Georges Bataille kitaplarından Edebiyat ve Kötülük kitap alıntıları sizlerle…
Edebiyat ve Kötülük Kitap Alıntıları
Hiç kuşkusuz iletişim duygusunun ve iletişimin doruğu gözyaşlarıdır.
Utanç, bilinçle aynı şeydir, utanç duymayan bilinç hastalıklı bir bilinçtir.
Öfkenin karanlığıyla bilgeliğin aydınlığı en sonunda buluşmazsa, dünyanın neresinde durduğumuzu nasıl kestireceğiz ?
Yalnızca karşıtların, iyiliğin ve kötülüğün birleşiminden oluşan hakikati kavrayabiliriz.
Yalnızca karşıtların, iyiliğin ve kötülüğün birleşiminden oluşan hakikati kavrayabiliriz.
Nasıl aşkın ölçüsü dehşet duygusuysa
Kötülüğe susamışlık da iyiliğin ölçüsüdür.
Kötülüğe susamışlık da iyiliğin ölçüsüdür.
Hakikat ve adaleti istemekle aynı şey dergi midir ?
Kendini sınırlayan hiç bir şey varlığını sürdüremez .
Ey insanoğlu! iyilik ve kötülük üstüne söz söylemek sana mı kaldı .. Doğa kanunlarını ve kendi kalbini incelemek istiyorsun ..Doğayı barındıran kalbin bir bilmece aslında ve sen bu bilmeceyi çözemiyorsun.
Insan Yüreği var Kıyıcılığın ,
Ve Kıskançlığın İnsan Yüzü ,
Dehşetin Tanrısal İnsan Sureti
Ve Gizliliğin İnsan Giysisi
İnsan Giysisi Dökme Demirdir
Kızgın bir Dökümhane Insan Sureti
İnsan Yüzü Damgalanmış bir Ocak
Onun aç karnı İnsan Yüreği
Ve Kıskançlığın İnsan Yüzü ,
Dehşetin Tanrısal İnsan Sureti
Ve Gizliliğin İnsan Giysisi
İnsan Giysisi Dökme Demirdir
Kızgın bir Dökümhane Insan Sureti
İnsan Yüzü Damgalanmış bir Ocak
Onun aç karnı İnsan Yüreği
Şiir istesede yapıcı olamaz ;o yıkıcıdır ;o ancak isyan ettiği zaman gerçektir .
Üstünde yaşadığımız dünya artık yeni efsaneler yaratmıyor ..
Edebiyat, inorganik olduğu için hiç bir şeyden sorumlu değildir .Hiç bir şey ona dayanarak oluşmaz .O her şeyi söyleyebilir .
Bu isyan, Kötülüğün İyiliğe karşı isyanıdır.
Biçimsel olarak akılsızca bir isyandır.
-“Şiir, kurulu düzeni sözle ayaklar altına alabilir ama onun yerine geçemez.”
”Baudelaire ile dünya arasındaki mesafe, bizimkinden farklı.”
Jean P. Sartre
-“Kötülük, aslında bir tür meydan okuma olan ölümün cazibesini yansıttığı sürece-erotizmin bütün biçimlerinde olduğu gibi-, olsa olsa gizli bir yenilginin nesnesi sayılabilir. Bu Kötülük, muzaffer edayla taşınan Kötülük’tür; aynı, günümüzün umarsız koşullarında savaşların gururla taşıdığı Kötülük gibi Ne var ki, günümüz savaşlarının sonu emperyalizm olmuştur Her Kötülük’te, korku ve tiksintiyi haklı çıkaran en kötüye doğru bir gidiş olduğunu saklamak nafile.
-“Kendini insanlığın dışına atan Sade’ın uzun ömrü boyunca bağlandığı tek bir meşguliyeti oldu: İnsanlırı yok etme olasılıklarından hiçbiri dışarda kalmayacak biçimde sıralama yapmak, insanları yok etmek, onların ölümünü ve çektikleri acıları düşünerek zevk almak.”
-“Sartre, şairin kendi felaketini istediğini öne sürerken haksız sayılmaz.İmkansızlık kadar öldürücü bir istekle kendi felaketini de istedi Baudlaire; imkansızlığın kendisi kadar kesin ve kuruntunun kendisi kadar aldatıcı bir biçimde. Bütün yaşamı boyunca işe yaramaz bir aylaklığa batmış, bir şeyler yapma heveslisi bir züppe olarak sızlanıp durdu.”
Yasakların dokunulmazlığı arttıkça, onları geçici olarak ihlal etmenin imkanları da çoğalır.
İyiliğin tuttuğu taraf boyun eğmenin, itaatin safıdır. Özgürlük daima isyana açılan bir kapıdır..
Günümüzün toplumsal hayatını belirleyen basit bir gerçeklikten, çıplaklığın yasak olmasından yola çıkmak istiyorum. Pek çok insan için İyilik anlamı taşıyan bu edep kuralı karşısında içimizden birinin dikkatsizlik göstermesi, kadın arkadaşının soyunmasından tahrik olmasına neden olacaktır: Böylelikle, İyilik anlamına gelen edep, Kötülük yapmanın gerekçesi olacaktır: Kuralın bir kez olsun ihlal edilmesi, deyim yerindeyse bulaşacak ve kuralı daha da fazla ihlal etmeye teşvik edecektir. Hiç olmazsa edilgen olarak itaat ettiğimiz bu yasak, bir erkeğin ya da bir kadının soyunması olan küçük Kötülük iradesi önünde duran hafif bir engeldir: Gerçekten de İyilik, yani edep Kötülük yapmanın gerekçesine dönmüştür..
Kötülük tecrübesi prenslere yaraşır bir cogito halidir; bilince, Varlık karşısındaki benzersizliğini anlatır. Ben bir canavar, bir fırtına olmak istiyorum, insana özgü olan her şey bana yabancı, insanların koyduğu tüm yasaları çiğniyorum, bütün değerleri ayaklar altına alıyorum, hiçbir şey beni tanımlayamaz, sınırlayamaz; ama varım ve her tür yaşamı yok edecek dondurucu bir nefes olacağım.
Ölümü tasarlarken onun içimizde bıraktığı boşluk kişisel kaygılara yol açıyor; halbuki dünya yalnızca dolulardan oluşur. Oysa gerçekdışı ölüm bir boşluk duygusu yaratarak hem korkutuyor bizi, hem de kendine çekiyor; çünkü bu boşluk varlığın doluluğuyla belirginleşiyor. Hiçlik ya da boşluk ya da ötekiler, bunların hepsi de bilinemez bir doluluktur.
Oturuyordum; daha önce olduğu gibi ailemle ilgiliymiş gibi görünüyordum , aslında toplumun dışına tekmelendiğimin farkındaydım .
Nasıl aşkın ölçüsü dehşet duygusuysa, Kötülüğe susamışlık da İyiliğin ölçüsüdür..
Tutkunun yönlendirdiği suç tehlikelidir, ama bir o kadar da doğaldır..
Bütün evrenin erdemli olmasını istiyorsun; ancak yeryüzünde erdemden başka bir şey olmadığında her şeyin o an yok olup gideceğini hissedemiyorsun Erdemsizlik zorunlu olarak var olduğu halde, onları cezalandırmanın haksızlık ve kör bir insanla alay etmekten farksız olduğunu bir türlü anlamak istemiyorsun hayatın tadını çıkar dostum, hayatın tadını çıkar ve yargılama sana, hayatın tadını çıkar diyorum, dilediği gibi seni yönlendirmesi için kendini doğaya bırak ve seni cezalandırma sorumluluğunu da sonsuzluğa
Şiir, sevilen bir varlığın anısı kadar dindir ve asıl adı yokluk olan imkansızlığa açar gözlerini.
Kutsal olan her şey şiirseldir ve şiirsel olan her şey kutsaldır.
Bilgeliğin bize kaçmamızı söylediği bölgeye girmekle hayatı yaşarız.
Yalnız ve yalnız İyiliği isteyen iradeden tümüyle yoksundur.
Çalışma, yarın için duyulan kaygıyı karşılar; haz ise bugün için duyulan kaygıyı. Çalışma yararlıdır ve doyuma ulaştırır; haz ise yararsızdır ve doyumsuzluk duygusu yaratır.
Zerdüşt şöyle der: Şairler çok fazla yalan söylerler ve hemen ardından ekler Zerdüşt de bir şairdir.
Yalan söylemeyen özlem şiirsel değildir; şiirsel olma özelliği arttıkça, özlem hakiki olmaktan uzaklaşır; çünkü özlenen nesnedeki geçmiş, özlenen nesnenin ifade edilişindeki geçmişten daha önemsizdir.
Kendini mahkûm etmeyen insan, kendini sonuna kadar sevemez de..
Yasak, ulaşılmasına engel olduğu her şeyi tanrısallaştırır.
Erotizm, ölüme dek yaşamın onaylanmasıdır.
Her insanda eşzamanlı iki arzu vardır; bunlardan biri Tanrı’ya diğeri ise Şeytan’a yönelir. Tanrı’ya yakarış ya da tinsellik, kademe kademe yükselme arzusudur: Şeytan’a yakarış ya da hayvansılık ise kademe kademe alçalma sevincidir.
yüksek ahlak, ahlakı hiçe saymanın başlangıç noktasıdır.
Bütün kadınlar bir yana, Emily Bronte ayrıcalıklı bir lanetin kurbanı gibidir.
Edebiyatta iletişim şiirseldir; şiirsel olmadığında ise bir hiçtir.
Vaat edilen toprak Musa için neyse, edebiyat da Kafka için oydu.
İyiliğe susamış olmasaydık kötülük bize bir dizi sıradan heyecan sunabilirdi yalnızca.
Kutsal olan her şey şiirseldir ve şiirsel olan her şey kutsaldır.
Gerçek şair dünyada bir çocuk gibi yaşar.
Kişisel çıkar peşinde koşmak, kapitalist etkinliğin kaynağı olduğu kadar amacıdır da.
Şiir insana, şeylerin yansımasına indirgeyen kaderden kaçma imkanı veren ortak yoldur.
Şiir, kurulu düzeni sözle ayaklar altına alabilir, ama onun yerine geçemez.
Ölüm, hayatın yenilenmesinin koşuludur.
Edebiyat, inorganik olduğu için hiçbir şeyden sorumlu değildir. Hiçbir şey ona dayanarak oluşmaz. O, her şeyi söyleyebilir.
Bireysel ölüm, varlıktan arta kalan ve çoğalan yanın bir görünümüdür yalnızca.
Şehvetin içinde yitip gitmiş olan insan, olanla eşitlendiği bir zihin hareketi gerçekleştirir.
Şehvet, tıpkı cesetler gibi bir huzursuzluk hali, bir boğulmuşluk duygusu yaratır.
Eğer şiir buysa, eğer şiirin istediği nesneyi özne yapmaksa, nesne olan özne de bir oyundan, başarıyla gerçekleştirilmiş bir el çabukluğundan başka bir şey olabilir mi?
Yalan söylemeyen özlem şiirsel değildir; şiirsel olma özelliği arttıkça, özlem hakiki olmaktan uzaklaşır; çünkü özlenen nesnedeki geçmiş, özlenen nesnenin ifade edilişindeki geçmişten daha önemsizdir.
Ben insanoğlunun, kaçınılmaz olarak kendine karşı olduğuna inanıyorum ve kendini mahkum etmeyen insanın, hiçbir şekilde kendini tanıyıp sonuna kadar sevemeyeceğine.
Eylemin kaçınılmaz düzenine bağlanmış yetişkin için özgürlük bir rüyadan, bir arzudan, bir saplantıdan başka bir şey değildir.
İyiliğin tuttuğu taraf boyun eğmenin, itaatin safıdır. Özgürlük daima isyana açılan bir kapıdır.
Edebiyatta iletişim şiirseldir; şiirsel olmadığında ise bir hiçtir.
– ( ) Ben insanoğlunun, kaçınılmaz olarak kendine karşı olduğuna inanıyorum
Ve kendini mahkûm etmeyen insanın, hiçbir şekilde kendini tanıyıp sonuna kadar sevemeyeceğine
Ve kendini mahkûm etmeyen insanın, hiçbir şekilde kendini tanıyıp sonuna kadar sevemeyeceğine
Hesapsız yaşanan çocuksu hayat ve egemen hevesler kendi zaferlerinin gücü karşısında ayakta kalamaz. Şu koşulu yerine getirmeyen hiçbir şey egemenliğini sürdüremez: iktidar kadar etkili olma; iktidar, gelecek zamanın şimdiki zaman karşısında öncelikli olması, vaat edilen toprağın öncelikli olması anlamında bir eylemdir Egemenlikten feragat etmenin tek yolu ölümdür. Ölümde tutsaklık yoktur; ölümde, artık hiçbir şey yoktur.
Edebiyatla uğraşmaya başlayınca çevresi, özellikle de babası, Kafka’nın okuma düşkünlüğü karşısında takındıkları tavrı bir kez daha göstererek onu ayıplarlar. Kafka bir kez daha umutsuzluğa kapılır. Michel Carrouges’un bu konudaki değerlendirmesine kulak verelim: Çok değer verdiği uğraşlarının hafife alınması onda korkunç duygular yaratıyordu Kafka, ailesinin onu zalimce kınadığı bir olayı anlatırken kendi durumunu şöyle tarif eder: Oturuyordum; daha önce olduğu gibi ailemle ilgiliymiş gibi görünüyordum , aslında toplumun dışına tekmelendiğimin farkındaydım
Öfkenin karanlığıyla bilgeliğin aydınlığı en sonunda buluşamazsa, dünyanın neresinde durduğumuzu nasıl kestireceğiz?
Hangi biçimde gerçekleşirse gerçekleşsin her aşkın yürek parçalayıcı bir yanı vardır ve bunun kaynağı acı olaylardır. Bazen aşk pembedir çünkü pembe siyaha yakışır ve yokluğu yavanlığın habercisidir. Siyah olmaksızın da pembe, duyarlılığı hedefleyen gücüne ulaşamaz.Gölgenin ışığa bağımlı olması gibi mutsuzluğa bağımlı olmayan mutluluk, birdenbire önüne dikilen kayıtsızlık haliyle yüz yüze gelir. Bu durum öylesine gerçektir ki, acı, romanlarda sonsuz çeşitlilikte tarif edilmeye çalışılırken tatminden hemen hemen hiç söz edilemez.Son olarak mutluluğun erdemi, pek az yaşanmasındadır
Çağdaş yazarların pek çoğunun aksine, yapmak istediği şey yazarlıktı. İstediği edebiyatın beklediği doyumu vermeyeceğini anladığı halde hiçbir zaman yazmaktan vazgeçmedi. Edebiyatın onu hayal kırıklığına uğrattığını söyleyemeyiz. Ulaşılabilir başka hedeflerle karşılaştırıldığında, edebiyat hiçbir şekilde onu hayal kırıklığına uğratmadı. Vaat edilen toprak Musa için neyse edebiyat da onun için oydu.
Savaştan kısa bir süre sonra haftalık kominist bir dergi(Action), şaşırtıcı bir konuda anket yaptı.Kafka yakılmalı mı? Ankette yer alan soru buydu. Bu o kadar çılgınca bir soruydu ki öncesinde sorulması gerekenleri bile hiçe sayıyordu. Kitaplar yakılmalı mı? Ya da genel olarak ne tür kitaplar yakılmalı?
Onun gibi sadistler kötülüğün sanatını yaparlar; oysa, kalbi tamamen kötülükle dolu olan bir yaratık bunu beceremez çünkü kötülük onun dışında değildir, doğaldır hatta kötülüğü ondan ayırt etmek neredeyse olanaksızdır. O, erdem, ölüye saygı, evlat sevgisi gibi şeylere inanmadığı için bunları küçük düşürdüğünde günah işlemenin zevkini yaşayamayacaktır. (Marcel) gibi sadistler tamamen duygusal insanlardır; öylesine doğal bir erdemliliklero vardır ki, cinsel haz bile onlara kötü bir şey, kötü kalpli insanların bir ayrıcalığı gibi gelir.
William Blake’nin o eşsiz cümlelerini dikkatle okumalıyız. Bunlar, tarihin en anlam yüklü cümleleridir: İnsanın kendi acısıyla, en sonunda da ölümle ve onu ölüme iten davranışla anlaşmasını anlatırlar.
İnsanlığın iki amacı vardır: Biri olumsuzdur ve hayatı muhafaza etmeye(ölümü engellemeye) dayanır; olumlu olan diğer amaç ise hayatın yoğunluğunu arttırmayı temel alır.
Zenginlerin işçiler karşısında dehşet duyması, küçük burjuvaların işçileşme tehlikesi karşısında içine düştükleri panik hali onların gözünde yoksul insanların ölüme daha yakın olmalarındandır.Hatta kimi kez pisliğin, güçsüzlüğün, kargaşanın ölüme götüren izbe sokakları, bizleri ölümün kendisinden daha çok tiksindirir.
Bizde kaygı uyandıran ve aynı duyguyu aşmamızı sağlayan sanattan söz etmek ve sanatın, dinlerin mirasçısı olduğunu belirtmek istiyorum. Trajedilerimiz ve komedilerimiz eski kurban törenlerinin uzantılarıdır
Hepimiz özgürlüğün bir atılım, önceden tasarlamakla gerçekleştirilemeyen ani ve öngörülmez bir kopuş gerektirdiğini bilmiyor muyuz?
Sartre, şairin kendi felaketini istediğini öne sürerken haksız sayılmaz.İmkansızlık kadar öldürücü bir istekle kendi felaketini de istedi Baudlaire; imkansızlığın kendisi kadar kesin ve kuruntunun kendisi kadar aldatıcı bir biçimde. Bütün yaşamı boyunca işe yaramaz bir aylaklığa batmış, bir şeyler yapma heveslisi bir züppe olarak sızlanıp durdu.
Baudelaire, diğerlerinin tersine kendini açıklarken her zaman tutarlıdır:Daha küçücük bir çocukken yüreğimde, birbirine zıt iki duygu vardı: Hayata karşı duyduğum dehşet ve hayatın verdiği esrime duygusu.
Kuşkusuz şiir, yansıyan şeylerle onları yansıtan bilincin ayniyetini istemekle, aslında imkansızı istemektedir.Ancak şeylerin yansımasına indirgenmeye karşı çıkmanın tek yolu imkansızı istemek değil midir?