Halil Cibran kitaplarından Ermişin Bahçesi – Yeryüzü Tanrıları kitap alıntıları sizlerle…
Ermişin Bahçesi – Yeryüzü Tanrıları Kitap Alıntıları
Halkı yönetenleri kurnazlardan, âlimleri düzenbazlardan, sanatı kopyadan oluşan bir halka ne acı!
Hayatın kendisi, yaşayan her şeyden daha yaşlıdır. Güzel daha doğmadan önce güzellik çoktan doğmuştu ve gerçek, dile getirilmeden önce de gerçekti.
Kim seni sağır ve dikkatsiz yerine koyabilir, senin anlamadığın bir dille sana sesleniyorsa ?
Ruhum olgunlaşmış meyvesinin ağır yükünü taşır…
Dudaklarım söylememi istediğin şarkıyla mühürlendi.
Nisan ayını dinliyor gibi dinleyin kaval çalan adamı, ama eleştiren ve hata bulmaya çalışan bir konuşma duyarsanız, kemikleriniz kadar sağır ve hayalleriniz kadar uzak durun.
Karanlıklar üstünüze çöktüğünde, şöyle deyin: ‘Bu karanlıklar henüz doğmamış şafaktır; her ne kadar gecenin doğum sancıları içime dolsa da, tepelere doğan şafak bana da doğacaktır.’
Hayatın ruhunuzda ki yansıması hayatın kendisinden daha az değildir.
Yılların mevsimleri sizin gelişen kendi düşüncelerinizden başka nedir? Bahar bir uyanıştır kalbinizde ve yaz sizin kendi bereketinizin kabulünden başka bir şey değildir. Güz, varlığınızda hala çocuk kalan şeye ninni söyleyen içinizdeki o eski kalıntı değil midir? Soruyorum size, kış bütün öteki mevsimlerin düşlerine sarılmış bir yarı uyku değil de ne?
Kim seni sağır ve dikkatsiz yerine koyabilir, senin anlamadığın bir dille sana sesleniyorsa?
Dostum, kim seni konuksever olmamakla suçlayabilir, evinin önünden geçip de kapını çalmıyorsa?
Uçuşları nerede kesilmiştir, bilmem; ama kavislerini gökyüzüne çizdiklerini biliyorum.
Kim yaşayıp yükselebilecek doruklara, tutku ve özgürlük olarak kendini parçalamadan?
Özgürlük mü istiyorsunuz, sise dönüşmek zorundasınız.
Sevgi dolu gerçeği alçakgönüllü sözlerle dile getirin, ama çirkinliği asla ağzınıza almayın. Saçları güneşle parlayan kızlara, sabahın kızı olduğunu söyleyin; ama gözleri görmeyen biriyle karşılaştığınızda ona geceyle birlikte olduğunu söylemeyin
Yüreğimizin en derinlerindeki kederimizi besleyen şey, bir türlü duyuramadıklarımızdır. Ruhumuzu işleyip şekle sokan ve kaderimizi belirleyen de yine duyuramadıklarımızdır
Gösterişli olanlar için cehennemi yarattık. Ateşten başka ne silebilir parlayan bir yüzeyi, ne eritebilir bir şeyi kendi özüne kadar.
Dostlarım ve yol arkadaşlarım, inançla dolu fakat dinden mahrum olan bir halka ne acı!
Üretmedikleri elbiseleri giyen, ekip biçmedikleri ekmeği yiyen be acı! ve kendi çeşmesinden akmayan şarabı içen bir halka
Eşkiyayı kahraman gibi gören ve zengin bir fatihi bonkör sanan bir halka ne acı!
Bir arzuyu düşünde küçük gören fakat uyandığında ona
rıza gösteren bir halka ne acı!
Defin merasimleri haricinde sesini çıkartmayan ve sadece boynu kılıç ile kütük arasında olduğu zaman ağzına geleni söyleyen bir halka ne acı!
Halkı yönetenleri kurnazlardan, âlimleri düzenbazlardan, sanatı kopyadan oluşan bir halka ne acı!
Yeni krallarını borazanlarla ve alkışlarla karşılayan, sonra onu yuhalayarak kovan ve bir sonrakini karşılayan bir halka ne acı!
Biz birbirinin hesabına yaşarız, o eski öncesiz sonrasız yasaya göre. Öyleyse sevecen bir cömertlikle yaşayalım.
Başka türlü nasıl olabilirdi ki?
Böylece, Baharınız gelince, yüreğinizin karları eriyecek,
Eğer çirkinlik diye bir şey varsa, o da, gözlerimizdeki ön yargılı ölçekler ve kulaklarımızı tıkayan balmumunun ta kendisidir.
Kendi olgun meyvesinin ağır yükünü taşır ruhum.
Dokumadığı giysiyi giyen, hamurunu yoğurmadığı ekmeği yiyen, kendi cenderesinden dökmediği üzümün şarabını içen millete merhamet edin.
Kim sizi sağır ve kayıtsız görebilir, hiçbir şey anlamadığınız tuhaf bir dille sesleniyorsa size?
Geceyi çoğu zaman dinlenme vakti olarak düşünür ve dile getirirsiniz, fakat aslen bir arama ve bulma vaktidir gece.
Mesafe diye birşeyin olmadığını bilmiyor musunuz, ruhun düşlerde kat edemeyeceğinden gayrı?
Arkadaşlarım, yoldaşlarım, inançlarla dolu olup da dinsiz olan bir millete merhamet edin.
Kırk gün, kırk gece o evde ve bahçede yaşadı, kapıya yaklaşan dahi olmadı çünkü kapı kapalıydı ve herkes onun yalnız kalmak istediğini biliyordu.
Bırakın kendi yoluna gitsin. Çünkü onun ekmeği yalnızlığıdır ve kadehi hatıra şarabıyla doludur.
Çoğu zaman hayata acımasız anlamlar yükleriz, aslında acımasız ve karanlıkta olan bizlerizdir. Onu boş ve işe yaramaz görürüz, aslında ruhumuz tenha yerlerde amaçsızca gezmekte ve kalbimiz bencil bir sarhoşluk içindedir.
Hayat, derinde, yüksekte, uzaktadır ve geniş tasavvurunuz ancak onun ayaklarına yetişebilse de o aslında size oldukça yakındır ve sadece nefesinizin nefesi onun kalbine erişebilse de gölgenizin gölgesi yüzünü sıyırıp geçer ve en derinde duyulan çığlığınızın yankısı onun göğsünde ilkbahar ve sonbahara dönüşür.
Özlemimin yüksekliğini ne bir usturlapla ne de derinliğini bir iskandille ölçtüm. Çünkü aşk, hele sıla hasretiyle de karışmışsa, zamanı ölçüp yoklayacak her aleti tüketir.
Ve biri konuştu, dedi ki: Efendim hayat, umutlarımız ve isteklerimizle acımasızca uğraştı. Yüreklerimiz karardı ve anlamıyoruz. Yalvarıyorum bize yardım edin ve bize hüzünlerimizin kaynağını gösterin.
El Mustafa yüreğinde hissettiği merhamet duygusuyla dedi ki: Hayat yaşayan diğer her şeyden çok daha yaşlıdır; güzellik, daha yeryüzünde doğmadan önce kanatlanmıştır ve hatta gerçek dile getirilmeden önce de vardı.
Hayat sükûnetimizde dile gelir ve biz uyurken rüya görür. Hatta yenildiğimizde veya kendimizi güçsüz hissettiğimizde hayat, tahtında oturur. O yücedir. Ve biz ağlarken, hayat güne gülümser; biz zincirlerimizi ardımızda sürüklerken, o özgürdür.
Size diyorum ki, toprağa bir tohum ektiğiniz zaman siz daha da yükselirsiniz; iyi sabahlar dileyerek komşunuzu selamladığınızda daha da engin bir denizi geçersiniz.
On iki yıl mı? On iki yıl mı dedin, Kerime? Hasretimi ne yıldızlı bir asa ile ölçtüm ne de derinliğini bilirim. Çünkü bahsi geçen sevgi, vatanına hasretse zamanın ne ölçüsü ne de derinliği kalır.
Ebedî ayrılıkları sırtlanmış zamanlar vardır. Ancak ayrılmak aklın yitip gitmesinden başka bir şey değildir. Belki de biz hiç ayrılmadık.
Biz daima şarkılar söyleyip sesimizi duyurduğumuz kıyıların peşinden gideceğiz. Ama ya kimsenin duymadığı yerlerde kırılan dalgalar? Tüm derin üzüntülerimizin kaynağı o içimizdeki duyulmayan. Ancak hem ruhumuza, hem kaderimize şekil vermek için içimizi oyan da o duyulmayan değil midir?
Erimeyen ve şarkıya dönüşmeyen hiçbir şey olmaz Bahar geldiği zaman.
Yüreğinde bir eve dönüş coşkusu vardı.
Ve konuştu, sesindeki deniz ile dedi ki: İşte doğduğumuz ada karşımızda. Burada bile yeryüzü bize iki şey bahşediyor; bir şarkı ve bir bilmece; gökyüzüne yükselmemiz için bir şarkı ve yeryüzünde kalmamız için bir bilmece. Peki, ama yeryüzü ve gökyüzü arasında şarkıyı taşıyacak ve bilmeceyi çözecek olan tutkumuz değildir de nedir?
Deniz, bizi bir kez daha bu kıyılara vurdu. Bizler onun dalgalarından başka bir şey değiliz. Bizi oraya kendisine ses olalım diye götürüyor, fakat kayalıklar ve kumlar üzerinde yüreğimizin ritmini bozmadan nasıl başarırız bunu?
Çünkü denizin ve denizcilerin kanunları der ki: Eğer istediğiniz şey özgürlükse sis olmalısınız. Tıpkı sayısız bulutsunun güneşe ve aya dönüşmesi gibi şekli olmayan hep şekil arar ve birçok şeyin peşine düşüp sonunda bu adaya geri dönen biz dik kafalılar, tekrar sis olup her şeyi baştan öğrenmeliyiz. Tutku ve özgürlük arasında hasar alandan başka kim tekrar ayağa kalkıp yaşamaya devam eder ki?
Güçlü adamları henüz beşikteyken, bilgeleri yıllarca susturulan o millete yazık!
Yazık o millete ki, sesini sadece cenaze törenlerinde yükseltir, sadece yıkıntılar arasında kibirlenir ve sadece boynu kılıçla kütük arasındayken başkaldırır.
Yazık o millete ki, zorbayı bir kahraman gibi alkışlar ve gösterişli fatihi hayırsever sanır.
Dostların ve yoldaşlarım, dini kurumuş olduğu halde inançlara boğulmuş olan millete yazık!
Yalnızlık! Ne varmış bunda? Yalnız geldin ve yalnız geçeceksin sisin içinden.
Asla ulaşmak istemediğiniz, kalbine hiçbir zaman girmek istemediğiniz değil midir çirkinlik olarak gördüğünüz şey?
Bedende hareket etmenize rağmen birer ruhsunuz ve tıpkı karanlıkta yanan gaz gibi, lambalara tutsak olmanıza rağmen birer alevsiniz.
Yolunuzda şarkılar söyleyerek yürüyün, ama her şarkınız kısa olsun , çünkü sadece dudaklarınızda genç ölen o şarkılar yaşayacak insanların kalplerinde.
Gönül çelen bir hakikati az sözcükle dile getirin, ama çirkin bir hakikati asla söze dökmeyin. Saçları güneşte parlayan bir genç kıza, sabahın kızı olduğunu söyleyin. Ama bir körle karşılaşırsanız , ona geceyle bir olduğunu söylemeyin.
Dostlarım ve yoldaşları, dini kurumuş olduğu halde inançlara boğulmuş olan millete yazık!
Çoğu zaman, biz Hayatı acılı adlarla nitelendiririz. Ama yalnızca biz kendimiz acılı ve karamsar olduğumuzda yaparız bunu. Boş ve yararsız gelir bize Hayat ,ama yalnızca ruhumuz yıkıntılar arasında başıboş dolaşıp durduğunda ve kalbimiz benliğimize karşı aşırı bir ilgiden sarhoş olduğunda.
Özlemimin yüksekliğini ne bir usturlapla ne de derinliğini bir iskandille ölçüm. Çünkü aşk, hele sıla hasretiyle karışmışsa , zamanı ölçüp yoklayacak her aleti tüketir.
Ne yazıktır o millete, içinde biriktirdiği sesi sadece cenaze töreninde yükseltir ve yalnızca boynu kılıçla kütük arasındayken böbürlenir.
Ne yazıktır ki bilgeleri yıllarca suskunken, güçlü olanları hâlâ beşikte olan millete.
Ebedi ayrılıklara benzeyen bazı anlar vardır. Ancak yine de ayrılık zihin yorgunluğundan başka bir şey değildir. Biz muhtemelen hiç ayrılmadık.
Yalnızlığımızda birbirimizi ararız.
Yazık o millete ki, Devlet adamı bir tilki, filozofu bir hokkabaz, sanatı yamama ve taklit sanatıdır.
Hayat bizim umutlarımıza ve arzularımıza acıyla karşılık verdi. Kalplerimiz nedenini bilmeksizin acı çekiyor.
Bazı anlar vardır, uzun ayrılık sürelerine denktir.
Biçimsiz olan biçim arayışındadır her zaman..
ve sadece binlerce kez yolunu kaybeden dönüş sevincini tadacaktır.
karanlıklar üstünüze çöktüğünde, şöyle deyin: bu karanlıklar henüz doğmamış şafaktır; her ne kadar gecenin doğum sancıları içime dolsa da, tepelere doğan şafak bana da doğacaktır.
bir ruhun kendi hatıraları karşısında duyduğu korkudan başka hiçbir şeye dostum, çirkin deme!
yazık o millete ki, sesini sadece cenaze törenlerinde yükseltir, sadece yıkıntılar arasında kibirlenir ve sadece boynu kılıçla kütük arasındayken başkaldırır.
yazık o millete ki, zorbayı bir kahraman gibi alkışlar ve gösterişli fatihi hayırsever sanır.
bazı anlar vardır, uzun ayrılık sürelerine denktir. ama ayrılık zihnin tükenmesinden başka bir şey değildir. belki de biz hiç ayrılmadık.
özlemimin yüksekliğini ne bir usturlapla ne de derinliğini bir iskandille ölçtüm. çünkü aşk, hele de sıla hasretiyle de karışmışsa, zamanı ölçüp yoklayacak her aleti tüketir.
Yalnız mısın? Bunda ne var ki? Yalnız geldin ve yalnız gireceksin sisin içine.
ama hiçbir kulağın onu duymadığı yerde kırılan dalgadan ne haber?