İlhami Güler kitaplarından Evrensel Ümmetçiliğe Doğru kitap alıntıları sizlerle…
Evrensel Ümmetçiliğe Doğru Kitap Alıntıları
İslam toplumunun, Kur’an’dan birdünya görüşü (Kelam/ Mutezile – Eş’arilik) ve bir toplumsal düzen (Fıkıh/ Hanefi – Şafi) çıkarmadan çok önce, ondan bir işgal/ ganimet/savaş ideolojisî çıkarması manidardır.
İlhami Güler Evrensel / Ümmetciliğe Doğru s,22 – Ankara Okulu Yayınları
İlhami Güler Evrensel / Ümmetciliğe Doğru s,22 – Ankara Okulu Yayınları
Kur’an; Pis olanın çokluğu seni şaşırtsa /hoşuna gitse de; temiz olan ile pis olan bir değildir. (5/100) diyerek, mevcut tarihsel (etik- ekonomik – politik) pratik (yaşanan) eğer ahlaksızlık ise; ondan radikal bir kopuşu önermiştir.
İlhami Güler Evrensel Ümmetciliğe Doğru, s,23, Ankara Okulu Yayınları
İlhami Güler Evrensel Ümmetciliğe Doğru, s,23, Ankara Okulu Yayınları
Seküler, milliyetçi, liberal, kapıtalist, demokratik ulus-devlet iddia ettiği evrensel, adil hakem rolünü, dayandığı metafizikten (agnostisizm veya nihilizm) ve dost – düşman ayrımı kriterlerinden (çikar – milliyetçilik) dolayı yerine getirememiştir.
Rahmaniyet metafiziği buna mùsaittir.
Rahmaniyet metafiziği buna mùsaittir.
~İlhami Güler / Evrensel Ümmetciliğe Doğru, s.8 (Ankara Okulu Yayınları)
İslam ne seküler (dinsiz) bir devlet ne de dinî bir teokrasi önerir.
İlhami Güler / Evrensel Ümmetciliğe Doğru
(Türkiye İslamcıliğının Eleştirisi) s,8 –
Ankara Okulu Yayınları
İbn Haldun’un dediği gibi coğrafya kaderdir. Yani coğrafya kader birlikteliği yaratır
Hasılı, şeytan Tanrı’ya vadettiği: ..ben de insanların yolları üzerine oturup: onların önlerinden arkalarından, sağlarından, sollarından (her yerden) onlara sokulup sapttıracağım ve sen onların çoğunu sana şükredenler olarak bulmayacaksın. iddiasını gerçekleşmiş gibidir.
Medya, küreselleşmenin bir parçası olarak, olmazsa olmazdır. Doğruları ve hakikat ifadelerini de içinde barındırır. Ancak, onun içindeki hakikatler, samanlıkta altın iğne arama gibidir: ayırması, oldukça zordur..!
Medya, siyasi propaganda ve ekonomik reklam aracı olması hasebi ile de şeytanlık rolünü icra etmektedir. Şeytan, çeşitli kılık lara girebildiği gibi: medyanın da bin bir TV kanal ı, internet site si, hesab”ı, blogu, gazete si, dergisi, dalga boyu mevcuttur. Birinden kaçayım derken, ötekine yakalanırsın. Ne kadar zaplasa da zıplasan da sörf yapsan da nihayetinde onun içindesin
Mevlana ve Mesnevi, Müslüman coğrafyanın yarattığı kültürün bir parçasıdır; teolojinin bir parçasıdır. Mesnevi şiir sanatının şahikasıdır. Teolojisine gelince soru sorma ve eleştirme hakkımız, herkes için bakidir. Sonucu bir ayet ile bağlayalım: Allah’tan başkaların dost (veli-mevla(na) evliya) edinenlerin durumu, kendine bir ev ören örümceğin durumu gibidir. Evlerin en dayanıksızı, şüphesiz örümcek evidir.
Herkes, Mevlana’nın teolojisinin özünü bir kenara bırakarak onun ne kadar iyi bir Müslüman olduğunu ispat etmek icin șiirlerine başvuruyor ya; bir baş da biz vuralım. Mevlana’nın saliki olduğu ilahi aşk dini ile islam arasındaki ilişkiyi kendisi Rubailer adlı eserinde söyle ortaya koyuyor: “Ma āşık-ı aşkım. Moselman digerest/Mamur-i zaifem. Süleyman digerest. Yani, Biz, aşkın aşıklarıyız; Müslümanlar, başkadır/Biz zayıf karıncalarız; Süleyman başkadır.
Siyaset, hep sağ gösterip sol vurmak mıdır? Öyle ya, siyaset Muaviye’den itibaren hep hile olarak kodlandı. Hz. Ali, bu kurala uymadığı için kaybetti. Peygamberimiz de harp hiledir buyurmuş. Bizimkiler de iç siyaseti dahi harp mantığı ile yapıyorlar. Oysa Hz. Davud, Hz. Süleyman, Hz.Muhammed peygamberler: Platon, Aristo, Farabi gibi birçok filozof, Muaviye ve Machiavelli’ye gelinceye kadar siyaseti hep ahlak olarak tanımladılar ve yaptılar. Modern dünyayı bekleyen devrim de budur..!
Türkler, tasavvuf yolu ile Müslüman oldukları için, hazrete(Mevlana’ya) sempati ile bakmışlardır. Mevleviliğin, ulemadan ziyade Osmanlı’nın siyasi-bürokratik katında ve edebi çevrelerde sempati gördügü bilinmektedir. Mevlana, her şeyi ile İranlı dır; mezarı (Mesnevi) ise Konya (Anadolu)’dadır..!
İslam’ın/Kur’an’ın özünün katı bir adalete bağlılık olmasına rağmen, dinin özünün aşka dayanması gerektiğini (Mevlana’nın) iddia etmesi, Allah’a dinini öğretmek değil ise, nedir?
Mevlana, tek taraflı olarak sadece ikinci sıfatlarına meftun olur. Mevlana’nın bütün davası, Allah’a ve cins olarak insana aşık olmak iken: Kur’an’ın davası, Allah’a iman ve ibadet: insanlığa karşı da adalet ve merhamettir..!
Mesele hoşgörü/tolerans ise, dil, renk, ırk, din ayrımı yapmadan insanlara eşit-adil muamele etme/davranma konusunda Mevlana’nın, Allah/Kur’an’ıda geçtiğini iddia etmek doğru değildir..!
Mesnevide başvurduğu ayetlerin ve hadislerin dökümünü yapanlar veya onun Ben Kur’an’ın kölesiyim/Hz. Muhammed’in ayağının tozuyum. beyitlerini sık sık alıntılayanlar, nedense hazretin eserlerindeki teolojisinden, o İslami malzemeyi/elbiseyi giydirdiği omurganın/genetiğin-özün/ruhun Kur’an’ın çift kutuplu dünya görüşü (ontoloji-epistemoloji-ahlak) ile ilişkisinden zıtlığından hiç söz etmiyorlar..!
Filen savaş halinde olduğu halde dillerde Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bektaş’ın isimlerinin dolaşmasının ne anlamı var?
Yılın 51 haftasında Mevlana’nın kemiklerini sızlatacak sözler söyleyip, işler yapıp bir hafta (Seb-i arus törenleri) boyunca Mevlana perestişi yapmak, ancak bizim gibi kültür ve kimliğinin mihengi kaymış bir toplumda mümkün olsa gerek
İnsanı hayvanlardan ayıran özellik, onun vicdan sahibi oluşu, sorumluluk bilinci ve hemcinsine karşı duyabileceği merhamet ve adalet hissidir
Hayvanlardan farklı olarak insanın temel özelliği, -aklı ve ahlakı- ile aralarındaki anlaşmazlıkları konuşarak, tartışarak, diyalog ile çözebilme kabiliyetleridir. Anlaşmazlıkta taraflardan birinin öbürünü öldürmeye kalkışması, insanlığı terk ederek hayvanlık derecesine düşmesidir. Çünkü, hayvanlar sorunlarını boğuşarak, dövüşerek, catışarak, avlanarak çözerler..!
Bize kimse dindarlık, samimiyet, Allah rızası vs. söylemleri ile maval okumasın. Bize Allah’ın Kur’an söylemini üzerine kurduğu “Hatủ burhanekum:Delilinizi getirin! ilkesi ile gelsin..!
Aklı başında olan herkes yine bilir ki, genellikle Tann’nın gözüne girmeye çalışan ve dini naslara lafzi olarak teslim olmaya çalışan ulema, teolog ve papazlar da hakikati tüketemezler. Dini tevazunun, kibrin bin bir çeşidini, zihnin labirentlerinde nasıl sakladığını teolojilerin, dinlerin tarihinden biliyoruz. Allah rızası nın büründüğü samimi halet-i ruhiyeler ile bir gecede Saint Barthelemy da 30 bin Protestan’ın kesildiğini biliyoruz
Felsefe, kelam ve sosyal bilimlerin insani ve toplumsal gerçekliği ve olması gereken hakikati yansıtan ve tüketen kategoriler olmadığını, aklı başında olan herkes bilir. Bu disiplinler, insanlığın gerçekliği ve olması gereken hakikati akli ile arama çabalarıdır
Hakiki Selefiler, kaynak olarak sadece Kur’an ve sünneti kabul ediyorlar: bizim Sünni silahsız Selefilerimiz (SSS) ise, Cumhuriyet öncesi mirası (tefsir-fıkıh-tasavvuf) mutlaklaştırıyorlar. Felsefe, kelam ve sosyal bilimlere düşmanlıklar bundan kaynaklanıyor. Bunların durumu şerbet, şıra ve şarap içip: suya düşman olan adamin durumuna benziyor.
Anadolu’nun mağdur, madun, yoksul, yoksun, köylü-kasabalı çocuklarına şehitlik makamı düşerken; siyasi-askeri bürokrasi ve zenginlerin sinek kaydı traşlı-lacivert takım elbiseli kravatlı, vitamin fışkıran suratlı, Ray-Ban gözlüklü çocukları, zamanlamaları ayarlanarak hep paralı askerlik ile vatan borçlarını ödüyorlar. Sabır acı ve meyvesi tatlı ise, neden hep bu tatlı meyveyi yoksullar yiyor?
Anadolu’nun cefakâr evlatları Şehitler ölmez; vatan bölünmez! sloganları atarken; diğerleri, işinde gücünde, ihalesinde-inşaatında çalışıyorlar; tatil yapıyorlar. Vatan, sağ olsun!” da; neden bu vatan, birilerine refah kaynağı da diğerlerine koruma görevi yükler?
Bugün İslam dünyası, brakın iman kardeşliğine dayanan millet veya ahlaki sözleşmeye/hakkaniyete/ adalete dayanan ümmet olusturmayı: postmodern etik ve mezhebi milliyetçiliklerle hızla ulus-devlet in de altına kayarak daha da parçalanıyor
Size selam verene, Sen, mümin değilsin! demeyin.
Müslümanlar Hz. Muhammed’in etrafında toplanarak, cinsiyet ve kabile ayrımı yapmaksızın yeni bir iman kardeşleri “ümmeti oluşturmuşlardır.
Her türlü otoritenin yerle bir edildiği bu postmodern çağda tekrar şişeye girmesi de imkansız gibi görünüyor. Uzun bir süre çarpılmaya devam edeceğiz gibi görünüyor. Allah sonumuzu hayreylesin!
Kin ve hınç duyguları insan cinsini çoğunlukla hayvanlaştıran duygulardır. Bu duyguların haklı-haksız olarak oluşmasının birincil bir önemi yoktur: önemli olan, bu duygulardan mümkün olduğunca uzak durarak aklı başında insan olmayı başarmaktır.
Huzur, mutluluk, kıvanç ve gönençli olmaktan vazgeçtik; eger ölmek ve öldürmekten kaçınmak istiyorsak, bu zeminden kalkarak bir toplum sözleşmesi/anayasa yapmak, en acil ihtiyacımızdır.
Domuz etinin sağlıksız oluş nedenini de bilim adamlar, domuzun beslenme alışkanlığı ve midesinin insan için zararlı olan bakterileri, mikropları yeterince süzememesi olarak açıklamaktadırlar. Yani domuz etinin haram lığının gerekçesi, etinden gelmektedir. Ama zorda kalındığında haddi aşmamak üzere yenilebilecegini Kur’an söylemektedir.
Domuzu şeytanlaştıran zihniyet ile dini dogmalaştıran zihniyet aynıdır. Şeytan, aslında iradesi olan bir melekti. Allah onu yeni yarattığı ve teknik kapasite olarak melek lerden daha kompleks/üstün olan Ådem e saygi göster- mesi için secde etmeye çağırdığında, bütün melekler, bu çagrıya uydukları halde, şeytan, kibirlenerek kendinin bu yeni yaratıktan daha üstün olduğunu iddia edip secdeye yanaşmadı. Hatasını anlayıp -Hz. Adem gibi- tövbe etme imkanı olduğu halde bunu da yapmadı. Allah da onu lanetleyip huzurundan kovdu.
Fırsat eşitliğini sağlamaya dönük ahlaki bir uğrundalık olmadan, kamu kaynaklarını hakkaniyete uygun olmadan kendine veya hempalarına temellük çabası olarak siyaset , alçaklığın daniskasıdır.
Eğer halka hizmet, Hakka hizmet ile aynı ise; dindarlar, siyaseti dini saik ile: sekülerler, ahlaki/insanlık saiki ile: milliyetçiler de ötekini aşağılamadan, ona haksızlık yapmadan-vatan-millet sevgileri ile yapabilirler.
Politik arenada bayrak, vatan, millet, din/İslam vs. gibi aşkınlık ve bütünlük ihtirasları, imanlar ı, ütopyaları, davaları, insanı kendine ve hemcinsi olan somut insan/ vatandaş/yüz lere karşı yabancılaştırarak, birer put a dönüşerek ölüm ve yıkımlara sebebiyet verebilmektedir.
Bugün, Hz. Muhammed’in Medine Anayasası nda kullandığı anlamda din (Yahudi-İslam-şirk) ve etnisite (Ibrani-Arap, farklı kabile) ayrımı gözetmeyen: aynı yurtta (Medine Ovası) yaşayan insan ların hakkaniyete, onursal eşitliğe ve rızaya dayanan (İslami) toplumsal sözleşme olan ümmet çiliğe ihtiyacımız var.
Türkiye’nin kurtuluşunu anlatan İstiklal Marşı nı, Türkiye’deki vatandaşların okumaktan kaçınmasının geçerli ahlaki bir nedeni olamaz. Bayrak, Türkiye Devlet’inin bağımsızlığını temsil eder. Türkçe ise, Anadolu’daki halkın tarihsel iletişim dili olması hasebi ile Türkiye’deki vatandaşların maslahata dayalı iletişim aracıdır.
Kürtlerin eşitlik talebi dışında geçen yüzyıldan/ geç kalmış bayrak-devlet fetişizmine kapılarak bölünme talepleri ahlaki/meşru değildir..!
Politik arenada sekülerlerimiz, seküler ideolojiyi zorla kimseye dayatmasın: dindarlarımız, kendi dini itikat ve pratiklerini kimseye dayatmasın: Sünnilerimiz, Sünniliği doğru din yorumu olarak (Ortodoxi) Alevilere dayatmasın.
Türkiye vatan, yurt, ülke, ev olarak hepimizin ortak paydası, namusudur. Vatanseverlik, ailesini, kabilesini, milletini sevmek kadar yüce bir ahlaki haslettir: Hubbu’l vatan, mine’l-iman. Vatandaşlığıda eşit onura ve hukuka sahip ortak payda yaptığımızda her şey çözülür.
Dilini, kültürünû, adını, etnik-dini kimliğini korumak isteyen herkes bunu yapsın. Kürtlerin durumu biraz farklı: onlara bir zamanlar devlet acı çektirdi. Onurlarının korunmasına, travmalarının, patolojik halet-i ruhiyelerinin rehabilitesine ihtiyaç vardır. İnsaf sahibi herkes, bunu görmelidir..!
Kendinden olmayan dini veya etnik grupları ezmek, yok etmek zulüm değil mi? Günah değil mi? Onlara bu hakkı verirsek, diğerleri de ister! mazereti geçersizdir.
Temel sorunumuz, bütün kesimler için ahlak sorunudur..!
Şeriatın kestiği parmak acımazl sözü, hukuk devleti’nin Müslümanca ifadesidir. Şura, demokrasi olarak yorumlanabilir. Dinde zorlama yoktur! , laikliğin Müslümancasıdır. Laiklik, din söz konusu olduğunda dogmatik olmamaktır. Allah’ın ve peygamberinin buyruk ve tavsiyelerini gücün yetiyorsa, adam gibi (Hz. Ömer gibi) anlayarak, onların otoritesine vicdanında başvurarak, fakat onların adına sığınmadan gerekçeli olarak yani vicdana, sağduyuya, argümana, delile, akla yaslanarak savunabilmektir.
Adalete dayalı, yolsuzlukların kökünü kazıyan sosyopolitik bir düzen kurmak, her Müslümanın görevidir (emr-i bil’l-maruf ve nahye ani’l-munker).
Diyorum ki, Eş’ariliğin Allah tasavvuru yerine, Mutezile’nin (adalet) veya Maturidiliğin (hikmet) tasavvuru egemen olsaydı: siyasi erk zorla değil de secim rıza, oydaşma/şura ile oluşsaydı: temellükún temeli zorla toprak işgali (ganimet) yerine; rizaya dayalı ticaret, üretim, emek, mirastan doğan vergi (zekat)olsaydı devlet mülkiyeti yerine özel mülkiyet esas olsaydı Kamu (herkese alt) devlet malına karşı bu akıl almaz hoyratlığımız yine ortaya çıkar mıydı?
Allah’tan cesaret alarak faiz in üzerine kolayca kalem oynatan, tefecilik ile banka kredisini ayıramayam, idare-i maslahatçı, ulema-i rüsumdan “fetvacı büyük fakihlerimiz/hocalarımız neden faizden bin kat daha haksız kazanç sağlayan emlak rantlanı nın helalliği-haramlığı, bunlardaki kamu payları üzerine tek kelam etmezler?
Kamudan çalmak, vergi (zekat) kaçırmayı itiyat haline getirmiş muhafazakar iş adamı zekat adı altında sadaka dağıtarak vicdanını temizletmeyi normalite haline getirmiş değil midir? Vergiverecek isem, niye muhasebeci çalıştırayım? sözü bu ülkede özdeyiş haline gelmemiş midir?
Ben de dahil, herkese ait olan hakkı (arazi-emlak), kim, kime hangi yetki ile beleş olarak vermektedir? Gecekondu sahipleri, arsaları karşılığı müteahhitlerden 2-3-4 daire alırken: mevcut kanunlara (hukuka) riayet edenler veya bunu akıl (?) edemeyenler, yani kurnazlık yapmayanlar neden mağdur edilmektedir? Şahsen benim payımı, her kim gasp etmiş ise, gasp ediyor ise, hepsine zıkkım olsun..!
Sünniliğin aşırı tenzih gayreti ile- egemen hale gelmiş Allah tasavvuru, Allah’ı kayıtsız. karanlık,-mutlak günümüzün deyimleri ile: (anarşist. kaprisli, postmodern): bir yanı ile de hikmetinden sual olunmaz. totaliter-despot bir güç yumağına veya ilkesiz merhamet küpüne çevirmiştir (kadercilik-tasavvuf).
İslamcılar, hicret i teorileştirerek genellikle vatansızlığın önemli olmadığının delili olarak görürler. Oysa, hicret, vatanından sökülerek zorla mülteci/muhacir konumuna düşürülmektir. Mekke’nin fethi de vatanseverliğin bir ifadesidir. Fetihten sonra, müşriklere dokunulmaması, vatandaşlık haklarının teslim edilmesi, ümmetçiliğin Medine Sözleşmesi nden sonraki ikinci uygulamasıdır.
Ümmetçiliğin-İslamcılığın Kur’an’daki anlamı salt inanç-din-mezhep kardeşliği değil: iç ve dış politikada adalet-zulüm ayrımına dayanarak davranmaktır: Mazlumun -zalimin de- dini sorulmaz.”
Doğduğumuz ve doyduğumuz yer olarak vatan, evimiz gibi namusumuzdur. Oturduğunuz yere yurt/ev duygusu ile bağlı değilseniz, orayı işgal ediyorsunuzdur veya kiracı duygusuna sahipsinizdir..!
Suriye krizinden sonra koalisyona Rusya da katılarak Sünni siyasal İslam’ın son iktidar kalesi Türkiye’yi sıkıştırıyorlar.
Kürtler, anadilleri ile eğitim hakkını aldıktan sonra, bölücülük yapmasınlar. Türkiye, ev olarak onlara da burada yaşayan herkese de yeter. Ayrı bir ev açmanın (devlet-bayrak), yüz yılın başındaki gibi, fazla bir anlamı yok. Önemli olan onur ve refahta eşitlik idealidir.
Milli Eğitim Bakanlığı ismi, Eğitim Bakanlığı olarak değiştirilsin ve vazifesi de bu ülkede doğan çocukların insan olmakla taşıdıkları yaratıcı ve ahlaki gizil kabiliyetleri nasıl açığa çıkarabileceklerinin eğitimini (insan olma) ve onlara kabiliyetlerine göre meslek becerisi (vatandaşlık) -anadilleri ile- kazandırsın. Onları çağdaş , dindar Türk , “Kürt yapmaya çalışmasın..!
Devlet ve politika, vatandaşlarının eşit düzeyde onur ve refahlarını artıracak işler ile uğraşsın. İçine doğduğumuz verili din, dil, ırk, cinsiyet.. gibi çoğul olan kimlik ve aidiyet yapılarını tahkim etme yerine; onlann zemini olan insan olma onurumuzu, güvenliğimizi ve refahımızı temin edecek olan vicdan a vurgu yapalım.
İslam, bir insanlık projesidir
Güvenlik ve iaşe temini karşılığı veya tekebbûr-istiğna sonucu başka ırk ve dili kendinden aşağı görerek (ırkçılık) insanlar kimlik değiştirmesine zorlamak (asimilasyon) adiliktir. Kötülüğün yaygınlığı, onu meşrulaştırmaz. Kimlik, verili olanın ötesinde, insanın özgürce edinmesi olması gereken bir onur/itibar sürecidir.
Oysa Kendini gerçekleştirmek , başka bireylerin de bunu yapmasına imkan veren yöntemlerle başarıldığında cinayeti, işkenceyi, bencilliğ vb. ortadan kaldırır.
Bizi bir aile kılanın da İslam olduğu malumdur. Salt aile olduğumuzu söyleyenler, kendilerini reis olarak görüp, diğerlerine aile değerlerini kendi kafasına göre empoze etmeye kalkışıyor. Aile bireylerini kendi kafasına göre eğitimden geçirmeye çalışıyor. Kardeş olduğumuzu söyleyenler de kendilerini abi ve hảdi yerine koyup, diğerlerine doğru yol ve yordam dayatmaya çalışıyor.
Türkiye toplumunun toplumsal birliğini sağlayamamasının önündeki tek engel milli birlik yani kimlik siyaseti dir. Türkiye toplumu, kültür devrimi yaparak modern anlamda bir ulus (nation) devlet (state) yaratma projesi olarak kurulmak istenmiştir.
Aralarında birbirlerine karşı duydukları sevgi (gelenek-kültür-sağduyu) yüzünden putlara tapmayı sürdürdüler.
Bir filozof, bir şeyin gerçekten gerçek olduğunu söylediğinde, onun gerçekten gerçek dediği şeyin, gerçekten gerçek olmadığına gerçekten emin olabilirsiniz
Vicdansız bir dünyada, bilinmeyen bir geleceğin eşiğinde yaşıyoruz.
Gözünüz aydın! Demokratik yarıştan vazgeçtik; savaşa mı gidiyoruz?
Allah’ın asli görüşünün Barış olduğunu, aklı başında müslim-gayrimüslim herkes bilmektedir..!
Sorun İslam’ın radikalleşmesi değil; radikalliğin (yaratılan hıncın, kinin) İslamlaşmasıdır: Íslami meşruiyet kazanmasıdır. Yani kendini İslam ile meşrulaştırmasıdır. Bugün dünyanın bir terör sorunu varsa: Orta Doğu’nun/İslam’ın da bir ırkçı terörist israil ve saldırgan-sömürgen, sarışın canavar (Nietzsche) Bati sorunu vardır. Müslümanların da çoğunluğu etnik köken itibari ile Arap ve Kuzey Afrikalı işkenceci canavar sorunu vardır. Boko-Haram’ın son yedi yılda öldürdüğü insan sayısı on yedi bindir.
Zira, insanların şüphesi olmasaydı, İslam diye bir din ortaya çıkamayacaktı
Tarih boyu olduğu gibi, bugün de mabetlerin büyüklüğü, ihtişamı ve çokluğu, insana karşı işlenen büyük günahların keffaret inin, yani Tanrı’yı kandırma girişiminin bir semptomu olabilir.