Reşat Nuri Güntekin’in eserlerinden Dudaktan Kalbe Kitap Alıntıları sizlerle.
Dudaktan Kalbe Kitap Alıntıları
Çiçeğim, o kadar emeğe rağmen giden insan yüktür, kayıp değil.
Ben bir insanı ilk görüşte ya severim, ya da sevmem. Sonrada bu ilk hissimin değiştiğini hiç hatırlamıyorum.
Bazı böyle sessizlik ihtiyacını derin derin duyduğum, varlığımı mutlak bir adem sükünu içine gömüp mahvetmekten zevk aldığım saatlerde sese hiç tahammül edemiyorum… Beynimin içinde gizli bir yara var gibi… En güzel ses bile bu yarayı incitip sızlatıyor…
‘Ayrılık, kuvvetli aşkları büyütür, hasta olanları büsbütün öldürür.’
İnsan, yârini çok özlerse gayri yüzünün hayalini de göremez olur.
…saadet bana biraz geç kaldı. İçimde birçok şeyler yıkılıp harap olmuş… Büyük hislere artık kabiliyetim yok…
O vakit benim için belki de öyleydi. Fakat bir şaka, bir yalan, bir eğlence gibi başlayan bu sevda bir gizli zehir gibi dudaklarımdan kalbime indi.
Acaba onu eskisi kadar sık görecek miydim?
Zannetmem… Fakat ne ziyanı var?… Hiç olmazsa bir kere bakışacağız, bir kere gözlerimiz bir birine tesadüf edecek ya…
Zannetmem… Fakat ne ziyanı var?… Hiç olmazsa bir kere bakışacağız, bir kere gözlerimiz bir birine tesadüf edecek ya…
İnsan gönlüne hükmedebilir mi?
Düştüm, hayatım gibi ruhum da sefil oldu..
Aşk, kalbimden dudaklarıma çıktı…
Ortada bir şey yokken ümitlere kapılma!
Aşkı bin türlü kayda esir ediyorlar, muayyen bir ömrü olan bir duyguyu zorla hapsetmeye çalışıyorlar, hep aynı şeyi sevmek için ebedi vefa yeminleri veriyorlar… Daima aynı şeyi sevmek aynı hatıraya bağlı kalmak ne fena… Bir keman düşün ki, hep aynı sesleri tekrar ediyor… Bir rüya tasavvur et ki, her gözlerimizi kapadığımız vakit aynı renklerle, şekillerle görünüyor.
Herkes, kendi yolundan gitse, herkes mesut olacak evlât…
Onun fikrince, bir erkek, aşkını ancak bir genç kıza, beyaz duvağını açtığı gece söyleyebilirdi.
Böyleyse her şey ölmemiş demek. İhtimal bir gün… Kim bilir… Evet, ümit ölmüyor…
Sevmek güzel şeydi.
Aşk kalbimden dudaklarıma çıktı… O, artık birini ötekinin unutturduğu buselerle bir nağme, bir tebessüm gibi yalnız dudaklarımda yaşayacak… Fakat mesut olmak için de asıl çare budur: Aşkı dudaklarından öteye bırakmamak, zehir gibi kalbe inmesine meydan vermemek.
Dünyada en çok iğrendiği insanlar, zengin ve mesut insanların etrafında yaşayan, onların saadetlerinin kırıntılarıyla bahtiyar olmağa çalışanlardı..
Neme lazım… Bu muvaffakiyet (başarı) bana daha evvel gelmeliydi. Kalbim söndü, heveslerim söndü, hayatım tamir kabul etmeyecek surette kırıldı.
O vakit benim için belki de öyleydi. Fakat bir şaka, bir yalan, bir eğlence gibi başlayan bu sevda bir gizli zehir gibi dudaklarımdan kalbime indi.
Benim yüreğim ne kadar mahzun olursa deliliğim, neşem o kadar artar.
Benim bu yaşta gönlüm ihtiyarladı…
Sanat, sevdadan başka bir şey değildir.
Aşkın kalple hiçbir alakası yok… Aşk, yalnız dudaklarda doğup yaşadıkça bir saadet olur…
Kenan zaten yaratılıştan büyülüydü. Bir şeye alakadar olması için onu kaybetmesi, bir şeyi sevmesi için ondan ümit kesmesi lazımdır.
Ölüm acı bir ilaçtır, diyordu, unutmak ve artık ıstırap çekmemek için yüzümüzü buruşturarak, iğrenerek, gözlerimizi kapayarak bir hamlede içtiğimiz ilaç…
Fakat bir şaka, bir yalan, bir eğlence gibi başlayan bu aşk, bir gizli zehir gibi dudaklardan kalbe indi..
Saip Paşa, oğullarından birini Fransız, ötekini İngiliz mektebine vermişti. «Gel… git… otur… kalk» diyecek kadar lisan öğrendikleri için onları mükemmel tahsil görmüş sanıyordu..
Nasıl ..? Niçin? Bilmiyorum. Sade şundan eminim ki, bu aşk: kanıma, kalbime, işlemiş. Ben ölmeyince çıkmayacak…
Hiçbir sonbahar, senin yokluğun kadar buraları harap etmemişti…
Benim yüreğim ne kadar mahzun olursa deliliğim, neşem o kadar artar… Bir tabiat meselesi…
Hiç olmazsa bir kere bakışacağız,bir kere gözlerimiz birbirine tesadüf edecek ya..
Sevdayı size ne fena, ne yanlış öğretiyorlar..
Ayın doğmaması nasıl imkansızsa onun gelmemesi de bana öyle imkânsız.
Size gönlümden başka verecek bir şeyim yok ki Kenan bey. O kafi gelseydi sizi herkesten ziyade mesut ederdim ama ne çare. Yazık…
Duyguların da insanlar gibi renksiz, asık yüzlü ihtiyarlıkları, sefil ölümleri var…
… ben hayatta daima menfaatten ziyade keyfimi düşündüm.
Bu çocuk, henüz kekeliyor, fakat ileride söyleyecek ve güzel söyleyecek… Kenan’ın memleketinin istiareli lisanıyla söylemek lâzım gelirse, diyeceğim ki Kenan, henüz kuşlara benziyor.
Kalbimde bilinmez bir şeyin hasreti, bilinmez bir yerin dâüssılası vardı.
Hiçbir sonbahar, senin yokluğun kadar buraları harap etmemişti..
Muvaffak olanlar bildikleri, istedikleri gibi yaşarlar ötekiler karanlık köşelerinde ne olursa olurlardı.
Aşk, öyle bir şeydi ki, mutlaka zarafet, muvaffakiyet, şöhret, servet, ihanetle beraber giderdi.
Bu gece onu yarım saat görmek mümkün olsa, başımı birkaç dakika onun göğsüne koysam ıstıraplarım kesilecek.
Artık ümidi kesiyorsun… Bundan sonra bahar, hayat, saadet bitti diyorsun… Fakat üç ay sonra her şey yeniden canlanmağa başlıyor… O kuru toprak, eskisinden daha güzel baharlarla bezeniyor…
Sevdiğim insanların her hallerini merak ederim.
Düştüm, hayatım gibi ruhum da sefil oldu.
Sen daha bilmezsin Kenan… İnsan yârini özlerse gayri yüzünün hayalini de göremez olur.
Tabiatın anlaşılmaz kanunları var azizim.
Seni dünyada tesadüf etmediğim en güzel, en temiz bir şey gibi hatırlayacağım…
Kalbim söndü, heveslerim söndü, hayatım tamir kabul etmeyecek surette kırıldı.