Stefan Zweig kitaplarından Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi kitap alıntıları sizlerle…
Dostoyevski: Yalnızlığın Keşfi Kitap Alıntıları
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
Ben insanlardan zaman zaman kaçan birisiyim, belki size de uzun zaman gelmem.
Wagner kendi eserinin yanında program niteliğinde bir açıklama, polemik yaratacak bir savunma sundu. Tolstoy ise her merak edenin içeri girellbilmesi, her bir sorunun karşılık bulabilmesi adına günlük yaşantısının tüm kapılarını açtı. Ancak Dostoyeveski amacını, tamamlamış olduğu eserler dışında hiçbir şekilde açık etmedi, eserlerinin taslaklarını ise yaratımın korunda yakıp yok etti.
Zihin ve inanç, onu bu tatsız, kıymetsiz ve fani yaşamdan kurtarıp özgürleştirmiştir.
Dostoyeveski de tıpkı Beethoven gibi fırtınanın, cevherlerin kutsal isyanı sırasında ölür.
Bir usta oldum artık,
Hazzı ve ızdırabı taşımakta,
Ve ızdırabımdan aldığım haz,
Sonsuz bir saadet oldu bana.
Hazzı ve ızdırabı taşımakta,
Ve ızdırabımdan aldığım haz,
Sonsuz bir saadet oldu bana.
GOTTFRIED KELLER
Onun için doğru yaşamak şöyledir: Güçlü yaşamak ve her ikisini de en güçlü, en sarhoş edici şekillerde deneyimlemek.
Şehvetten masumiyeti doğurmaktadır; suç büyüklüğü, haz ızdırabı, ızdırap ise yine hazzı doğurur. Zıtlıklar mütemadiyen birbirine dokunur.
Goethe’nin ifadesiyle, ‘karakter, dünyanın akışı içinde meydana gelir.’
Dostoyeveski’nin ideali şudur: Olmadığı gibi olmak. Hissetmediği gibi hissetmek. Düşünmediği gibi düşünmek. Yaşamadığı gibi yaşamak.
Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin.
Yaşamı sevmeyi ancak ızdırap sayesinde öğrenebiliriz.
Ölümden daha kesin bir mutsuzluk yoktur.
Suçsuz yere mahkum edilmiş Dimitri Karamazov, bilekleeinde kelepçeler durup tüm gücüyle haykırır: ”Sırf kendime şu sözü söyleyebilmek için tüm acıları aşacağım: Varım. İşkence masalarında iki büklüm olsam da şunu biliyor olacağım: Varım. Kürek çekmeye mahkûm edilsem de güneşi hâlâ görüyor olacağım. Göremiyor olsam bile, yine de yaşıyor olacağım ve O’nun var olduğunu biliyor olacağım. ”
Her şeyi sevmeye başladığında, Tanrı’nın sırrı kendini her şeyde gösterecektir.
Diğerleri mutlu olacaksa ben yok olabilirim.
Dostoyevski’yle ilk tanışmada genellikle sınırları belli bir ozanla ve onun yapıtıyla karşılaşılacağı zannedilir, ancak bunun yerine bir sonsuzluk, yörüngesinde süzülen kendine has yıldızları ve başka bir melodisi olan bir evren keşfedilir.
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Dostoyevski’nin eserlerinde insan, nihai hakikati, evrensel insan olan benliği için savaş verir. Bir cinayetin işlenmesi veya bir kadının aşk içinde yanıp tutuşması gibi meseleler fanidir, önemsiz olaylardır, geri planda kalan detaylardır. Onun romanı, insanın iç dünyasının en derinlerinde, ruhsal âlemde, zihinsel dünyada geçmektedir: Dış dünyanın rastlantıları, olayları, yazgıları sadece birer hatırlatıcı, mekanik birer detay, sahnenin dekorudur. Trajedinin kendisi daima iç dünyada yaşanır. Bu ise her zaman şu anlama gelir: Engelleri aşmak, hakikat için savaşmak. Her bir kahramanı kendine, Rusya’nın da daima sorduğu şu soruyu sorar: Ben kimim? Benim değerim nedir? Kendisini, daha doğrusu varlığının en üstün halini dayanaksız, mekânsız ve zamansız olanda arar durur. Kendini Tanrı’nın huzurunda bulunan bir insan olarak idrak ve kabul etmek ister. Keza Dostoyevski’nin her bir karakteri için hakikat, ihtiyaçtan daha öte bir şeydir: Hakikat onlar için bir taşkınlık, bir hazdır ve verdiği en kutsal haz ise itiraftır. İtiraf sırasında içsel insan, evrensel insan, yani tanrısal insan dünyevi insanı, hakikat ise -ki bu Tanrı’dır-
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
Dostoyevski şöyle sesleniyor bizlere: “Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.”
Dostoyevski şöyle sesleniyor bizlere: “Bir fikir ayrılığına rağmen karşındakine saygı duyabiliyorsan, insan olmuşsun demektir.”
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
Mutluluk ne zaman yaşamının bir noktasında ona göz kırpsa, kader anında yepyeni bir kara bulut kümesini üzerine sürer.
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
Dostoyevski, sevmeyi şöyle tanımlamış: sevmek güzel birinde aşkı aramak değil, o kişide bilmediğin bir zamanın beklenmedik bir anında kendini bulmaktır.
“Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin.”
Dostoyevski için nihai ve en güzel varoluş hali, saflıktır, çocuksu bir yüreğe ve doğal bir neşeye sahip olmaktır ki bu farkındalık hatta yüksek bir farkındalık kazanmış olan adam bunu hiçbir zaman tadamamıştır ve bu nedenle de insan için en yüce olanın özlemini duymuştur.
İnatlarının ardına bakıldığında, bastırılmış utanç duygusundan başka bir şey olmadığı, sevgilerinin körelmiş bir nefret ve nefretlerinin ise gizli bir sevgiden ibaret olduğu görülebilir. Zıtlık, zıtlığı besler.
Gelenek, şimdiki zamanın etrafını taştan sınırlarla çevreleyen geçmiştir: Geleceğe doğru yol almak isteyen kişi önce geçmişi aşmak zorundadır.
Çünkü eğer hiçbir şeyin amansız olmadığı, her düşüşten sonra bir çıkış yolunun bulunduğu; her mutsuzlukta bir esrimenin de mümkün olduğu ve her çaresizlikte hâlâ bir ümidin olduğu bir dünya var ise, bu Dostoyevski’nin dünyasıdır.
Yaşam tarafından karmakarışıklaştırılan öğeler, varılan huzur noktasında bir kristal kadar berraklaşır.
“Karakter, dünyanın akışı içinde meydana gelir.” /Goethe
“Hayatın kendisini, anlamından daha çok sevin.”