Jheni Osman kitaplarından Dünyayı Değiştiren 100 Fikir kitap alıntıları sizlerle…
Dünyayı Değiştiren 100 Fikir Kitap Alıntıları
Reynolds’ın cihazı Bilim Müzesi’nde sergileniyor, diyor Boon. 2009’da ziyaretçiler tarafından, müzede sergilenen, hepsi de bilim ve teknoloji tarihindeki önemli aşamaları temsil eden on buluş arasında en beğenileni seçildi.
Caroline Smith – Londra Doğal Tarif Müzesi Göktaşı Bölümü Müdürü
Arkeolog Dr. Francis Pryor
Paul Nurse – genetik Nobel ödülü sahibi ve Royal Soeciety Başkanı
Yan Wong- Evrim Biyoloğu
Penny Fidler – Nörolog ve Bilim ve Buluş Merkezleri Birliği Ceo su
Anlatılanlara göre, kuramının esin kaynağı ekmeğin kokusuydu. Hizmetçisi taze bir ekmekle üst kata çıkarken,
Demokritos’un zihninde şimşekler çaktı, kokunun burun deliklerine gelebilmesi için somundan ayrılıp havada yüzen bazı minicik ekmek parçacıklarının olması gerektiği sonucuna vardı. Durum böyleyse, bir peynir dilimini yarıya bölebilir, sonra o yarımı da yarıya böler ve böylece devam edebilirdi. En sonunda bıçak yeterince keskin olmadığından değil de, nihai parçacık bölünemeyecek kadar küçüleceğinden, geriye bölünemeyecek kadar küçük bir parça kalacaktı. İşte bu parçacığa Yunancada bölünemez anlamına gelen atom adını verdi.
adayabildiler, diyor Blackmore. Böylece sadece genlerini değil, memlerini de yayabildiler.
Sera etkisinin bu kadar kötü nam salmasının nedeni, onun yanlış bir olayla ilişkilendirilmesi oldu: Küresel ısınma. İnsan ürünü küresel ısınma, insanların fosil yakıtlarını yakarak, ısıyı tutan gazları artırmasından kaynaklanır, diyor Adam. İşte sorun, bu ‘büyütülmüş sera etkisi’dir.
Dallas Campbell
1960’larda nükleer savaş tehdidi varken, ABD hükümeti silahlı kuvvetlerinin beyin takımı RAND’ı daha etkin ve güvenilir veri aktarımı yöntemlerini araştırmakla görevlendirdi. Paul Baran verileri farklı ağlar aracılığıyla dolaşacak parçalara bölmeyi teklif etti.
Altmışlı yıllarda bu paket anahtarlama yöntemini bulan tek kişi Baran değildi, İngiliz Fizik Laboratuvarı’ndan Donald Davies de aynı fikre ulaşmıştı. Ancak 1969’da bu kavramdan yola çıkarak, internete kapı açan ilk paket anahtarlamalı ağ ARPAnet’i hayata geçiren Baran oldu.
Pek çok icatta olduğu gibi savaş gelişmeleri hızlandırdı. II. Dünya Savaşı bilgisayarın evrimiyle birlikte karmaşık şifreleri kırabilecek makinelere olan talebi artırdı. Bu nedenle, savaşan güçler bu alanda çalışan en parlak beyinlerin peşine düştü.
1912’de Londra’da orta sınıf bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Alan Turing, Babbage’in izinden giderek Cambridge Üniversitesi’nde zorlu matematik sınavlarını verip mezun olduktan sonra King’s College’a akademik üye olarak seçildi ve orada olasılık kuramı üzerine çalıştı. Daha sonra 1936’da ABD’deki Princeton Üniversitesi’ndeyken yayınladığı bir makalede uzun bir bant şeridini bellek olarak kullanacak bir hesap makinesi fikrini öne sürdü. Her bir hücrenin bir bilgiyi kodlayan tek bir sembolü gösterdiği hücrelere bölünmüş bir bantı temel alan makinede, bant okunduğunda bu semboller makineye sıradaki işlemin talimatını veriyordu. Açık bir algoritma olduğu takdirde herhangi bir matematik problemi bu makineyle çözülebilirdi.
Britanya hükümeti böyle bir beynin değerini anladı ve Turing 1938’de Britanya’ya döndüğünde devletin Kod ve Şifre Okulu’nda çalışmaya başladı. Savaş patlak verdiğinde Turing okulla birlikte Bletchley Parkı’ndaki yeni binaya taşındı. Burada meslektaşı Gordon Welchman ile Bombe makinesini tasarlamak için Polonyalı kriptoculardan edindiği bilgileri kullandı. Bombe, daha sonra Almanların zorlu Enigma kodunu kıracaktı.
1945’te, bu ve diğer çığır açan çalışmaları nedeniyle Turing, İngiliz Kraliyet Nişanı ile ödüllendirildi. Londra’da Ulusal Fizik Laboratuvarı’nda çalışırken ilk genel amaçlı elektronik bilgisayarı da kendisi tasarladı, ama Pilot Ace adındaki bu makinenin yapımı gecikti. Yılgınlığa kapılan Turing, Manchester Üniversitesi’ne taşınıp orada bir makinenin sahiden kendi başına düşünüp düşünemeyeceği fikri üzerinde çalışmaya başladı. Ne olduğu gizlenen bir makinenin aslında insan olduğu yalanına bir kişiyi inandırıp inandıramayacağını test etmek için bir deney tasarladı. Turing testi denilen bu test, bir makinenin zekasının insanınkine ne kadar benzediğini test etmek için günümüzde de kullanılmaktadır.
Ne yazık ki Turing’in inanılmaz başarıları, adi bir suçluyla yaşadığı eşcinsel ilişkiden dolayı karakolu boylamasıyla kesintiye uğradı. O zamanlar yasak olan eşcinsellikle suçu sabit görülen Turing uzun bir hapis cezasına çarptırılmak yerine hormon tedavisine tabi tutuldu. 1954 yılının Haziran ayında trajik bir şekilde Cheshire, Wilmslow’daki evinde ölü bulundu. Yanında siyanürlü bir elma vardı. Annesi bunun çatal bıçak takımını kaplamak için kullanılan kimyasal maddelerin yol açtığı üzücü bir kaza olduğunu savundu.
Computer (bilgisayar) sözcüğü ilk kez 1613’te hesap yapan kişilere atfen kullanıldı. Üstelik 1820’lerde kıvrak zekalı bir İngiliz matematikçi, hesaplamaları otomatik şekilde yapmaya programlanabilen bir makine fikri ortaya atmasına rağmen, 1940’larda bile hala bu anlamıyla kullanılıyordu.
Charles Babbage, Londra’da doğdu, Cambridge Üniversitesi’nde matematik okuduktan sonra, 1828’de aynı üniversitede Lucasian matematik profesörü oldu. Bu makama, ondan önce Isaac Newton, daha sonra da Stephen Hawkings gibi isimler layık görülmüştü. Endüstri Devrimi’nin beraberinde getirdiği cihazlardan ilham alan Babbage, anlamlı herhangi bir sayı dizisini hesaplayabilecek Fark Makinesi ni yapmayı düşlüyordu.
Babbage, bu fikrini Kraliyet Astronomi Cemiyeti’ne sunduktan sonra hükümet ona makineyi yapması için gereken mali desteği sundu, ama mühendislerin arasında para kavgası patlak verdi. Kocaman makinenin yapımı için gereken mali kaynağı garantiye alamayan Babbage, makinenin en azından bir parçasını tanıtım amacıyla yapmaya girişti. Bu parça şimdi otomatik hesap makinesi olarak bilinmektedir. Daha sonra Babbage makinenin tasarımını geliştirerek Fark Makinesi No.2’yi yaptı ve ardından Analitik Makine sini tasarlamaya başladı.
Tekstil sektöründe, dokuma tezgahlarındaki kalıpları programlayan delikli kartlar fikrini kullanan Babbage, ilk programlanabilir bilgisayar olacak Analitik Makine’yi yapmak için her şeye sahipti. Ama bu makine hiç yapılamadı. Yine de İngiliz şair Lord Byron’ın kızı Lovelace bu kartlar için programlar yazarak, tarihin ilk bilgisayar programcısı oldu.
Yirminci yüzyılda ilk elektromekanik bilgisayarları icat edenler, Babbage’in bilgisayar tasarımında ne kadar ileri görüşlü olduğunu anladılar. Bu büyük matematikçi zamanının çok ilerisindeydi.
Radyo dalgalarının ve kablosuz iletimin gelişmesi yirminci yüzyılda telekomünikasyon devrimini tetiklemiştir. Tek bir sinyali kablosuz olarak çok sayıda alıcıya iletebilmek mobil devrimin yolunu açan en önemli gelişmeydi.
İlk cep telefonları aslında hiç de mobil değildi, diğer telefonlardan tek farkları, ana elektrik kaynağını kullanmıyor oluşlarıydı. Motorola 4500 gibi ilk modeller büyük ağır pillere bağlanmış el cihazlarıydı. Ama çabuk biten piller ancak 20 dakikalık konuşmaya imkan tanıyordu. Fahiş fiyatları yüzünden, bu cihazlardan birine sahip olmak herkesin harcı değildi.
Motorola’nın eski başkan yardımcısı Martin Cooper mobil telefonu icat etti, ekibi de elde taşınır ilk cep telefonunu yaptı. 3 Nisan 1973’te basın toplantısı için bir otelin lobisine doğru yürürken ilk konuşmasını yapan Cooper, espriyle telefonun Uzay Yolu dizisindeki Kaptan Kirk’ün kullandığı iletişim cihazından esinlendiğini söyledi.
1987’de Motorola 8000X serisi Britanya’da piyasaya sürüldü. 1200 poundluk fiyatıyla ancak zenginlerin alabileceği bir lükstü. Derken doksanlarda dijital devrim ile birlikte analog teknolojiden dijital teknolojiye geçildi. Orange ve One2One gibi yeni operatörlerle birleşen dijital ağlar cep telefonlarının fiyatını aşağıya çekti.
1991’de, ilk SIM (abone kimlik modülü) kartı, akıllı kart üreticisi Giesecke Devrient tarafından çıkarıldı. Kendine özgü seri numarasından güvenli yetkilendirmeye ve şifreleme bilgisine kadar pek çok bilgi içeriyordu. Kullanıcı, kartı bir telefondan diğerine takarak aynı numarayla konuşabiliyordu.
SIM kartlar ticari açıdan çok tutulunca üreticiler rekabete girişti. Motorola’nın 88 gram ağırlığındaki cep telefonu dört saatlik konuşma zamanına, 47 saatlik bekleme konumuna ve titreşimli zile sahipti. Nokia’nın kapağı kayarak açılan modeli 1999 yapımı Matrix adlı filmle birlikte popüler oldu.
Aynı yıl piyasaya giren üç bant teknolojisi cep telefonlarının üç farklı frekansta çalışmalarına olanak tanıdı. Böylece hem ABD’de hem de Avrupa’da çalışabiliyorlardı ki bu da dünyayı dolaşan iş dünyası çalışanları için çok pratikti. 1994’te Ericsson uyumlu cihazlar arasında kısa mesafelerde kablosuz bilgi aktarımının yeni bir yolunu buldu: Bluetooth.
İtalyan Antonio Meucci, bir romatizma hastasını elektrik sandalyesinde tedavi ettiği sırada ölümüne sebep olurken, kulağının yanındaki elektrik iletkeninden hastanın acı acı bağırdığını duyduğuna emindi. Yaptığı inceleme sonucunda Meucci, elektrik iletkenine bağlı bakır telden geçen ve sonra titreşen sesin acı bağırtıya dönüştüğünü keşfetti.
Sonraki aylarda bir zardaki ses titreşimlerini toplayacak bir cihaz yapmaya koyuldu. Bu titreşen zar bir elektromıknatısın hareket edip kablodaki bir akımı harekete geçirmesini sağladı. Bu işlemin tersi cihazın diğer ucunda ses üretti. Böylece ilk telefon doğmuş oldu.
Öyleyse neden telefonun mucidi olarak bilinen kişi İskoç Alexander Graham Bell?
Meucci cihazının patentini ilk kez 1871 yılında aldı, ama 1874’te patent için ödemesi gereken 250 doları bulamadı. Bell tetikte bekliyordu. Meucci ile bir laboratuvarı paylaşıyordu ve bu müthiş icadı ticari bir başarıya dönüştürebileceğini çoktan fark etmişti.
Bell farklı sinyal frekanslarını kullanarak çok sayıda telgraf mesajı gönderecek bir sistem geliştirmek için yeterli paraya sahipti. Kendi telefon cihazında ses ona yönlendirildiğinde ince bir zar titreşiyordu. Bu da elektromıknatısın önündeki bir demir çubuğu hareket ettirip elektrik akımı üretiyordu. Diğer uçta ise bunun tersi işlem gerçekleşiyordu: Elektrik akımı demir çubuğu harekete geçiriyor, o da zarı hareket ettirip ses dalgaları üretiyordu.
Rivayete göre 14 Şubat 1876’da Bell sadece birkaç saatlik farkla Elisha Gray’i yenip cihazın patentini aldı. Böylece ikisinin arasına düşman tohumları atıldı. Gray, Bell’i fikir hırsızlığı ile suçladı. Patent görevlisi de Bell’in kendisine rüşvet verdiğini iddia etti. Bell hayatı boyunca 600 davayla boğuştu ve her defasında kazandı. Hatta Antonio Meucci bile Bell’e dava açtı ve 1889’da öldüğünde zafere bir hayli yaklaşmıştı. Neyse ki talihsiz İtalyan nihayet 2002 yılında ABD Kongresi tarafından telefonun gerçek mucidi olarak tanındı.
ABD, Sovyetler Birliği’nin yaklaşmakta olan zaferinin farkında bile değildi. CIA, Sputnik 1’in o akşam tepelerinde dolandığını anladığında, programı önceden haber alamadığı için çılgına dönmüştü.
Sonraki iki ay içinde ABD atağa geçti. Planları, Vanguard TV3 roketiyle greyfurt büyüklüğünde bir uydu göndermekti, ama 6 Aralık günü yapılan fırlatmadan sadece iki saniye sonra roket alev alarak patladı. Uydu ateş topundan kaçmayı başardı ve kendini dinlemeye ayarlı radyolara sinyal vermeye başladı.
Utanç içindeki ABD’nin bu fiyaskoyu telafi etmesi için etkili bir atağa ihtiyacı vardı. ABD Uydu Komitesi üyeleri birkaç hafta önce özel bir kuruma ihtiyaçları olduğunu vurgulamıştı, bundan sekiz ay sonra da NASA kuruldu.
15 Mayıs 1957’deki ilk fırlatma denemesi, yan roketlerden birinde çıkan yangın yüzünden uçuşa 100 saniye kala fiyaskoyla sonuçlandı. Başarısızlıkla sonuçlanan yüzlerce denemenin ardından Ruslar nihayet 4 Ekim 1957’de planlandığı gibi havalanan uyduları ile dünyanın yörüngesini ilk kez tam olarak dolandılar. Bunu da ABD’den önce gerçekleştirmiş oldular.
Bertha Benz, kocasına bir vites daha ilave etmesini önerdikten sonra, ilk uzun mesafe otomobil gezintisine bizzat kendisi çıktı. Annesini ziyaret etmek için Mannheim’den Pforzheim’e uzanan 106 kilometrelik yolculuğunda eczanelerden yakıt aldı, mekanik sorunları onardı ve bir ayakkabıcıdan fren takozuna deri çivilemesini isteyerek fren balatasını icat etti. Günümüzde onun katettiği yol Bertha Benz Anıt Yolu diye anılır ve her iki yılda bir o yolun üzerinde antika otomobil yarışı düzenlenir.
Aynı günlerde Gottlieb Daimler, yüksek hızlı petrol motorunu icat etti ve bir tekerlek daha ekleyerek dünyanın ilk dört tekerlekli otomobilini yaptı. Ama bu otomobili kitlelerin bütçesine uygun hale getiren Henry Ford oldu.
ABD’li mucit Ford, üretimin çok zaman almasının, otomobil maliyetini artırdığını fark etti. Endüstri Devrimi’yle birlikte mühendisler, farklı işçilerin her birine belli işleri defalarca yaptırarak, üretimi hızlandırabileceklerini fark ettiler. Ford bu montaj hattı nın araba üretimine de uyarlanabileceğini gördü. Arabanın iskeleti, her biri yeni bir parça ekleyen bir dizi işçinin elinden geçiyordu, işçiler fabrikada dolaşmak zorunda kalmadıklarından ve belli bir parçanın uzmanı olduklarından bir arabayı üretmek sadece bir buçuk saat alıyordu. Diğer üreticilerin bir otomobili yaklaşık 12 saatte ürettikleri düşünülürse, kayda değer bir kazanım elde edilmişti. Ayrıca çabuk kuruduğu için bütün arabalar siyaha boyanıyordu.
Akıllı bir patron olan Henry Ford, her işçisine yapımına katkıda bulunduğu arabayı satın almaya yetecek kadar maaş veriyordu. Ford Motor Company’nin ilk arabası 1908’de satıldı. Bu T model araba (nam-ı diğer Tin Lizzie ) aradan geçen yirmi yıl sonra üretilmeye devam ediyordu ve satış rakamı 15 milyona ulaşmıştı. 1914’te Ford, diğer araba üreticilerinin toplam üretiminden daha fazla araba üretmişti.
Asırlardır dünya korkunç bir hastalığın pençesindeydi: Çiçek hastalığı. Hastalarda görülen kızarıklıklar bir süre sonra sıvıyla dolu küçük kabarıklıklara dönüşüyordu. Fakat hastalığın etkileri kesinlikle küçük değildi. On sekizinci yüzyılın sonunda Avrupa’da neredeyse yarım milyon insan her yıl bu hastalıktan ölüyordu, içlerinde beş de hükümdar vardı ve körlüklerin üçte biri çiçek hastalığıyla bağlantılıydı.
On yedinci yüzyılda Avrupalılar asırlardır Asya’da kullanılan aşı tedavisini benimsediler. Çiçek hastasının derisi kazınarak açılıyor ve yara hastalığın daha az tehlikeli formuna sahip bir hastanın yara kabuğundan elde edilen maddeyle ovuluyordu. Bu uygulama hafif çiçek hastalığı vakalarında ve sonraki bağışıklıkta bazen işe yarıyor, ama çoğu zaman bir salgını tetikleyen tam gelişmiş çiçek hastalığına dönüşüyordu. Milyonlar bu hastalıktan ölmeye devam ediyordu.
Edward Jenner, Londra’dan taşınıp 1773’te kırsal Gloucestershire yöresindeki Berkeley köyünde göreve başladığında, çiçek hastalığının tedavisini bulmaya kararlıydı. Ne kadar fazla hastayla karşılaşırsa, kafasındaki model o kadar gelişiyordu. Tedavi için ona gelen sütçü kızların çoğu çiçek hastalığına yakalanmıyordu. İleriki çalışmaları kızların hepsinin geçmişte bir noktada çiçek hastalığının iyicil bir türü olan sığır çiçek hastalığına yakalanmış olduklarını ortaya çıkardı. Eğer sığır çiçek hastalığı bir kişiden diğerine aktarılırsa, iyicil türün ölümcül türün gelişimini önleyebileceğini düşündü.
Akıl hocasının verdiği öğüde uyan Jenner düşüncesini hayata geçirmeye karar verdi. Hastalarından biri sütçü bir kız olan Sarah Nelmes’ti. Sarah süt sağarken sığır çiçek hastalığına yakalanmıştı. 14 Mayıs 1796’da Jenner, sütçü kızın cildindeki kabarıklıklardan sıvıyı toplayıp bahçıvanının oğlu James Phipps’e aktardı. Birkaç ay sonra 1 Temmuz’da oğlana bu kez çiçek hastalığı enjekte etti.
Bunu yapmak riskliydi, ama oğlan yaşadı ve dünyanın aşılanan ilk kişisi oldu. Aşının İngilizce karşılığı olan vaccination, Latincede sığır anlamına gelen vacca sözcüğünden türemiştir. Alınan risk çok büyüktü, ama Jenner kar-zarar hesabı yaptıktan sonra potansiyel kazancın muazzam olduğunu anladı.
Edward Jenner insanları çiçek hastalığı aşısıyla tedavi etmeye başladığında, tek bir sağlık önlemiyle dünya nüfusunun neredeyse çeyreğini kırıp geçiren bir ölüm nedenini ortadan kaldırdı, diyor Branson.
1798’de Jenner aşının faydaları hakkında bir kitapçık yayınladı. Fakat yöneticileri aşının ileri bir adım olduğuna ikna etmesi yaklaşık 40 yılını aldı. 1840’ta politikacılar doktorun yerel denemelerinin önemini fark ettiler ve iki yıl sonra diğer uygulama yasaklanarak, aşı zorunlu hale getirildi.
Jenner aşısının tam olarak nasıl işlediğini hiç bilmiyordu, ama buluşunun ne denli müthiş olduğunun farkındaydı: Ömrünüzde gerçek bir fark yaratmak bir ayrıcalıktır.
1980’de Dünya Sağlık Örgütü çiçek hastalığının tamamen yok edildiğini duyurdu. Hastalığın örnekleri sadece ABD ve Rusya’da güvenlikli laboratuvarlarda saklanıyor. Günümüze kadar, dünya genelinde milyarlarca insan aşı sayesinde her türden hastalıktan kurtuldu, kurtulmaya da devam ediyor.
Branson’ın da belirttiği gibi, Nesiller boyunca aşı en büyük sağlık atılımı olmuştur.
Hal Sosabowski
Paul Parsons
~ 250.000 civarında farklı sözcükle en geniş kelime haznesine sahip dil İngilizcedir. Kamboçya dili Khmer, 74 harfle en büyük alfabeye sahiptir.
~ Papua Yeni Gine, 800’ün üzerinde farklı dille, dil bakımından en zengin ülkedir.
~ Dünyadaki insanların yüzde 90’ından fazlası en yaygın on dil ailesine ait bir dili konuşmaktadır.
1849 Çengelli iğne Walter Hunt
1869 Tekerlekli paten Isaac Hodgson
1876 Telefon Alexander Graham Bell
1880 Elektrik ışığı/ampulü Thomas Alva Edison
1886 Bulaşık makinesi Josephine Cochrane
1888 Makara filmi kamera George Eastman
1895 Alternatif akım elektriği Charles Steinmetz
1906 Klima Willis H. Carrier
1911 Uçak Alexander Graham Bell ve G. H. Curtis
1941 Diş fırçası Frank E. Wolcott
1944 Ruj Eleanor Kairalla
1955 Cırtcırt George de Maestral
1966 Batman arabası tasarımı George Barris
1968 Dayanıksız yapıştırıcı Spencer Silver
2006 Hıçkırığı durduran alet Philip Charles Ehlinger, Jr
2006 USB hafıza kart Chih-Chien Lin
Böylece Meucci patent almaya yetecek kadar parayı bulamamanın ceremesini çekti. Ama bu durumu yaşayan tek kişi o değildi. Bugün bile çok başarılı mucitler haklarını kaybediyorlar.
Paul Nurse