Peyami Safa kitaplarından Fatih Harbiye kitap alıntıları sizlerle…
Fatih Harbiye Kitap Alıntıları
Baloya gitmekle hemen medenî olacak mısın?
[ ] insan arkadaşlarında gördüğü şeyi yapmak ister.
Eskiler bir işe başladılar mı, saatlerce durup dinlenmeden didinirlerdi, ama bir kere de rahat etmek istediler mi adam akıllı vücutlarını dinlendirirlerdi. Şimdikiler çalışmıyorlar ki dinlensinler!
Zira nihayet, ferdin seciyesi(tabiatı), diğer fertlerle münasebetine göre değişen canlı ve mütehavvil(sürekli değişen) bir şeydir ve birçok hallerde karşısındaki seciyenin makûsu(zıttı) olmaya mahkûmdur.
Bu sükût ve bu mesafe, artık onlara birbirlerini yalnızlıktan kurtaramadıklarını hissettirmekten başka hiçbir şeye yaramıyordu.
Gazali diyor ki:
“ Evet, ölüme mahkum olduğu için, her şey boştur. Bu cihanın kaşanesi kum üstüne yapılmıştır. Mazi ve istikbal, taraf taraf uçurumdur.”
“ Hararet ve su, benim yatağım ve yastığımdır: yanmak ve boğulmak. İşte benim ayinim!”
“ Evet, ölüme mahkum olduğu için, her şey boştur. Bu cihanın kaşanesi kum üstüne yapılmıştır. Mazi ve istikbal, taraf taraf uçurumdur.”
“ Hararet ve su, benim yatağım ve yastığımdır: yanmak ve boğulmak. İşte benim ayinim!”
…Küçük hanım asrileşmeye karar verdi, açıkça söylüyor; “Ben medeni bir kız olmak istiyorum” diyor…
– “Medeni olmaktan ne anlıyor?” diye sordu.
– Balolara gitmek istiyor, lüks yaşamak istiyor. Ben hissetmiyor değilim, arzular böyle başlar.
Ferit bir daha güldü.
– “Evet” dedi. “Bizde medeniyet fikri bir kültür meselesi olarak anlaşılmaz. Hele kadınlar bunu bir fantezinin hududu içinde görüyorlar. Fakat bence bu daha iyi.
– Neden?
– Kadınlar medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkumdur. Bunlar hakiki medeniyetçilerden daha bahtiyardırlar. Şekillerle iktifa ederler ve renklerin değişmesi onları eğlendirir. Fakat hakiki terakkiye inanan, kültür sahibi bir İngiliz kızın sükut-u hayalini düşün. Her şeye vasıl olmuş, fakat hiçbir şey bulamamıştır. İçlerinde intihar edenler var. Bu daha fena. Zira onlar için medeniyet cazip bir renkler aleminden ibaret değildir. Onlar bütün ümitlerini insanlığın muhteva olarak tekamülüne bağlamışlar ve büyük harp misaliyle de aldandıklarını anlamışlardır. Onlar ideal sahibidirler, bizimkiler fantezi düşkünü. Onların aldanışı daha korkunçtur.
– “Medeni olmaktan ne anlıyor?” diye sordu.
– Balolara gitmek istiyor, lüks yaşamak istiyor. Ben hissetmiyor değilim, arzular böyle başlar.
Ferit bir daha güldü.
– “Evet” dedi. “Bizde medeniyet fikri bir kültür meselesi olarak anlaşılmaz. Hele kadınlar bunu bir fantezinin hududu içinde görüyorlar. Fakat bence bu daha iyi.
– Neden?
– Kadınlar medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkumdur. Bunlar hakiki medeniyetçilerden daha bahtiyardırlar. Şekillerle iktifa ederler ve renklerin değişmesi onları eğlendirir. Fakat hakiki terakkiye inanan, kültür sahibi bir İngiliz kızın sükut-u hayalini düşün. Her şeye vasıl olmuş, fakat hiçbir şey bulamamıştır. İçlerinde intihar edenler var. Bu daha fena. Zira onlar için medeniyet cazip bir renkler aleminden ibaret değildir. Onlar bütün ümitlerini insanlığın muhteva olarak tekamülüne bağlamışlar ve büyük harp misaliyle de aldandıklarını anlamışlardır. Onlar ideal sahibidirler, bizimkiler fantezi düşkünü. Onların aldanışı daha korkunçtur.
Izdırabın verdiği intibah zamanlarında, kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
İşte Şinasi artık Neriman için anlaşılmaz bir hale gelmişti. Ve bir sırrı olan ruhların büyüklüğüyle Neriman’ı eziyordu. Genç kız hayatında hiçbir zaman Şinasi’ye karşı bu kadar hayranlık ve öfke duymamıştı. Kendi kendini hapsetmeye muktedir bir adamın tesirini yapan Şinasi, bir hükümdardan daha kuvvetli görünüyordu.
Bir anda Şarklıların kedileri ve Garplıların köpekleri niçin bu kadar sevdiğini anladı. Hristiyan evlerinde köpek ve müslüman evlerinde kedi bolluğu şundandı; Şarklılar kediye, Garplılar köpeğe benziyorlar. Kedi yer, içer, yatar, uyur, doğurur. Hayatı hep minder üstünde ve rüya içinde geçer. Gözleri bazı uyanıkken bile rüya görüyormuş gibidir. Lapacı, tembel ve hayalperest mahluk çalışmayı hiç sevmez. Köpek diri, çevik, atılgandır, işer yarar, bir çok işlere yarar. Uyurken bile uyanıktır, en küçük sesleri bile duyar, sıçrar, bağırır. Şark ve Garbı temsil eden bu iki remiz Neriman’ın zihninde iki zıt alemi o kadar müşahhas bir hale getirdi ki; epey zamandan beri kendi kendine halletmeye çalıştığı muammaların bir çok anahtarlarını bulur gibi oluyordu. Büyük bir kültürü olmayan Neriman, ancak bu basit remizlerin zıddiyetleri arasında mukayeseler yaparak kendine göre bazı fikirlere daha sahip olmaya başlamıştı…
Para mara Boş laf! Saadet başka şey.
Kadınlar, medeniyeti gözleriyle anlamaya mahkumdur.
” kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar. ”
Samimî olamayız, hiç kimse tam bir surette samimî olamaz
Ben sustuğum zaman bile sen beni anlamalısın.
Kendime gömülüyorum.
İkimiz de aynı hızla değişirken, birbirimizi nasıl tanıyabiliriz ?
Ve insanların yanında ise, kalabalıkta ise, gözyaşlarını kendi içine akıtarak ağlıyordu.
Ne büyük bir arzuyla istediği şeylerden ne küçük sebeplerle nefret ettiğini düşünüyordu.
Ben sustuğum zaman bile sen beni anlamalısın..
Niçin, sen artık dünkü sen değilsin..? Niçin, biz bugün ikimiz de kıymetli bir şey kaybetmiş gibiyiz..? Niçin bugünün düne benzemiyor..? Niçin dünkü gibi rahat adımlar atamıyorsun..? Niçin böyle oldun..?.
İnsan aşık olunca kalbinin yerini hatırlıyor.
Medeniyet kadının gözlerine hitap eder.
Bizim bizden daha büyük düşmanımız yoktur.
Acaba her oturan adam tembel, her koşan adam çalışkan mıdır?
Acaba her oturan adam tembel, her koşan adam çalışkan mıdır?
Aylardan beri kendisiyle çok dövüşmüştü. Kendi kendisiyle bir sulha ihtiyacı vardı.
Eski, yırtık, pis ve iğrenç bir elbiseyi üstümden atar gibi bu hayattan ayrılmak, çıkmak istiyorum.
Ve gene Gazali diyordu ki:
“Arz, kayalar, denizler, hattâ parlak yıldızları, ve emelleri ve dehası veya bunaklığıyla, beşerin ruhu, cümleten, bütün asumanın göğsünde kaybolmaya mahkûmdur.”
“Arz, kayalar, denizler, hattâ parlak yıldızları, ve emelleri ve dehası veya bunaklığıyla, beşerin ruhu, cümleten, bütün asumanın göğsünde kaybolmaya mahkûmdur.”
Gazali diyor ki:
“Evet, ölüme mahkûm olduğu için, her şey boştur. Bu cihanın kâşanesi kum üstüne yapılmıştır.
Mazi ve istikbal, taraf taraf uçurumdur.”
“Hararet ve su, benim yatağım ve yastığımdır: Yanmak ve boğulmak. İşte benim ayinim!”
“Evet, ölüme mahkûm olduğu için, her şey boştur. Bu cihanın kâşanesi kum üstüne yapılmıştır.
Mazi ve istikbal, taraf taraf uçurumdur.”
“Hararet ve su, benim yatağım ve yastığımdır: Yanmak ve boğulmak. İşte benim ayinim!”
Gazali diyor ki:
“Harp bitti. Maktuller harp meydanında yatıyor. Bütün çığlıkları, ızdırap ve kin çığlıkları sustu. Her beşerî kasırgayı takip eden sükût, bütün bu şeylerin ne kadar boş olduğunu iyi gösterir!”
“Harp bitti. Maktuller harp meydanında yatıyor. Bütün çığlıkları, ızdırap ve kin çığlıkları sustu. Her beşerî kasırgayı takip eden sükût, bütün bu şeylerin ne kadar boş olduğunu iyi gösterir!”
Bu mûsikî ki imkânsızlıkları anlamanın mûsikîsidir.
“menedilen bir günahın cazibesi”
Her şey yeknesak ve her şey boş, bomboş.
Para mara… boş lâf! Saadet başka şey, dediler.
Bizde medeniyet fikri, bir kültür meselesi olarak anlaşılmaz.
… gözyaşlarını kendi içine akıtarak ağlıyordu.
Ağlamak, katıla katıla ağlamak, ağladıkça sarhoş olarak ve kendini kaybederek ve hıçkırarak ve hıçkırıklarının sesini duyarak ve katılarak ve katıldıkça kendini toplayarak ve kendini topladıkça yeniden katılarak ağlamak.
… bir sırrı olan ruhların büyüklüğü …
Ah, insanlar niçin her şeyi anlayamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, kendilerini karşılarındakinin yerine koysalar, tam onun gibi -fakat hiç eksiksiz ve tam- onun gibi duysalar, her şey ne kadar yerli yerinde olacak. Hayır! İllâ ki zıddiyetler, öfkeler, yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, inatlar, şüpheler, hâkim olmak arzuları
…fakat ne zamandan beri geçmedikleri bu yollara girer girmez, uzun müddet kapalı kalmış, hatıralarla dolu bir evin eşiğinden içeriye ilk adımlarını atmış gibi, ikisinde de, maziye ait intibalar bir anda uyandı.
Aralarında maddî mesafe değişmediği halde, bu sükûtuyla çok uzaklara kaçıyor gibiydi.
Zevahire niçin aldanıyorsun?
Onunla konuşulamayacak günler olduğunu annesi de, kız kardeşi de bilirdi: Fena geçmiş günler. Şinasi o vakit yorgun, bitik bir halde eve girer, kaçar gibi hızlı yürür, derin ve çok mahrem kederini gizlemek için kimsenin yüzüne bakmaz, hâlbuki zaafını bu haliyle daha çok ifşa eder, belki bunu bilmez, belki de iyi bildiği için büsbütün kederlenir, hızla merdivenleri çıkar ve odasına çekilir, o akşam yemek yemezdi.
“Kabil’le New York arasındaki farkların çoğuna İstanbul’un iki semti arasında kolayca tesadüf edilir.”
Izdırabın verdiği intibah zamanlarında, kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
“Ne imiş aşk u muhabbet, sevda…”
…
İçinden bir şarkı mırıldandığı vakitler, sokakta bile, Şinasi kendinden geçer, etrafı unutur, yüzünün ne garip bir biçime girdiğini bilmezdi: Süzülmüş gözler, yarı açık ağız, ağır ağır sallanarak şarkının veznini takip eden baş.
…
İçinden bir şarkı mırıldandığı vakitler, sokakta bile, Şinasi kendinden geçer, etrafı unutur, yüzünün ne garip bir biçime girdiğini bilmezdi: Süzülmüş gözler, yarı açık ağız, ağır ağır sallanarak şarkının veznini takip eden baş.
… onunla kendisi arasındaki farkı hissetmekten de yoruluyordu.
Ah, insanlar niçin her şeyi anlayamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, kendilerini karşılarındakinin yerine koysalar, tam onun gibi-fakat hiç eksiksiz ve tam-onun gibi duysalar, her şey ne kadar yerli yerinde olacak. Hayır! İllâ ki diyetler, öfkeler, yanlış anlaşmalar, kıskançlıklar, inatlar, şüpheler, hâkim olmak arzuları
Bir kibrit alevinin geçici ışığında görünüp kaybolan eşya gibi, birçok hatıralar parlayıp sönüyordu.
Kendi kendini aldatmak, başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
Ne büyük bir arzu ile istediği şeylerden ne küçük sebeplerle nefret ettiğini düşündü.
Ben sustuğum zaman bile sen beni anlamalısın.
Kendi kendime karşı çok borçlandım. Kendime vaadettiğim şeyleri yapamazsam utancımdan aynaya bakamayacağım.
Görülecek, işitilecek, tadılacak, okunacak, yazılacak, yapılacak o kadar çok şey birikiyor ki, bundan sonra hayatımın bütün bunlara yetişmeyeceğinden korkuyorum.
İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım; onlar olmasa bir saniye nefes alamazdım; çünkü bütün hesaplar aleyhime çıkıyordu, bu meçhul ümitler beni aldatırlarsa mahvolacaktım.
Havuzda yıldızların aksine bakıyoruz; fakat aynı şeyi hissetiğimizden emin olmamak azabı içindeyim.
Kendi kendini aldatmak başkalarını kandırmak kadar basit değildir ve insan kendi içindeki adaletten ürkmeye başlar.
“Ah, insanlar niçin her şeyi anlamıyorlar?”
Ne büyük bir arzuyla istediği şeylerden ne küçük sebeplerle nefret ettiğini düşündü
Hararet ve su, benim yatağım ve yastığımdır: yanmak ve boğulmak. İşte benim ayinim!
Ve içine sırlar doluyordu. Yalnız duyulan ve asla bilinmeyen o sırlar ki, birbiri üstüne yığılarak bir iğne ucu kadar küçük bir saha içinde âdeta büyük denizler gibi derinleşiyordu.
Arz, kayalar, denizler, hatta parlak yıldızları, ve emelleri ve dehası veya bunaklığıyla, beşerin ruhu, cümleten, bütün asumanın göğsünde kaybolmaya mahkumdur.
“…insan, kendi içindeki adaletten korkmaya başlar.”
Hararet ve su,benim yatağım ve yastığımdır: Yanmak ve boğulmak.İşte benim ayinim!
Evet, ölüme mahkum olduğu için, her şey boştur.
Ah, insanlar niçin her şeyi anlamıyorlar? Beş dakika, on dakika, yarım saat kendilerini unutsalar, kendilerini karşılarındakinin yerine koysalar tam onun gibi onun gibi duysalar, her sey ne kadar yerli yerinde olacak.
Daha genç olan kendini daha evvel topladı. Onda arzular var, onda yaşanacak seneler daha çok ve istikbalin vaatleri daha zengin.