Stefan Zweig kitaplarından Fouché kitap alıntıları sizlerle…
Fouché Kitap Alıntıları
Hiçbir şey, bir sanatçıyı, bir mareşali, iktidar sahibi bir insanı isteklerinin ve arzularının sürekli başarıya erişmesinden daha fazla zayıflatamaz; bir sanatçı ancak başarısız olduğunda öğrenir dünyayla arasındaki ilişkiyi, bir mareşal hatalarını ancak yenilgiye uğradığında anlar, bir devlet adamı ancak gözden düştüğünde politik açıdan gerçekçi bir genel görüş kazanır.
Zira ancak aşağıları da bilenler hayatın bütününü tanımış olurlar. İnsan ancak geriye düşmekle öne atılma gücünü kazanır.
Gölgede kaldı mı insan unutulur, yeter ki diğerleri bağrışırken o sessizliğini korusun.
Susmayı en iyi bilenler, ölülerdir.
Cinayetin canavar tohumu, öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamaktan doğar.
Dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil,insan korkaklığının da tarihidir.
Hiçbir şey bir insanı ve özellikle de bir insan kitlesini gözle görünmeyen bir şey karşısında kapıldığı korkudan daha fazla alçaltamaz.
İktidar Medusa’nın yüzü gibidir, ona bir bakan, bakışlarını bir daha başka yöne çeviremez, büyülenmiş, bağlanmış gibi kalır.
Zafer asla eğik başın üstünde dolaşmaz.
“Orada ara sıra çökmüş bir adamın ağır adımlarla kiliseye gittiği ve birbirine kavuşturduğu elleriyle banklar önünde diz çöktüğü görülür:bir çeyrek yüzyıl içinde kendi elleriyle mihraptaki çarmıhı parçalayan bir zamanların Joseph Fouche’si şimdi öne eğik beyaz saçıyla başıyla “batıl itikadın gülünç işaretleri”önünde diz çöker ve belki de onu eski manastırların sessiz koridorlarına bir hasret kaplamıştır.Onun içinde herhangi bir şey büsbütün değişmiştir,eski hırslı ve kavgacı olan o,bütün düşmanlarıyla sadece barış ister.”
“Sürekli zenginlik gevşetir,sürekli alkış hissizleştirir;sadece ara verme devam eden ritme yeni heyecan ve yaratıcı elastikiyet kazandırır.Sadece mutsuzluk,dünyanın gerçeğine derin ve geniş bakış sağlar.Her sürgün sert öğretim,fakat öğretim de öğrenmedir:Sürgün pısırığı kendi iradesine göre yoğurur,tereddüt edeni kararlı,sert insanı daha sert hâle koyar.Sürgün gerçekten güçlü olan için her zaman azalma değil,aksine enerjisini toplamadır.”
“Kötü gidiş insana,öne itici tam gücünü verir.Özellikle yaratıcı dehanın,ümitsizlik derinliğinden,dışlanmışlığın uzağından ufku ve gerçek ödevinin yüksekliğini ölçmek için,bir süreliğine kaba kuvvetle elde edilen yalnızlığa ihtiyacı vardır.İnsanlığın önemli mesajları sürgün esnasında doğmuştur,büyük dinlerin yaratıcıları,Hz.Musa,Hz.İsa,Hz.Muhammed,Buda,bunların hepsi sonucu belirleyici sözü söylemeden önce çölün suskunluğuna,insanlar arasında olmayışa sığınmak zorunda kaldılar.”
“…Çünkü derinliği bilen bütün hayatı tanır.”
“Fakat,eğer ustaca damıtılırsa ve gizli enerjileri sıkılırsa,kendi içinde iyileştirici gücü barındırması zehrin bir sırrıdır.”
“Sorumluluk,insanı hemen her zaman büyüklüğe yükseltir.”
“Ölüler susmayı en iyi bilenlerdir.”
“O,rüzgârın esiş yönüne göre sağ cebinden acımasızlığın ispatını,sol cebinden insaniyetin ıspatını çıkarabilir.”
Fouché devrim ruhunu şöyle tanımlar: Devrim halk için yapılmıştır; lakin halk derken zenginlikleriyle hayatın bütün zevklerini ve toplumun bütün zenginliklerini çekip alan imtiyazlı sınıf anlaşılmasın. Halk, sadece Fransız vatandaşlarının, en çok da vatanımızın sınırlarını koruyan ve emekleriyle toplumumuzu besleyen sonsuz sayıdaki yoksul sınıfının toplamıdır. Devrim eğer sadece birkaç yüz bireyin refahını gözetip yirmi dört milyonun sefaletinin devam etmesine göz yumsaydı, siyasi ve ahlaki açıdan bir huzursuzluk kaynağı olurdu. Bu yüzden, insanlar arasında böyle müthiş farklılıklar varken sürekli eşitlikten dem vurmak, insanlık açısından incitici bir aldatma olurdu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Sinirlenmeksizin sürdürdüğü sabrın sağladığı bu üstünlük korkunçtur. Bu şekilde bekleyebilen, kendini saklayabilen biri en tecrübeli kimseleri bile yanıltabilir. Fouché sükûnet içinde hizmet edecektir, kirpiğini bile oynatmaksızın, en kaba hakaretleri, en küçük yüz kızartıcı küçük düşürmeleri serinkanlılıkla, gülümseyerek sineye çekecektir, bu balık kanlı adamı ne tehdit ne öfke sarsabilecektir. Robespierre ve Napoléon, ikisi de bu taştan sükûnetin karşısında kayaya vuran sular misâli dağılacaklardır.
“Ona yirmi dört saat,ekseriya sadece bir saat,çok kere bir dakika kanaatlerinin bayrağını bir tarafa atmaya ve çağlayarak bir başka bayrak açmaya yeter.O bir düşünce ile değil,aksine zamanla yürür.Zaman ne kadar hızlı koşarsa o da arkasında o kadar hızlı koşacaktır.”
“Bu karanlıkta duruş bir ömür boyu Fouche’nin tavrıdır.Gücün hiçbir zaman görünür taşıyıcısı olmamak,gene de onu bütünüyle tutmak,bütün ipleri çekmek ve hiçbir zaman sorumlu tutulmamak!Her zaman birincinin arkasına geçmek,kendisini onun arkasında gizlemek,onu öne doğru itmek ve fazla ileri gittiği anda onu bir anda înkar etmek,işte onun en sevdiği rolüdür..”
İmparatorlar da krallar da içlerinde demokrat bir yürek taşıdıklarını ancak iş işten geçtikten sonra fark ederler.
Tanrı’ya bile hayat boyu sadık kalma zorunluluğunu hissetmez Joseph Fouché.
“Hakiki ve mükemmel bir tek hain tanıdım, o da Fouche’dir.”
Napoleon Bonaparte
Napoleon Bonaparte
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“…Napolyon,St Helena Asası’nda sürgündeyken “Hayatımda gerçek ve kusursuz bir hain tanıdım,o da Fouche.”der.”
Gölgede kaldı mı insan unutulur,yeter ki digerleri bağrışırken o sessizliğini korusun.
Yazık ki dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil,insan korkaklığının da tarihidir.
.Yeryüzünde hiçbir kötülük,hiçbir vahşet,insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır.
.Yeryüzünde hiçbir kötülük,hiçbir vahşet,insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır.
Neredeyse bütün devrimlerin sırlarından biri ve liderlerinin acıklı yazgıları şudur: Hiçbiri kan sevmez ama kan dökmek zorunda kalırlar.
Milton’un körlüğü, Beethoven’in sağırlığı, Dostoyevski’ye cezaevi, Cervantes’e zindan, Luther’in Wartburg’a kapanması, Dante’nin sürgünlüğü ve Nietzsche’nin Engadin’in buzlu bölgelerine kendini sürgün etmesi, bütün bu davranışlar, insanoğlunun uyanık isteklerine karşı dehalarının gizli arzulamalarındandı.
Çünkü uçurumun dibini boylamış olan kişi hayatı bütünüyle tanımıştır yalnız. Sırtüstü yere vurulan bir insan bütün gücüyle ileriye atılabilir ancak.
İnsanoğlunun korkaklığı kadar başka hiçbir kötülük ve sertlik, yeryüzünde çok kan akıtmış değildir.
Çünkü elinde kendine gerekenden fazlasını bulunduran kişiler bunu ancak kötüye kullanırlar.
Yeryüzünde mutlu olmayan tek bir insan bile kaldığı sürece, özgürlük meşalesinin hep ve sürekli daha ileriye götürülmesi gerekir.
“Susmayı en iyi bilenler, ölülerdir!”
Cinayetin canavar tohumu; öldürmeyi düşünsel düzlemde onaylamaktan geçer.
Yeryüzünde mutlu olmayan tek bir insan bile kaldığı sürece, özgürlük meşalesinin hep ve sürekli daha ileriye götürülmesi gerekir.
Gücünü kaybetmiş bir iktidara adamı, işi bitmiş bir politikacı, tüm oyunlarını oynamış bir entrikacı, yeryüzünün en zavallısıdır.
Hırsı, her şeyi akıl ediyor da, ama bilmediği sadece bir tek şey vardı : zamanında çekilmeyi.
Krallar tahtta oturdukları taktirde yapmaya söz verdikleri şeyleri çok ender yerine getirirler.
Fakat yirmi yıl boyunca iktidara susamış ve bir türlü doymak bilmeyen biri iktidardan vazgeçecek gücü kendinde bulamaz.
Ancak zafer asla eğik başın üstünde dolaşmaz.
Yönetmenin ve emir vermenin sarhoşluğunu bir kez tatmış olan, bir daha vazgeçemez ondan.
Çünkü Fouché karakterini, doğrusu bir karakteri olmadığını gizlemiyordu, tam tersine güvenilir olmamakla övünüyor ve ne zaman ne yapacağı belli olmayan bir insan olduğunu ilân bile ediyordu, çünkü bu ona şöhret sağlıyordu. Insanların kendisine gülmesine aldırmıyordu, ona itaat etmeleri ve ondan korkmaları kaydıyla.
Fouche yeryüzünde bir tek şeyden haz duyardı : iki taraflı oynamanın verdiği haz, iki taraflı oynamanın verdiği yakıcı çekicilik ve heyecan verici tehlike.
1790 da papaz öğretmeniyken 1792 de kilise yağmacısı, 1793’te komünistken beş yıl sonra multimilyoner olan ve bir on yıl sonra da Otranto dükü olan şahsın aynı tene ve saçlara sahip aynı kişi olduğunu tasavvur etmek epey gayret gerektirir.
Çünkü haber her şeydi ; savaşta da, barışta da, politikada da,ekonomide de. 1799 Fransası’nda güç, terör değil, sadece bilgiydi.
Rüzgara göre dans eden, paranın üzerine atlayan, yukarıdakilere karşı pek iyikiliksever, aşağıdakilere karşı pek umursamaz olan, büyük dalgalarda doğru ve becerikli bir denizci olan bu adamı kullanılabileceklerini.
Bır sanatçıyı, bir komutanı ve bir iktidar insanını arzu ve isteklerinin sürekli gerçekleşmesi kadar hiçbir şey zayıflatamaz.
Ölçüyü her zaman kendi elinde tutan kişi, gerçek ağırlığını unutur.
Sorumluluk, insanı hemen hemen her zaman yüceltir.
İnsanı ve özellikle de insan yığınını, bilinmeyen bir şeyden korkmak kadar hiçbir şey küçültmez.
Ne yazık ki dünya tarihi, çoğu kez anlatıldığı gibi, sadece insan cesaretinin tarihi değil, insan korkaklığının da tarihidir. siyaset de öyle sanıldığı gibi kamunun yönetilmesi değil, liderlerin kendilerinin yaratıp etkiledikleri aynı makamın önünde kul köle olup eğilmesidir. işte böyle çıkar savaşlar: tehlikeli sözcüklerle oynamaktan, ulusal tutkuların aşırı kışkırtılmasından ve politik suçlardan; yeryüzünde hiçbir kötülük ve canilik insan korkaklığı kadar kan dökmemiştir. eğer Fouché, lyon’da kitlelerin celladı haline geldiyse, bunun nedeni cumhuriyetçi tutkuları değildir (çünkü onun hiç tutkusu olmamıştır), ılımlı olarak göze batma korkusudur.
Ölüler susmasını çok iyi bilir.
Joseph Fouché rastgele ihanet eden biri değil, tam bir ihanet örneğidir. İhaneti dâhilikle buluşturmuş bir yaradılışı vardır. Bunu başarabilmiş tek insandır. Çünkü ihanet etmek onun için bir amaç, başarı için başvurulan bir yol değildi,yaradılışında vardı. Fouché’nin gerçek kişiliğini daha iyi anlayabilmek için savaşlarda iki yanlı çalışan tanınmış casuslarla kıyaslamak onu; böyleleri yabancı devletlere sırlar verip karşılığında yine pek değerli bilgiler ele geçirirler ve böylece bir bu yana, bir öteki yana taşınarak sonunda aslında kimin hesabına çalıştıklarını kendileri de bilmez olurlar. İki taraftan da para alırlar ve hiçbirine bağlı kalmazlar. Gerçekten de bu iki yanlı oyunun, bir oraya bir öteye gidiş gelişlerine, iki arada yaşayışa kendilerini öylesine verirler ki, maddi olmaktan hemen hemen çıkmış, öldürücü ve iblisçe bir haz duyarlar. Ancak terazinin bir kefesi kesin olarak ağır basıncadır ki, kumar tutkusunun yerine sağduyu geçer; kazançtan pay almak için. Fouché de böyledir, zafer kesinleşince o da kesin karara varır. Convent’de böyle davranmıştır, Direktuvar’da böyle, Konsül yönetiminde ve İmparatorlukta böyle. Savaş sırasında hiç kimseden yana değil, ama savaş bitince kazanandan yanadır her zaman. Grouchy verilen görevin üstesinden gelebilseydi, Fouché de (hiç değilse birkaç zaman için) İmparatoruna en bağlı Bakan olurdu. Ama Napoléon savaşı kaybedince onu yüzüstü bırakır ve ondan ayrılır. Fouché, kendini savunmayı hiç de gerekli bulmadan ve o alışılmış hınzırca yaradılışına uygun olarak yüz günlük dönemdeki davranışını şu kesin sözlerle anlatır: Napoléon’a ben değil, Waterloo Savaşı ihanet etti.
Devrim sadece birkaç yüz kişinin rahatlığıyla ilgilenseydi ve yirmi dört milyon kişilik yoksulluğu içinde boğulmasına aldırmasaydı , o zaman siyasi ve ahlâki açıdan insanlık dışı bir şey olurdu.
Düşman karşısındaki Devrim generalleri gibi, kellelerini giyotinden kurtaracakları tek bir şey vardı : Başarı.
Onun için önemli olan tek şey, her zaman kazananların yanında olmaktır, asla kaybedenlerin değil.
sığ canlandırmalar her zaman arka plandaki rolleri, yan rollerle karıştırır
Teraziyi hep kendi elinde tutanlar, kendi gerçek ağırladıklarını unuturlar.
Dünyaya hep yukarıdan, imparator bulutlarından, fildişi kulelerinden ve iktidarın tepelerinden bakanlar sadece aşağıdakilerin gülümsedikleri ve onların tehlikeli emre amade duruşlarını görürler.
Zira ancak aşağıları da bilenler hayatın bütününü tanımış olurlar.
Politikada en affedilmez kusuru işlemiştir;geç kalmıştır.
Otokrat, bir köle ister ve karşısında bağımsız bir adam bulunca öfkelenir. Onu bertaraf etmek ister ama onu kendine düşman etmekten korkar, onu kaybetmekten dolayı üzülür ama aynı zamanda bu tehlikeli adamdan kurtulduğu için de mutludur.
Egemen olmanın ve emretmenin sarhoşluğunu bir kez yaşamış biri, ondan asla vazgeçemez.
İnsanların güvenini satın almak, onlara iltifat etmek, üzerlerine topla saldırmaktan daha iyi değil midir?
Sorumluluklar hemen her zaman insanları büyütür.
Yazık ki dünya tarihi çoğunlukla tasvir edildiği gibi sadece insan cesaretinin değil, insan korkaklığının da tarihidir; politika, inanılmak istendiği gibi salt kamusal kanaatin yönetilmesi değil, liderlerin kendi yarattıkları ve etkiledikleri iradeye köle gibi boyun eğmeleridir. Savaşlar her zaman bundan çıkar: tehlikeli sözlerle oynanan bir oyundan, milli hassasiyetin tahrik edilmesinden çıkar; politik cinayetler de öyle; yeryüzünde hiçbir kötülük, hiçbir vahşet, insanın korkaklığı kadar çok kana mal olmamıştır. Joseph Fouché de Lyon’da kitle celladına dönüşmüşse, bu onun cumhuriyetçilik tutkusundan değil (o tutku nedir bilmez), sadece korkusundan, ilımlı olarak görülüp gözden düşme korkusundandır. Lakin tarihte belirleyici olan, fikirler değil eylemlerdir ve o, kendini o kelimeye karşı bin kere savunsa da, adı “Lyon Kasabı” olarak yazılacaktır. Ve ileride giyeceği düklük kisvesi bile ellerindeki kanı örtemeyecektir.
Onun için önemli olan her zaman yenenin yanında olmaktır, asla yenilenin değil.
Diğerleri kendilerini görüşleriyle, açık sözleri ve jestleriyle bağlarken o, işıktan kaçan, saklı kalan kişiliğiyle içsel olarak serbest kalır ve akıp giden kişilikler selinde kalıcı bir kutup olur. Jirondenler devrilir, Fouché kalır, Jakobenler kovulur, Fouché kalır; Direktuvar, konsüllük, imparatorluk, krallık ve yeniden imparatorluk yıkılır, yitip gider; lakin o hep baki kalır, bir tek o: Fouché incelikli bir biçimde geride durması sayesinde, karaktersizliği sonuna kadar vardıran fütursuz cesareti sayesinde, azimle görüşsüz kalması sayesinde hep kalır.
Hayır, sakın ola gün ışığına erken çıkmamalı, yerini belirlemek için acele etmemeli; bırakmalı, önce başkaları kendilerini yıpratsın, tüketsin! O bilir ki bir devrim asla öncülere, onu başlatanlara değil, onu bitirenlere ve bir ganimet gibi yerde sürükleyenlere aittir daima.
diplomat dediğimiz, el çabukluğunda, laf ebeliğinde mahir, sağlam sinirlere sahip o malum profesyonel serüvencilerin, uzak görüşlü, sağlam görüşlere sahip ahlaklı adamlara galebe çaldığını görüyor, yaşıyoruz her gün yeniden. Gerçekten de Napoléon’un yüz yıl önce söylediği gibi, politika “la fatalité moderne”, çağdaş yazgı” haline gelmişse eğer, bizler de karşı savunma olarak bu güçlerin arkasındaki insanları, dolayısıyla onların iktidarlarının tehlikeli gizemini öğrenmeliyiz. Joseph Fouché’nin hayat hikâyesi de politik insan tipolojisine böyle bir katkı olsun.
Nitekim onu en derinlemesine tanıyan Napoléon, St. Hélène Adası’ndayken onun hakkında şu veciz sözü söyler: Hakiki ve mükemmel bir tek hain tanıdım, o da Fouché’dir.
Gerçek erkeklere karşı mücadele gerekir, ama gevezeleri yere sermek için bir davranış yeter.