Umberto Eco kitaplarından Felsefe Tarihi 2 kitap alıntıları sizlerle…
Felsefe Tarihi 2 Kitap Alıntıları
Dünya’nın diğer tarafında insanlar yaşıyor olabilir, ama burada asıl canavarlar yaşıyor.
“Tanrı varlık olarak tanımlanır, ama gerçek anlamda varlık değildir, çünkü var olmak, var olmamanın zıddıdır.”
Benedikten geleneğinin temel referans noktalarından biri olan Augustinus’a göre de sessizlik, aracı işlevi gören akılcı kavrama yetisini aşarak Tanrı’yla doğrudan temas etmek demektir.
Keşişlerin kelimelerle ilişkisi, onları antikçağ filozoflarından ayırt eder. Monastik kültürde en yüce kelime sessizliktir.
İtaat etmek, dinlemek ve sessizlik: keşişlerin entelektüel faaliyetleri bu değerlere dayanır.
529’da yer alan iki olay, aynı dönemde yer almalarından dolayı antikçağ felsefesinden erken ortaçağ kültürüne geçişin göstergeleri olarak yorumlanabilir: biri İustinianus’un emirnamesi sonucunda Atina’daki Platoncu Akademeia’nın kapatılması, diğeri de Norcialı Benedictus tarafından Montecassino Manastırı’nın kurulmasıdıf.
Boethius’la diyalogunda Felsefe, her şeyin ruhun farklı yetilerine, yani onları öğrenen insanların farklı bilişsel yetilerine bağlı olarak farklı şekillerde bilindiğine dair ilkeden yola çıkarak, Tanrı yalın olduğuna göre onu bilmenin de yalın ve değişmez olduğunu öne sürer.
Bazı Hristiyan düşünürler Yunan âlimlerin düşüncelerinin İlahi Vahiy’in habercisi olduğuna inanır.
“Felsefe” kelimesi Bizans edebiyatı içerisinde monastik hayatın en tipik özelliği olan “sessizlik sevgisi” anlamını kazanır.
Şeylerin alegorizmi giderek solar, muğlaklaşır, konvansiyonel hale gelirken, sanat her şeyden önce bir çifte anlamlar karmaşası gibi görünür.
”Görünür ve cismani olup cisimsiz ve sadece akılla anlaşılabilir bir şeylere işaret etmeyen hiçbir şey olduğunu sanmam. ”
Sadece bir bakire tarafından yakalanabilen ve yakalanınca başını onun kucağına koyan tek boynuzlu at da, Tanrı’nın Meryem Ana’nın bağrından doğan tek ebeveynli Oğul imgesi gibi İsa’nın iki misli sembolü haline gelir ve sembole dönüştükten sonra devekuşundan ve pelikandan daha gerçek olur.
Pelikanın yavrularını beslemek için kendi göğsünden et parçaları kopardığına dair geleneksel bilgi kabul görür ve pelikan, insanlık için kanını feda eden, etini de ayin ekmeği olması için bağışlayan İsa’nın sembolü ilan edilir.
Devekuşu adaletin sembolü haline gelir çünkü hepsi birbirinin aynı olan tüyleri birlik izlenimi yaratır.
Beyaz, kırmızı ve yeşilin hayırlı renkler olduğuna, sarı ile siyahın ise acı ve tövbekârlık demek olduğuna karar verilir; beyaz da ışığın ve ebediliğin, saflığın ve bakireliğin sembolüdür.
Çünkü dünya, Tanrı’nın insana yönelttiği söylemdir.
Eğer arzu dünyevi doyumu ararken kendini kaybederse bundan düzensizlik doğar, çünkü insani olan ile ilahi olan arasındaki analojik bağ kopmuş olur.
Roma geleneğinin değerleri dünya kentinin değerlerine, hâkim olma arzusu ve kibir dolu bir hayranlık ve övgü arayışına dayalıdır.
Kötülük, insanın bakış açısının hatası dışında yoktur, çünkü insan yaratılmış evrenin ahengini ve acıyı, günahı ve kötülüğü de kapsayabileceğini kavrama yetisine sahip değildir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Augustinus, İtiraflar’da kötülük konusundaki klasik soru haline gelecek olan soruya, (yani ”kötülük nereden geliyor? ”) cevap verirken, kötülüğü hiçlik olarak tanımlar. Böylelikle Tanrı’yı canlıların çektiği acıların ve ıstırabın sorumluluğundan kurtarır.
Augustinus’a göre düşünmek, insanın kendi kalbi içinde, içsel olarak konuşmasıdır, kullanılan dil de belirli bir dille özdeşleşmez, nesneleri ruhun ışığunda, işaretlerle gösterir.
Augustinus bireylerin algıladıkları nesne tarafından onu öğrenmeye itildiklerini kabul eder, ama gerçek anlamda algılamanın ruhun, bedenin tabi olduğu duyusal dürtülere yönelttiği düşünceden kaynaklandığını vurgular.
Dünyevi arzularını gerçekleştirme isteği ile Hıristiyan inancına giderek artan bağlılığı arasında kalan Augustinus düşüncelere dalmış bir halde bahçede dolaşırken bir sesin ona tolle, lege ( ”al, oku ”) dediğini duyar. Üzerinde düşündüğü Aziz Pavlus’un insanları bedensel zevklerden vazgeçmeye ve İsa’nın öğretilerini izlemeye teşvik ettiğini okur.
Maniheizme göre kötülük, bir döngü içerisinde kötü ilkenin iyi ilkeye baskın olmayı başardığı aşamadan kaynaklanır.
Madaura ve Kartaca’da gramer ve retorik alanında eğitim gören Augustinus’un, Cicero’nun Hortensius eserini okuduktan sonra içinde doğan bilgi açlığı, annesinin de etkisiyle onu Kutsal Kitaplar’ı okumaya iter.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
– ( ) Sadece hür olmayı dile; bunun tek yolu da kontrolünde olmayan şeylerle uğraşmamanda yatar
Çok uzun zaman boyunca, 31 Aralık 999 tarihinde insanların kiliselere sığınarak Dünya’nın sonunu beklediğine, ertesi sabah ise rahatlayarak şarkı söylemeye koyulduklarına inanılmıştır. Halbuki o döneme ait metinlerde böyle bir korkudan hiçbir iz yoktur. O dönemde alt sınıflar 1000 yılında yaşadıklarını bile bilmezlerdi, çünkü İsa’nın doğumunu temel alan tarihlendirme sistemi henüz yaygın olarak kullanılmıyordu.
Ploutarkhos hayvanların amaçlara, hazırlığa, hafızaya, duygulara, yavrularına bakmaya, kendisine iyilik yapanlara minnettarlık, acı çektirene hınç, cesaret, sosyallik, itidal ve alicenaplık sahibi olduklarını göstermekle akıl sahibi olduklarını söylediğinde Akademia’cılara atıfta bulunduğu kesindir.
Bütün canlılar duyarlık, hayal gücü ve algılama gücü sahibidir; ancak akılcı bir müdahale olmadan algı mümkün değildir, çünkü algılanan veriler, onları ortaya çıkarıp yorumlayacak zeki bir davranış olmadan dikkatsizliğe kurban gidebilir.
Hayvanların çıkardığı sesleri anlamayız, doğru, ama Barbarlar’ı da anlamayız, ki onlar konuşmasını bilirler; dolayısıyla hayvanların konuştuğunu düşünmek olmayacak bir şey değildir. Köpekler de farklı durumlarda farklı sesler çıkarırlar.
”Akıldan mahrum hayvanlara çok da sıcak bakmayan Khrysippos’a göre köpek insanla aynı diyalektiği paylaşır. Dolayısıyla bu filozof, köpek üç yolun kesiştiği yere gelip izlediği avın bu yollardan ikisine girmediğine koku duyusu sayesinde karar verip hiç koklamadan doğrudan üçüncü yola daldığında, farklı dallardan oluşan beşinci tür tanıtlanamaz tasıma başvurduğunu söyler. Aslında bu kadım yazarın söylediklerine göre köpek şöyle akıl yürütür: ‘Avım ya bu, ya da şu, ya da o yola girmiştir, fakat ne bu ne de şu o yola girmiştir’. ”
Epikouros’a göre hayvan sesi ile insan sesi arasında sadece derece açısından fark vardır; Stoacılara göre de isimler akılcı bir zihnin kararı yoluyla bahşedilir, dolayısıyla hayvanlara atfedilecek çeşitli yetiler ancak doğuştan var olan bir kendini koruma içgüdüsünden kaynaklanabilir.
Aristoteles, hayvanların doğaları itibarıyla duyu sahibi olduğu ve sadece duyuları yoluyla hafıza sahibi olanların daha zeki olduğu ve hafıza sahibi olmayanlara kıyasla öğrenmeye daha yatkın oldukları ileri sürer. Ses duyma yetisine sahip olmayan bütün hayvanlar (örneğin arı) zekidir ama öğrenmeye yatkın değildir, hafızanın yanı sıra işitme duyusuna sahip olanlar ise öğrenmeye yatkındır.
Aristoteles, ruhu ”organ sahibi bir bedenin ilk fiili ” olarak tanımladığından, hayvanların ruhu olduğunu inkâr edemezse de, onlara hangi çeşit ”zekâ ”yı atfettiği belli değildir, çünkü hem duyusal ruh ile zihinsel ruhu birbirinden ayırt eder hem de fazla ayrıntıya girmese de, farklı hayvan türlerinin farklı zihinsel özelliklere sahip olduğunu öne sürer.
Gnostisizm aristokratiktir, sadece Mükemmel olanlar kurtulacaktır.
Gnostikler insanı üç gruba ayırır: maddeye bağlı olup kurtuluş umudu taşımayan maddeciler, nefsçiler ve bilgi yoluyla Tanrı’yla yeniden birleşme umudu taşıyan ruhaniler.
Gnostiklere göre insan, hastalıklı bir dünyada tutsak olmasına rağmen, ilahi varlığın yeniden doğuşunun aracıdır.
Gnostisizmde ilk hatanın ürünü olan insan dünyada sürgünde yaşar, kendi sefaletinin kurbanıdır.
Gnostik kozmogonide zaman da bir kusurdur, ebediyetin soluk bir taklididir.
Dünya rastlantı sonucu yaratılmıştır. Bazı akımlara göre yaratılış süreci türüm yoluyla gerçekleşir. Başka akımlara göre de Tanrı’nın herhangi bir şey yaratmasına gerek yoktu ve yaratılış bir hatanın sonucudur.
Her şeyden önce Gnostisizm temelde düalist bir doktrindir, evreni birbirine zıt ve eşit derecede özerk ve güçlü iki ilke olan İyilik ve Kötülük arasındaki mücadelenin sahnesi olarak görür.
Hristiyanlık: Tarih, günahlardan arınma sürecinin bir anıdır.
Gnostisizm: Tarih düşüşün bir anıdır.
Hristiyanlık: Günahtan kurtulabiliriz, bunu herkes yapabilir.
Gnostisizm: Sadece seçilmişler kurtulur.
Gnostisizm: Teoloji mitolojik bir anlatıdır.
Hristiyanlık: Kötülüğü reddetmek lazımdır.
Gnostisizm: Kötülüğü bilmek lazımdır.
Gnostisizm: Tanrı Dünya’dan nefret eder.
Gnostisizm: Kurtuluş yeniden Tanrı olmaktır.
Aslında Gnostisizm, Hristiyanlığın ilk yüzyıllarındaki senkretist eğilimin ürünüdür.
Gnostisizm bir doktrin bütünü olarak doğar ve çeşitli mezheplerin ortaya çıkışına neden olur.
MS II. yüzyılda gnosis (veya Gnostisizm) olarak bilinen akım da gelişir. Yunan rasyonelliği geleneğinde gnosis ”varlığın hakiki bilgisi ” demektir ve basit algı ile sanıdan farklıdır.
Tanrılardan dolayı hayal kırıklığına uğramuş insanlar arasında daha geniş kapsamlı bir dindarlık tezahür eder ve Dünya’nun evrensel bir ruhunun olduğu, hem yıldızlarda hem de yeryüzünde var olduğu ve bireysel ruhumuzun onun bir parçası olduğu düşünülür. Yeni-Platonculuk da bu kozmik dindarlık ruhu üzerine inşa edilecektir.
Geleceğin filozoflarının eğitiminde de Platon’un incelenmesi elzemdir: Öğrenciler için öngörülen eğitim önce Aristoteles’in mantık konulu eserlerinin, sonra da Platon’un iki aşama halinde incelenmesi öngörür.
III-VI. yüzyıllar arasındaki dönemde gerçek anlamda canlı kalmayı ve başka gelenekleri kendi içine alıp geliştirmeyi başaran tek felsefe akımı Platonculuktur.
Cicero’ya göre Romalılara zanaatkâr olmak yakışmıyordu, çünkü sıradan ve adi bir meslekti. Seneca da zanaat faaliyetlerinin doğru düzgün insanların işi olmadığını ilan eder.
Özgür olmak isteyenler başkalarının kontrolünde olan şeyleri arzulamamalı veya onlardan kaçmamalıdır, aksi takdirde kaçınılmaz olarak köleleri haline gelecektir.
Çocuklarının, karının ve arkadaşlarının sonsuza kadar yaşamasını istiyorsan ahmaksın, çünkü kontrolünde olmayan şeylerin kontrolünde olmalarını ve başkalarına ait olan şeylerin sana ait olmasını istiyorsun.
Ancak sefil bir siyasi rejim döneminde yaşamak zorundaysanız, araştırmalara ve özel hayatınıza daha fazla zaman ayırmanın yolunu bulmalısınız; denizde yol almak tehlikeli hale geldiği zaman nasıl hemen bir liman aramak gerekliyse, olayların sizi altüst etmesini beklemeden onlardan uzaklaşmayı bilmek lazımdır.
Kusurların en kötüsü, ölmeden önce yaşayanların arasından ayrılmaktır.
Gerçeklik rasyonel bir düzenin sonucudur.
”Yaşanması mümkün bir yerde iyi yaşamak da mümkündür; ama bir avluda yaşamak da mümkündür; dolayısıyla bir avluda iyi yaşamak da mümkündür. ”
”En sık olarak aldığın izlenimler hangileriyse zihnin de öyle olacaktır: nitekim ruh izlenimleri özümser. ”
Seçim tam anlamıyla uygulandığında bütün insanlar kendi eylemlerini ve dünyadaki varlığını tamamıyla bağımsız bir şekilde idare edebilecektir: ”benim seçimimi Zeus bile yenemez. ”
Epiktetos’a göre, özgürlük ”en yüce iyi ”dir, tüm insanların erişmek istemesi gereken hedeftir, çünkü dış Dünya’ya ve bireysel kontrolün dışında olanlara göre tam bir bağımsızlık halinde yaşamaya izin verir.
Seçim, Epiktetos’un özellikle insanın özgürlüğü konusundaki düşüncesinin unsurlarından biridir ve onun gözünde felsefi faaliyetin hem temelini hem de kriterini teşkil eder.
İyiymiş gibi gaye edinilen şeyin gerçekten iyi olup olmaması Aristoteles’e göre failin karakterinin erdemli mi, ahlaksız mı olduğuna bağlıdır.
Seneca, ”İyi olmak için neye ihtiyacın var? ” soruna ”irade ” diye cevap verir.
Cicero felsefeye ilgisini gençliğinden itibaren sergilediyse ve hayatı boyunca felsefeyle ilgilenmeye devam ettiyse de, felsefe konulu eserlerini son yıllarında, MÖ46-44 arasında, yani Caesar’ın diktatörlüğü döneminde siyasi hayatında vazgeçmek zorunda kaldığında yazar.
Cicero’nun retoriğe olan ilgisi Larissalı Philon’dan aldığı derslerle derinleşir; Philon, kesin bilgiye ulaşmanın imkânsız veya en azından çok zor olduğuna inandığından, olası veya ikna edici olana ulaşmak gerektiğini savunurdu.
Cicero’nun hedefi, döneminin tüm hırslı Romalıları gibi, bir siyasetçi için elzem olan argümantasyon tekniklerini öğrenmektir.
İmparator Marcus Aurelius da, azat edilmiş köle Epiktetos da, kendine Epikourosçu, kuşkucu ve orta-Platoncu unsurları toplayan Seneca da Stoacı olduklarını öne sürerler.
Roma felsefesinin Yunan felsefesinden konuları seçip mos maiorum’un (ataların geleceği) ahlaki idealinin ve bir siyasetçinin kapsamlı formasyonunun ihtiyaçlarına uyarlarken gösterdiği özgünlüğü ve yaratıcılığı kabul etmemek haksızlık olur.
Felsefe kültürlü bir Romalının kültürel gelişiminin, humanitas’ının [insanlık, uygarlık] bir unsuru sayılır, ama bu sınırları aşmamalıdır.
Romalılar Yunanlılar gibi soyut akıl yürütmelere eğilimli olmayıp geleneklerine ve Roma’nın gücüne ve ihtişamına katkıda bulunan her şeye derinden bağlıdırlar.
Felsefe Roma’ya Yunanistan’dan ithal edilir ve imparatorluk dönemindeki Sextius’lar okulu dışında Yunan felsefe okullarından ayrı bir Roma felsefesi hiçbir zaman oluşmaz.