İçeriğe geç

En Alttakiler Kitap Alıntıları – Günter Wallraff

Günter Wallraff kitaplarından En Alttakiler kitap alıntıları sizlerle…

En Alttakiler Kitap Alıntıları

Birleşik Amerika’daki besin uzmanları sık sık bu tür restoranlara giden çocuklarda, artan bir saldırganlık, uykusuzluk ve korkulu düşler görüldüğünü saptamışlar. Nedeni şu: Bu tatlımsı çabuk yemek, vücuttaki Thiamin adlı maddenin azalmasına yol açıyor, bu da Vitamin B1 değerinin düşmesine ve sinir sisteminin zayıflamasına neden oluyormuş.
Görevim, masalarda bırakılan yemek ve paket artıklarını toplamak, masaları silmek. Elime iki bez tutuşturuluyor. Biri masaları silmek için, öteki de kül tablalarını. Benden beklenen hızlı tempoyla iki bezi birbirinden ayırt etmem her zaman mümkün olmuyor. Ama buna kimsenin aldırdığı yok; zaten sık sık aynı bezlerle tuvaletleri temizleme gereği de doğuyor.
Sermaye, beklediği kâra göre küstahlaşır.
Öyle derlermiş;
Yedi yıl bereket,
Yedi yıl felaket.
Hayvanlar üzerindeki tıp denemelerine son!
Onların yerine Türkleri kullanın!

Duisburg / Duvar Yazısı

Dünyada her güzel şey parayla alınmaz ki
İnsanların birbirlerini doğru dürüst tanıyamadığı bir toplulukta dayanışma yerine karşılıklı güvensizliğin,çekingenliğin yeşereceği açık.
Düşünmeyi de eşeklere bıraksan iyi edersin.
Bir ara Yüksel ciğerleri sökülürmüşcesine bir öksürük nöbetine tutuyor.
başımıza dikilen Thyseen’li ustabaşıdan bir korunma maskesi istiyor.
size verecek maskemiz yok, ama demir tozu İyidir kan yapar sonra ekliyor yeterince demir tozu yuttun mu göğsüne bir mıknatıs yerleştirirsen yere düşmez

Yüksel’in pek şakadan anlayacak hali yok. Daha sonra bir ara postabaşına soruyor mıknatıs hikayesinin doğru olup olmadığını Etraftaki Almanlar gülmekten kırılıyor lar aptal Türk diye.

Haftada en az bir kere oksijen bölümüne gönderiyoruz Orada sürekli birikip kalan tozu temizliyoruz 50 veya 57 metre yükseklikteki her tarafı kapalı bölmelerde makinelerin üzerindeki tozu basınçlı hava hortumları ile püskürtüp yere inmesini bekliyoruz yerde zaten 1 santimetre ile 3 santimetre 6 yükseklikte birikmiş olan kalın toz tabakası ile birlikte bunlara da bir araya süpürüyor el arabaları ile dışarı taşıyoruz.

Toz bulutları olduğu gibi ciğerlerimize solunum borularımıza çöküyor.
Bu toz yüksek oranda kurşun içeriyor Ayrıca manganez ve titan gibi son derece tehlikeli maddelerle tabii çok miktarda ince demir tozu da var içinde

“Kasklarda öyle: ya para verip kendin satın alacaksın, ya da şansın varsa atılmış eğri büğrü bir kask bulup kafana geçireceksin. Alman işçilerin kafaları anlaşılan yabancılarınkinden daha ‘korunmaya değer’ olarak görülüyor. Usta başı Zentel, iki defa kafamdan kaskımı çekip aldı, kaskını getirmeyi unutmuş Almanlara verdi.!”
“Hitler dönemi Almanyası dışında şimdiye kadar başka hiçbir yerde ve hiçbir zaman insanlardan sabun yapılmadıysa, (Toplama kamplarında öldürülen insanların kalan değeri, ceset başına yağ ve kemiklerden elde edilen 11,50 mark olarak hesaplanıyordu) bunun nedeni bazı kaygılar değil,insan cesedinden sabun yapmanın o kadar kârlı olmamasındandır.”
Onların hem bedenlerine, hem de zamanlarına hükmedebiliyor!
Her şey onların insafına, daha doğusu insafsızlığına terk
edilmiş.
Sanki birileri ruhunu çalıp götürmüşler.
Yaşayacaksın da ne olacak! Böyle boktan bir hayat olduktan sonra!
Baksana sen, toplama kamplarını icat eden kim?
Yanıtını yüksek sesle yine kendisi veriyor: İngilizler!
Sorun bir şeyler öğrenmek değil, bir şeyler yapmak!
Düşünmeyi de eşeklere bıraksan iyi edersin, ne de olsa onların kafaları daha büyüktür.
Bizim demokrasi olarak adlandırdığımız bu sistemde bir ırk ayrımcılığı yaşanıyor.
Toplumun maskesini indirmek için maske takmak zorunlu oluyor. İnsanların ve kurumların gerçek yüzlerini görebilmek için insanın kendi gerçek yüzünü saklaması gerekebiliyor.
Bir ayrıcalık dışında Tanrı’nın hizmetkârlarının kapı dışarı ettiği, Bagvan müritlerinin yarı alayla tepeden baktığı Ali, şunun şurasında yalnızca “adam yerine konmak” istiyor.
Tıklım tıklım dolu bir otobüste, yanındaki yerin boş kalması insanın içini sızlatıyor.
Tıklım tıklım dolu bir otobüste, yanındaki yerin boş kalması insanın içini sızlatıyor.
Tuhaf insanlar şu Almanlar! Paraları var, diye her şeyi satın alırız, sanıyorlar. Dünyada her güzel şey parayla alınmaz ki. Almanların cüzdanları şişkin ama, ne yazar! Gönülleri çorak olduktan sonra!
Eskiden çalıştırdıkları kölelere daha çok değer verirlerdi. Ne kadar yaşarlarsa, onlardan o kadar yararlanırız diye. Bize kimsenin aldırdığı yok. İstersen mahvol, geber! Nasıl olsa bu işleri yapmaya dünden razı olan yeteri kadar işsiz var.
toplumun maskesini indirmek için maske takmak zorunlu oluyor.
Adler, sınır tanımayan, insanlığı hiçe sayan sömürü sisteminin binlerce, onbinlerce yardakçısından ve çanak yalayıcısından yalnızca biri.
Hitler dönemi Almanyası dışında şimdiye kadar başka hiçbir yerde ve hiçbir zaman insanlardan sabun yapılmadıysa (Toplama kamplannda öldürülen insanların kalan değeri, ceset başına yağ ve kemiklerden elde edilen 11,50 mark olarak hesaplanıyordu) bunun nedeni bazı kaygılar değil, insan cesedinden sabun yapmanın o kadar karlı olmamasındandır.
Denemesi yapılan maddeler, hasta insan­ lara şifa getirmesi beklenen ilaçlar denenir. Amaç, eski ilaçlann piyasaya ikinci kez sunulması için yeni isimler altında pazarlan­ması, piyasadaki satışlannın artınıması ve reklam kampanyaları çalışmalarının yürütülebilmesi. Aslında bütün sorun, hemen hepsi aynı hammadde temdine dayanan piyasadaki 100 ilaca, tümüyle gereksiz olan 101 bir ilacı katabilmek.
Sermaye, beklediği kara göre küstahlaşır
Yüksek fırında meydana gelen bir kazada bir işçinin nasıl korların ortasına düşüp, bir anda bir yumak ateş haline geldiğni anlatıyor. Geriye birşey kalmadığı için, alev alev korlardan küçük bir parça alıp onu vermişler yakınlarına, gömsünler diye. Aslında ölen işçinin vücudu çelige karışmış.
teneke levhalar biçiminde preslenmiş; kimbilir, otomobil yapı­mında mı kullanıımıştır, tava, tencere mi olmuştur, yoksa bir tank parçası mı
Gerçek yeri yurdu neresi, kendisi de pek bilmiyor. Sanki birileri ruhunu çalıp götürmüş; öyle geliyormuş ona.
Bir an fırlayıp kaçmayı düşünüyorum. Ama dışarısı da polis dolu. Ateşli oyuncakları seven biri, arkadan vurmaya kalkabilir.
Yılmaz G. anlatıyor:Remmen’in kok kömürü fabrikasında çalışan kiralık işçileri de ücrellerinden hiç memnun degillerdi. Başka firmalardan gelen işçilerin hepsi daha yüksek ücret alıyordu. Duisburg’da bir istimilak firmasından gelen işçiler bile Remmert’in adamlarından üç buçuk mark daha fazla saat ücreti alıyorlardı.
Ben (Ali): Fıkrada gölünecek ne var, anlamadım. Yahudi fıkralarının da neresi gülünç (Alfred’e) Siz Almanlar oiye hep başka insanlarla uğraşırsınız sahi? Sizde öyle kendinize özgü mizah yok, galiba?
Alfred (Öfkeleniyor): ‘Onu keyfimiz bilir! Bizim işlerim ize de burnunu sokmaya kalkma; sonu hiç iyi olmaz’. (Hınzırca ekliyor): »Doktor Mengele’nin adını duymşsundur? ..
Ben(Ali):’Hani o toplama kamplarındaki katil doktor’.
Tuhaf insanlar şu Almanlar! Paraları var, diye her şeyi satın alırız, sanıyorlar.
Dünyada her güzel şey parayla alınmaz ki. Almanlann cüz­danlan şişkin ama, ne yazar! Gönülleri çorak olduktan sonra. Adam köpürüyor, ille AIi’nin damarına basacak: »Haydi oradan! Sizin O Anadolu’dan gelme kadınlan üste para versen de almam zaten! Pis kokularma kim dayanır onlara.
Öyle degil mi? Bu iş sizin oralarda da ucuz olsa gerek! Bir keçi fiyatına bir kadın kapatabiliyormuşsun! Duymamış gibi başka tarafa bakıyorum.
Alman işçilerin kafaları anlaşılan yabancılannkinden daha korunmaya deger olarak görülüyor. Ustabaşı Zentel, kafamdan kaskımı çekip aldı, kaskını getirmeyi unut­muş Almanlara verdi.
Ama bu daha bir şey değil. Eline basınçlı bir hava püskürtücüsü tutuşturuyorlar. Makinalann aralanna sıkışmış, üstlerine yapışmış parmak kalınlığındaki tozları sökecegiz. Daha ilk saniyelerde ortalık öyle bir toz duman oluyor ki, burnunun ucunu göremiyorsun. Havaya kalkan yoğun toz bulutunu içine çekmekle kalmıyorsun, çiğniyor, üstelik de yutuyoısun. Bogulacaksın. Her soluk alma , başlı başına bir işkence.
Remmert firması da Thyssen işletmelerine. Sözünü ettigi çalışma koşul­larınk ve sömürü yöntemleri, anlatılınca inanılacak gibi değil.
Sanki kapitalizmin o ilk, en karanlık döneminden öyküler anlatılıyor.
İnsanlar daha hayattayken bir ceset, yeryüzünden kovulması gereken bir artık durumuna düşürüıüyorlar.
Yaşamakta olanları bile sômürdükten sonra Öteki dünyaya yolculuk için dolaptan bayramlık koyu renkli takım elbisesini çıkarıp sırtına geçiriyor.
Ama öyle sıradan bir Türk işçisinin başvurusu, yeniden bir üstün ırk oluşturmaya soyunan bu heveslilerin önyargı sistemini ele vermeye yetiyordu.
‘Oysa açık komün yaşamı, Bagvan hareketinin başlangıcında yeryüziinün birçok ülkesindeki orta ve üst tabaka aydınları için oltadaki yem işlevini görmekteydi.
Ben bu adamı (Hitler’i) seviyorum. Bir çılgındı. evet. Ama ben ondan da çılgınım. Hitler generallerin söylediklerine değil, falcıların söylediklerine kulak vermiş. Yine de beş yıl art arda zaferden zafere koşmuş. Ahl!k açısından Mahatma Gandhi ile ölçülebilir. Hitler, yaradılışı bakımından Gandhi’den de fazla bir hint fakirine benzer. Bir caziz di Hitler
Katalik kilisesine ‘özel’ ilgimin nedenleri, belki de kendi özgeçmişimde yatıyor: Daha beş yaşında bir çocukken, gerek­siz yere ve de üstelik zorla, insana utanç duygusu veren bir ‘vaftiz ayinine’ katlanmak zorunda kalmıştım.
Askerıerın onayladığı bır parlamento. Demokrat partiler Siyasal incilerini dökmeye devam ediyor.
Ama Türkiye’de şu sırada demokrasi degil de askeri rejim var diyorum.
Bunlar boş laf hep! Her millet, hak etti rejimle yönetilir. Parlamenter bir demokrasi için henüz olgunlaşmamış milletler de vardır elbette. diyor rahip
Daha pratik bir yandan yaklaşmayı deniyorum. Vaftiz kuma­smda buz tutmuş suyu gösteriyorum: Biraz antifriz atsanız içine. Suya eldeğdirip haç çıkarmak kolaylaşır
Aracı firma olmadan başlanıp bitirilen büyük inşaat projesı yoktur. Büyücek inşaatlar için oluşturulan, ARGE adı verilen şirket grupları, mutlaka taşeron firmalardan yararlanırlar. Aracı firmaların çalışmadığı tek bir büyük bina gösteremezsiniz
çişten daha kötil kokan nedir, biliyor musun? Çalışmak herhalde! diyor arkadaşı.
Öteki, tuvaletin kapısından gürlüyor: Yo, Türkler Helada işini görürken nereden geldiğimi soran bir Alman da Çıkıyor. Türk’üm deyince benim duygularımı paylaşmaya çabşıyor. Hep aynı şey, bizim bokumuzu sizlere temizletiyor·lar. Aynı işi görecek bir Alman inşaat işçisi bulamazlar çünkü.
Bu insanların sırtından milyarlar vuran köle tacirleri çoğunlukla cezadan kurtulmalarını sağayan politik bir mekanizma tarafından korunuyorlar. Yasalar son derece yetersiz kalıyor.
Yalnız inşaat sektöründe çalışanların kaçak işçi sayısının iki yüz bin dolayında olduğu sanılıyor. Çoğunluğu Türkler oluşturuyor; araIarında Pakistanlılar, Yugoslavyalılar ve Yunanlılar da var. Bu sayı, her yıl on milyar mark dolayında yergi ve sosyal prim kaçırılması anlamına geliyor.
MeDonald’s restoranlanna giren kimi müşteriler de yemekten mideleri bulana­rak çıkıyorlar. Bir keresinde üzerine bir şeyler çiziktirilmiş bir kağıt peçete bulmuştum: MeDonald’s Kus kusabildiğin kadar! .. yazılıydı. Bu da ilk kez geliyor başıma Yukandaki delikten giren, aşağı delikten çıkandan daha berbat!
Benden beklenen hızlı tempoyla iki bezi bir birinden ayırt etmem her zaman mümkün olmuyor. Ama buna kimsenin aldırdığı yok; zaten sık sık aynı bezlerle tuvaletieri temizleme gereği de doğuyor. Eh, sindirim sistemi de böylece dolaşımını tamamlamış oluyor. İçim bulanıyor.
Hepsinin üzerinde McDoflaJd’s yazılı. Hani bir bizleri de ızgaraya dizmedikleri kalıyor. Pantolonum cepsiz.
Kazara bir bahşiş aldıgımda, parayı tutan elimi, olmayan cebime atıyorum.
Türkler, kendile­rini kabul ettirebilmek için bazı konularda aIışkanlıklarını terk ediyorlar. Yine de görünmez duvarlar kalıyor.
Tıklım tıklım dolu bir otobüste, yanındaki yerin boş kalması insanın içini sızlatıyor.
Kendisini becerikli, üstün, kalıcı ve adil sayan bir toplumun asıl yüzünü, onun dar görüşlülüğünü ve buz gibi soğuk yarınları yaşadım.
Toplumumuzda dilsiz bırakılan yabancıların konuşmak zorunda kaldıkları, Tarzanca adı verilen yarım yamalak Almanca da pek sorun olmadı.
Toplumun dışladığı bir azınlıktan, en alttakiler den biri olmak için fazla çaba göstermeme bile gerek yoktu.
”Biz her şeyi yaparız ” aslında kapitalizmin parolasıdır. Yalnız buna bir şey daha eklemek gerekiyor; Biz, kâr getiren her şeyi yapmaya hazırız, biçiminde. Hitler dönemi Almanyası dışında şimdiye kadar başka hiçbir yerde ve hiçbir zaman insanlardan sabun yapılmadıysa bunun nedeni bazı kaygılar değil, insan cesedinden sabun yapmanın o kadar karlı olmamasındandır.
İnsanların ve kurumların gerçek yüzlerini görebilmek için insanın kendi gerçek yüzünü saklaması gerekiyor.
Kendisini becerikli,üstün,kalıcı ve adil sayan bir toplumun asıl yüzünü,onun dar görüşlülüğünü ve buz gibi soğuk yanlarını yaşadım.
Alman gazeteci Günter Wallraff, 1983 yılında sıra dışı bir iş yapmaya karar vermişti. Kılık değiştirip 2 yıl boyunca Türk işçisi Ali Levent Sinirlioğlu takma adıyla işçi olarak çalışacak, böylece göçmen işçilerin çalışma şartlarını yakından görmüş olacaktı.

Küçük ve kısa süreli işlerin dışında McDonald’s ve Thyssen gibi büyük işletmelerde de iş bulacak, ilaç geliştirme laboratuvarında üzerinde ilaç denenen insanların arasında yer alacak ve göçmen işçilerin yaşam koşullarını “En Alttakiler” isimli kitabında anlatacaktı.

Siyah bir peruk ve lens taktı. Türk bir babanın Yunanistan’da büyüyen oğlu olarak Türkçesinin az olduğunu söyleyecekti. Ve gazeteye ilan verdi. “Sağlam ve yapılı yabancı işçi iş arıyor. Ağır ve pis işlerde çalışırım. Ücret önemli değil.” İlk bulduğu işlerden biri inşaat işiydi:
“Bir inşaat firmasında işe başlıyorum. Bana buyrulan ilk iş, öteki işçilerden farkımı ortaya koyuyor. Öyle ya yerimin neresi olduğunu başından bilmeliyim! Tuvaletler temizlenecekmiş! Görevim işçilerin kullandığı en az 1 haftadır tıkalı olan tuvaletleri temizlemek…
Dizlerime kadar dışkının içerisindeyim.
Şef bağırıyor:
‘’Kovayı küreği al, temizle şurayı fazla sallanma.’’ İçeride inanılmaz bir koku var, işin sırf eziyet olsun diye verildiği belli. Ustabaşına gidip boruların tıkanık olduğunu, tesisatçıların girmesi gerektiğini söylüyorum.
Bana ‘’Sen işine bak, düşünmeyi eşeklere bıraksan iyi edersin, ne de olsa onların kafaları daha büyüktür’’ diyor. Pekala! Elimde kova-kürek tuvalet temizlerken girip çıkanlar da oluyor. İki Alman laflıyor: ‘’Hep aynı, bizim bokumuzu sizlere temizletiyorlar.’’
Wallraff, çiftliklerde, fabrikalarda, madenlerde çalışmaya başlamıştı. Bir ara çalıştığı iş yerine ziyarette bulunan Bavyera Başbakanı Strauss’la bile tanışmış, siyah peruğu ve lensiyle kendisini Ali Sinirlioğlu olarak tanıtmıştı.

1983 yazında Berlin’de oynanan Almanya-Türkiye maçını izlemeye gitmiş, burada ırkçılığa maruz kalmış, saçlarına sigara atılmış, başından aşağı bira boşaltılmıştı. Tribünde neonazilerin arasında kalınca canını kurtarmak için ilk kez ‘Ali’ kimliğini reddetmek zorunda kalmıştı.
Thyssen’de çalıştığı için ömür boyu taşıyacağı kronik hastalığa yakalandı.

“Çalıştığım yerde biriken metal tozdan kimse görmeden bir avuç alıyorum. Bir taş kadar ağır. Bremen Üniversitesi’ne bağlı bir enstitüye göndererek analizini istiyorum. Bir süre sonra sonuçlar geliyor:
Raporda şimdiye kadar bu derece tehlikeli dozda bir maddeyle karşılaşmadıklarını yazıyor. Neler yok ki! Astat, baryum, kurşun, krom, demir, civa, kobalt, bakır, rodyum, çinko, krom, gadolin, niob, titan, vanadyum, volfram, sirkonyum… Ve tam 25 zehirli madde ”
Wallraff 2 yıl boyunca göçmen işçilerin çalışma şartlarını yakından gördü. Kitap yayınlandıktan sonra büyük ses getirdi. Kitapta geçen şirketler Wallraff’a dava açtı. Bu işi neden yaptığını soranlara:

Toplumun maskesini düşürmek için kılık değiştirmek zorundaydım. diyordu.

“Ali” göçmen işçilerin yaşantısına dikkat çekmeyi başardı. Yaşadıklarını şöyle özetliyordu:

Bir yabancının neler çektiğini ve insanları aşağılamanın nerelere kadar gittiğini öğrendim. Ancak hala göçmen bir işçinin bunlarla nasıl baş edebildiğini anlamış değilim.”

Dünyada her güzel şey parayla alınmaz ki.
Oysa ne de olsa hepimizin Tanrısı aynı.
Bakmayan, elbette gerçekleri de göremez.
Keyfi istediği zaman -adamları- işten alma gücünü buluyor kendinde. Artan işsizlik, nasıl olsa hangi koşullarda olursa olsun çalışmaya hazır insanları onun kapısını çalmaya zorluyor.
”Biz her şeyi yaparız ” aslında kapitalizmin parolasıdır. Yalnız buna bir şey daha eklemek gerekiyor; Biz, kar getiren her şeyi yapmaya hazırız, biçiminde. Hitler dönemi Almanyası dışında şimdiye kadar başka hiçbir yerde ve hiçbir zaman insanlardan sabun yapılmadıysa bunun nedeni bazı kaygılar değil, insan cesedinden sabun yapmanın o kadar karlı olmamasındandır.
Grupların bileşimi her gün değişiyor. İşçilerin belli bir süre bir araya gelip, aralarında karşılıklı güvene dayalı bir dayanışma ortamı geliştirmeleri önlenmiş oluyor

İnsanların birbirlerini doğru dürüst tanıyamadığı bir toplulukta dayanışma yerine karşılıklı güvensizliğin, çekingenliğin yeşereceği açık.

Bakmayan elbette gerçekleri de göremez.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir