Amin Maalouf kitaplarından Doğu’dan Uzakta kitap alıntıları sizlerle…
Doğu’dan Uzakta Kitap Alıntıları
Gençtik, ömrümüzün şafağı söküyordu derken, gün batımında gelmiştik bile..
Ölümün de kendine has bir bilgeliği var, bazen kendinden çok ona güvenmek gerek.
Adem ile Havva’nın tüm evlatları yitik çocuklardır.
Ben nesli tükenenler görevlisiyim. Ve sıra bana geldiğinde hiç eğilip bükülmeden bir kütük gibi devrilecek ve duymak isteyenlere şunu yineleyeceğim : ‘Haklı olan benim, hatalı olan tarih.’
Adımda doğmakta olan insanlığı taşıyorum, ama ben nesli giderek tükenen insanlığa aidim.
Hata yapmıştı, ama kararına saygı duyuyorum ve ne zaman onu düşünsem O saf bir varlıktı!" demekten vazgeçmeyeceğim.
En azından elleri temiz kalmış. Kimseyi öldürmemiş."
"Hayır, kendisi ve benim dışımda, hiç kimseyi öldürmedi."
Ben arkadaşlarıma yaşadığım son aşk gecesini anlatabileceğim ve bunun böbürlenme veya edepsizlik sayılmayacağı bir çağda yaşamak isterdim."
Kimseden bir şey istemememin nedeni bana hayır denmesine katlanamayaşımdı.
Ben, ne zenginlerin miyopluğundan,ne açların körlüğünden mustarip olduğum için dünyaya bilinçli bakabilen orta tabakadanım.
Kalbindeki beni ilgilendirmez. Dışındaki işe üçüncü şahıslara yönelik kurumsal bir beyandır, dolayısıyla beni ilgilendirir.
Geldim,gördüm, hayal kırıklığına uğradım.
Laikliğe varıncaya dek inançlı olan da ,ateizme varıncaya dek dindar olan da Batı’dır. Burada ,Doğu Akdeniz’de inançlarla değil ,aidiyetlerle ilgilenilir. Dinlerimiz ve mezheplerimiz birer kabile,dinsel gayretimiz de bir milliyetçilik biçimidir.."
Ölüm döşeğindekilerin affedilmeleri gerektiğinden emin değilim. Her insan ömrü sona ererken sayacı sıfırlamak; bazılarının zulmünü ve aç gözlülüğünü, bazılarının da merhamet ve fedakârlığını sahte bir sofulukla kâr ve zarar hanelerine kaydedip geçmek fazla basit bir çözüm olurdu. Katiller ve kurbanları, zalimler ve mazlumlar ölüm gelip çattığında eşit ölçüde masum sayılacaklar, öyle mi? Her halükarda benim için öyle değil. Benim bakış açıma göre, suçun cezasız kalması da adaletsizlik kadar ahlak bozucudur. Gerçeği söylemek gerekirse, bunlar aynı madalyonun iki yüzüdür.
Bazı insanlar ancak yazarken düşünür. Adam da onlardandi. Bu onun için hem bir ayrıcalık hem de bir engeldi.
Eli kalem tutmadığı zaman zihni daldan dala atlıyor, fikirleri ehlileştiremiyor veya bir mantık inşa edemiyordu. Düşüncelerinin bir düzene girmesi için yazmaya başlaması şarttı. Onun için düşünmek, elle yapılan bir etkinlikti.
Bir anlamda nöronları parmak uçlarındaydı. Neyse ki parmakları becerikli ve oynaktı.
Bir dinleri olduğu için ahlâka ihtiyaçları kalmamış gibi davranıyorlar.
Bir dinleri olduğu için ahlâka ihtiyaçları kalmamış gibi davranıyorlar.
Uzun vadede Adem’in ve Havva’nın tüm evlatları yitik çocuklardır."
İnsan hayal kırıklığına uğramaya çalışır ve hiç bir sürpriz yaşanmaz hayal kırıklığına uğrar. "
…yirminci yüzyılda yaşanan iki büyük felaketin komünizm ve antikomünizm .
"Yirmi birinci yüzyılın iki büyük musibeti de radikal İslamcılık ve radikal İslamcılık karşıtlığı olacak.
Komünizm insanları eşitlik adına köleleştirmişti, kapitalizm de ekonomik özgürlük adına köleleştiriyor. Dün olduğu gibi bugün de Tanrı mağluplar için bir sığınak, başvurulacak son mercidir.
Burada, Doğu Akdeniz’de inançlarla değil, aidiyetlerle ilgilenilir. Dinlerimiz ve mezheplerimiz birer kabile, dinsel gayretimiz de bir milliyetçilik biçimidir …
"Aynı zamanda da bir enternasyonalizm biçimi" . "İkisi bir arada. İnananlar topluluğu ulusun yerini alıyor ve devletler ile ırklar arasındaki sınırları neşeyle aştığı ölçüde, bir zamanlar birleşecekleri varsayılan bütün ülkelerin proleterlerini ikame ediyor."
Aşktan söz etmek ne kadar soylu bir işse, aşklarını anlatmak da o ölçüde bayağılıktır.
Kendi hasretlerimin içine gömülü olduğum için, tanıdığım insanların hasretlerine nadiren dikkat ediyorum. Onların belleğimde iz bırakmaları bana doğal geliyor; ama benim de onların belleklerinde iz bırakmış olabileceğim düşüncesi beni şaşırtıyor.
İlerleme, adalet, özgürlük, ulus veya din adına alamete bindirilip kıyamete götürülmekten bir türlü kurtulamadık. Devrim çağrısı yapanlar, daha özgür, daha adil ve eldekinden daha az yozlaşmış bir toplum kuracaklarını önceden ispatlasalar, daha iyi olurdu. Sizce de öyle değil mi?
Kitapların büyüsünden sık sık söz edilir. Ama bu büyünün çift yönlü olduğu pek söylenmez. Bir okumanın büyüsü, bir de kitaplardan söz etmenin büyüsü vardır. Borges’in bütün çekiciliği, uydurulmuş, düşlenmiş, düşlemsel başka kitapların da hayalini kurarak anlatılmış öykülerin okunmasından kaynaklanır. Böylelikle birkaç sayfa içinde iki büyü aynı anda yaşanır.
Bir azınlık mensubu farklılığını gözler önüne sermek veya bayrak gibi taşımaktan çok, üstünü örtmek eğilimindedir. Ancak köşeye sıkıştırıldığında -ki bu da eninde sonunda mutlaka olur- kimliğini ortaya koyar. Bir azınlık mensubunun, kendi insanlarının yüzyıllardır, binyıllardır, şimdi hakim konumdaki cemaatlerin ortaya çıkmasının çok öncesinden itibaren yaşadıkları bir toprakta kendini birden yabancı hissetmesi için bazen bir tek söz veya bakış yeterli olur. Bu gerçeklik karşısında herkes kendi meşrebine göre -utangaç, hınçlı, uşakça veya kabadayıca- bir tepki verir.
Bir insan bildik yolların dışına çıktığında, ona sanki tehlikedeymiş, bir zindancının, bir istismarcının veya kendi yoldan çıkışının kurbanıymış gibi davranma eğilimine zaman zaman kapıldığımız doğru. Ama arkadaşımız farklı bir muameleyi hak ediyor. Onun yoluna saygı duyulmalı.
Pek çok insan büyüdükçe masumiyetten kuşkuculuğa geçer; yolun tersine katedildiğine az rastlanır.
Her birimizin kendi pişmanlıkları var ve kimsenin diğerine taş atacak hali yok.
Onları seviyoruz, onlar da ölüyorlar. Ne kadar tutmak istersek isteyelim, parmaklarımızın arasından kayıp gidiyorlar, ölüyorlar.
Kaçırdığınız anları bir daha yakalayamazsınız. Biz tüm ömrümüzü bir gün Venedik’e gideceğiz, bir gün Çin’e gidip Yasak Kent’i gezeceğiz, diye diye geçirdik. Sonuçta hiçbir yere gitmedik. Tüm ömrümüzü, daha sonra, daha sonra, şu iş hallolduğunda, şu ödeme geldiğinde, şu tarihten sonra, evimiz boşaltıldığında, diye diye geçirdik. Sonra şu Allah’ın belası hastalık çıktı ve bir daha tek bir neşeli anımız olmadı. O yüzden size diyorum ki: Benim gibi yapmayın! Her anın kıymetini bilin! Şu veya bu bahaneyle mutluluktan vazgeçmeyin! İstifade edin!
Anlamam biraz zaman aldı, ama sonunda bizdeki taziye geleneğinin bir yorma tekniği olduğu sonucuna vardım. Matemdeki insanlar öylesine bitkin düşüyorlar ki başlarına gelen felaketi düşünmeye mecalleri kalmıyor.
Umutsuzlukta haklı çıkacağımıza, umutta yanılalım.
Ülkelerimizi istila ettiler, işgal ettiler, bizi aşağıladılar. Aklıma gelen ilk soru şu: Bunları yapmalarını niye engelleyemedik? Yoksa biz şiddet karşıtıyız da ondan mı? Hayır, değiliz. O zaman nasıl oldu da bizi istila edip, boyun eğdirip, aşağılayabildiler? Bana diyeceksin ki, çünkü biz zayıfız, bölünmüşüz, örgütsüzüz, teçhizatımız yetersiz. İyi de niye zayıfız? Niye Batı’nınkiler kadar güçlü silahlar üretmekten aciziz? Sanayimiz niye geri? Sanayi devrimi niye bizde değil de Avrupa’ da gerçekleşti? Niye biz az gelişmiş, zayıf ve bağımlı ülkeler olarak kaldık? Başkalarının suçu, başkalarının suçu diye hiç durmadan yineleyebiliriz. Ama er geç kendi eksiklerimizle, kendi kusurlarımızla, kendi sakatlıklarımızla yüzleşmemiz gerekecek. Er geç kendi yenilgimizle, bizimki gibi bir medeniyetin uğradığı devasa tarihsel bozgunla yüzleşmemiz gerekecek.
Batı’yı ilgilendirenin kadınlarımızın özgürleşmesi olduğuna gerçekten inanıyor musun? ,,,,,,,bizden gelen her şeye karşı yüzyıllardır sistemli bir düşmanlık yapılmıyor mu? Eskiden bizim Şark ülkelerini efemine erkekleri ve şehvet düşkünü kadınları yüzünden eleştirirlermiş; bugün de aşırı edepli olmakla suçlanıyoruz. Onların gözünde, ne yaparsak yapalım hep kabahatliyiz.
,,,,,böyle bir düşmanlık var ve zaman zaman sistemli bir görünüm de alıyor. Ama tek yönlü değil bu. Açık konuşacak olursak, biz onlardan ne kadar nefret ediyorsak, onlar da bizden o kadar nefret ediyor. "
İnsan geçmişin yok olması karşısında kolay avunur; asıl kaldırılamayan geleceğin yok olmasıdır.
Doğu Akdeniz’ de insan konuğunun isteklerine boyun eğer, ona kendi yasalarını dayatmaz. En azından, daha iyi zamanlarda böyle davranılırdı.
Bana kollarını açarsan senin için ölmeye hazır olurum. Kapıyı yüzüme kapatırsan hem kapını hem de evini başına yıkmak isteği uyanır içimde.
İnsanın kendi iç hesaplaşmalarıyla tamamen baş başa kalmak istediği anlar vardır ve o noktada en küçük bir dış müdahale bile saldırı gibi algılanır.
Dünya, Tanrı’nın aldatılabileceğini ve ellerinin temiz kalması için öldürmemekle çalmamanın yeterli olacağını düşünen acınası insanlarla dolu.
Benim içimde değişen dinsel inançlarım değil, onlardan çıkardığım sonuçlar oldu" dedi; "Bana çocukluğumdan beri ‘Hiç çalmayacaksın’ diye öğretmişlerdi ve gerçekten de hiçbir şey aşırmadım, elimi kasaya atmadım, faturalarımda hiç hile yapmadım, bana ait olmayan bir şeyi sahiplenmedim. Kağıt üzerinde vicdanım rahat edebilirdi. Ama Tanrı buyruğunu bu kadar asgari düzeyde ele almak bana bugün saçma ve alçakça geliyor.
"Eğer yöneticiler milletin servetine haksızca el koymuşsa ve onlara saray yapasın diye bunun bir bölümünü sana veriyorlarsa, sen de bir yağma girişimine ortak olmuyor musun? Masumların kapatılacakları ve içlerinden bazılarının işkencede ölecekleri bir hapishane inşa ediyorsan, öldürmemeni emreden buyruğu çiğnemiş olmuyor musun?
Kaba kuvvetle ilişkiye maruz bırakılan her şey alçalır. Darbeyi indiren de darbeyi yiyen de aynı kirlenmeyi yaşar.
Umutsuzlukla haklı çıkacağımıza, umutta yanılalım."
Ben belki iflah olmaz bir nostaljiğim, ruhumda yetişkinler dünyasını asla kabullenemeyen bir çocuk var, ama böyleyim işte.
“..eğer ikiniz de kitap okuyanlar alemine aitseniz paylaşılmaz bir cennete el ele girmek üzeresiniz demektir.”
” O halde, ben de bir zamanlar en bilge Romalıların yaptıklarını yapacağım:İşi zamana bırakacağım. ”
Petrolün mutlu ettiği bir tek ülke biliyor musun? Hepsini gözden geçir. Petrol parası her yerde iç savaşlara, kanlı sarsıntılara yol açtı; kaprisli ve megaloman yöneticilerin öne çıkmasını kolaylaştırdı.
"Çünkü insanlar bir günde büyük paralara sahip oldular ve bunun için hiç çalışmak zorunda kalmadılar. Sonuçta, bir tembellik kültürü yaygınlaştı. Eğer senin yerine yorulacak birine para ödeme gücün varsa niye kendin yorulasın ki? O zaman da tamamı rantiyelerden ve tamamı, haydi köle demeyelim de uşaklardan oluşan nüfus toplulukları ortaya çıktı. Sence bununla ulus inşa edilebilir mi?"
İkiniz de servet sahibi oldunuz, ama bundan aynı dersleri çıkarmadınız. Sen, Tanrı’nın seni ödüllendirmek istediğini düşündün; o ise Tanrı’nın onu sınamak istediği sonucuna vardı dedi.
Başkalarının mutluluğundan, onun çok azını çok kısa bir süreliğine ve dışarıdan paylaşsalar bile mutluluk duyan insanlar var. Bir de başkalarının mutluluğunu bir saldırı gibi algılayanlar …
…radikal militanlar bir gün mutlaka zalime dönüşürler.
Avrupa’ya seyahat ettiğimde tüm zengin insanlara yapıldığı gibi bana da saygılı davranılıyor. İnsanlar bana gülümsüyor, kapıları eğilerek açıyorlar, satın almak istediğim her şeyi satıyorlar. Ama içlerinden beni aşağılıyor ve benden nefret ediyorlar. Onların gözünde zengin olmuş bir barbardan başka bir şey değilim. Sırtımda en güzel İtalyan kostümü de olsa, manevi bakımdan onların gözünde bir baldırı çıplağım. Niçin? Çünkü yenilmiş bir halka, mağlup bir medeniyete aidim.
Düğünden önce her adam dikkatlidir, naziktir; göz koydukları genç kıza ‘kendi’ karıları oluncaya kadar prenses gibi davranırlar; sonra hızla birer zorbaya dönüşürler, ona hizmetçi gibi davranırlar, tepeden tırnağa değişirler ve toplum da bu konuda onları yüreklendirir. Düğünden öncesi oyun mevsimidir; sonra ciddi ve karanlık ve üzücü şeyler başlar. Kadınlar tarafında da manzara daha parlak değildir. Kapılanacak bir yer aradıkları sürece şeker gibidirler. Tatlı, uzlaşmacı, birlikte yaşamaktan zevk alınacak insanlar olurlar damat adayı evlenme kararını verinceye kadar, onu rahatlatmak için gereken her şey yapılır. Kadınlar o ana dek gizlemeye çalıştıkları gerçek tabiatlarını ancak düğünden sonra açığa çıkarırlar.
Serseriler serserilik yaparken kendileriyle barışıktırlar; koşulların serserilik yapmaya ittiği dürüst insanlar ise vicdan rahatsızlığından ötürü kendilerini yiyip bitirirler.
Arkadaşım olması gözümde asla hafifletici bir sebep değil, tam tersine ağırlaştırıcı bir sebep oluyor. Bir arkadaşın suçları seni de kirletir ve aşağılar; onları acımasızca yargılamak senin görevindir.
Savaşlar en kötü içgüdülerimizi ortaya çıkarmakla kalmazlar, aynı zamanda onları üretirler, şekillendirirler. Toplumları içinden patlamasa dünyanın en iyi insanları olacak nice kişi kaçakçıya, yağmacıya, fidyeciye, katile, katliamcıya dönüşüyor …
Ne yazık ki vatandaşlarımız bu tarz uygulamalara karşı hoşgörülü, insanı umutsuzluğa sürükleyecek kadar hoşgörülü davranıyorlar. Böyle gelmiş böyle gider, diyorlar. Hatta hangi yolları kullanırlarsa kullansınlar, köşeyi dönenler"in becerisine büyük bir hayranlık duyuyorlar.
Toplum yasaları yerçekimi yasalarına benzemez, insan genellikle aşağı değil yukarı doğru düşer. … İlkeler insanın palamarları, bağlarıdır; onları kopardığında serbest kalırsın, ama içi helyum gazıyla doldurulmuş ve yükseldikçe yükselen kocaman bir balona benzersin. Balon gökyüzüne yükseliyormuş izlenimi verse de aslında hiçliğe doğru yükselmektedir.
Telefon insanı tuzağa düşüren, aldatıcı bir haberleşme tarzıdır. Konuşanların arasına sahte bir yakınlık duygusu yerleştirir; dolaysızlığı ve yüzeyselliği teşvik eder.. en büyük sorun ise, geride hiçbir iz bırakılmamasıdır.
kendimizi ilk bakışta görebildiklerimizin ötesine taşıyabilmek için kafayı çatlatmak, gerçeği kazmak gerekir.
Her çağın kendi kör noktaları vardır, bizimki de bu bakımdan bir istisna değildir. Gerçekliğin göremediğimiz yönleri var ve kaçınılmaz bir şekilde birkaç yıl içinde her birimiz şöyle diyeceğiz: ‘Ben bunu nasıl göremedim?’
Yaşamım ve tanıdığım insanların yaşamı, meşhur bir fatihinkine göre belki pek önemli sayılmayabilir. Ama bu benim yaşamım ve onun unutulmaktan başka bir şeye layık olmadığını kabullenirsem, yaşamayı da hak etmemişim demektir.
“ Kadınlar tarafında da manzara daha parlak değildir. Kapılanacak bir yer aradıkları sürece şeker gibidirler. Tatlı, uzlaşmacı, birlikte yaşamaktan zevk alınacak kişiler olurlar– damat adayı evlenme kararını verinceye kadar, onu rahatlatmak için gereken her şey yapılır. Kadınlar o ana dek gizlemeye çalıştıkları gerçek tabiatlarını ancak düğünden sonra açığa çıkarırlar.
Düğünden önce her adam dikkatlidir, naziktir; göz koydukları genç kıza ‘ kendi ‘ karıları oluncaya kadar prenses gibi davranırlar; sonra hızla birer zorbaya dönüşürler, ona hizmetçi gibi davranırlar, tepeden tırnağa değişirler ve toplumda bu konuda onları yüreklendirir. Düğünden öncesi oyun mevsimidir, sonra ciddi ve karanlık ve üzücü şeyler başlar.
Dikkat edin: Siz siyasetle uğraşmazsanız, siyaset sizinle uğraşır. " (Royer-Collard veyaBaşrahip Sieyes)
Doğu Akdeniz böyledir, değişmez, hizipler, iltimas, rüşvet, edepsiz bir nepotizm her zaman olacak, buna alışmaktan başka bir seçeneğimiz yok deyip duruyorlar. Bütün bunları reddettiğim için de kibirli olmakla hatta hoşgörüsüzlükle suçlanıyorum. Ülkesinin bu arkaik yapıdan biraz olsun çıkmasını, yozlaşmanın ve şiddetin azalmasını istemek kibir sayılabilir mi? Üstünkörü bir demokrasi ve hep kesintiye uğrayan bir iç barışla yetinmek istememek kibir veya hoşgörüsüzlük diye algılanabilir mi?
Kim bilir kaç kez mükemmel nedenlere dayanan feci kararlar almışımdır! Veya tam aksine, sağduyuyu hiçe sayan gerekçeler en güzel kararların yolunu açmıştır!
Gidip bizi bekleyebileceğin bir bitiş çizgisi olduğunu mu sanıyorsun? Aç gözlerini! Zamanın ilerleyişi içinde, sen hangi noktaya yerleşirsen yerleş, bir öncesi ve bir sonrası, arkanda kalanlar ve ufukta seni bekleyip ancak yavaş yavaş, günbegün yanına gelecekler olacaktır. Tek bir bakışta her şeyi birden kucaklayamazsın. Tabii Tanrı değilsen …
Doğu Akdeniz uygarlığı; Cahilleri gülümseten, muzaffer barbarlıkların taraftarlarının, tek Tanrı adına birbirine giren ve bizim kalın hatlarla çizilmemiş kimliklerimizi en büyük hasım olarak gören kibirli kabilelerin müritlerinin dişlerini gıcırdatmasına neden olan bir terim.
Uzaktan bakarken, hiçbir zarar görmeden hayır denebiliyor; olay mahallinde ise her zaman bu özgürlüğünüz bulunmuyor.
Ölüm döşeğindekilerin affedilmeleri gerektiğinden emin değilim. Her insan ömrü sona ererken sayacı sıfırlamak; bazılarının zulmünü ve açgözlülüğünü, bazılarının da merhamet ve fedakarlığını sahte bir sofulukla kar ve zarar hanelerine kaydedip geçmek fazla basit bir çözüm olurdu. Katiller ve kurbanları, zalimler ve mazlumlar ölüm gelip çattığında eşit ölçüde masum sayılacaklar, öyle mi?
Bazı insanlar ancak yazarken düşünür…. Bu onun için hem bir ayrıcalık hem de bir engeldi. Eli kalem tutmadığı zaman zihni daldan dala atlıyor, fikirleri ehlileştiremiyor veya bir mantık inşa edemiyordu. Düşüncelerinin bir düzene girmesi için yazmaya başlaması şarttı. Onun için düşünmek, elle yapılan bir etkinlikti.
Gençlik arkadaşı, kardeş yarısıdır. Onu kardeşliğe aldığın için pişman olabilirsin, ama reddedemezsin.’
…her akşam anavatanımdan niçin uzaklaştığımı bir kez daha keşfettiğim doğru; ama her sabah ondan niçin asla kopmadığımı da keşfediyorum.