İçeriğe geç

Extremely Loud and Incredibly Close Kitap Alıntıları – Jonathan Safran Foer

Jonathan Safran Foer kitaplarından Extremely Loud and Incredibly Close kitap alıntıları sizlerle…

Extremely Loud and Incredibly Close Kitap Alıntıları

.
İnsanların yeniden bir araya gelmesini seviyorum,

İnsanların birbirine koştuğunu görmeyi seviyorum,

Öpüşmeyi ve ağlamayı seviyorum,

Sabırsızlığı seviyorum,

Ağzın yeterince hızlı anlatamadığı hikayeleri, yeterince büyük olmayan kulakları seviyorum ,

Tüm değişimi alamayan gözler, sarılmayı, bir araya gelmeyi, birini özlemenin sonunu seviyorum.

.
Hayatınıza o kadar çok insan girip çıkıyor ki ! Yüzbinlerce insan !

İçeri girebilmeleri için kapıyı açık tutmalısın. Ama aynı zamanda onları bırakmanız gerektiği anlamına da geliyor.

.
Neden her şeye son sefermiş gibi davranmayı öğrenemedim.

En büyük pişmanlığım geleceğe ne kadar inandığımdı.

“Ne diyebilirim, hayatı harika kılmadı, ama mümkün kıldı.”
Hayatımda ilk kez yaşamın yaşamak için onca çabaya değip değmediğini düşündüm. Yaşamı yaşamaya değer kılan tam olarak neydi?
Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım.
Her gün daha az duygulandım.
Büyümek midir bu? Yoksa daha beter bir şey mi?
Kızım, kollarımda Ölmek istemiyorum, diyerek öldü. Ölümü böyleydi işte. Askerlerin hangi üniformayı giydiği önemli değil. Silahların ne kadar iyi olduğu önemli değil. Eğer herkes benim gördüğümü görseydi bir daha asla savaş çıkmazdı.
Senin önünde güçlü durmam gerekmediği an zayıflayıverdim. Yere, ait olduğum yere uzandım. Zemini yumruklarımla dövdüm. Ellerim kırılsın istedim, çok canım yanınca durdum. Tek çocuğum için ellerimi kıramayacak kadar bencildim.
Belki bütün gözyaşlarını tüketebileceğin doğrudur. Belki babaannem haklıdır, diye düşündüm. Hoş bir düşünceydi bu, çünkü bomboş kalmak istiyordum.
İnişlerle çıkışlar insana şeylerin önemi varmış gibi hissettirir ama aslında hepsi hiçtir.
Ne önemlidir peki?
Güvenilir olmak önemlidir. İyi olmak.
Hiç sebepsiz birbirimizi öldüreceğiz! Bu insanlığın insanlığa açtığı bir savaş ve ancak savaşacak kimse kalmadığında bitecek.
Canınızı sıkıyorum, dedim. Sıkmıyorsun, dedi ya, biri bunu söylediğinde inanmak aşırı zordur.
Hiçbir şey hem gerçek hem güzel değildir.
Bezginiz. Bak, nasıl bize bakıyorlar. Belki her şeyi yitirdiğimizi bilmiyorlar ama bir şeyler yanlış, onu biliyorlar.
Onunlayken beynim sakinleşiyordu.
Her neyse, büyüleyici olan, National Geographic’de, bugün dünyada tarih boyunca ölmüş olan herkesten fazla canlı insan bulunduğunu okumamdı. Başka bir deyişle, bugün herkes birden Hamlet oynamaya kalksa, yeterince kafatası bulunamayacağı için bu mümkün olmayacaktı!
.
Neden her şeye son sefermiş gibi davranmayı öğrenemedim. En büyük pişmanlığım geleceğe ne kadar inandığımdı.

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
.
Yaşamak zorunda olmamız utanç verici, ama sadece bir hayat yaşamamız bir trajedi.

Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım. Her gün daha az duygulandım. Büyümek midir bu? Yoksa daha beter bir şey mi?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Dünya büyük bir yer. Ama bir evin içi de büyüktür. Kafamın içi de!
Yaşamı yaşamaya değer kılan tam olarak neydi? Sonsuza dek ölü kalmanın ve hiçbir şey hissetmemenin ve hiç rüya görmemenin nesi böyle dehşet vericiydi? Hissetmekle rüya görmenin nesi müthişti?
Kaç benzerim var acaba? Hepimiz aynı hataları yapıyor muyuz yoksa yoksa içimizden biri doğruyu buldu mu veya en azından az hata yaptı mı?
Bazen yaşamadığım tüm yaşamların ağırlığını kemiklerimde duyuyorum.
Hiçbir şey hem gerçek hem güzel değildir.
Düşündüm ve mavi bir kalem denesem muhtemelen mavi sözcüğünü yazacağımı fark ettim. Babanın yaptığı gibi ,yani bir rengin adını baş bir renkle yazmak kolay değildir. Doğal gelmez insana. Sahi mi? Zordur bile dedi ve defterde bir sonraki sayfayı açıp bireyler yazdı ve yüksek sesle okumamı istedi. Haklıydı,sahiden doğal gelmiyordu çünkü bir yanım rengin adını, diğer yanım yazılanı söylemek istiyordu. Sonunda hiçbir şey söylemedim.
Hayatımın en güzel günlerinden biri, hayatımı yaşadığım ve hayatım hakkında hiç düşünmediğim bir gündü
Yitirmek hiç sahip olmamaktan iyidir. Hiç Sahip olmadığım bir şey getirdim ben.
.
Bazen yaşamadığım tüm hayatların ağırlığı altında kemiklerimin gerildiğini duyabiliyorum.

.
Ona söylemek istediğim şeyler vardı. Ama ona zarar vereceklerini biliyordum. Ben de onları gömdüm ve canımı yakmalarına izin verdim.

Kızlığımda hayatım, sesi daima artan müzikti. Her şey içime dokunurdu. Bir yabancının peşinden giden bir köpek. İçimi burkardı. Yanlış ayı gösteren bir takvim. Sırf bunun için
ağlayabilirdim. Ağlamıştım da. Bacadan tüten dumanın bitişinde. Devrik bir şişenin masanın kenarında takılıp kalışında. Hayatımı daha az duygulanmayı öğrenmeye harcadım. Her gün daha az duygulandım. Büyümek midir bu? Yoksa daha beter bir şey mi?
Kendini mutluluktan korumadan mutsuzluktan koruyamazsın.
Hayat, ölümden daha korkutucu.
Yaşamayı öğrenmenin bir ömür sürmesi ne üzücü.
Her gün bir öncekine zincirlidir. Ama haftalar kanatlıdır.
– Neden herkes o orada yatıyormuş gibi davranıyor, anlamıyorum. Boş bir kutu sadece, o kadar.
– Boş bir kutudan fazlası o. Ruhu orada.
– Babamın ruhu yoktu! Hücreleri vardı!
– Hatırası orada.
(Kafasını göstererek)
– Hatırası burada.
Dünya korkunç değil, ama korkunç insanlarla dolu!
Onu sevip sevmediğimi bilmek istiyor, sadece aşkı değil, aşkın varlığını bilmek ister herkes.
Hiçbir şey hem gerçek hem güzel değildir.
Hayatımın en güzel günlerinden biri, hayatımı yaşadığım ve hayatım hakkında hiç düşünmediğim bir gündü.
Cehalet tam mutluluk mudur, bilmiyorum ama düşünmek çok acı verici ve söyleyin bana, düşünmek bana ne verdi, beni hangi üstün mertebeye getirdi? Düşünüyor, düşünüyor ve düşünüyorum, kendimi milyon kere mutluluğun dışında düşündüm ama bir kere bile içinde düşünmedim.
Benle mutluluğum arasına saplanan mesafe dünya değildi, bombalar ve yanan binalar değildi, bendim, düşünmemdi, bir şeyleri asla koyuveremiyor olmanın kanseriydi.
Ebeveyn daima çocuğundan daha bilgili, çocuksa daima ebeveyninden daha akıllıdır.
Baban bazen ağaçlara bakarken ormanı ıskalardı.
Benle mutluluğum arasına saplanan mesafe dünya değildi, bombalar ve yanan binalar değildi, bendim, düşünmemdi, bir şeyleri asla koyuveremiyor olmanın kanseriydi.
Senin. Atanmış. Belirtenin. Ne. Ne? Adını soruyor, dedi babaannem arkadan.
Ve bir de, çarçabuk kaçmanız gereken pek çok durumla karşı karşıya kalırsınız kalmasına da insanların kanatları yoktur veya henüz yoktur Neyse, peki, o zaman kuşyeminden bir gömleğe ne buyrulur?
“Beni sevebilir miydi, bilmem gerekmiyordu. Bana ihtiyaç duyabilir miydi, onu bilmem gerekiyordu.”
.
Onu sevip sevmediğimi bilmek istiyor, herkesin herkesten istediği bu, sevginin kendisi değil, aşkın orada olduğu bilgisi

.

.
Seninleyken bile seni özledim. Benim sorunum buydu. Zaten sahip olduğum şeyi özlüyorum ve kendimi eksik olan şeylerle çevreliyorum.

.

“Yaşamayı öğrenmenin bir ömür sürmesi ne üzücü,Oskar.”
“O gece kendimi evrendeki her şeyin altında duran kaplumbağa gibi hissettim.”
İnsanlar, kunduzların barajlar yapmak için ağaçları kemirip devirdiklerini zanneder ama aslında dişleri durmadan uzamaktadır ve tüm o ağaçlar kemirerek sürekli törpülemeseler dişleri yüzlerine doğru uzayıp ölmelerine yol açar. İşte bu haldeydi beynim.
Nasıl tutacağımı bilmediğim bir el uzatıyordu, parmaklarını sessizliğimle kırdım ben de.
O hem ağaç hem de ağacın altında akan nehirdi.
“Peki, güzel şarkılar neden üzüyor seni?”
“Gerçek olmadıkları için.”
“Hiç mi ?”
“Hiçbir şey hem gerçek hem güzel değildir.”
.
Hayatımın en güzel günlerinden biriydi, hayatımı yaşadığım ve hayatımı hiç düşünmediğim bir gündü.

.

.
Bazen yaşamadığım tüm hayatların ağırlığı altında kemiklerimin gerildiğini duyabiliyorum.

.

.
İnsanların yeniden bir araya gelmesini görmeyi seviyorum.

İnsanların birbirlerine koşmalarını görmeyi seviyorum.

Öpüşmeyi ve ağlamayı seviyorum.

Sabırsızlığı, ağzın yeterince hızlı anlatamadığı hikayeleri, yeterince büyük olmayan kulakları seviyorum.

Tüm değişimi alamayan gözler, sarılmayı, bir araya gelmeyi, birini özlemenin sonunu seviyorum.

.

.
Ona söylemek istediğim şeyler vardı. Ama ona zarar vereceklerini biliyordum. Ben de onları gömdüm ve canımı yakmalarına izin verdim.

.

Umarım hiçbir şeyi benim seni düşündüğüm kadar düşünmezsin.
Zaman, içinde bulunmak istediğim bir trenden sallanan bir el gibi geçiyordu.
Acı her yerimdeydi, ölmediğimi anlamamı sağladı.
Aşkın trajedisi budur, hiç bir şeyi özlediğin bir şeyden daha fazla sevemezsin.
Çok fazla hissediyorum. Sorun bu. Sence insan fazla hissedebilir mi?
Eğer herkes benim gördüğümü görseydi bir daha asla savaş çıkmazdı.
‘Bir şey’ i gösterdim.
‘Hiç bir şey’i gösterdi.
‘ Bir şey ‘i gösterdim.
Kimse seni seviyorum’ u göstermedi.
Bazen insan sadece yok olmak ister.
Omuzlarında biriken kepenklere aldırmıyordu.
Onu bir daha düşünmemek için her şeyimi verirdim, sadece yitirmek istediğim şeylere tutunabiliyordum.
Beni sevebilir miydi, bilmem gerekmiyordu.
Bana ihtiyaç duyabilir miydi, onu bilmem gerekiyordu.
Benı, aşık olabileceği bir şekle sokmaya çalışıyordu.
Cehalet tam mutluluk mudur, bilmiyorum ama düşünmek acı verici ve söyleyin bana, düşünmek bana ne verdi, beni hangi üstün mertebeye getirdi?
Ne diyebilirim, hayatı harika kılmadı, ama mümkün kıldı.
Umarım hiçbir şeyi benim seni düşündüğüm kadar düşünmezsin.
.
Gittiğim için kendimden nefret ediyordum, neden kalan türden biri olamıyorum ?

.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir