İçeriğe geç

Ekmek Arası Kitap Alıntıları – Charles Bukowski

Charles Bukowski kitaplarından Ekmek Arası kitap alıntıları sizlerle…

Ekmek Arası Kitap Alıntıları

Sorun seçimlerini hep iki kötü arasında yapmak zorunda kalmandaydı, ve seçimin ne olursa olsun bir parçanı daha kesiyorlardı. Kesecek bir şey kalmayana dek. İnsanların çoğu yirmi beş yaşında mahvolmuştur.
Yutan, sıçan, düzüşen sonsuz sayıda ağız ve kıç deliği. Yutan, sıçan ve düzüşen ağız ve kıç deliklerinden ibaretti dünya.
Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz?
Gerçekle ilk karşılaşma gülme duygusu uyandırıyordu insanda.
Kampüsün bir sığınak olduğuna karar vermiştim. Yaşamlarını sürekli kampüste geçiren manyaklar vardı. Üniversite yaşamı yumuşak ve gerçeklerden uzaktı. Dışarda, gerçek dünyada seni nelerin beklediğinden söz etmiyorlardı. Beynini teorilerle dolduruyor, kaldırımların ne kadar sert olduğunu söylemiyorlardı. Üniversite tahsili insanı sonsuza dek mahvedebilirdi.
Kedi sadece köpekle değil, insanlıkla da karşı karşıyaydı.
Yetkililer nerdeydiler? Yetişkinler nerdeydiler? Beni suçlamakla meşguldüler sürekli. Şimdi nerdeydiler?
Yalnız yetişkinler değil, çocuklar da tehlikeli olmaya başlamışlardı, hatta hayvanlar da. İnsanları taklit ediyorlardı sanki.
”Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz? ”
Peşinde oldukları şey benim s imde bile değildi.
“insanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar.”
Kimseyi değiştiremesin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir
Ağlayamıyordum. Ağlayamayacak kadar hastaydım, şaşkındım.
Mutsuz olup olmadığımdan emin değildim. Mutsuz olamayacak kadar bedbaht hissediyordum kendimi. Dünya bir bahçeye dönüşmüştü sanki ve ben içinde bir çim-biçeri itip çabalıyordum.
Çalışmaktı önemli olan. İnsana bir fırsat tanınması yeterliydi. Birileri fırsatların kime tanınacağını denetliyordu sürekli.
Kalabalığa karışmak için hiçbir özellik gerekmez. ama yalnız ve dik durmak için gerçekten çok şey gerekir.
Babamın annemi çok mutsuz kıldığını hissettim.
Sabahın en erken saatlerinde dışarda olmak hoşuma gidiyordu. Ay henüz kaybolmamıştı, yıldızları görebiliyordum. Soğuktu ama heyecan vericiydi.
Kimseyi değiştiremesin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir
Her şey minimaldi.Askeri eğitim 1,2,3,4 ;1,2,3,4 diye geçmişti.Belki beşe tükselirdim bir gün .
Araba süren, yemek yiyen, çocuk sahibi olan, kendilerine en çok benzeyen başkan adayına oy vermek gibi her şeyi yapılabilecek en kötü şekilde yapan götlerden oluşmuş bir toplum.
Hayat yoktu hiçbir yerde, ne bu şehirde, ne bu yerde, ne de bu yıldırıcı varoluşta
İnsanlardan uzak bir sığınak bulmalıydım kendime.
İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.
Bir ahmak bağışlanabilir,sadece bir yönde gider ve kimseyi aldatmaz .Aldatanlar üzüyor insanı.
Güzeldi yatağın içi, hiçbir şey olmazdı orda, insan yok, hiçbir şey yok.
Durgun sular derin olur.
Bir erkek ne yaptığının farkında olmaz bazen.
Kurbağanın kanatları olsaydı hoplaya hoplaya kıçını eskitmezdi!
Durgun sular derin olur.
İyi eşlik etmişimdir kendime hep.
Bir sigara yakıp tepeden inmeyi sürdürdüm. Umutsuz geleceğinin düşüncesiyle çıldıran bir ben miydim?
“Durgun sular derin olur.”
İçinden doğru dürüst bir şeyler gelmez ki zaten .
Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar, ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar.
İlgi duymuyordum. Hiçbir şeye ilgi duymuyordum. Nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. Diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. Ben anlamadığım bir şey anlamışlardı sanki. Bende bir eksiklik vardı belki de. Mümkündü. Sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. Onlardan uzak olmak istiyordum. Gidecek yerim yoktu ama. İntihar? Tanrım, çaba gerektiriyordu. Beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.
Sorun Çinlilerin çok fazla olmalarında. Bir Çinli’yi öldürdüğün zaman ortadan ikiye bölünüp iki Çinli olur.
Kötüysen kötü rolü yapman gerekmez, kötüsündür.
Henry, herkesin sevgiye ihtiyacı vardır.
Güneşin bile babama ait olduğunu, onun evinin üstüne parladığı için benim güneşe hakkım olmadığını hissediyordum. Güllerinden farksızdım, ona ait olan bir şeydim.
Yan yana yürümeyelim diye dar yapılmıştı kaldırımlar, Ve yine yan yana yürümeyelim diye dar kafalıydı insanlar.
Cennete gitmek için ölmen gerekmiyor!
İstedikleri buydu demek: Harikulade yalanlar. Buna ihtiyaçları vardı.
Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz?
insanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar.
Kimseyi değiştiremezsin hayatta.
Ve kimse için de değişmemelisin.
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir.
Kimliğini kaybettiğin an, yaşamını çöpe attın demektir.
ilgi duymuyordum. hiçbir şeye ilgi duymuyordum. nasıl kaçabileceğime dair hiç fikrim yoktu. diğerleri yaşamdan tat alıyorlardı hiç olmazsa. benim anlamadığım bir şeyi anlamışlardı sanki. bende bir eksiklik vardı belki de. mümkündü. sık sık aşağılık duygusuna kapılırdım. onlardan uzak olmak istiyordum. gidecek yerim yoktu ama. intihar? tanrım, çaba gerektiriyordu. beş yıl uyumak istiyordum ama izin vermezlerdi.
İnsanların çoğu yirmi beş yaşında mahvolmuştur.
Sorun seçimlerini hep iki kötü arasında yapmak zorunda kalmandaydı, ve seçimin ne olursa olsun bir parçanı kesiyorlardı. Kesecek bir şey kalmayana dek.
Nefret ettiğin insanla iyi geçinme çabasına siz medeniyet diyorsunuz, ben sahtekarlık diyorum.
Bütün gün yatakta kalmanın nesi hoş?
Kimseyi görmek zorunda kalmıyorsun
İnsanlar adaletsizliği sadece kendi başlarına gelince düşünüyorlar.
Hiç şüphesiz yaptığım en doğru şey; Kendini vazgeçilmez sanan insanlardan uzaklaşmam oldu!
Neden hep kötü ile daha kötü arasındaydı seçimlerimiz?
Akşamdan kalmaydım, çok fena başım ağrıyordu. Balkona çıkıp otoyola baktım. Arabalar her iki şeritte trafiği kilitlemişti. Hepsi tek bir yöne doğru defolup gitseler hiçbir sorun kalmayacaktı sanki.
Sonra babamın sesini duydum HENRY!
Bir doksan beş boyundaydı ve daha önce dediğim gibi öfkelendiği zaman kulak, ağız ve burundan ibaretti. Gözlerine bakamıyordum.
Tamam, dedi. Bahçe çimlerini kesebilecek kadar büyüdün. Bir şeyler yapmanın zamanı geldi.
Ama çocuklarla futbol oynuyorum. Tek fırsat bulduğum gün cumartesi.
Bana karşı mı geliyorsun?
Hayır.
Peki şunu bilmeni istiyorum. İşin bitince gelip her şeyi kontrol edeceğim ve bittiğinde NE ÖN BAHÇEDE NE DE ARKA BAHÇEDE BİR TEK UZUN ÇİM GÖRMEK İSTEMİYORUM! BİR TEK ÇİM TANESİ BİLE! EĞER GÖRÜRSEM !
Makineyi iterken annemin babama, Bak, sen biçtiğinde terlediğin gibi terlemiyor. Ne kadar sakin görünüyor. dediğini duydum.
Yanlarından geçerken bağırdı.
DAHA HIZLI İT ŞUNU! SÜMÜKLÜ BÖCEKTEN FARKIN YOK!
Arka balkondan inip garaja doğru koştuğunu gördüm. Elinde bir metre uzunluğunda bir ingiliz anahtarı ile çıktı garajdan. Göz ucuyla bana fırlattığını gördüm ama kaçınmak için hamle yapmadım. Bacağımın arkasına isabet etti. Korkunç bir acı duydum. Bacağım düğümlenmişti, yürümeye zorladım kendimi. Topallamaya çalışarak çim biçme makinasını itiyordum.
Arka bahçenin her bölümünü on beş dakika sulamak dışında bitirmiştim nihayet. Fıskiyenin yerini değiştirmek için hortumu çekerken babam evden dışarı çıktı.
Bu bahçeyi sulamadan önce uzun çimler kalıp kalmadığını kontrol etmek istiyorum.
Babam bahçenin ortasına yürüyüp dizlerinin ve ellerinin üstüne çöktü başını yere paralel bir konuma getirdikten sonra uzun kalmış çim olup olmadığına baktı.
İŞTE.
Ayağa sıçrayıp eve doğru koştu.
Uzun bir çim buldum.
babam bana baktı.
İçeri
Balkona yürüyüp eve girdim. Babam arkamdan geldi.
Banyoya.
Babam kapıyı kapattı.
Ustura kayışını aldığını duydum. Sağ bacağım hâlâ ağrıyordu. Yararı yoktu, defalarca tatmıştım kayışın acısını. Dünya dışardaydı ve her şeye kayıtsızdı ama önemi yoktu. Milyonlarca insan vardı dışarda, köpekler, kediler, sincaplar, binalar, sokaklar, ama önemsizdi. Sadece bir baba, ustura kayışı, banyo ve ben vardım. O kayışı usturasını bilemek için kullanırdı ve sabahın erken saatlerinde sabunlu yüzü ile aynanın karşısında tıraş olurken ondan nefret ederdim. Ve ilk kayış darbesini hissettim. Kayışın çıkardığı ses yüksek ve donuktu. Kayışın sesi verdiği acı kadar kötüydü neredeyse. Kayış tekrar indi. O kayışı sallayan bir makineydi sanki babam. Bir mezarın içinde olma duygusunu anımsıyorum. Kayış bir daha indi ve bu sonuncusudur mutlaka diye düşündüm. Ama değildi. Tekrar indi. Ondan nefret etmiyordum. İnanılmazdı sadece, tek istediğim ondan uzak olmaktı. Ağlayamıyordum. Ağlayamayacak kadar hastaydım, şaşkındım. Kayış bir kez daha indi. Sonra durdu. Doğrulup bekledim. Kayışı astığını duydum.
Bir dahaki sefere, uzun çim görmek istemiyorum, dedi.
Banyodan çıktığını duydum. Banyonun kapısını kapattı. Duvarlar harikuladeydi, küvet harikuladeydi, lavabo ve duş perdeleri, hatta tuvalet bile harikuladeydi. Babam gitmişti.
Akşamdan kalmaydım, çok fena başım ağrıyordu. Balkona çıkıp otoyola baktım. Arabalar her iki şeritte trafiği kilitlemişti. Hepsi tek bir yöne doğru defolup gitseler hiçbir sorun kalmayacaktı sanki.
Başka birinin gerçeği sizin de gerçeğinizse ve o bunu sizin için dillendiriyorsa müthiştir.
Sözler cansız değildiler, insanın beyninde mırıldanan şeylerdi sözler. Onları okuyup sihrine varabilirsen acı çekmeden yaşayabiliyordun, başına ne gelirse gelsin ümidini yitirmeden.
Mutsuz olup olmadığımdan emin değildim. Mutsuz olamayacak kadar bedbaht hissediyordum kendimi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir