünü saklardım bir yerlere, gözyaşlarını, ortalığa saçılan ayak seslerini ve bakışlarını saklardım.
Kalırsa sevgiyle şefkati açıkta kalırdı sadece, onları hiçbir yere sığdıramazdım.”
Kalırsa sevgiyle şefkati açıkta kalırdı sadece, onları hiçbir yere sığdıramazdım.”