İçeriğe geç

Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un Fethi Kitap Alıntıları – Yavuz Bahadıroğlu

Yavuz Bahadıroğlu kitaplarından Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un Fethi kitap alıntıları sizlerle…

Fatih Sultan Mehmet ve İstanbul’un Fethi Kitap Alıntıları

&“&”

Hasrete vuslat yaklaşmıştı…
Her insan ancak ufku kadar vardır!
Abdülhak Hamid, Fatih’e şöyle sesleniyor:

Şayestedir denilse âlem senin mezarın ,
Durmuş başında bekler bir kavim, türbedarın.

Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder. "
Kul tedbiri alır, takdiri Allah’a bırakır. "
Devletler geniş politika takip etmek, ellerindeki imkânlara göre değil yarın ellerine geçebilecek imkânlara göre şümullü bir düzenlemeye girmek zorundadırlar. Günübirlik politikalarla asırlık problemleri çözmek kabil değildir.
Avusturya elçisi Busbecq, İslâmiyet’in Osmanlı hanedanı sayesinde ayakta durduğunu, hanedan yıkılırsa dinin de yıkılacağını, din ve devletin selâmetinin evlâttan daha mühim görüldüğünü söylüyor.
Sultan I. Ahmed’den sonra, şehzade katli, birkaç istisna dışında uygulanmadı. Tabii tedbir olarak şehzadeler sarayda, göz önünde tutuldu. Sancağa çıkarılmadılar. Yeni usule göre, taht boşaldığında hanedanın ekber ve erşed"(büyük ve akıl sağlığı yerine) mensubu tahta oturacaktı.
Ne var ki, yeni sistem, öldürülme korkusu içinde sarayda yaşayan bazı şehzadeleri "sinir hastası" yaptı. Bazıları sancağa çıkarılmadıklarından dolayı, devlet yönetmeyi öğrenemeden tahta geçti. Böylece "yetkin" padişahlar dönemi kapanmış oldu. Devlet zayıflama sürecine girdi.
Allah rızası" için fethe çıkan bir hükümdarın, fethettiği bölgenin insanına zulmetmesi mümkün müdür? İşte bu yüzden Osmanlı’da sistematik zulüm yoktur. Zulüm bir yana, hatta müsamaha(hoşgörü) vardır, hürmet vardır, merhamet vardır…
Öyle olmasaydı hakimiyetimiz altında beş yüz sene yaşamış Balkan topraklarında ne Sırp kalırdı ne Bulgar ne de Çek veya Romen.
insanı yaşat ki, devlet yaşasın."
Osmanlı insanı kıble yürekliydi: Evlerini, cephesini kıbleye gelecek şekilde inşa eder, yönü kıbleye dönük evlerde, gönlü kibleye dönük olarak yaşardı.
Neler oluyordu? Korkunç gün yaklaşıyor muydu yoksa?
Ölüm her yaşta erkendir Mehmed’im, ölümün ne zamanı vardır, ne de yaşı; mevsimi de yoktur, günü de…"
Ecdadımız asırlarca çarpışarak bu toprakları kazandılar. Muhafazası üzerimize vaciptir.
Bayram-ı Veli, çalışıp üretmek suretiyle insanın değerlendiğini, yaradılış hikmetine daha uygun bir kıvama geldiğini savunuyordu.
Babam rahmetliden dinlemiştim: Halife Hazret-i Ömer, arkadaşlarıyla sohbet ederken, sormuş: &‘Şu an duanızın kabul olacağını bilseydiniz, Allah’tan ne isterdiniz?"
"Meclistekilerden biri demiş ki, &‘Hepsini İslâmiyet’in gelişmesi için harcamak üzere, bir vadi dolusu altın isterdim; birisi demiş ki, &‘ben de satıp elime geçen tüm parayı İslâm’a harcamak üzere bir vadi dolusu koyun isterdim…’
"Sohbet böyle sürüp gitmiş. Nihayet sıra Hazret-i Ömer’e gelmiş; &‘Ben’ demiş, "Muaz gibi, Salim gibi, Ebû Ubeyde gibi Müslümanlar isterim. Din-i Mübine onlarla hizmet edeyim diye…’
Herkesin yeri ayrı" diye cevap verir Şehzade, "Ak Hoca ilmiyle, Hüsrev Hoca hayalleriyle besliyor yüreğimi."
Göle maya çalışı gelecek nesillere bir mesajdır. Yeni şeyler denemek lazım demeye getiriyor. Yeni çareler aramaktan bıkmamak gerektiğini söylüyor."
"Nasreddin Hoca?"
"Evet, Nasreddin Hoca… Bizi ikaz ediyor. Hoca’nın derununa girmek, fıkralarının manasına ermek lazım…"
Aynı çağlarda Fransa’nın meşhur Louvre Saray’ında tuvalet yoktur. Pislik dolu leğenler öğle üzeri pencerelerden aşağı boşaltılmaktadır. Hatta şemsiyenin, leğenlerdeki atıklardan korunmak için icat edildiğinden bahsedilir.
Zaten Avrupalıların o tarihlerde yıllarca yıkanmadıkları, bunun bir nevi dindarlık" göstergesi sayıldığı, hatta vaftizin etkisini ortadan kaldırdığı gerekçesiyle bazı papalar tarafından sık sık yıkanmak yasaklanmıştır. Mesela Aziz Francis, "Yıkanmamış vücut dindarlığın işaretidir," diyerek, yıkanan Hristiyanları neredeyse "kafir" ilan etmişti. Fransa’da parfümün, yıkanmamaktan oluşan kötü vücut kokusunu gidermek için icat edildiği biliniyor.
Mehmed’im, bil ki ilim kılıçtan önce gelir. İlmin zaferi kalıcı, kılıcın zaferi geçicidir. Kılıcın zaferi zaman içinde eskir, aşınır, hatta izi bile kalmaz olur; ama fikrin zaferi zaman ihtiyarladıkça gençleşir, parıldar, tesiri artar…
Hikmeti hiddetle yenemezsin.
Yüreğini İslâm’a adayan birinin eskiden şu veya bu dine, şu veya bu milliyete mensup olması hiçbir şey değiştirmez.
Verilen terbiyeye göre kimi çocuklar Ebubekir"e, kimileri de "Ebucehil"e dönüşür!
Ülkemizde, Çocuk Kalbi adlı eseriyle tanınan İtalyan yazar Edmondo De Amicis, İstanbul ve Türkiye gezilerini anlattığı Costantinopoli adlı eserinde şöyle yazıyor: İstanbul’da, sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür."
Orman içlerine kadar villaların inşa edildiği, şehirlerin giderek betonlaştığı bir dönemde, insanın "Keşke yeniden &‘kaçık’ hale gelsek" diyesi geliyor.
Büyük adam"lar gökten zembille inmezler, yetiştirilirler…
Tarih yazmak kadar filmini yapmak da zordur: Öncelikle iyi niyet ister, bilgi ister, emek ister, para ister…
Hele Fatih, Yavuz ve Kanuni gibi isimleri işleyebilmek hepsinden çok daha zordur…
Bir zamanlar, çok tartışılan ve çok tutulan tarihi bir dizinin senaristi, senaryoyu yazmadan önce o dönemi anlatan dört bin sayfa tutarında metin okuduğunu söyleyerek beni hayretler içinde bırakmıştı.
Bu kadar yanlışı, hatayı, olmaz"ı bir araya getirebilmek için sayfalar dolusu yazı okumaya ne gerek var? Zaten dört bin sayfa kime yeter? Düşünün ki, sadece Venedik casusları, Kanuni Sultan Süleyman dönemine ilişkin olarak, ülkelerine tam 80 cilt tutarında istihbarat göndermişler…
İşte bu yüzden doğru tarihi roman yazmak da, film yapmak da son derece güçtür.
Bu işler sadece bizde "kolay" oluyor!
Sebebi basit; yazarlar ve yapımcılar izleyiciyi peşinen "cahil" sayıyorlar ve "ne verirsek alır" mantığından hareket ediyorlar.
Bu arada konuyu gerçekten bilenlere de saçlarını-başlarına yolmak kalıyor: Çünkü gerçeği kimseye anlatamıyorlar.
Yazıyorsunuz okunmuyor, söylüyorsunuz dinlenmiyor, ne yapsanız, ne yazsanız "görsel" bir ürün kadar etkili olamıyorsunuz. Neticede "yanlış", "doğru"yu ezip geçiyor, silip süpürüyor.
…Olanı yapmak kolaydır Zağanos, marifet olmayanı yapmak."
Ez-tahayyür ki kâsırem der-şükr,
Pîş-i çevgân-ı fikr çün gûyem;
Hod giriftem ki şükr-i Hak güftem…
Şükr-i tevfîk-i şükr çün gûyem?"

"O kadar hayretteyim ki, şükrü tam olarak edâ edemiyorum.
Fikir çevgânı önünde ben nasıl konuşabilirim?
Farz edeyim ki Hakk’a şükrümü ifade ettim, fakat şükretmeme ettiği yardımın şükrünü nasıl ifade edeyim?"

Bugün pek çok devlet kurmakla övünmek yerine, o devletlerin neden yıkıldığını konuşmak daha yararlıdır.
Osmanlı Devleti, gücünü devamlılığından alır."
(Fernand Grenard)
Yeminimizi bozmamız İsa’nın hoşuna gitmedi…"
"Korkarım Türklere yardım edecek!"
"Saçmalama! Bizim İsa, Müslümanlara neden yardım etsin ki?"
"Çünkü onlar verdikleri her sözde duruyorlar. Oğul İsa da bunu ister, Meryem Ana da…"
…insandan mahrum olan her şeyden mahrum olur… Şimdi beni biraz kendime bırak."
Ölüm her yaşta erkendir Mehmed’im, ölümün ne zamanı vardır, ne de yaşı; mevsimi de yoktur, günü de… Ne zaman ki gelir, hoş gelir…"
Bugün adam gibi adam" konusunda fakir olabiliriz, ama geçmişimiz bu açıdan son derece zengindir.
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın."
Kısaca söylemek gerekirse, Osmanlı insanı kıble yürekliydi: Evlerini, cephesi kıbleye gelecek şekilde inşa eder, yönü kıbleye dönük evlerde, gönlü kıbleye dönük olarak yaşardı.
Önceliği mal-mülk değil, ilim, zikir, fikir ve şükürdü.
En büyük fazileti ise kulluğuydu.
Hemen arkasından da sevgi-saygı-hoşgörü geliyordu.
Ve hayatın her anında dolu dolu tefekkür"…
Onları şimdiki zamanın "modern insan"ıyla karşılaştırın ve nelerimizin eksildiğine siz karar verin.
Galiba geçmişimizden uzaklaşmak bize çok pahalıya patladı.
….
Yahya Kemal Beyatlı…:
Eski Türklerin bir dini hayatları vardı, dini hayatları olduğu için de çok şeyleri vardı; yeni Türklerin de dini hayatları olduğunda çok şeyleri olacak."
Sir James Porter söylüyor: Türkler çok medeni insanlardır."
Büyük adam"lar gökten zembille inmezler, yetiştirilirler…"
Her insan ancak ufku kadar vardır!
Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder."
(Ak Şemsettin)
Her çocuğun yetişmesinde annelerin büyük rolü var . Baba, hoca ve çevre hep anneden sonra gelen etkenlerdir.
Fatih’in annesi (Hatice Âlime Hüma Hatun) bunun bilincinde olarak çocuğuna sadece sütünü değil, birinci hedefini de emzirdi;
Konstantiniye’yi fethedip &‘Fatih’ olacaksın !"
Hedef sahibi insan yol-yöntem,
Hedefsiz insan ise mazeret arar.
Avrupa Rönesansı Fatih’in Bizans’ı fethi ile başlar.

P. Faure

Şühedaya rahmet-i Rahmân, gazilere şeref ü şan, tebaama fahr ü şükran"

Sultan II. Mehmed

Vezaret kemalat ile kaimdir.
Biz bu savaşlara Din-i İslam’ı yaymak için giriyoruz. Elimizdeki güç İslam’ın gücüdür. Bunu Allah yolunda kullanıyoruz.
Peygamber(s.a.v.) buyurmuştur: &‘Onlar Konstantiniye’ yi fethederler. Kılıçlarını zeytin dallarına asarlar da ganimetleri taksim ederler."
Sanki sevgilinin gül yanağındaki çıban gibiydi.
Sanki o, dolunayın ortasındaki kara leke gibiydi.
Osmanlı Devleti gücünü devamlılığından alır.
Fernand Grenard
Bir milletin en büyük hazinesi insandır.
Sultan Murad
Sonsuzdur hayalleri, sınırsızdır, dinginsizdir.
Hüma" ne demek?
Bir efsaneye göre kimin üstünde uçarsa, ona huzur, zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan bir cennet kuşu…
İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.
Şeyh Edebali
Aslına bakarsanız, Osmanlı Devleti, adı henüz konmamış bir cumhuriyettir.

Fransız Sefiri Marquis Villeneuve

O Yalnız müslümanlar tarafından değil, Hristiyanlar tarafından da hürmetle anılan bir cevher insandır "İstanbul’un manevi Fatihi &‘dir.
Fatih’i anlatan hiçbir kitap bitmez,sadece başlanan konu sona erer.
Biz toprakları değil, gönülleri fethetmeye gidiyoruz diyerek İstanbul’u Feth eden,
Efendimizin övgüsüne mazhar olan, çağ açıp çağ kapatan Cihan Padişahı dedem #FatihSultanMuhammedHan’ı vefatının 540. Sene-i devriyesinde sevgi, saygı ve rahmetle anıyorum.
Hiç kimse yok kimsesiz
Herkesin var bir kimsesi
Ben bugün kimsesiz kaldım
Ey kimsesizler kimsesi
Toplumumuz her türlü başarıyı dışarıda (Batı’da) arama garabetinden kurtulup kendi gerçeğine yönelme basiretini gösterdiği gün, başta tarih olmak üzere eminim her şey yerli yerine oturacaktır.
&”Türk olmak zordur, çünkü dünya ile savaşırsın. Türk olmamak daha zordur, çünkü Türk ile savaşırsın.
Ölüm her yaşta erkendir Mehmed’im ölümün ne zamanı vardır, ne de yaşı; mevsimi de yoktur günü de… Ne zaman ki gelir, hoş gelir.
Galiba geçmişimizden uzak kalmak bize çok pahalıya patladı!
(33)
Son olarak, Fatih Sultan Mehmed’in, Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim!" sözünü hatırlatmak isterim.
(31)
Ülkemizde, Çocuk Kalbi adlı eseriyle tanınan İtalyan yazar Edmondo De Amicis, İstanbul ve Türkiye gezilerini anlattığı Costantinopoli adlı eserinde şöyle yazıyor: İstanbul’da, sokaktaki ağaçların kuraklıktan kurumasını önlemek için bir fakire para verip sulatacak kadar kaçık Müslümanlara bile rastlamak mümkündür."
Orman içlerine kadar villaların inşa edildiği, şehirlerin giderek betonlaştığı bir dönemde, insanın, "Keşke yeniden &‘kaçık’ hale gelsek" diyesi geliyor.
(29)
Aynı çağda Fransa’nın meşhur Louvre Sarayı’nda tuvalet yoktur. Pislik dolu leğenler öğle üzeri pencerelerden aşağı boşaltılmaktadır. Hatta şemsiyenin, leğenlerdeki atıklardan korunmak için icat edildiğinden bahsedilir…
Zaten Avrupalıların o tarihlerde yıllarca yıkanmadıkları, bunun bir nevi dindarlık göstergesi sayıldığız hatta vaftizini etkisini ortadan kaldırdığı gerekçesiyle bazı papazlar tarafından sık sık yıkanmak yasaklanmıştır. Mesela Aziz Francis, Yıkanmamış vücut dindarlığın işaretidir," diyerek, yıkanan Hıristiyanları neredeyse "kâfir" ilan etmişti. Fransa’da parfümün, yıkanmamaktan oluşan kötü vücut kokusunu gidermek için icat edildiği biliniyor.
(27)
Kural olarak Yahudi tüccarların istediği fiyatın üçte birini, Rum tüccarın istediği fiyatın yarısını ama Türk tüccarın
istediği fiyatın aynısını veriniz. Zira Türkler asla yalan söylemez."
(24)
Türkler herhangi bir intikam hissi beslemek ten son derece çekinirler: Dinlerinin bu hususa ait bir hükmü gereğince Cuma namazına başlamadan önce düşmanlarını affettiklerini âdeta ilan etmek durumundadırlar. Aksi halde namazlarının kabul edilmeyeceğine inanırlar."
(22)
Türklerin kadınlara karşı olan muameleleri bütün milletlere örnek olmalıdır. Meselâ bir erkek ağır bir suçtan dolayı idam edilip bütün mal varlığına el konsa bile karısına ve çocuklarına gayet iyi muamele edilir. Kadınların mücevherlerine dokunulmaz. Çocuklar devlet himayesine alınıp bırakılır."
(21)
Sokakta karşılaşılan kadına asla dik dik bakılmaz, derhal başlar öne inerdi. Kadının sokakta rahatça yürüyebilmesi için erkekler kendilerini hafif geriye çekerler, kadınlara yol verirlerdi.
(18-19)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir