İçeriğe geç

Erguvaniler Kitap Alıntıları – Tayfun Er

Tayfun Er kitaplarından Erguvaniler kitap alıntıları sizlerle…

Erguvaniler Kitap Alıntıları

Bazı “yazarlar” vardır, onları bassa bassa genellikle Yapı Kredi, İle­tişim basar ki “hamili kart yakinimdir” muamelesi işler bu basım işinde.
TRT, erguvanilerin ele geçirdiği bir kurumdur.
Malik Yolaç’ın kızı Merve Yolaç’ın Arıklı’dan önceki eşinden olan Yasemin de Tuna Kiremitçi’yle evlenmiştir.
Hipermarketlerde, otogarlarda satılan kitapların yazarı, nay­lon şöhret Reklamcı Tuna Kiremitçi’yi hangi mekanizmalar şöhret yapmıştır? Bu işleri tesadüf mü sanıyorsunuz yoksa
Bir romancının gücü, çizdiği bir tipin, temsil iddia­sındaki insanlar için bir model, tipoloji olmasıdır ve mesajını, edebiyatın içinde eritmesi, kaba bir siyasi söylemin öne geçmemesindedir.
Kim tarafından yapılmış olursa olsun, dezenformasyon tarihe ve bu ülkeye yapılmış en büyük kötülüktür.
Bizim de içinde bulunduğumuz, erguvan olmayanların bu ülkede oynadıkları rol figüranlıktan öteye geçememiştir.
İhtida etmek, doğru yolu bulup hidayete ermek ve başka dinden çıkıp İslamiyeti seçmektir. İhtida edenlere erkekse mühtedi, kadınsa mühtediye deniyor. Mesut Yılmaz’ın baba­annesinin nüfus kâğıdında ilk isim olarak Mühtediye yazma­sının nedeni budur.
Şimdi oligarşinin bazı belirleyici unsurlarını verelim ki oligarşi daha iyi anlaşılsın.
1 – Aileden gelen güç
2- Evlilikle kazanılan güç
3- Okul
4- İş ortaklığı
5- Masonluk
Eğitimci Emrullah Bey sıkı bir İttihatçı ve yol­suzluklarıyla da anılan bir kişi. Eğitimle ilgili “Tuba Ağacı Nazariyesi” denen bir teorisi var. Tuba ağacı kökleri yukarıda olan ağaçtır, yani bir başka adıyla hayat ağacıdır. Emrullah Efendi’nin ismi artık pek hatırlanmıyor ama “Mektepler ol­masa Maarif’i ne güzel idare ederdim” sözü bir mesel olarak hala çok kullanılıyor.
Kautksy’in “modernleştiriciler” diye benimsediği­miz bir kavramı var. Bizdeki modernleştiriciler, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e hep eupatridler olmuş. Modern bürokrasinin doğuşu kabul edilen Tercüme Odası’ndan, Mekteb-i Sultani’ye oradan Mülkiye’ye kadar hep eupatridler var. Bu sıra­lardan sonra da bürokrasinin bütün üst kademelerine onlar gelmiş. Modernleşmenin toplumsal üst organı olarak ulus- devlet var ve gerek ulus-devletin özelliği gerekse de modern­leşmenin bir diğer ana unsuru demokrasi gereği modern dev­letin, ulus-devletin bürokrasisinde de gelenekten bir kopuş yaşanıyor ya da yaşanması gerekiyor. Yani, geleneksel devletten farklı olarak modern devlette bürokratların seçiminde akrabalık/dinsel/etnik bağların değil, liyakatin esas olması gerekir. Oysa bizde bu durum tam tersidir. Hayatın her ala­nında öne çıkmanın, güçlüye yakınlığa, sadakate, akrabalığa, aynı din/etnisite mensubu olmaya değil de liyakate bağlı olması gerekirken yaşanan durum bu değil.
Farabiye göre başkanlık edecek kişi de şu erdemler bulunmalıdır.Bedenen sağlam anlayışlı, hafızası güçlü,akıllı ve ince görüşlü,hitabeti iyi,ince görüşlü,doğrucu,dindar,adaletli,sebatkar olmalıdır ama midesine ve eğlenceye düşkün olmamalıdır.Platon’un ütopyasında ki devlet de ancak idealar dünyasından indirilerek,felsefeyle kurulabileceği için şu ünlü sözünü söylemiştir :Ya krallar filozof olacak ya da Filozoflar kral ..
Eskiden okullarda öğrenciler yazarken hata yapınca, mürekkebi yalayarak, dili silgi yerine kullanarak, silip yeni­den yazıyorlarmış. “Mürekkep yalamış” deyiminin okumuş, yazmış anlamına gelmesi buradan. Skolastiklerin mutlaka mürekkep yalamış olması gerekiyor. Her siyasi görüşten de skolastik olabilir.
Modern dillere okul diye geçen kelime (school, schule, vb.) Antik Helencede boş zaman anlamına gelen skhole kelimesinden geliyor. Çünkü ancak boş zamanı olan okula gidebiliyor. Skolastik de, okullarda öğretilen yöntem­lerle akıl yürüten, sonuca varan kişi. “Crede ut intelligam” yani “bilmek için inanmak”, skolastiğin temel ilkesidir. Sko­lastikler, bilginin doğruluğunu sınamak için Aristoteles’in yazdıklarına bakıp sonuca varıyorlardı. Aristoteles’e uygun bulunmuyorsa (Kilise’nin menfaatleriyle çatışıyorsa) bilgi reddediliyordu. Tümdengelim, nass’tan sonuç çıkarmadır.
Skolastik de işte budur. Skolastik düşünce, varolan durumu değil, olması gerekeni söyleyerek, pozitif bilgiyi değil nor­matif bilgiyi öne çıkarır. İnsanlar da bu durumda yaşadıkları dünyadaki olayların, sosyal ilişkilerin, çelişkilerin nasıl oldu­ğuna dair yeni şeyler söylemiyordu.
Kavramak, değiştirmek için gereklidir. Marx, Kapi­talde, kapitalizmin çelişkilerini, kapitalizmin yerine başka bir sistemi koymak için, kapitalizmi değiştirmek için incele­miştir. Değiştirmeyi düşünmeyen bir inceleme tam anlamıyla İnceleneni anlayamaz; İnceleneni anlamak da onun çelişki­lerini çözümlemeden mümkün değildir.
İddiamız, dünden bugüne bu ülkede örtük bir “kast sistemi” olduğudur.
Abartarak söylersek, yöneticiler, elitler, öne çıkanlar, başarılı olarak kabul edilenler hep akraba, tanıdık. Abart­madan söylersek mutlak olarak bir ortak paydaya sahipler
Erguvan renginin soyluların rengi olması, bu sınıfın beğenisinden değil ekonomik kökenindendir. Erguvan, An­tik Çağ’da kırmız böceğinden elde edilen kırmız renginin bir türevi olarak sağlanabiliyordu. Bir böcekten ancak birkaç damla renk maddesi elde edilebiliyordu. Üretim de karmaşık ve çok masraflıydı. O yüzden erguvan rengi giysi giymek son derece pahalıydı; dolayısıyla sadece en üst sınıfın giysilerinde bu renk görülebiliyordu.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Eskiden okullarda öğrenciler yazarken hata yapınca, mürekkebi yalayarak, dili silgi yerine kullanarak, silip yeniden yazıyorlarmış. Mürekkep yalamış deyiminin okumuş, yazmış anlamına gelmesi buradan.
Einstein Tanrı zar atmaz demişti, bu düzende de bu oligarşi de zar atmaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Tarih de şimdiye kadar erguvaniler tarafından yazılmıştır. Bu tarih biz erguvan olmayanlarda akıl tutulması yaratmıştır
Abartarak söylersek, yöneticiler, elitler, öne çıkanlar, başarılı olarak kabul edilenler hep akraba, tanıdık.
Erguvan renginin soyluların rengi olması, bu sınıfın beğenisinden değil ekonomik kökenindendir. Erguvan, Antik Çağ da kırmız böceğinden elde edilen kırmız renginin bir türevi olarak sağlanabiliyordu. Bir böcekten ancak bir kaç damla renk maddesi elde edilebiliyordu. Üretim de karmaşık ve çok masraflıydı. O yüzden erguvan rengi giysisi giymek son derece pahalıydı, dolayısıyla sadece en üst sınıfın giysilerinde bu renk görülebiliyor.
Hikmet Bey, Celile Hanım’dan sonra Cavide Hanım’la evleniyor, bu evlilikten Melda (Kalyoncu) ve Metin (Yasavul)
isimli ikiz kardeşler doğar. Melda Hanım, Kemal Tahir Vakfı’nın başkanlığını yapıyordu. Refik Erduran’ın ilk eşi
olan Melda Kalyoncu’nun teyzesinin oğlu, yani annesi Cavide Hanım’ın kız kardeşi olan Macide Hanım’ın oğlu ise
Orgeneral Turgut Sunalp’tir. Kore’ de rütbelerinin tutmamasına rağmen Turgut Sunalp ve Refik Erduran’ın aynı çadırlarda
kalmalarının nedeni budur. O esnada Refik Erduran, Melda Hanım’la evlidir ve eşinin teyzesinin oğluyla aynı çadırda kalmaktadır. Refik Erduran, Kore’ye gönüllü olarak gitmiş.
Turgut Sunalp’in babası defterdarmış. 12 Eylül’ün kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi’nin başına geçen Sunalp, devrimci kadınlara cop sokulması için elimizde taş gibi askerler var, niye cop sokulsun diyebilmiş birisidir.
bu adam sattı arkadaşını
som altın bir tepside
arkadaşının
kanlı, kesik başını
bu adamın ayaklarında
dolaşıyor korku
gölgesi gibi
karanlık bir su gibi yaşıyor
bu adam
güneş batınca her akşam
kaldırımlarda karısının donunu sürüyerek
parmaklarının ucuna basıp
yürüyerek size doğru yaklaşan odur
siz tanıyın onu
kalbinin boynunda sallanarak
seslenen
mel’un çıngırağından
ve bilin ki onun
döküyor parça parça
cüzzam illeti
ruhunun etini
bu adam bugün açtır
açtır ama
kaybetti bu adamda
kudretli ve büyük açlık bile
kutsiyetini
a dostlar, bu adam
güneş batınca bir akşam
sattı arkadaşını
sattı altın bir tepside
arkadaşının
kanlı, kesik başını
Bu şiir, Vedat Nedim Tör için Nazım Hikmet tarafından yazılmıştır. Vedat Nedim, TKP Genel Sekreteri olduğu
1925’te polise gidip bütün partiyi teslim eden adamdır. Masondur, Selamet Locası’na mensuptur. Bu ihbarı sonrası ödüllendirilir. Radyo Müdürü, Kültür Müdürü ve Matbuat Umum Müdürü (Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürü) yapılır. Devletten ayrıldıktan sonra Kazım Taşkent’in yani Yapı
Kredi’nin elemanı olmuş. Doğan Kardeş’i çıkaranlardandır.
Nilüfer Hanım ikinci evliliğini, cenaze namazını bizzat Fethullah Gülen’in kıldırdığı, CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek’le yapmış. Kasım Bey, Galatasaray’dan sonra ABD’ de okumuş. Adana’ya dönünce Atatürk tarafından polisle Ankara’ya çağrılıyor, ABD’yi anlatıyor ve Atatürk yaşı dolar dolmaz milletvekili yapılması için emir veriyor. Bu emir dokuz yıl sonra, 1940’ta yerine getiriliyor. Oturduğu evin duvarına kocaman kabartma harflerle ismini yazdırmış birisi. Bu evlilikten doğan ve ilkokuldan sonra ABD’ de okutulan Tayyibe, Türkçe sınavında kaldığı için Dışişleri Bakanlığı’na giremiyor ama Emre Gönensay kendisini Başbakanlık’a alıyor. Fethullah Gülen’in ABD’ye kaçışı sırasında büyük yardımları dokunduğu için Bülent Ecevit kendisini önce milletvekili sonra da bakan yaptı. Tayyibe Gülek, Murat Birsel’le evliydi. Murat Birsel, Yeni Yüzyıl’daki köşesinde
saatlerin geç vakitte ileri/geri alınmasına kızıp Neden 24:00’te yapmıyorsunuz, bekleyip uykusuz kalıyoruz diyen –
şaka değil gerçek- eleştiri yazısıyla tarihe(!) geçen mümtaz bir
şahsiyettir.
Galata Mevlevihanesi’nde Şeyh Galip’e intisap eden Mevlevi Halet Efendi, Paris Elçiliği yapmış; tarihe, her tür dolabı çeviren kötü bir zat olarak geçmiş ve ölümünden sonra, ne kendi eyledi rahat ne halka verdi huzur yıkıldı gitti cihandan dayansın ehl-i kubur
denecek kadar nefret edilen birisi. Ancak asıl en büyük etkisi Tepedelenli Ali Paşa’yla yakın ilişkisi sonucu Mora Ayaklanması’nda oynadığı roldür. Tepedelenli kimdir? Kemal Derviş’in büyük dedesidir.
Ziya Gökalp’in, Cemil Meriç’in deyişiyle kırıntılarını ithal ettiği isim Emile Durkheim olmuştur. İlk sosyoloji çevirisi kitap 1912’de yayınlanan Emile Bougle’nin kitabı ve İlm-i İçtihad Nedir? ismini taşıyor. Kitabın çevirmeni de tanıdık bir isim: Mustafa Suphi yani İttihatçıyken istediğini alamayınca
TKP’yi kuran kişi.
Auguste Comte alemişul din e davet için dönemin Paris Ortaelçisi olan Mustafa Reşit Paşa’ya uzun bir mektup yazmış. Tanrı’nın yerine ilmi ve beşeriyeti ikame eden yeni dinin peygamberi sıfatıyla Reşit Paşa’ya müracaat edip, ondan Doğu’da bu yeni dini yaymasını istemişti. Mustafa Reşit Paşa’nın koruyuculuğunda Paris’e giden Feyziye Mektepli Şinasi, pozitivist düşünürlerle temasa geçiyor.
Modernleşmenin siyasal ve ideolojik alanda ilk sistematik uygulamalarına baktığımızda Tanzimat’la karşılaşırız.
Mustafa Reşit Paşa’nın şahsında, pozitivizm ile modernleşme arasında bire bir örtüşme görüyoruz; bu da modernleşmenin doğası gereği hele de ithal olunca doğal. Modernleştiriciler
aynı zamanda, ilk pozitivistler olarak da karşımıza çıkıyor. Pozitivizmin kurumsal olarak baş tacı edildiği, yeni din olarak hayata sokulduğu oluşum ise zincirin ikinci halkası dediğimiz İttihat ve Terakki olmuştur. A. Comte tarafından vazedilen ordre et progres yani Nizam ve Terakki, İttihat ve Terakki için önerilen ilk isimlerdendir; nizam sözcüğü yerine
dönemin şiarı olan ittihat sözcüğü seçilmiştir.
Geniş omuzlarından dolayı Platon denen Aristokles, ünlü Devlet eserini ideal bir site arayışı için yazmıştı; çünkü Helen’in önemli bir yönetim biçimi olan site çözülüş, çöküş içindeydi ve büyük
bir toplumsal karmaşa yaşanıyordu. Platon da Atina’yı bu çöküşten kurtarmak için çözüm arayışları içindeydi.
Toplumun çözülmesine karşı bir model arayışı içinde olan Platon’un en önemli çıkış noktası iş bölümüdür. İş bölümüyle herkesin yeteneklerine, ruhuna, kişiliğine uygun olan işlerde görev almasıyla, ahlaksal ve ekonomik bir üstünlük
sağlanacağını söyler. İş bölümü sonucunda, bireylerin birbirlerine olan ihtiyaçları ve yükümlükleri artar, böylece toplumsal temeller sağlamlaşır. Bu dayanışma aynen Durkheim’da da
vardır. Durkheim, toplumsal dayanışma modeli olarak bu tarza organik dayanışma der.
Osmanlıda Tanzimat sonrası devlet yönetimine katılanlar üç kategoridir:
1- Mülkiye, Tanzimat sonrası bürokrasinin önce oluşturulması ve sonra da güçlenmesi sonucu ortaya çıkmıştır. Küçük rütbedekilere mülkiye memuru, büyük rütbedekilere ise rical-i mülkiye deniyor. Mülkiyenin en üst noktası vezir olmaktır. Normalde halk gibi giyinirler, tören kıyafetleri ise farklıdır.
2- İlmiye; din işleri, adalet ve eğitim mensuplarıdır. Üst düzey hariç, sarık takıyorlar, cüppe ve şalvar giyiyorlar.
3- Seyfiye, askerlerin yer aldığı grup. Seyf, Arapça kılıç demek.
Kapitalizm, geçmişte bir milli pazara ihtiyaç duyuyordu ve bu da ulus-devletle sağlanıyordu. Oysa şimdi
Çok Uluslu Şirketler (ÇUŞ) dünya sanayi üretiminin yaklaşık % 80’ini gerçekleştiriyor. Burjuvazi adına
küreselleşme denen, sermayenin uluslararasılaşması nedeniyle geçmişte bağımsızlığını desteklediği ülkelerin
şimdi de çözülmesini, ulus-devletlerin bitmesini istiyor.
Çünkü bu devletlerin işleyişi uluslararası kapitalizmi, emperyalizmi olumsuz etkileyebiliyor. Bu bağımsızlıklar da,
IMF, Dünya Bankası aracılığıyla pratikte yok ediliyor.
Türkiye, artık bayrak bağımsızlığı olan bir ülkedir sadece.
İkinci Dünya savaşı sonrası,sömürgeciler, sömürgelerin ağır masrafları ve bunun karşılığında yüklendikleri risklerin yerine bir başka siyasi model geliştirdiler. Bu elbette sadece sömürgecilerin dış dinamiğiyle olmadı, iç dinamikler
de bu yöndeydi. Milliyetçilikte bir patlama oldu ve pek çok devlet ortaya çıktı ve bu devletlerin hemen hepsi de eski sömürgelerdi. Görünüşte bağımsız, özünde bayrak bağımsızlığından ibaret devletler başta olmak üzere, Türkiye de dahil olmak üzere bir ekonomik model dayattılar: Devlet egemenliğinde, müdahaleciliğinde bir kalkınma. Bunu yaparken de elbette, batıya yetişmek için� Batı’yı taklit etmek gerekir dediler. Oysa kapitalizm, Batı’nın kendi iç dinamiğiyle, a priori olarak ortaya çıkan bir sistemdi. Diğer ülkelerde ise a posteriori olarak sunulan bir model vardı ve bu modele uymak da zorunluydu. Bu ülkelerin biçimsel bağımsızlığı, Batı’nın fayda/masraf analizi sonucu karar verilmiş, bir yeni ve içsel sömürgecilik biçimiydi. Oysa o ülkeler zengin olduğu için diğer ülkeler fakirdi zaten. Bir de yalan uydurdular kalkınma dediler adına.
Bonapartizm, iktidarı emekçilerin alamadığı, burjuvazinin de alacak kadar palazlanamadığı için siyasal gücünü
bürokrasiye devrettiği rejimin adıdır. Marx ve Engels’in 19. yüzyıl ortalarında Fransa’daki rejim hakkındaki tanımlarıdır.
Asker, sivil bürokrasi ve küçük burjuva aydınlar ittifakı, burjuvazi adına ama burjuvaziye iktidarı tam olarak teslim etmeden erki elinde tutar.
Bütün anlatılan Tarih için, Feyerabend’in A ile başlayan Akla karşı Hayır demesi gibi T ile başlayan Tarih’e de Hayır demek gerekiyor. Aslanların tarihinin avcılar tarafından yazılmasına benzer şekilde bütün Tarih de şimdiye kadar erguvaniler tarafından yazılmıştr. Bu tarih, biz erguvan olmayanlarda akıl tutulması yaratmıştır. Aristoteles Mantığı’na hayır demeden olmuyor. Eukleides yetmiyor. Bunun için de Lobaçov’a ihtiyacımız var. Düzlemde gördüklerimiz dışında, uzayda kozmolojik boyutta gerçek başkadır. İki boyutlu uzay bizi yanıltıyor. Derinlemesine bakıp üçüncü boyutu algılamak gerekiyor. Zamanla birleştirip dört boyutlu
görmeliyiz. Görünenle yetinen bilim olamaz. O zaman bilime gerek kalmazdı.
Newton Fiziği deterministtir; Kuantum Fiziği ise olasılıklara bağlıdır. Lenin, Kuantum Fiziği’ne karşı çıkıyor ve diyalektik materyalizme aykırı diyordu; ama hayat, zaman ve tarih Lenin’i haksız çıkardı.
Marx, devrimi doğuma benzettiği için, bazıları bir analojiyle, çocuğun ters geldiği (devrimin ileri sanayi ülkesinde değil geri bir ülkede olması) için işlerin ters gittiğini söylemektedir. Bu metafizik bir açıklamadır. Marksizm hala çok değerlidir, gereklidir; ama onu 19. Yüzyıl’daki haliyle dondurmak, dogmatizmdir ve Marksizme en büyük kötülüktür.
Bilmediğimiz ya da anlamadığımız bir durumda imandan olmamak için, özgür düşünceyi, daha doğrusu düşünmeyi dışlamamız gerekir. Bilmemek bunun en kolay yoludur. Cemaatler müritlerini yitirmemek için, müritlerinin hiç bir şey bilmemelerini, sadece cemaat liderlerinin istediklerini ve istedikleri kadar bilmesini isterler. Tarik yolcularını avucundan kaçırmamanın en etkili yollarından birisi
budur: Bilgiden uzak dur!
Daha modern cemaat (cemaat ve modernlik birlikte garip kavramlar oldu, ama durum böylesine paradoksaldır)
üyeleri için bilgi yasak değildir, ancak bilginin muhakeme edilmesi istenmez. İnanca aykırı şeylere zinhar inanmamak
gerektiği vazedilir. Bu durum şeyhin postuyla ilgili sıkıntılar yaratabilir. Bu sadece şeyhlerin değil, müritlerin de işine
gelir.
Düşünmek, düşünmenin sonucunda ulaşılan sonuçlara katlanabilmek de demek. Bu pek çok gerçekle yüz yüze
gelmeyi de zorunlu kılıyor. Düşünmenin varacağı yer genel olarak özgürleşmektir. Özgürleşmek, birey olarak, üstüne
düşen sorumlulukları da almayı getirir. Sonu olumsuz biten her bir katılım, karar ya da süreç sonrası, bu eğer gerçekten
bireyin kararıysa ve gerçekten kendi düşüncesi sonucu bir şeye girdiyse, sonuçtan da kendisi sorumludur. Oysa bir
başkasına emanet edilen akıl sonrası, sadece ona kızıp rahatlamak çok kolay bir kaçış mekanizması. Bu bireyin iç
dünyasına, düşünceye ket vurmasıdır.
İngiltere ve Fransa arasındaki Yedi Yıl Savaşları sömürge, ticaret ve deniz gücü savaşıdır; savaş, nihai olarak Fransa’nın üstünlüğü İngiltere’ye kaptırmasıyla sonuçlanmıştır. Bu savaşın sonunda en belirgin değişimlerden biri, Fransa’nın Kanada ve Mississippi Nehri’nin doğusundaki Amerika topraklarını İngiltere’ye, batı ve güneyindeki toprakları da İspanya’ya bıraıkmasıdır. Ancak bu zorunlu bırakmadan on yıl sonra Fransa’nın büyük desteğiyle Amerika
bağımsızlığını kazandı. Bu savaşta İngiltere’nin elinden Amerika’yı koparmaya çalışan Fransa ise bu savaş nedeniyle yaptığı harcamaların sonucu girdiği darboğazı 1789 Devrimi
ile ödedi.
Halikarnas Balıkçısı babasını öldürdükten sonra cinayeti başkasının üzerine yıkmak için evdekilere kloroform koklatmıştır. Şakir Paşa Ailesi’ne hiç girmiyoruz. Ancak, Şakir Paşa Köşkü nün yazarı ve Cevat Şakir’in yeğeni olan Nermidil Emer Binark, eski İTÜ Rektörü Prof. Dr. Hikmet
Binark’ın eşidir. Mason Hikmet Binark, Necmettin Erbakan’ı akademik kariyere alan ve yetiştiren kişidir. Hikmet Binark,
mezun olduğu Feyziye Mektepleri Vakfı’nın 1973 ve 1987-1989 yıllarındaki yöneticisidir. Kardeşi İsmet Binark
Devlet Arşivleri Genel Müdürü’ydü. Türkçü İsmet Bey, Türk Ocakları’nın da yöneticisidir.
Kıbrıslı Kamil Paşa’nın kardeşi Udi-Viyolenselist Şakir Paşa’dır. Ud’a 6. bam telini ekleyen kişidir. Çok içki
içmesiyle de hatırlanıyor. Bugün Adana’da Şakir Paşa Tren İstasyonu onun ismini taşıyor, çünkü Şakir Paşa Adana Valisi’yken tren evinin önüne gelince imdat kolunu çekip iniveriyor. Eh koca vali, imdat kolunu her gün çekmesin diye herhalde, evinin önüne bir istasyon yapıvermişler
Diğer kardeş Mehmet Betil; İbrahim Betil gibi Robert Kolejli olup, İsmet İnönü ‘nün oğlu Ömer İnönü’nün karıştığı söylenen kazanın davasında avukatı Zihni Betil’dir. Feyziye Mektepli (Işık Lisesi) Zihni Betil, okulun yöneticiliğini de yapmış. Bu avukatlık döneminden sonra CHP Tokat Senatörü yapılmış.
Müzisyen çocukları Timur ve Selim Selçuk’tur. Bir zamanların Maocusu Timur Selçuk o dönemlerde gerçekten
paraya pula bakmadan konser verirdi. Samimiydi. 70’li yılların sonuna doğru Hey Dergisi’nde Artık Sadece Devrimci Müzik Yapacağım diye bir açıklaması vardı. Fransa’ da okutulan Timur Selçuk’un, Ayşegül (Betil) Hanım’ dan doğan Avusturya ve ABD’de okuttuğu kızı Hazal da babasıyla birlikte Eurovision Şarkı Yarışması’na katılmıştı. Diğer kızı
Mercan ise balerindir. Kardeşi Selim de aile geleneğinden giderek müzisyen olmuş_ Şarkıcı (Ayşe) Nükhet Ruacan’la
evliydi. Bu çiftin çocuklarının ismi ise Roksan yani Hiram Abas’ın annesiyle adaş.
Malik Yolaç’ın kızı Merve Yolaç’ın Arıklı’dan önceki eşinden olan Yasemin de Tuna Kiremitçi’yle evlenmiştir.
Hipermarketlerde, otogarlarda satılan kitapların yazarı, naylon şöhret Reklamcı Tuna Kiremitçi’yi hangi mekanizmalar
şöhret yapmıştır? Bu işleri tesadüf mü sanıyorsunuz yoksa?
Mason Ercan Arıklı ve İsmail Cem, Fransa’da okurken aynı evde kalmışlardır. Politika Gazetesi’ni birlikte çıkardılar. Ercan Arıklı, Kahraman Arıklı ve Nazmiye Halvaşi’nin oğludur. Kahraman Arıklı, Rusya’dan göç etmiş, Ardahan’a yerleşmiş zengin bir tüccardır ve altı dönem Kars milletvekilliği yapmıştır.
Ercan Arıklı daha sonra Malik Yolaç’ın kızıyla evlenir. Eski Akşam’ın sahibi olan Malik Yolaç, mason ve çok zengin bir armatördü. İş Bankası’ndan aldığı kredi karşılığı, bir günde DP aleyhtarlığından en büyük destekleyicisi haline
gelmiştir. Sonra bakan da olmuştur.
Merhum İsmail Cem’in bacanağı da Ercan Arıklı’dır. Basını bu hale getirenlerin başında yer alan merhum Ercan Arıklı’nın -evdeki tüpü patlatarak intihar eden- Eşi İnci Hanım, İsmail Cem’in eşi (Kadriye) Elçin Hanım’ın kardeşiydi. İsmail Cem’in ve Ercan Arıklı ‘nın kayın pederi Razi Trak’tır. Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanlığını uzun yıllar yapan, Kazım Taşkent’in sahibi olduğu Yapı Kredi
Bankası Yönetim Kurulu Üyesi, Priştineli (Halit) Razi Trak, Ali Şen’i FB Başkanı yapan da kişidir.
Vehbi Koç, 1956’da ABD’ de Henry Ford’la görüşürken yanında Bernar Nahum ve Kenan İnal vardır. Bu görüşmeyi ayarlayan Kenan İnal, Azra İnal’ın eşidir. Kenan İnal, az bilinen ancak oligarşinin önemli bir noktası olan Propeller Club Başkanlığı da yapmıştır.
İlanda ismi geçen (İhsan) Azmi Ersoy yani Karikatürist Ali Ulvi’nin oğlu, İsmail Cem’in yeğeni basına şöyle yansımıştı:

Çilingiroğlu sigortacıymış
Süleyman Kaya Çilingiroğlu, Azmi Ersoy adlı bir kişinin polise verdiği istihbarat nedeniyle gözaltına alındı. Kokain kullandığı suçlamasını Emniyet’teki sorgusunda kabul etmeyen Kaya Çilingiroğlu, mesleğinin sigortacılık olduğunu söylüyor. Uyuşturucu kullanmadığını ancak uyuşturucu satıcısı Azmi Ersoy’u gıyaben tanıdığını belirtiyor.
(Akşam, 16.02.2004)
Kardeşi Tarık Ersoy da Cumhuriyet muhabiridir.

Robert Kolejli Engin Cezzar, Robert Kolejli İsmail Cem (İpekçi)’nin dayısının oğludur. Gümüşsuyu’ndaki dairesine çıkmak için tek kişilik asansör yapcıracak kadar benmerkezci birisi. ABD dönüşü hiçbir deneyimi olmadan, bir başka erguvani olan Muhsin Ertuğrul tarafından Hamlet oynatılacak kadar da torpillidir.
Dayı Mehmet Seha Cezzar’ın babası Hüsnü Cezzar ve eşi Leyla Cezzar Selaniklidir ve Bülbülderesi Mezarlığı’na gömülmüştür. Hüsnü-Leyla Cezzar çiftinin çocuklarından Şerife Rikkat Hanım, İsmail Cem’in annesidir. Abdi İpekçi, İsmail Cem’in kuzeni olur. Mehmet Seha Cezzar’ın eşi Fatma Hanım Şamlı Ailesi’ne mensuptur. Fatma Hanım’ın kız
kardeşi Afet Hanım ise Operacı Leyla Gencer’in kaymvalidesidir.
Mehmet Seha Cezzar’ın kızkardeşi Aliye Şehnaz Cezzar, Cumhuriyet’in köşe yazarı merhum Ergun Balcı’nın annesidir. İsmail Cem’in kuzeni İnci İpekçi de Yazar Erdal Öz’ün kayınvalidesidir. Hayatı boyunca sadece Cumhuriyet’te çizen merhum Karikatürist Ali Ulvi de İsmail Cem’in ablasıyla evliydi. Cumhuriyet’re dış politika yazan merhum İbrahim Çamlı, İsmail Cem’in kuzenidir; Aşiyan’a gömüldü.
İbrahim Çamlı daha önce Kazım Taşkent’in sahibi olduğu Hayat’ta çalışıyordu.
İnci İpekçi aynı zamanda Güher ve Süheyl Fansa’yla kardeş çocuğudur. Cemil İpekçi ve Özdemir Erdoğan da bu ailelerin akla getirdiği diğer isimler. Engin Cezzar’ın babası Feyziye Mektepleri Vakfı ”nın ilk kurucularındandır.
Çok bilinen bir şarkı olan Hatırla Sevgili Muhlis Sabahattin’in bestesidir.

Hatırla sevgili o mesut geceyi
Bana sen öğrettin, bu aşkı sevdayı
Çamlıca yolunda verdiğin buseyi
Ne çabuk unuttun beni sen hercai
Beni mecnun ettin sende olasın
Aşkımı inkar edersen Allah’tan bulasın

Muhlis Sabahattin, Abdülaziz’in Baş Mabeyincisi Hurşit Bey’in oğludur.

Mustafa Faik’in en küçük oğlu Prof. Dr. İlhan Öztrak.
Eski okuyucular hatırlar; darbeler sonrası bu bakanları nereden bulurlar diye merak edip, kimlerin bulunmaz Hint kumaşı olarak bakan seçildiklerini araştırmıştık. İsviçre’de okumuş. 12 Mart’ta bakan yapılıyor, sonra Korutürk döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Evren’le birlikte yeniden Bakan sonra Evren Cumhurbaşkanı olunca yine
Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri. Kalifoniya’da okuyan oğlu Kemal ise İlkay Kutlu’yla evlenir. İlkay Kutlu’nun, annesi Ayla Kutlu, ilk eşinin ölümünden sonra Cumhur Asparuk’la evlendi. Cumhur Asparuk yani eski Hava Kuvvetleri
Komutanı ve devleti yöneten MGK’nin Genel Sekreteri.
Mehmet Ali Bayar, büyük gürültüler koparılarak ABD’ den getirildi, parti başkanı yapıldı. Hatta Kemal Derviş
ve İsmail Cem’le birlikte triumvira olarak toplantılara katıldı. Demirel’in adamıydı, basın alladı süsledi, büyük destek verdi; ama bu kez olmadı. Mehmet Ali Bayar operasyonu tutmadı. Babası Nuri Bayar, AP’ den bakanlık yapmıştı. Dayısı da Menderes’in meclis başkanıydı. Bütün erguvani özellikleri tamdı, ama olmadı. Her zaman olmuyor; ama mutlaka
deniyorlar
Yakup Kadri’nin halasının oğlu Karaosmanzade Kani Bey de Tevfik Fikret’in yeğeniyle evlenmiştir. Kani Bey,
1918’de Manisa’da İstihlas-ı Vatan Cemiyeti isimli partiyi kurmuştur. İstihlas, bir şeyin iyi olmasını istemek demek. Bu parti daha sonra İzmir’deki Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne katılmış. Partinin diğer kurucusu Eczacı Rıza Bey ise Ferit (Eczacıbaşı) Bey’le birlikte 1923’te -Ertuğrul Özkök’ün bir
cemaat takımı olarak kurulduğunu açıkladığı- Altınordu’yu kuranlar arasındadır.
İdeolojik olarak kuşkusuz bir modernleştirici, ama kadınlarla ilişkisi hep sorunludur. Zor şartlarda yetişmesinden mi, fiziksel dezavantajlarından mı bilinmez ama kadınlarla bir gerilim yaşadığı kesindir. Ağaoğlu Ahmet’in evinde ayaklarına kapanan üç çocuğunun annesini o anda terk edecek kadar acımasız olabiliiyor. Diğer yandan da kadınların cinselliğine dair çok cüretli bir kitap olan Bir Zanbağın Hikayesi ni de yazabiliyor. Kadınların cinsel ve erojen bölgelerini çiçeklere benzeterek yazdığı kitabı yüzünden sekiz ay hapis cezası alıyor, Bahriye’den atılıyor. Kitap sonrası, kitabını okuyan bir kadınla mektuplaşarak, İzmir’de bir köşke
içgüvey olarak evleniyor. Ondan da boşanıyor ve sürüklenmeye başlıyor. Kimliği, yaşadığı toplum, düşünceleri hep
çatışma içindedir.
Parasız kaldığı yıllarda Yakup Kadri (Karaosmanoğlu) ve Falih Rıfkı (Atay) tarafından İsmet Paşa’ya başvurulmuş ve maaş bağlatılmıştır.
Mehmet Rauf’un Eylül’ü Türk Edebiyat’ında ilk psikolojik roman olarak kabul edilir. Eylül aynı zamanda,
Mehmet Rauf’u anlamak için, hayatından, kişiliğinden haberdar olmak için de bir rehberdir. Eylül’de birbirlerini severek evlenen Suat ve Süreyya, ekonomik zorluklar nedeniyle Süreyya’nın babasının yanında yaşamak zorunda kalırlar.
Küçük bir memur çocuğu olan Mehmet Rauf da Tevfik Fikret’in halasının kızı Ayşe Sermet’le evlendikten sonra Tevfik
Fikret’le Rumelihisarı’ndaki yalıda birlikte oturur. Mutasarrıf Hüseyin Efendi’nin oğlu Tevfik Fikret de dayısı olan Trabzon Valisi Mustafa Bey’in kızıyla evlenerek büyüdüğü eve iç güveyi olmuştur.
Tevfik Fikret’i çok severiz, ama bu Tevfik Fikret’in de bir erguvani olduğunu söylememize engel değil.
Şaire Nigar Hanım’ın üç oğlu var: Salih Münir Nigar, Feridun Nigar ve Salih Keramet Nigar. Devletin Paris’te
okuttuğu 102 yaşında ölen Salih Keramet Nigar, Abdülmecit’in Katibi ve Genel Vekili’dir. Salih Keramet ağabeyleri
gibi Galatasaray’da okumuş. Tevfik Fikret lisenin müdürüyken Salih Keramet’i müdür yardımcısı yapmış. Nazım Hikmet’in de öğretmeni olmuş. Tevfik Fikret’in görevden alınması üzerine Salih Keramet de protesto amacıyla görevini bırakıyor. Salih Keramet’in Tevfik Fikret üzerine yazılmış kitapları var.
Bülent Ecevit, Robert Kolej’ de okurken yatakhanede değil kendisini çok seven Feridun Nigar’ın evinde -sembolik
bir paraya- kalıyor
Eğer Haluk yüzünden Tevfik Fikret’i suçluyorsanız o zaman Mehmet Akif’in oğlu Emin’in uyuşturucudan öldüğü
ve cesedinin çöp bidonunda bulunduğu trajedisiyle de yüzleşmeniz gerekir. İkisi de yanlıştır.
Bize yine tutucu diye anlatılan Ahmet Cevdet Paşa’nın kızlarından Fatma Aliye’nin -üstelik daha yaşarken hayatını Ahmet Mithat Efendi yazmıştır. Şaire Nigar’ın en yakın arkadaşlarından Fatma Aliye’nin (Faik Paşa’nın eşi) kızlarından birisi (Zübeyde İsmet Faik) rahibe olmuş ve öyle de ölmüştür. Ömrünün son yıllarını da İbraniceye vakfetmiştir.
Haluk yüzünden Tevfik Fikret’e saldıranlar bu bilgiden büyük oranda haberdar değildir ya da görmemezlikten
gelirler. Cevdet Paşa’nın muhafazakar olduğu iddiası tarihin en ciddi yalanlarından, dezenformasyonlarından birisidir.
Orhan Pamuk’un Kara Kitap ının içinden bir bölüm olan daha sonra da senaryosunu da yazdığı filme de çekilen
‘Gizli Yüz de ne anlatmak istediği de hasidizmde gizli. Hasidizm 18. Yüzyılda ortaya çıkan bir akım. Luria Kabalası’na
dayanıyor. Devekut kavramını merkeze alıyor. Devekut, Tanrı ile birlikte olmak. demek. Çok sofu ve tutucu bir Yahudi inancı özetle.
Masonlara göre, masonluk dışındaki dünya karanlıktır ve masonluğun amacı kişiyi ışığa ulaştırmaktır. Masonlukta ışık
kavramının çok özel bir önemi vardır ve onlar, mason kardeşlerini masonik ziyaya ulaştırmayı amaçlarlar. Masonik ziya ebedi ziyadır yani ölümsüz, kalıcı bir ışıktır ve bir mason ebedi ziya ile nurlanır. Masonlann (Hür ve Kabul Edilmiş Masonların) İstanbul’daki binası da Nur-u Ziya Sokak’tadır. Yani bu sokağa
kendi öğretilerinin ana kavramını isim olarak verdirmişlerdir.
İbranice karça sözcüğünün anlamı da soğuk. Bizim bildiğimiz, kullandığımız kar sözcüğü buradan geliyor olabilir.
Orhan Pamuk’un Kar romanında Lacivert olarak kodladığı, katil olarak gösterdiği İslamcı tipolojinin lacivertliği de buradan geliyor. Bektaşilikte mavi, Muaviye’nin ve Yezid’in rengi olarak lanetlenmiş bir renk. Bektaşilere göre kırmızı Ali’nin; beyaz, Hz. Muhammet’in; siyah ise Fatma’nın rengi.
Gematria’nın çıkışı kısaca bu.
Mistik genel olarak, zahiri değil batıni olanlardan anlamlar çıkanr ve Tanrı’yı böyle kavrar. ona böyle ulaşmaya çalışır. Bu ulaşmada derece derece, hamlıktan pişkinliğe giderek, kemale ererek olur. Bu Kabalacı için, Adam Kadmon’a yani mükemmel insana ulaşmaktır. Simyanın
batıni anlamı olarak da bu aşamalar siyah, beyaz ve kırmızı renklerdir. Orhan Pamuk’un kitaplarının ismi buradan geliyor diye 2001 yılında açıklamıştık.
Kanuni Sultan Süleymanın ve Hürrem Sultan·ın (Roxelane) oğlu, ll. Selim ya da Sarı Selim adına Mimar Sinan sorumluluğunda emekçilerin yaptığı Selimiye Cami’in Hünkar Mahfili’ndeki çini bezemelerin arasına Sinan’ın
gizlice hat yazısıyla Muhammed ve Ali diye dört defa yazdırmasına ve bunun yüzyıllarca anlaşılamamasına
baktığımızda ll. Selim gerçekten Cihan Sahibi midir yoksa adına yapılan cami’nin içine inançlarını yansıtan bezemeleri
açıkça yaptıramayacak kadar Sünni/Hanefi ulemadan çekinen ve inançlarını bile ifade edemeyen birisi midir?
Sinan’ın kuşkusuz il. Selim’in bilgisi dahilinde, Selimiye Cami’inde ebced hesabıyla mimari oranlar kurması ve
bunu da gizli yapması ne kadar dramatiktir. Ali ismi ebced
hesabıyla 110, Allah da ebced hesabıyla 66 sayılarına karşılıktır. Selimiye’de kubbe yüksekliği Ali’nin 12 katı yani
12 #215;110’dur ve elbette bu 12 de Bektaşiliğin ünlü simgelerinden 12 imam’ı temsil etmektedir.
Batıni inancın yani zahiriye değil, görünenin ardında olana bakmanın en temel yollarından birisi gematria’dır.
Gematria, bir kelimeyi oluşturan harflerin sayısal değerlerini toplamak demektir. Arapça ve İbranice, diğer bazı alfabelerde her harfin bir sayısal değeri vardır. İslami mistisizmde, tasavvufta gematria’nın karşılığı ebced hesabıdır. Bir kelimeyi sayıya çevirirsiniz. bu sayının da bir anlamı olur; böylece bir kelime açık anlamından çok daha farklı anlamlara
da gelir. Gematriası, ebcedi aynı olan kelimeler birbiri yerine de kullanılabilir. Bizde daha çok ebced hesabıyla tarih
düşürmekten bilinir. Ebced hesabında harflerin sayısal değerleri Arap Alfabesi’ndeki sıraya göre değil İbrani Alfabesi’ndeki sıraya göredir çünkü kaynağı da orasıdır.
Mesih’in İbranicesi olan Maşiah, İbranicede yağlanarak kutsanmış demektir. Mesih’in David’in soyundan
geleceği açıktır ve bu yüzden David’in soyu yağla kutsanmıştır. Bu yağ da zeytinyağıdır ve zeytin ağacı David’in soyunun, ailesinin simgesidir. Osmanlı Bankası’nın simgesi bu yüzden zeytin ağacıdır. Kabalacılık, Masonluk, Bektaşilik ve Mevlevilik kısaca Batıni olan bütün bu yaklaşımlar arasında inanç, simge ve ritüel benzerlikleri vardır.
Einstein Tanrı zar atmaz demişti; bu düzen de bu oligarşi de zar atmaz.
Devletçilik politikası özellikle 1929 Dünya
İktisat Buhranı sonrası zorunlu olarak benimsenmiştir. Cumhuriyet’in iktisadi bağımlılık politikası izlediğinin en iyi
örneği Chester Projesi’dir.
8 Nisan 1923’te Meclis tarafından onaylanan antlaşmaya göre Amerikan Chester Grubu, üç liman yapacak,
4440 kilometre demiryolu döşeyecekti. Bunun karşılığında ise demiryollarının yanındaki kırk kilometrelik şeritteki
bütün yeraltı zenginlikleri 99 yıllığına, vergi kolaylıkları hatta imtiyazları da sağlanan bu gruba geçecekti. Bu imtiyazlı ve iktisadi bağımlılığın açık göstergesi olan projeye İngilizler ve
Fransızlar Lozan’da taş koymuştu.
İhtida etmek, doğru yolu bulup hidayete ermek ve başka dinden çıkıp İslamiyeti seçmektir. İhtida edenlere erkekse
mühtedi, kadınsa mühtediye deniyor. Mesut Yılmaz’ın babaannesinin nüfus kağıdında ilk isim olarak Mühtediye yazmasının nedeni budur.
Servet-i Fünun’u elli dört yıl çıkaran Ahmet İhsan Tokgöz; medyanın mümtaz siması, kerameti kendinden
menkul dilcisi, Okan Bayülgen’in şov partneri, kadın ismiyle de köşe yazıları yazan Hakkı Devrim’in eşinin dedesidir.
Hakkı Devrim’in yazılarında sürekli övdüğü semti Yeşilköy’dür. Bu övgü, Hakkı Devrim’in de oturduğu, Ahmet İhsan Tokgöz’ün köşkünün bu semtte olmasından ileri gelir.
Babası Tapu Müdürü olan Hakkı Devrim’in oğlu da -armut dibine düşermiş misali- Berrin Cankat ismiyle Milliyet’te yazıyordu. Cankat , Hakkı Devrim’in oğlu Serdar Devrim’in annesinin kızlık soyadıdır. Bu baba-oğlun kadın
ismiyle dedikodu yazmalarının nedeni bizim ilmimizi aşar.
Serdar Devrim, Bülent Tanla’nın sahibi olduğu anket şirketinin müdürüydü. Hürriyet’te dış haberler müdürlüğü,
köşe yazarlığı gibi unvanları da var.
Servet-i Fünun’u çıkarma fikri her taşın altından çıkan Recaizade Mahmut Ekrem’den çıkar. Tevfik Fikret’i elinden tutup Servet-i Fünun’a götüren de Recaizade Mahmut Ekrem’dir. Sonra da Tevfik Fikret’i Erguvaniler Edebi Merkezi Servet-i Fünun’un başına geçiren de Recaizade’dir.
Celal Sahir, Fecr-i Ati (Geleceğin Aydınlığı) adlı edebiyat akımına mensup. Eski sanat anlayışını yıkıp yerine Batı
değerlerinden beslenen bir sanat yerleştirmek istiyorlar.
Yayın organları Servet-i Fünun’dur (Fenlerin Zenginliği). Önce doğa bilimleri alanında yayın yaptığı için bu isimle çıkıyor, sonra edebiyata dönüyor.
Tesadüf, zorunluluğun bir görünüş biçimidir ve zorunluluğun yasasını
içinde gizler.
Ancak, unutulmamalıdır ki zorunluluk temel, tesadüf ise ikincildir. Zorunluluk içseldir, tesadüf ise dışsal
Arabesk nedir diye düşünmüştünüz: Şebboy sesli bir cümbüş, eza içinde; Eşitlik midir komedya, içtenlik mi,
Erdem diye benimsenmesi mi fırsatsızlığın?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir