İçeriğe geç

Fuzuli Divanı Şerhi Kitap Alıntıları – Ali Nihad Tarlan

Ali Nihad Tarlan kitaplarından Fuzuli Divanı Şerhi kitap alıntıları sizlerle…

Fuzuli Divanı Şerhi Kitap Alıntıları

•••
Fuzûlî deme yetmek menzil-i maksûda müşkildür
Dutan dâmân-ı şer’-i Ahmed-i Muhtâr yetmez mi

[Ey Fuzuli, istenilen menzile ulaşmak müşkildir deme. Ahmed-i Muhtar’ın yani Hazret-i Muhammed’in şeriatının eteğini tutan, o eteğe yapışan hiç istenilen menzile ulaşmaz mı?]

Bahma ey cân hat ü ruhsârına mahbublarun
İhtiyât eyle günâh üzre günah etme dahi
Yeter ey felek bu cefâ yetür men-i zâra serv-i revânumı
Meh-i tal’atiyle münevver et dil û dîde-i nigerânumı

[Ey felek bu cefa yeter, ben ağlayan âşıkı o yürüyen servime eriştir, ay gibi parlak görünüşü ile, yollara bakıp onu gözleyen gönlümü, gözümü aydınlat.]

Şimdilik hüsnü sana aşkı bana vermişler Âriyetdir bu da cânâ ne senindir ne benim
Bülbül, gül için ağlayıp inlerken, Lale onun derdine derman olur mu ?
Hiç abid anmadı lâ’lün ki gözden kan töküp
Secdeden durdukca tağyir-i musallâ etmedi

[Secdede hiçbir ibâdet eden senin lâ’l dudağını anıp kanlı gözyaşı dökmedi ki secdeden başını kaldırdığı zaman seccadesini yani secde ettiği yeri değiştirmemiş olsun.]

Secdede kendini Hak’ta ifna etmeyi yani fenâfillâhı anan her âbid kanlı gözyaşı döker yani maddeden sıyrılır. O zaman secde ettiği yeri değiştirir. Maddeden kurtulunca maddeye ait olan secde yerinden de kurtulur, idraki yükselir, secdesi hakikî idrake uygun bir şekil alır.

Değüldüm men sana mâ’il sen etdün aklumı zâ’il
Mana ta’n eyleyen gâfil seni görgeç utanmaz mı
Beni cândan usandurdı cefâdan yâr usanmaz mı
Felekler yandı âhumdan murâdum şem’i yanmaz mı
Ey tegâfül birle her sâ’at kılan şeydâ meni
Vâkıf ol kim öldürür bir gün bu istiğnâ meni
Hakk’ı anlamaktan âciz olduğunu anlamak, Hakk’ı anlamaktır.
Fuzûlî dehrden kâm almak olmaz olmadan giryân
Sadef su almayınca ebr-i nîsandan güher vermez.

(Fuzuli, Ağlamadan maksada kavuşulamaz dünyada. Sadef de nisan yağmuru almadan inci vermiyor malûm.)

Ey Fuzuli! Canım çıksa aşk yolundan çıkmam. Mezarımı aşıkların gelip geçtiği yol üzerine yapın. (Fuzuli)
Bahma ey dîde zenahdânına mahbublarun
Gezme gâfil hazer et düşmeyesen çâhlara
Tutuşdum âteş-i dilden ciger kanına gark oldum
Egerçi bir şerâre oddur ol bir katre kandur bu
Eger çıhsa idi derdün cismden derdüm ki candur bu
Ne hâcet derdüni yegdür demek candan a’yandur bu
Olur meyl-i dil efzûn âsitânun daşına her dem
Verdi rıhletden haber mûy-i sefîd ü rûy-i zerd
Çihre-i handânı vü zülf-i perîşânı unut

Ak saç ile sarı yüz göç zamanı geldiğini haber veriyor. Gülen yüz ile perişan zülfü unut.
İlâhî aşka düş

Bahr-i ışka düşdüm ey dil lezzet-i cânı unut
Bâliğ oldun gel rahimden içdüğün kanı unut
Görmesem her göz açanda ol gül-i ra’nâ yüzün
Göz yumunca eşk-i gül-günum dutar dünyâ yüzün

[Her göz açtığım zaman o güzel gülün yüzünü görmesem, gözümü yumunca gül renkli gözyaşım dünya yüzünü tutar.]

Hâk-i der-gâhın nazardan sürme ey seyl-âb-ı eşk
Kılma zâyi’ sürme-i çeşm-i cihân-bînüm menüm

[Ey gözyaşı seli onun dergâhının yani diyârının, huzurunun toprağını gözümden sürüp götürme. Benim cihânı gören gözümün sürmesini zâyi’ etme.]

Ne müşkül derd olursa bulunur alemde dermanı, Ne müşkül derdi imiş aşkın ki derman eylemek olmaz (Aşk derdi müşkülün kat kat ötesinde müşküldür. Bu başka bir müşküldür demek istiyor. Hakikatte de böyle hakiki ve İlahî aşkların dermanı yoktur.
Hub suretlerden ey nasih meni menetme kim Pertev-i envar-ı horşid-i hakikattur mecaz Ey bana öğüt veren beni güzel yüzlüleri sevmekten men etme. Zira o maddi, mecazi güzeller hakikat güneşinin yani hakiki güzelin nurlarının ışıklarıdır. ) Fuzuli Onları hakiki güzel olan Allah’ın masivaya akseden güzellikleri olarak görüyor. Divan edebiyatında güzellere ekseriya bu gözle bakılmıştır. Güneşten gelen her bir ışık parçası güneşin güzelliğine delildir.
Firâkun odunu gördükce mum tek eridi
Sebât ü sabrda fülâd gördüğün gönlüm

[Sebat ve sabırda çelik gibi metin ve mukavemetli gördüğün gönlüm, ayrılığın ateşine düşünce mum gibi eridi.]

Şem’-i şâm-ı fürkatem subh-ı visâli neylerem
Tapmışam yanmakda bir hâl özge hâli neylerem

[Ayrılık gecesinin mumuyum. Visal sabahını neyleyeyim. Yanmakta ben bir hâl bulmuşum, başka hâli neyleyeyim.]

Bilmişem bulman visâlin lîk bu ümmid ile
Gâh gâh öz hâtır-ı nâ-şâdumı şâd eylerem

[Yârin visâline eremeyeceğimi biliyorum. Lakin ara sıra bir ümit ile mahzun gönlümü şâd ediyorum.]

Ey fuzuli eyledi her derde derman ol tabib
Bir menüm derdümdür ancak bulmayan merhem henüz (Ey Fuzuli o hekim her derde derman buldu. Hâlâ derman bulmayan bir benim derdimdir. ) Alemde her türlü dert vardır. Sevgili onların hepsine derman bulmuştur. Fakat Fuzulininki aşk derdidir. Her derde derman bulunur, aşk derdine bulunmaz
Muhabbet lezzetinden bî-haberdir zâhid-i gâfil
Fuzûlî aşk zevkin zevk-i aşkı var olandan sor
Düşmeseydi gözümün yaşına feyz-i nazarun
Anı her servün ayağına revân etmez idüm

Salmasaydın dil-i vîrâna imâret tarhin Anda gene-i güher-i ışkı nihân etmez idüm

[Gözümün yaşına bakışının feyzi düşmese idi onu bir ırmak yapıp her servinin ayağına akıtmazdım.

Virân gönlümü ma’mur bir hale getirmeseydin orada aşk incisi hazinesini saklamazdım.]

Var bir derdüm ki çoh dermandan artuhdur mana
Koy meni derdümle dermân eyleme var ey hâkim
•••
Hâsılun evvel gam-ı cânandur âhır terk-i cân
Bu imiş kısmet Fuzûlî hâh ağla hâh gül

[Ey Fuzûlî, dünyadan eline geçen şey evvelâ sevgilinin aşkı ve hicranı, sonra da bu aşk ve hicran yüzünden terkedilen can, yani ölüp gitmek. Dünyadan kısmet bu imiş. İster ağla, ister gül.]

Sûret-ârâ olma tahsîl-i kemâl-i ma’nî et
Kim behâyim nev’in etmez âdem-îzer-beft çul

[Şeklini süsleme, ma’nânın kemâlini elde etmeye çalış. Zîra sırmalı çul hayvanları insan yapmaz]

Ey gönül levh-i emel nakş-ı bekâdan sâdedür
Fânî etme ömrünü ol sûda kim bâkî degül

[Ey gönül, dünya arzuları sahifesinde beka yazısı yoktur. Ömrünü bâkî olmayan bir tarafta bir yolda ifna etme, yok etme, zayi etme.]

Hazret-i Peygamber’e Dürr-i yetim-i sadef-i kâinat derler. Sadefin üst kabuğu gök, alt kabuğu ise yerdir. Bunun için de tek bulunan çok değerli inciyede dürr-i yetim derler.
Safha-i dilde bulunmaz eser-i sûret-i gayr
Hine mâ halle nefe’l-gayru ani’l-kalbi hevâk

[Gönül sahifesinde senden başkasının resminin eseri yoktur. Senin aşkın geldiği zaman, kalpten, gayri yok etti.]

Arzu-yi vasl-ı cânân câna âfetdür gönül
Yâ ta’alluk cândan üz yâ vasl-ı cânândan tama’

[Sevgilinin visâline ermek arzusu câna âfettir ey gönül.
Yâ cândan alakayı kes, yahut cânâna ermeyi isteme.]

Kılmagıl muhkem gönül dünyâya akd-i irtibat
Sen bir âvâre müsâfirsen bu bir vîrân ribât

[Ey gönül, dünyaya sıkı sıkıya bağlanma.
Sen bir âvâre yolcusun, o da vîrân bir kervansaray.]

Arif ol sevda-yi ışk inkârın etme ey hakim
Kim vücûd-ı halkdan ancak bu sevdâdur garaz

[Ey hakim, irfan sahibi ol, aşk sevdâsını inkâr etme zira dünyanın varlığından gaye bu aşka âşık olmaktır.]

Sanmanuz kim geceler bîhûdedür efgânumuz
Mülk-i ışk içre hisâr-ı istikâmet beklerüz

[Geceleri boş yere feryat ve figan ediyoruz sanmayın. Aşk memleketi içinde doğruluk kalesini bekliyoruz.]

Murâdum giryeden kesb-i gubâr-ı reh-güzârundur

[Ağlamaktan muradım geçtiğin yolun tozunu kazanmaktır.]

Sâkin-i künc-i gamun seyr-i gülistân istemez

[Senin aşkının, gamı köşesinde dert çeken insan, gül bahçesinde seyran istemez.]

Girye-i zâr ile hoş-hâlem ki bahr-i ışkda
Eşksiz göz bir sadefdür lü’lü-i şehvârsız

[Ağlayıp inlemekten rahat ve huzur içindeyim. Zira aşk denizinde ağlamayan göz, içinde büyük incisi bulunmayan bir sadefe benzer.]

Buldu kûyunda devâ der-i dil-i bîmârumuz
Sen ağasan biz kuluz kûyundadur tîmârumuz

[Hasta gönlümüzün derdi senin diyarında deva buldu. Sen ağasın biz kuluz, biz senin diyârında tedavi oluruz.]

Her derdsizden umma Fuzûlî devâ-yi derd
Sabr eyle kim ki derd verüpdür devâ verür

[Ey Fuzuli, her dertsizden derdine deva umma.
Sabret derdi veren devâsını da verir.]

Büküldü kâmetüm hasret yükünden veh ki âlemde
Şifâ-yi vasl kadrin hecr ile bîmâr olandan sor
Hevadan mevce gelmiş bahr-i derdem şâhid-i hâlüm
Dil-i pür ıztırâb ü nâle-i bi-i’tidâlümdür

(Aşk ile dalgaları kabarmış bir dert deniziyim. Dertli halimin şahidi ıstırap ile dolu gönlüm ve hadden aşırı ağlayıp inlememdir.)

Hâli etmiş gayrdan zülfün hayâli gönlümü
Âşık, kesret karşısında yana yana vahdete erişir.
Lâhza lâhza gönlüm odundan şererlerdür çıkan
Katre katre göz töken sanman sirişküm kanıdur

(Gözümden dökülen katre katre kanlı gözyaşım değildir. Gönlümdeki ateşin lâhza lâhza sıçrayan kıvılcımlarıdır.)

Işk derdiyle hoşem el çek ilâcumdan tabib
Kılma derman kim helâküm zehri dermânundadur
Işk derdinden olur âşık mizâcı müstakim
Âşıkun derdine dermân etseler bîmâr olur

(Aşk derdi âşıkın sıhhatidir. Âşıkın derdine derman etseler âşık hasta olur.)

Yetmeyüp vaslına sen Leyli-veşün bir ömrdür
Men kimi Mecnûn olup sahraya düşmüş afitab’
:Güneş Leyla’ya benzeyen senin vaslına erişmemiş ve benim gibi Mecnûn olup sahraya düşmüştür.’
29.gazel 5.beyit
Hoşem kim dem-be-dem giryân gözüm ol hâk-i pâdandur
Ziyanı olmaz ol gözyaşınun kim tûtiyâdandur

[An be ân gözümün o ayak toprağından ağlaması beni sevindiriyor, huzur veriyor. Tûtîyâdan ileri gelen gözyaşının ziyanı olmaz.]

Tûtîyâ bir nevi göz ilâcıdır. Sürme gibi çekilir ve gözü yaşatır, bu suretle tedavi eder.
Ayak toprağı sevgilinin toprak üzerindeki ayak izidir. Ayak izi âyât-ı İlâhiyedir. O toprak izi yani o âyetler üzerine eğilen göze toz kaçar ve göz yaşarır. Şâir İlâhî âyetler üzerine eğildiği için oradaki tozdan gözleri yaşarıyor. Halbuki o toz tûtiyâdır, gözün görünüşünü artırır. İlâhî ayetleri, onlardaki güzellikleri görüp aşk ile ağladığı için bu gözyaşının ziyanı olmaz.

Hakk’ı anlamaktan aciz olduğunu anlayan, Hakk’ı anlamış demektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir