Elie Wiesel kitaplarından Gece kitap alıntıları sizlerle…
Gece Kitap Alıntıları
“İnsanlık? İnsanlık bizimle ilgilenmiyor. Bugün her şey mübah, Her şey mümkün, ölüm fırınları bile ”
Nasıl oluyor da insanlar, çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu?
“Kızıl Ordu dev adımlarla ilerliyor Hitler, istese bile bize zarar veremeyecek ”
Evet, bizi yok etme isteğinden bile şüphe ediyorduk.
Koca bir toplumu mu yok edecekti? Onca ülkeye dagılmış bir halkı? Milyonlarca insanı? Hangi imkanlarla? Hem de yirminci yüzyılın ortasında!
“İnsan Tanrı’ya doğru, ona sorduğu sorular aracılığıyla yükselir”
Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu.
Her insanın kendi kapısı. Yanılmamalı ve kendisininkinden başka bir kapıya girmek istememelidir. Bu hem giren hemde çoktandır orada bulunanlar için tehlikelidir.
Oğullar babalarının cesetlerini tek bir gözyaşı dökmeden terk ettiler.
Gece gündüz işkence görmemiz, anne babalarımızın, kardeşlerimizin fırınlarda nasıl yakıldığını görmemiz için tüm kavimler arasından bizi seçen O’na nasıl “Yüce Tanrım” diye seslenebilirdim ki?
“Tanrı nerede? O nerede? Nerede bu Tanrı? Ve içimde bir ses ona cevap veriyordu: Nerede mi? İşte tam burada – burada, bu darağacında.”
Eğer tanık kendini sonuna kadar zorlayarak tanıklık etmeyi seçtiyse bu; bugünün gençleri, yarın doğacak çocuklar içindir: kendi geçmişinin onların geleceği olmasını istemediği içindir.
Sensenve sendiye parmağıyla işaret ediyordu, sanki bir hayvan, bir mal seçiyormuş gibi.
Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu.
Sesi yumuşaktı.Ruzgarda uluyordum.
Bir daha asla uyanmayacaklar.Asla. Anlıyor musun?
Uzunca bir süre böyle tartıştık.Gerçekte onunla değil de ölümün kendisiyle tartışıyor gibiydim.Babamın çoktan seçmiş olduğu ölümle.
Bir daha asla uyanmayacaklar.Asla. Anlıyor musun?
Uzunca bir süre böyle tartıştık.Gerçekte onunla değil de ölümün kendisiyle tartışıyor gibiydim.Babamın çoktan seçmiş olduğu ölümle.
Neden ama neden Tanrının adını yuceltecekmişim? Tüm kaslarım isyan ediyordu.Çukurlarda binlerce çocuk yakıldığı için mi?Sabat ve bayram günleri de dahil,sabah, akşam altı ölüm fırını çalıştığı için m?
İçimde İlk defa isyanın büyüdüğünü hissettim.İsmini niçin yüceltecektim? Kainatın efendisi, Ebedî ve Herşeye muktedir Tanrı susuyordu.Ona niçin teşekkür edecekmişim?
Bizden çok uzak olmayan bir yerde,bir çukurdan alevler yükseliyordu,devasa alevler.Orada bir şey yakıyorlardı.Bir kamyon çukura yanaştı ve yükünü boşalttı.Küçük çocuklar.Bebekler.Evet, bunu görmüştüm,kendi gözlerimle görmüştüm.Alevlerin içinde çocuklar.
Eğer tanık kendini sonuna kadar zorlayarak tanıklık etmeyi seçtiyse,bu bugünün gençleri, yarın doğacak çocuklar içindir: Kendi geçmişinin onların geleceği olmasını istemediği içindir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Dün susmuş olanlar, yarın da susacaklar.
Nasıl oluyor da insanlar, çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İnsan Tanrı’ya doğru, ona sorduğu sorular aracılığıyla yükselir. İşte gerçek diyalog. İnsan sorar ve Tanrı cevaplar. Fakat cevaplarını anlamayız, anlayamayız. Çünkü onlar ruhun derinliklerinden gelir ve ölüme kadar orada kalırlar. Gerçek cevapları, Eliezer, onları yalnızca kendinde bulacaksın.
Peki sen neden dua ediyorsun, Moşe? diye sordum.
Ben bendeki Tanrı’ya, ona gerçek sorular yöneltebilecek gücü bana vermesi için dua ediyorum.
Peki sen neden dua ediyorsun, Moşe? diye sordum.
Ben bendeki Tanrı’ya, ona gerçek sorular yöneltebilecek gücü bana vermesi için dua ediyorum.
Gece. Kimse gecenin çabuk geçmesi için dua etmiyordu. Yıldızlar bizi parçalayan büyük ateşin kıvılcımlarından başka bir şey değildi. Bir gün bu ateş söndüğünde gökyüzünde sönmüş yıldızlardan, ölü gözlerden başka hiçbir şey kalmayacak.
Aç bir mide. Yalnızca mide, zamanın geçtiğini hissediyordu.
İçine sürüklendiğim, benden bambaşka bir insan yaratan, içimdeki şeytanı, en sığ bilinci ve en vahşi güdüleri uyandıran o dünyayı asla affetmiyeceğim.
“Hayallere kapılmayın. Hitler saat on ikiyi vurmadan, Yahudiler son vuruşu duymadan hepsini yok edeceğini kesinlikle belirtti.”
Patladım:
“Sizin için ne önemi olabilir ki? Hitler’i bir peygamber gibi mi görmemiz gerekiyor?”
Sönmüş ve donuk gözlerini dikti ve bezgin bir sesle:
“Hitler’e diğer herkesten daha çok güveniyorum. O, Yahudi halkına verdiği sözleri tutan tek kişi. Verdiği bütün sözleri.”
Patladım:
“Sizin için ne önemi olabilir ki? Hitler’i bir peygamber gibi mi görmemiz gerekiyor?”
Sönmüş ve donuk gözlerini dikti ve bezgin bir sesle:
“Hitler’e diğer herkesten daha çok güveniyorum. O, Yahudi halkına verdiği sözleri tutan tek kişi. Verdiği bütün sözleri.”
Çan. Ayrılmamız ve yatmaya gitmemiz gerekiyordu. Her şey çan sesiyle düzenleniyordu. O bana emirler veriyor, ben de otomatik olarak yerine getiriyordum. Ondan nefret ediyordum. Daha iyi bir dünya hayal ettiğim zamanlarda, yalnızca çanın olmadığı bir dünya düşlüyordum.
Neden ama neden Tanrı’nın adını yüceltecekmişim? Tüm kaslarım isyan ediyordu. Çukurlarda binlerce çocuk yakıldığı için mi? Sabat ve bayram günleri de dahil, sabah akşam altı ölüm fırını çalıştığı için mi? O her şeye kadir gücüyle Auschwitz, Birkenau, Buna ve diğer pek çok ölüm fabrikasını yarattığı için mi? Gece gündüz işkence görmemiz, anne babalarımızın, kardeşlerimizin fırınlarda nasıl yakıldığını görmemiz için tüm kavimler arasından bizi seçen O’na nasıl “Yüce Tanrım” diye seslenebilirdim ki? Sen ki mabedinde boğazlanmamız için bizi seçensin, adını kutsayabilir miyim?
Ben artık dua etmeyi bırakmıştım. O’nun varlığını reddetmemiştim ama ilahi adaletinden şüphe duyuyordum.
Bir müddet daha yürümüştük ki başka bir kampın tellerini gördük. Üzerinde “Çalışmak özgürlüktür“ ibaresi bulunan demir bir kapı.
Auschwitz.
Auschwitz.
Gece sona ermişti. Gökte sabah yıldızı parlıyordu. Artık ben de bambaşka bir adam olmuştum. Talmud öğrencisi o çocuk alevlerin arasında yitip gitmişti. Bana benzeyen bir şekilden başka bir şey kalmamıştı. Kapkara bir alev ruhuma girerek onu yok etmişti.
Hepsi boşunaydı. Hissettiğimiz korku neredeyse vagonun duvarlarını patlatacaktı. Sinirlerimiz boşalmak üzereydi. Derimiz bize acı veriyordu. Sanki delilik hepimizi ele geçirecekti. Artık dayanamıyorduk.
Onlardan nefret etmeye işte o anda başladım ve kinim, bugün bile bizi birbirimize bağlayan tek şey.
Ölmek ve daha fazla var olmamak fikri beni cezbediyordu. Daha fazla var olmamak
Hepimiz özgürlüğümüze kavuşacağımız günü göreceğiz. Hayata güvenin, bin kez güvenin. Umutsuzluğunuzu kovun. Böylece ölümü de kendinizden uzaklaştırmış olacaksınız. Cehennem sonsuza dek sürmez
Bir yazı: Dikkat! Ölüm tehlikesi.
Acı bir alay: Burada ölüm tehlikesi arz etmeyen tek bir yer var mıydı?
Acı bir alay: Burada ölüm tehlikesi arz etmeyen tek bir yer var mıydı?
Geçmiş silindi, unutulmaya sürgün edildi
Bir gün ateş söndüğünde gökyüzünde sönmüş yıldızlardan, ölü gözlerden başka hiçbir şey kalmayacak.
Hayatımı yedi kez sürgülenmiş uzun bir geceye çeviren kamptaki o ilk geceyi asla unutmayacağım.
Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu. Yapabileceklerimin kısıtlılığının bilincinde, dilin engele dönüştüğünü görüyordum. Başka bir dil icat edilmeliydi.
Eskiden dünyanın kurtuluşunun tek bir hareketime, tek bir duama bağlı olduğuna derinden inanırdım.
Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu. Yapabileceklerimin kısıtlılığının bilincinde, dilin engele dönüştüğünü görüyordum. Başka bir dil icat edilmeliydi. Düşman tarafından ihanete uğramış, mahvedilmiş, sapkınlaştırılmış ‘söz’ nasıl onarılabilir ve insancıllaştırılabilirdi?
Ardından özel birimler açık havada yakmak için cesetleri topraktan çıkartıyorlardı. Böylelikle tarihte ilk defa Yahudiler iki defa öldürülmüş olarak mezarlıklara gömülememişlerdir.
“Erkekler sola! Kadınlar sağa!” Sakince, kayıtsızca, duygusuzca söylenmiş dört kelime. Halbuki annemden ayrıldığım andı.
“Şuradaki bacayı görüyor musunuz? İyice bakın. Alevleri, onları da görüyor musunuz? ( evet, alevleri görüyorduk). İşte oraya, hepinizi oraya götürecekler. Mezarınız orası. Hâlâ anlamadını mı? Hiç mi bir şey anlamıyorsunuz, köpekler? Sizi yakacaklar! Sizi kavuracaklar! Kül haline getirecekler!”
Hayatlarımız daha ne kadar bir son geceden öbürüne savrulacaktı?
Özgür insanlar olarak ilk eylemimiz erzaklara saldırmak oldu. Bundan başka bir şey düşünmüyorduk. Ne öç almayı, ne kaybedilmiş ebeveynleri. Ekmekten başka hiçbir şeyi düşünmedik
Ağlamıyordum, ve ağlayamamak beni incitiyordu. Fakat artık gözyaşım yoktu
Hava soğuktu.Yataklara girdik.
Buna’da son gece.Bir kez daha son bir gece.Evdeki son gece,gettodaki son gece ,vagondaki son gece ve şimdi,Buna’daki son gece Hayatlarımız daha ne kadar bir son geceden öbürüne savrulacaktı
Buna’da son gece.Bir kez daha son bir gece.Evdeki son gece,gettodaki son gece ,vagondaki son gece ve şimdi,Buna’daki son gece Hayatlarımız daha ne kadar bir son geceden öbürüne savrulacaktı
Daha iyi bir dünya hayal ettiğim zamanlarda, yalnızca çanın olmadığı bir dünya düşlüyordum
Başka idamlarda gördüm.Bu mahkumlardan tekinin bile ağladığını görmedim.Bu kurumuş vücutlar gözyaşının acı tadını çok zaman önce unutmuşlardı
Sen Sen ve sen diye parmağıyla işaret ediyordu, sanki bir hayvan, bir mal seçiyormuş gibi,,,,
Söyleyecek çok şeyim vardı ama onları anlatacak kelimelerim yoktu.
Cehennem sonsuza dek sürmez
Yapabileceklerimin kısıtlılığının bilincinde , dilin engele dönüştüğünü görüyordum.Başka bir dil icat edilmeliydi.Düşman tarafından ihanete uğramış,mahvedilmiş ,sapkınlaştırılmış söz nasıl onarılabilir ve insanlaştırılabilirdi ?
Nasıl oluyor da insanlar, çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu? Hayır, tüm bunlar gerçek olamazdı. Bir kabus
Ağlamıyordum ve ağlamıyor olmak canımı acıtıyordu.Ama artık gözyaşım kalmamıştı. Ve içimde bir yerlerde, sakat bilincimin derinliklerini yoklasaydım belki de şuna benzer bir şey bulabilirim:Sonunda özgürüm
O halde gücünüzü toplayın ve umudunuzu yitirmeyin. Hepimiz özgürlüğümüze kavuşacağımız günü göreceğiz. Hayata güvenin, bin kez güvenin. Umutsuzluğunuzu kovun. Böylece ölümü denkendinizden uzaklaştırmış olacaksınız. Cehennem sonsuza dek sürmez
Bana benzeyen bir şekilden başka bişey kalmamıştı. Kapkara bir alev ruhuma girerek onu yok etmişti.
Yaşama zevkinden beni sonsuza dek mahrum bırakan bu gece sessizliğini asla unutmayacağım.
Suratımı çimdikledim:Hala yaşıyormuydum? Uyanık mıydım? İnanamıyordum. Nasıl oluyor da insanlar, çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu? Hayır, tüm bunlar gerçek olamazdı. Bir kabus
Dün susmuş olanlar, yarın da susacaklar.
Bir gün ateş söndüğünde gökyüzünde sönmüş yıldızlardan, ölü gözlerden başka hiçbir şey kalmayacak.
Umutları kırılmış, çantalarını, hayatlarını sürüyerek, yuvalarını ve çocukluk yıllarını terk ederek, dövülmüş köpekler gibi iki büklüm gidiyorlardı.
Hepimiz özgürlüğümüze kavuşacağımız günü göreceğiz. Hayata güvenin, bin kez güvenin. Umutsuzluğunuzu kovun. Böylece ölümü de kendinizden uzaklaştırmış olacaksınız. Cehennem sonsuza dek sürmez
Şunu sakın unutmayın, diye devam etti. Auschwitz’de olduğunuzu hafızanıza iyice kazıyın ve sakın unutmayın, Auschwitz bir dinlenme yeri değil, toplama kampıdır. Burada çalışmak zorundasınız. Yoksa dosdoğru bacaya gidersiniz. Fırına. Çalışmak ya da fırın. Seçim sizin elinizde.
Suratımı çimdikledim: Hâlâ yaşıyor muydum? Uyanık mıydim? İnanamıyordum. Nasıl oluyor da insanlar, çocuklar yakılıyor ve tüm dünya susuyordu?
Ama bir istasyona vardık. Pencere kenarındakiler bize durağın ismini söylediler: Auschwitz.
O ana kadar kimse bu ismi duymamıştı.
O ana kadar kimse bu ismi duymamıştı.
Mistik gerçekliğin bahçesine açılan bin bir kapı vardır. Her insanın kendi kapısı. Yanılmamalı ve kendisininkinden başka bir kapıya girmeyi istememelidir. Bu, hem giren, hem de çoktandıır orada bulunanlar için tehlikelidir.
Mistik gerçekliğin bahçesine açılan bin bir kapı vardır. Her insanın kendi kapısı.Yanılmamalı ve kendisininkinden başka bir kapıdan girmeyi istememelidir. Bu, hem giren, hem de çoktandır orada bulunanlar için tehlikelidir.
Eğer tanık kendini sonuna kadar zorlayarak tanıklık etmeyi seçtiyse, bu bugünün gençleri, yarın doğaçak çocuklar içindir:Kendi geçmişinin onların geleceği olmasını istemediği içindir.
Unutmak tehlike ve hakaret demektir. Ölenleri unutmak, onları bir kez daha öldürmek olur. Öldürülenleri ve yardımcılarını saymazsak, ilk ölümlerinden başka hiçbir şey sorumlu olmaz, biz ancak ikincisinden sorumlu oluruz.
Zihindekilerin taşması onun fakirleşmesi kadar tehlikeli olacaktır.
Kimileri hüznü, diğerleri sevinci çağırır.
İçine sürüklendiğim, benden bambaşka bir insan yaratan, içimdeki şeytanı, en sığ bilinci ve en vahşi güdüleri uyandıran o dünyayı asla affetmeyeceğim.
Güçsüzleri korumanın, hastalıkları iyileştirmenin, çocukları sevmenin ve yaşlıların bilgeliğine saygı duymanın ve duyulmasını sağlamanın onlar için insanı, yüce ve mecburi bir görev olduğunu insanlar anlayabilecekler mi, evet, bu lanetlenmiş evrende, efendilerin güçsüzlere işkence etmek, hastaları öldürmek, çocukları ve yaşlıları katletmek için yarıştıklarını anlayabilecekler mi?