İçeriğe geç

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kitap Alıntıları – İlber Ortaylı

İlber Ortaylı kitaplarından Gazi Mustafa Kemal Atatürk kitap alıntıları sizlerle…

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Kitap Alıntıları

Eğer hedefi ileri koyuyorsan o bir dehadır ve deha dâhilere has bir inattır.
Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
Gazi gayet mütevazı, görgülü ve nazik bir insandır. Müsrif ve aşırı tüketici olmadığı, hesaplı davrandığı açıktır. Balkanlar’da ve Şark’ta bu gibi önderler iktidara mütevazı adamlar olarak gelirler. Ancak arkalaronda birçok çocuk ve akrabalardan oluşan zengin bir zümre bırakırlar. Atatürk iktidara geldiği gibi dünyayı terk etti.
Birinci Dünya Savaşı’nda biz bir vatan ve millet olduğumuzu ispat ettik. Vatan için savaşan, millet için ölen insanlar her yerde yoktur.
Atatürk bu milletin aranan lideridir. Millet, başı her sıkıştığında onu özler ve bu sebeple de silinmez bir şahsiyettir. Atatürk, yıpratılma seansları ile zarar görmeyecek, son derece önemli ve anıtsal bir siyasi portredir. Dolayısıyla, Atatürk’süz tarih düşünülemez. Bunun böyle olduğu zamanla daha da iyi anlaşılacaktır. Tarih, Atatürk’ün etrafında şekillemelidir ve öyle de olacaktır.
Tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran veya büyük tehlikelere mâni olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Türklerin her asırda büyük mareşallerinin ve büyük devlet adamlarının olduğu bilinmektedir ve Türkiye böylesi bir zenginliğe sahiptir; fakat Atatürk nadiren görülen bütünleyici bir yönetici, bir dehadır.
Ümitlerin yok olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu zamanda Türklerin tutunduğu isimlerin başında ise Atatürk gelmektedir.
Kemalizm hiç şüphesiz ki 1940’lardan itibaren savaş ekonomisine giren, bürokrasinin hiçbir yatırım yapamadığı ve yönetemediği ülkede zecrî ve uyuşuk tedbirlerle idame-i hayat etmeye çalışan Türkiye’de, kendi içinde erimeye başlamıştır. Kemalizm’in kurduğu üniversiteler 1947’de CHP yönetiminden büyük darbe yemiştir. Kemalizm’in getirdiği laik müesseseler veya yıkılan müesseseler çok yanlış ve oyalayıcı bir mürailik içinde yön değiştirmiştir.

Fakat şurası bir gerçek ki Türkiye’de her buhranda Kemalizm tekrar bir umut ışığı olarak her yaştaki insan, her sınıftaki kitleler tarafından benimsenmektedir. Dolayısıyla onu canlı hale getiren Türkiye’nin geçirdiği hızlı değişim ve değişimde zaman zaman girdiği labirentteki çıkmazlardır. Türkiye gençliği, rengini kaybeden bir tarih anlayışı içinde, bir ara Kemalist inancı terk etse de şimdi Kemalist politika ve özlemle dünyaya bakabilmektedir. Bunun biçimlenmesi ön planda ve belki de yalnız, 1930’lardaki eğitim politikası ve kültürel örgütlenme olmalıdır.

Elbette ordusu, sanayileşmesi, üniversiteleri ve akademik hayatı o dönemin ötesindedir. Ama millî eğitim gerilemektedir, temel müesseseler kendini kaybetmektedir, sayıca artış söz konusudur ama en önemlisi Türkiye’deki ideolojik ve kültürel hayat gerilemektedir. Türkiye etnik bir gerilim çıkmazına girmektedir. Bu gelişmeler de Kemalist rejimi bir yanıyla gerektirmektedir. Kuşkusuz tarihi ve liderleri değerlendirmek bu endişelerin üstünde ve dışında bir süreçtir. Türkiye bulunduğu coğrafyadaki özgün konumunu, gelişmesini ve kimlik değişimini anlamak ve korumak durumundadır.

Çanakkale Zaferi, çok kolay organize olan, direnebilen, tahammül edebilen ve belirli bir hedef etrafında ısrar eden bir ordu, kumanda heyeti ve toplum olduğumuzu gösterir. Cumhuriyet’i kuran da işte bu mayadır.
Tarih, yakasına yapışılıp hesaplaşılacak bir şey değildir.
Biz millet olarak devlet adamından çok büyük iman beklemeyiz, gerçeği tanıması yeterlidir.
Hukukunu müdafaa edemeyecek tarihî büyüklerimizin savunmasını tarihçiler ve tarih bilenler yapmalıdır. İstiklâl Savaşı kumandanlarıyla didişmeye kalkan amatör politikacıların faaliyetlerinin arkasında tarihçilik merakının hatta ideolojinin ağırlık kazandığına inananlardan değilim ve saiklerin başka olduğunu düşünüyorum.
Atatürk bu milletin aranan lideridir. Millet, başı her sikıştığında onu özler ve bu sebeple de silinemez bir şahsiyettir. Atatürk, yıpratılma seansları ile zarar görmeyecek, son derece önemli ve anıtsal bir siyasî portredir. Dolayısıyla, Atatürk’süz tarih düşünülemez. Bunun böyle olduğu zamanla daha da iyi anlaşılacaktır. Tarih, Atatürk’ün etrafında şekillenmelidir ve öyle de olacaktır.
Ümitlerin yok olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu zamanda Türklerin tutunduğu isimlerin başında ise Atatürk gelmektedir.
Çünkü insanlar baskıdan yılar, sonra korkar ve korktukları zaman ne olacağı belli değildir.
Milliyetçilik dışarıda öğrenilir, içeride öğrenilmez.
Geldikleri gibi giderler.
12. Asırdan beri yabancı bir çevrenin ortasındayız. Yaşamak için teorik değil, pratik bir akla ve gerçekçi olmaya muhtacız.
Evet “paşa” geleneksel bir unvandır. Kendisi “general” hitabını istemiş, fakat “paşam” dedikleri zaman da hiç itiraz etmemiştir ki anane de budur.
Her şey bir yana, o, Türkiye tarihini ve Türk toplumunu değiştiren bir başbuğdur ve onun yaptıklarının izleri hukuk hayatında kültürel alanda hiç değişmeyecek şekilde devam edecektir.
“Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır; o satıh, bütün vatandır.”
Türkiye cumhurbaşkanlarının ilki ve tabii bazılarının asıl rahatsız olduğu üzere,Kurtuluş Savaşı’nın Başkumandanı,TBMM Reisi ve Yeni Türkiye’nin kurucusu olan Mustafa Kemal ATATÜRK.
Atatürk bu milletin aranan lideridir.Millet, başı her sıkıştığında onu özler ve bu sebeple de silinemez bir şahsiyettir.
Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.
Bu toplumda Atatürk’ü zihinlerden silmeye çalışmak bir lükstür, lüzumsuz çabadır. Yanlış tanıtmaya çalışmak da, amatör tarihçilerin işi olsa bile, gülünçtür. Onun için girişilecek en önemli iş Nutuk’u, Atatürk’ün söylev ve demeçlerini derleyip okumaktır.
Yeni devlet, yeni sosyete
Peki nasıl oluyor da bu insanlar kadın erkek öğretmen olarak en ücra köşelere, mahrumiyet bölgelerine şevkle koşuyorlar?
Nasıl oluyor da bir sürü insan penisilin ve sülfamitler gibi kolaylaştırıcı tedavi araçları ve Birleşmiş Milletler Sağlık Örgütü desteği gibi mekanizmalar olmadan Türkiye’de bir takım salgın hastalıklarla baş etmek için didiniyorlar? Bir sağlık ordusundan bahsedilebilir. Bu ordunun mensuplarının sadece maaş ve memuriyet zoruyla bu işi yaptığı düşünülemez.
Arkeoloji Müzesi’nde zamanı için, hatta bugün için bile çok zengin bir seminer kitaplığı vardır ki bu kitaplığı meydana getiren sadrazam da Ahmed Cevad Paşa’dır. Ahmed Cevad Paşa dört Avrupa dilinde ve Osmanlıca seminer kitaplarını bağışlamıştır. Hakikaten bilgili aydın bir kumandandır, genç yaşta mareşal ve sadrazam olmuştur, matematik üzerin-
de Fransızca monografileri vardır ve o devirdeki literatürde bilinmektedir. Osmanlı askerî tarihi üzerinde de yine bazı
monografileri vardır.
Quod factum est factum est
“Ne ki olmuştur, olmuştur; o halde yola devam.”
Galipken kendisini yenen iki kere muzaffer olur.
Türk olmak zor bir meslektir fakat bir imtiyazdır. Bu gibi kavimlerin hayatta kalma şansı yüksektir, fakat ödenen bedel de buna paraleldir.
Ümitlerin yok olduğu bir çağda yaşıyoruz. Bu zamanda Türklerin tutunduğu isimlerin başında ise Atatürk gelmektedir.
Bize Lozan’da hiçbir şey verilmedi, biz kendimiz aldık.
Türkiye çok değişti ve değişecek.Bu değişim mümkün mertebe az kavgalı,az kanlı olarak yapıldı.Bir kabullenme söz konusudur.Bunları yaparken teorik bir kuvvet belki göze çarpmıyor, lakin gayet gerçekçi pratik ve pragmatik bir kabullenme vardır. Çünkü bu toplum hayatını sürdürmek istiyor.İdame-i hayat dediğimiz şey çok değişik bir coğrafyanın ortasında oluyor. Türklüğü tayin eden de budur. 12. asırdan beri yabancı bir çevrenin ortasındayız.Yaşamak için teorik değil pratik bir akla ve gerçekçi olmaya muhtacız.
Cumhuriyet devamlılıktır. Osmanlı Türklerinin imparatorluğuydu, bu da Türklerin cumhuriyetidir. Türkiye Cumhuriyeti’nin hiçbir yerde örneği yoktur.
Galipken kendisini yenen iki kere Muzaffer olur.

Ben galibim kazandım, karşı taraf bir halt değilmiş, lafını söyleyen çok yanılır.

Tarihin akışını değiştiren, ona mührünü vuran veya büyük tehlikelere mâni olan liderlere her memlekette rastlamak mümkün değildir. Atatürk dünya tarihinde nadir görülen bir dehadır. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra hiçbir mağlup milletin direniş göstermediği zamanda siviller ve askerlerle dünyaya meydan okumuştur.
Galipken kendisini yenen iki kere muzaffer olur. “Ben galibim kazandım, karşı taraf bir halt değilmiş” lafını söyleyen çok yanılır.
Zeki Kuneralp’ın hatıratında şöyle bir bahis vardır, “Türk olmak zor bir meslektir fakat bir imtiyazdır.” der. Bu gibi kavimlerin hayatta kalma şansları yüksektir, fakat ödenen bedel de buna paraleldir.
Atatürk şüphesiz bu müthiş milliyetçi, infiratçı, gerilimli atmosferden etkilenmişti, kaldı ki etkilenmemesi mümkün değildi. Bu gibi çözülmezlikler içinde yetişen insanların zekâları elbette çabuk gelişir ve olgunlaşır.
Eğitime çok önem veren cehalete düşman birisiydi. Milli mücadele’nin en kırılgan dönemlerinde bile eğitim kongresi toplayacak ve bunu iptal etmeyecek kadar eğitimi önemsiyordu. Zirai ürünlerin ihracıyla geçinen Bir ülkenin kıt imkânlarına rağmen yurt dışına talebe göndertmiştir.
Türk halkının gerçeği görüp kavrayabilmesi için pek çok büyük reformlar gerekir.
Tarih, yakasına yapışılıp hesaplaşılacak bir şey değildir.
Kendisi ibadetine bağlı biri değildi,ancak ibadet edenlere hürmeti vardı.Fevzi çakmak paşa da dahil çevresinde namaz kılan pek çok insan vardı.Onlara genelde namazınızı da kalın resimde yapın dermiş.Dünya hayatında vazgeçmemeyi öğütlermiş. Kız kardeşinin anlattığına göre, Ramazan ayı ya da kandil geceleri gibi özel zamanlarda çok ihtimamlı olurmuş.Bazen kendisi de oruçlu olduğu halde kız kardeşine iftira gidermiş. Annesi için Kur’an okuturmuş.
Yine Ramazan ayı geldiğinde ince saz ekibini köşke sokmaz,meşhur sofrasında içkiye yer vermezmiş. Misafirleri arasında oruç tutan, namaz kılan olursa her türlü kolaylığı sağlatırmış. Çanakkale şehitlerin ruhuna mutlaka her yıldönümünde Kur’an okuturmuş.Kendisi de Kur’an okur, iyi okumasını istermiş.
Atatürk milliyetçidir. Bir Türk milliyetçisidir ama bunun yanında evrensel bir adamdır.
“Binlerce kitap okumuştur.”
Karizma kelimesi tam olarak Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi liderleri ifade ediyor. Yanılmasına ihtimal verilmeyen, güvenilen bir lider
Ormanlı İmparatorluğu’da Türklerin imparatorluğudur, bu Cumhuriyet de Türklerin Cumhuriyeti’dir.
Büyük adamların pek azı böyledir; ama daha azı vefatlarından sonra dahi özlenirler. Bizim özlediğimiz gibi
Devlet topraklarını kaybettikçe Osmanlı padişahları hilafete dört elle sarıldılar. Panislamizm 19. asırda resmi ideoloji halindeydi.
Osmanlı Devleti dini toleransa sahipti ve kamu hayatında geniş ölçüde, özel hukuk alanında kısmen din dışı hukuk uygulamalarına da başvurmuştur.
Eğer hedefi ileriye koyuyorsan o bir dehadır ve deha dâhilere has bir inattır.
İranlıların daha 8. ve 9. asırlarda Arap harflerini kısmen kendi dillerine uydurabilmelerine rağmen,Türklerin aynı becerikliliği gösteremediği malûmdur.Oysa Türk dilinin analitik ek kök yapısına ve ses uyumu temeline dayanan morfolojik özelliği,bu tür düzenlemeleri kaçınılmaz kılmaktadır.
Büyük adamların ideali geniş kitlelerin itaatiyle mümkündür.
Atatürk’ün anne ve baba tarafı Balkanlar’a yerleştirilmiş Yörük Türkmenlerdendir. Babasının amcasından dolayı soyları devam etmiştir.
Atatürk bu milletin aranan lideridir.Millet, başı her sıkıştığında onu özler ve bu sebeple de silinemez bir şahsiyettir.Atatürk, yıpratılma seansları ile zarar görmeyecek, son derece önemli ve anıtsal siyasi bir portredir. Dolayısıyla, Atatürksüz tarih düşünülemez.”
Atatürk bu milletin aranan lideridir. Millet, başı her sıkıştığında onu özler ve bu sebeple de silinmez bir şahsiyettir. Atatürk, yıpratılma seansları ile zarar görmeyecek, son derece önemli ve anıtsal bir siyasî portredir. Dolayısıyla, Atatürk’süz tarih düşünülemez. Bunun böyle olduğu zamala daha da iyi anlaşılacaktır. Tarih, Atatürk’ün etrafında şekillenmelidir ve öyle de olacaktır.
Dünya tarihinin hemen hiçbir safhası, dünya coğrafyasının hemen hiçbir önemli parçası yoktur ki orada Türkler olmasın.
Enver Paşa da bütün kurmaylar gibi Fransızcayı bilirdi ve 1909’da tayin edildiği Berlin askeri ateşeliği sırasında Almancayı iyi öğrenmişti. Rusça ve Farsçayı daha önceden bilirdi. Resim yapan, kalemi kuvvetli bir subaydı.
Balkanlar’ın etkisiyle 1814’te Odessa’da kurulan Filiki Eteria (Dostluk Cemiyeti) büyük ölçüde Kardeniz limanındaki ve Rusya’daki Yunanlı aydın ve tüccarların toplandığı gizli bir cemiyetti.
Kurmay eğitimi, 19. yüzyılda orduların coğrafya, tarih, teknik ve beşeri ilimlerle iç içe geçerek sevk edilmesi için teşekkül eden, hem muharib hem de entelektüel ve bilgin bir sınıf yetiştirmek demektir. Bu, 19. yüzyılın büyük bir olayıdır.
Fakat şurası bir gerçek ki Türkiye’de her buhranda Kemâlizm tekrar bir umut ışığı olarak her yaştaki insan, her sınıftaki kitleler tarafından benimsenmektedir. Dolayısıyla onu canlı hale getiren Türkiye’nin geçirdiği hızlı değişim ve o değişimde zaman zaman girdiği labirentteki çıkmazlardır. Elbette ordusu, sanayileşmesi, üniversiteleri ve akademik hayatı o dönemin ötesindedir. Ama millî eğitim gerilemektedir, temel müesseseler kendini kaybetmektedir, sayıca artış söz konusudur ama en önemlisi Türkiye’deki ideolojik ve kültürel hayat gerilemektedir. Türkiye etnik bir gerilim çıkmazına girmektedir. Bu gelişmeler de Kemâlist rejimi bir yanıyla gerektirmektedir.
Dünya tarihinin hemen hiçbir safhası, dünya coğrafyasının hemen hiçbir önemli parçası yoktur ki orada Türkler olmasın. Türkler olmadan hiçbir önemli Avrupa devletinin millî tarihi incelenemez. Hiçbir Orta Doğu ülkesinin, hiçbir Rus-Slav ülkesinin millî tarihi ve kimliği Türkler hesaba katılmadan anlaşılamaz. Bu, Orta Çağ’ların derinliklerinden başlar ve yakın zamanlara kadar devam eder. Türkler olmadan Orta Çağ olamaz, Rönesans olamaz, Birinci Dünya Savaşı olmaz ve anlaşılamaz.
Mustafa Kemal Graziani’ye şöyle demiş: Türk milletinin fevkalede meziyetleri vardır. Fakat ne yazık ki onu karanlık ve cehâlet içinde bırakıyorlar. Millet pratik bir şekilde modern bir maarife susamıştır. Rejim, iktisadi hayatın hiçbir cephesinde millet ve devletin faaliyet göstermesine müsaade etmiyor. Halbûki Türkiye’nin nefes alması, ilerleyebilmesi ve mazhar-ı hürriyet olması için her şeyden evvel Türk milletinin maneviyatını yükseltmek ve onu tassuptan kurtararak faal bir kudret iktisap etmesine çalışmak lâzımdır. Millet câhil dervişlerin elinden tahlis olunmalı ve bunların yerine iyi tahsil görmüş, lâik profesörler getirilerek işin başına geçirilmelidir. Hülâsa, milletin daha pek çok şeye ve inkılablara ihtiyacı vardır. Millet aile ve toplum hayatında doğu düşünce tarzından sıyrılmalıdır. Türk halkının gerçeği görüp kavrayabilmesi için pek çok büyük reformlar gerekir.
Harbin sonunda bir sürü çocuk yetim kalmıştı, hatta aralarında ailesiz kalanlar vardı. Durumlarını iyileştirebilmek için pek fazla imkân da yoktu.
Tarihi büyük ölçüde kişiler yapar.Birincisi,o bir örgütlenme dehasıydı.Kendini çok iyi kontrol etmesini biliyor,çok iyi gizlenmesini biliyor,zamansız ileriye atılmıyor.Bu özellik 20.yüzyıl liderlerinin ekserisinde yoktur.İkincisi,fevkalade bir zamanlama tekniği yanında,bilinecek şeyleri çok iyi kullanabiliyordu.Bütün o subay takımının sınırsız tecrübesi ve dünya görgüsü vardı.Onların içinde bu eğitimi kullanmasını en iyi o biliyordu ve üzerinde durmamız gereken husus,Mustafa Kemal’in hiçbir zaman ve zeminin olumsuzluklarına teslim olmamış olmasıdır.
Din eğitiminin kapasitesi, kalitesi, din görevlilerinin niteliği bir toplum için fevkalade önemlidir.
Türk toplumunun aşırılığı sevmediği açıktır. Temelde tutucu, kalıpları belli bir toplumdur ve bu kalıplar içinde değişimi sever. Bu yüzden de bir saplantısı yoktur, kendine göre bir sosyal hareketlilik biçimi vardır.
Türkiye çok değişti ve değişecek. Bu değişim mümkün mertebe az kavgalı, az kanlı olarak yapıldı. Bir kabullenme söz konusudur. Bunları yaparken teorik bir kuvvet belki göze lakin çarpmıyor, gayet gerçekçi pratik ve pragmatik bir kabullenme vardır. Çünkü bu toplum hayatını sürdürmek istiyor. İdame-i hayat dediğimiz şey çok değişik bir coğrafyanın ortasında oluyor. Türklüğü tayin eden de budur. 12. asırdan beri yabancı bir çevrenin ortasındayız. Yaşamak için teorik değil, pratik bir akla ve gerçekçi olmaya muhtacız.
Mondros sonrasında Mustafa Kemal’e, henüz İstanbul’a yeni gelmişlerken yaveri İtilaf Devletlerinin donanmalarını kast ederek Paşam, gelmişler demişti. İşte o gün mavi göğün altında, masmavi Marmara’ya bakarak, Geldikleri gibi giderler dedi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir