İvo Andriç kitaplarından Drina Köprüsü kitap alıntıları sizlerle…
Drina Köprüsü Kitap Alıntıları
Evet…sağlık!…Her şeyin başı sağlıktır.Sağlık gibi var mı?Zavallı insanoğlu böyledir işte…Ona her şey ver,sağlığını al…Hiç bişey vermedin demektir.
Elbette…Allah taktir etmedikçe ne bir şey alınır ve ne de ekilir Allah nasip etmedikçe insan toprağı istediği kadar ekip sürsün…Bütün zahmetler boşa gider.
Şakaların tadı tuzu kalmamıştı. Yenilerini uydurmak hem zordu, hem vakit isterdi.
Sevmeyen bir adam ne başkasının aşkının büyüklüğünü,ne kıskançlığının gücünü,ne derinde gizlenen tehlikeyi anlayabilir.
Osmanlılar der ki:”üç şey saklanmaz:Aşk,öksürük ve fakirlik.”
Özgürlük içinde doğan,adalete dayanan bir devlet,tanrısal düşüncenin yeryüzünde gerçekleşen bir damlası gibidir.
Aşk böyledir.Çoğu zaman gözden uzak ,çirkin yerleri arar.
Her kuşağın kendine göre hayalleri vardır.
Nefret olmadan iyilik,kıskançlık olmadan büyüklük olmazdı.
Her dirhem iyiliğin yanında iki dirhem kötülük vardı.
her geçen gün yabancıların sayısı da artıyordu.
Büyük kararlardan sonra her şey sadeleşir, kolaylaşırdı.
Çünkü herkesin mutlaka ağlayacak bir şeyi bulunur.Sonra başkasının acısına ağlamak da her zaman tatlıdır.
Bir felaket oldu mu ortada ispat edilecek bir şey kalmaz!
Birlikte geçirilen bir felâket kadar insanları birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur.
İnsan için ne yaşayabileceğimi,ne de ölebileceğim bir çağ gelince yakınma neye yarardı!
Hepimiz öleceğiz…varalım ölelim!
Gözler görüyor,ağızlar konuşuyor,insan yaşamakta devam ediyor,ama hayat,gerçek hayat kalmıyor.
İnsanlar böyledir.Çok yükselen ve yükseklerde uçanların düşmediğinden adeta tat duyarlar.
Bazen insanların alınyazılarıyla da oynanır.
Bizde;burada,böyle diller destan olmuş bir genç kız evde kaldığı çok görülmüştür.Oysa ondan,her bakımdan çok aşağı olan genç kızlar kolaylıkla evlenirler.
Mutsuzluklar da sonsuz değildir.Bir bakıma mutluluğa benzerler,geçip giderler.daha doğrusu biçim değiştirirler.
Hz. Muhammed:
“Bir yerde hastalık görülünce gitmeyin, çünkü hastalığı alabilirsiniz! Ama, hastalığın olduğu yerde bulunuyorsanız oradan da çıkmayın, çünkü hastalığı başkalarına bulaştırabilirsiniz.”
“Bir yerde hastalık görülünce gitmeyin, çünkü hastalığı alabilirsiniz! Ama, hastalığın olduğu yerde bulunuyorsanız oradan da çıkmayın, çünkü hastalığı başkalarına bulaştırabilirsiniz.”
Unutmak,her acıyı siler,arkada bırakırdı.şarkı söylemek ise,unutmak için en güzel çareydi.Çünkü insan şarkı söylerken daima sevdiği şeyleri düşünür.
Aldanmadığımı sanıyorum Bu seni aldatmama imkân olmadığına bir delildir.
Ama insan ölmüyordu işte Acısıyla ve dayanılmaz düşüncesiyle yaşıyordu.
İnsanlar böyledir. Çok yükselen ve yükseklerde uçanların düşmesinden âdeta tad duyarlar.
Osmanlılar der ki: Üç şey saklanmaz: Aşk, öksürük, fakirlik.
Bana hiç acımayın…Biz sıradan insanlar yanlız bir sefer ölürüz.Ama büyük adamlar iki sefer ölürler.Birinci sefer bu dünyayı bırakıp gittikleri,ikinci sefer de bıraktıkları eserler,yıkılıp kaybolduğu zaman.
Bana hiç acımayın..
Çünkü o işini Allah’a havale etmişti.Herkesin bırakıp unuttuğu o mübarek vakıfları elbette ki Allah koruyacaktı.
Yalnız eskilerin şu sözlerini unutma: “Şimdi ölmek zamanı değil, kendini göstermek zamanıdır,” işte o zaman geldi.
Seven bir kadın… bütün umutları sönse bile… aşkını, doğması nasip olmayan bir çocuk gibi sever.
İnsan zaafının bu en acıklı, en feci yanı, şüphesiz ilerisini görmek yeteneğinden yoksun oluşudur. Allah vergisi bilgi, sanat ve istidatla taban tabana çelişen bir kabiliyetsizlik…
Her şeyi gururuna feda ediyorsun ama onun başlıca kölesi ve en büyük kurbanı sensin!
Osmanlılar der ki: “Üç şey saklanamaz: Aşk, öksürük ve fakirlik.”
Özgürlük içinde doğan, adalete dayanan bir devlet, tanrısal düşüncenin yeryüzünde gerçekleşen bir damlası gibidir.
Gençlik en kötü duyguları bile sabırla karşılar ve onların arasında serbestçe hareket eder, yaşar.
Bir hükümet, bir bildiri ya da ilan vasıtasıyla halka barış ve refah vaat etti mi, tam tersini beklemek gerekti.
Yüreği katı ve ruhu sert olanlar çabuk ihtiyarlamazlar.
Gülmek bulaşıcı ve dayanılmaz bir şeydir… Her çeşit içkiden, her çeşit yiyecekten tatlıdır.
Bir genç kız eliyle fırlatılan bir demet çiçeğin anlamı nedir biliyor musun?.. Bununla sana: “Senin için bir kuru yaprak gibi soluyorum! Ve sen bana ne evlenme teklifinde bulunuyor, ne de başkasıyla evlenmeme izin veriyorsun!” diyor.
İlk anlaşmazlık ve çatışmalardan sonra yeni hükümet halkın üstünde net bir sağlamlık ve devamlılık izlenimi bıraktı. (Kendisi de bu duygunun etkisi altındaydı. Çünkü böyle olmasa güçlü ve sürekli bir idare kurulamazdı.) Gücünü dolaylı olarak hissettiriyor, onun için de halk onu eski Türk düzeninden daha kolay sindiriyordu. Açgözlülüğünü ve zulmünü, geleneksel biçimlerle bir ağırbaşlılık ve parlaklık maskesi altında gizliyordu. Halk hükümetten korkuyor ama, ölümden ve hastalıktan korkar gibi korkuyor, zulüm, felaket ve fenalık karşısında titrer gibi değil!
Mutsuz şeyler bir an için onlara kolayca erişilecekmiş gibi görünür ve bu istek bir kere içlerine yerleşti mi her şeye rağmen ona el uzatanlara getirecekleri felaketlerle tekrar erişilmez bir hale gelir.
İnsan için ne yaşayabileceği ne de ölebileceği bir çağ gelince yakınma neye yarardı? Evet, ne yaşayabilir ne ölebilir, ancak toprağa çakılan bir direk gibi çürüyebilirdi. Bu öylesine büyük, öylesine gerçek bir sefalet ve perişanlıktı ki…
Üstün bir düşman yaklaşırken ve büyük yenilgilerin arifesinde iken, kardeş kardeşe düşman olur. Anlaşmazlıklar ortaya çıkar.
İnsanlar böyledir. Çok yükselen ve yükseklerde uçanların düşmesinden adeta tat duyarlar.
Hayatta hiç çalışmamış, bir iş görmemiş olanların sabrı pek çabuk tükenir. Ve her işi kolayca eleştirerek hataya düşerler.
Hayat anlaşılmaz bir mucizedir, boyuna harcanır, erir, buna rağmen yine dayanır, sürüp gider. Tıpkı Drina’nın üstündeki köprü gibi.
Birlikte geçirilen bir felaket kadar insanları birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur.
Ölüm daima konuşmalara yol açar. Kapalı duran ağızlar açılmıştı.
Vişegradlılardan konukseverlik gören bir Türk yolcusunun seyahatnamesinde yazdığı gibi, “Herkesin kalbinde yer etmesi gereken Kapiyaları kasabanın can damarı, köprünün kalbidir.”
Oysa zarar görenler ve sömürülenler, zekâlarını ve çılgınlıklarını istedikleri gibi kullanabilirler. Bu, onların sömürenlere karşı kâh sinsi, kâh açıkça kullanabildikleri iki silahtır.
Unutmak, her acıyı siler, arkada bırakırdı. Şarkı söylemek ise, unutmak için en güzel çareydi. Çünkü insan şarkı söylerken daima sevdiği şeyleri düşünür.
Özgürlük içinde doğan, adelete dayanan bir devlet, tanrısal düşüncenin yeryüzünde gerçekleşen bir damlası gibidir.
Bir kimsenin inancını ve görünüşünü bit başkasının değiştirdiği hiç görülmemiştir
Hayalleri güçlü olanlar,şakadan hiç hoşlanmazlar.
Birisinin bize acı vermemesi, bizi izlememesi için ona arkamızı çevirmemiz yetmiyordu.
Sessizlik duaya yardım ederdi. Hatta başlı başına bir dua demekti.
Bu düşünceler bu cevapsız kalan sorular insanı hastalıktan da beter zehirliyor mahvediyordu.
İnsan zaafının bu en acıklı,en feci yanı, şüphesiz ilerisini görmek yeteneğinden yoksun oluşudur. Allah vergisi bilgi, sanat ve istidatla taban tabana çelişen bir kabiliyetsizlik
Hayat kırıklanıyor,dağılıp dökülüyordu. Bugünkü kuşaklar daha çok hayatla değil de ,hayat üzerine görüşleriyle meşguldü. Bu anlaşılmaz saçma bir şeydi ama böyle idi. Onun için de hayat değerini kaybediyor kelimelerle harcanıp gidiyordu.
İnsanoğlu bütün ömrü boyunca üzülür durur ve hiçbir zaman ,ne ona gerekli olanı ne de istediğini elde etmeyi başarır.
Hayat anlaşılmaz bir mucizedir, boyuna harcanır, erir, buna rağmen yine dayanır, sürüp gider.
Unutmak, her acıyı siler, arkada bırakırdı. Şarkı söylemek ise, unutmak için en güzel çareyi. Çünkü insan şarkı söylerken daima sevdiği şeyleri düşünür.
Mevsimler gelir, geçer, kuşaklar birbirini kovalar, ama yapılar değişmezdi. Ama zamanın yapamayacağını, önceden görülmeyen uzak olayların beklenmedik kargaşalıkları yaptı.
Hayatta hiç çalışmamış, bir iş görmemiş olanların sabrı pek çabuk tükenir. Ve her işi kolayca eleştirerek hataya düşerler.
İnsan, gücünün yetmediği tabiat unsurlarıyla karşılaşıyor, güçsüzlüğünün acıları içinde karşısına dikilen aşılmaz engelin zorluğunu daha iyi görüyor ve bu güçlüklerin insanoğlunu her işinden alıkoyduğunu anlıyordu.
Bosna’da iki din arasında yüzyıllardan beri süren bu büyük ve tuhaf savaşta din kisvesi altında toprak, iktidar, kendi hayat görüşü ve dünyayı idare ediş biçimi için de çarpışıyorlardı. Birbirlerinin sadece kadınlarını, atlarını, silahlarını değil, şarkılarını, şiirlerini bile çalıyorlardı.
Birlikte geçirilen bir felâket kadar insanları birbirine bağlayan hiçbir şey yoktur.
Yüreği katı ve ruhu sert olanlar çabuk ihtiyarlamazlar.