Georges Perec kitaplarından Doğdum kitap alıntıları sizlerle…
Doğdum Kitap Alıntıları
Ben Fransa’da doğdum, Fransızım, bir Fransız adı taşıyorum, Georges, ve
neredeyse bir Fransız soyadı: Perec. Aradaki fark çok ufak: Soyadımdaki ilk
e’de inceltme aksam yok, çünkü Peretz’in telaffuz edildiği şekilde yazılışıdır
Perec. Eğer Polonya’da doğmuş olsaydım, adım, mesela Mordekhai Perec
olmuş olsaydı, herkes Yahudi olduğumu bilirdi.
neredeyse bir Fransız soyadı: Perec. Aradaki fark çok ufak: Soyadımdaki ilk
e’de inceltme aksam yok, çünkü Peretz’in telaffuz edildiği şekilde yazılışıdır
Perec. Eğer Polonya’da doğmuş olsaydım, adım, mesela Mordekhai Perec
olmuş olsaydı, herkes Yahudi olduğumu bilirdi.
Günün birinde gerçeğin maskesini düşürmek için, kendi gerçekliğimin
maskesini düşürmek için sözcükleri kullanmaya başlamam gerekecek.
maskesini düşürmek için sözcükleri kullanmaya başlamam gerekecek.
Hâlâ korunmaya ihtiyacım var mı? Ya kalkan bir prangaya dönüşürse?
Nasıl yazar olduğumu kabaca biliyorum. Nedenini tam olarak bilmiyorum.
Acaba var olmak için, sözcük ve cümleleri sıralamaya mı ihtiyacım vardı
gerçekten? Birkaç kitabın yazarı olmak, var olmam için yeterli miydi?
Acaba var olmak için, sözcük ve cümleleri sıralamaya mı ihtiyacım vardı
gerçekten? Birkaç kitabın yazarı olmak, var olmam için yeterli miydi?
Araç, sonuç kadar gerçeğin de bir parçasıdır
Nedir elmalar? Neden elmalar? Ne diye elma ağacı?
Ya bir devamı vardır, ya da yoktur
Ya anlatılabilecek bir devamı vardır, ya da yoktur.
Esasa gelelim: Ne? Kim? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden?
Ne? Doğdum.
Kim? Ben.
Ne zaman? 7 Mart 1936’da.
Ya anlatılabilecek bir devamı vardır, ya da yoktur.
Esasa gelelim: Ne? Kim? Ne zaman? Nerede? Nasıl? Neden?
Ne? Doğdum.
Kim? Ben.
Ne zaman? 7 Mart 1936’da.
Var olmak için başkalarının beni göstermesini, beni tanımlamasını, beni kabul etmesini mi bekliyordum?
Araç, sonuç kadar gerçeğin de bir parçasıdır
Birkaç kitabın yazarı olmak, var olmam için yeterli miydi?
Var olmak için başkalarının beni göstermesini mi bekliyordum? Ama neden yazı yoluyla?
Var olmak için başkalarının beni göstermesini mi bekliyordum? Ama neden yazı yoluyla?
Araç, sonuç kadar gerçeğin de bir parçasıdır
O kadar zor olan ne?
Bu kitaba tekrar başlamak ya da başlamışken devam etmek için defalarca küçük gayretler gösterdim.
Bütün bu süre içinde, yani neredeyse bir yıl boyunca, ne gerçekten yeni bir kitaba başlayabildim, ne de taslağı şöyle böyle çıkarılmış olanlara devam edebildim.
Seçme sorunu o an ortaya çıkar. Tam anlamıyla bütün bir yaşamın sorunu. O an, bana tamamen yabancı olan şeylere güvenmeye başlamam gerekeceğini anlarım.
ve biz, göstereceğimiz cesarete yakışır halde değiliz çünkü.
Bütün gün o anı beklediğini anlar gibi oldu: birinin onunla konuşmasını, onu görmesini, onu aramaya gelmesini.
Doğumdan ölüme bir ömrün izini sürüyorlar.
öyle görünüyor ki, çıkışlar yanıltıcı, anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor.
insan gerçekten de gerçekten de mahkûm edilmiştir küçültülmüştür!
Benim sorunum daha çok ulaşmak, gerçeğe ulaşmak demiyorum ( neden onu herhangi birinden daha iyi tanıyacakmışım ve dolayısıyla, hangi hakla söz alacakmışım?) geçerliliğe ulaşmak da değil söylediğim (sözcüklerle aramdaki bir sorun bu), derdim daha çok içtenliğe ulaşmak. Bu ahlaki bir sorun değil, pratik bir sorun. Kuşkusuz, kendi kendime sorduğum tek soru bu değil ama bana neredeyse sürekli bir biçimde en can alıcı görünen tek soru. Ama sorguladığım şey tam da içtenlikken, nasıl (içtenlikle) cevap vermeli? İyice arınmış bir bilincin, iyice cilalanmış bir bilginin, titizlikle uysallaştırılmış bir yazının bilmem kaçıncı yansımasından ibaret bir otoportre sunan aynalar oyunundan bir kez daha kaçmak için ne yapmalı? Sanatçının akıllı maymun olarak portresi mi?: Bir palyaço olduğumu ‘içtenlikle’ söyleyebilir miyim? önceki paragraflar boyunca sıralanan soru işaretlerinin art arda dizilişiyle uzun zaman önce tescillenmiş bir mecazı (şüpheyi) içeren retorik ıvır zıvıra karşın içtenliğe ulaşabilir miyim? Az çok incelikli bir biçimde dengelenmiş birkaç cümleyle bu işin üstesinden gelmeyi gerçekten umut edebilir miyim?
öyle bir an gelir ki, herkesin bir kesinlik olarak gördüğü şey görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır.
Gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.
KLEBER CHROME
Nedir elmalar? Neden elmalar? Ne diye elma ağacı? Elma ağacının çoğu zaman kendi mevcudiyetinden emin olduğu bilinir ve onun varlığı ve işlevinin geçerliliği, tutarlılığı konusunda sorular sormak gereksiz, hatta tehlikelidir. Ama eninde sonunda öyle bir an gelir ki, herkesin bir kesinlik olarak gördüğü şey görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır. O andan itibaren her şey sorulara dönüşür ama cevapsız sorulara: daha dışa vurulduğu an, sorgulamanın yıkıcı olmaktan öte bir etkisi yokmuş gibidir: sorgulayan, gerçeği, kanıtı arayıp bulayım derken olsa olsa kuşkuyla karşı karşıya gelir. Hem zaten, sorgulayan ben artık var olduğundan bile emin değilken, nasıl bir sorgulama yapılabilir ki?
Sözde boğulmuş da bulunmuş, zamanlarının önemli bir kısmını yalnızca onun kimliğinin gerçekliğini kanıtlamaya çalışmakla geçiren gizli servislerin casus diye aradığı sözde kaçak (oysa elimizde ona ait bir nüfus cüzdanı sureti, bir adli sicil ekstresi, bir ihbarname, telefon kayıtları, bir arama tutanağı ve güvenilirliğiyle tanınan kişilerin, mesela bir berber, bir tahsildar ve bir kafe garsonunun verdiği çeşitli ifadeler bulunduğundan, bu kimlik iyiden iyiye doğrulanmıştır), takma adlarla, sonradan soyadına atfedilecek yazılar kaleme alan sözde gazeteci Kleber Chrome, adının biraz fazla güven verici madeni-askeri tınısına rağmen kendini sorgulamak, varlığının gerçekliğini sınamak için haklı nedenlere sahipmiş gibi görünüyor: büyüleyici ama çoğu zaman düş kırıklığı yaratan bir girişim: izleri silici, anıları budayıcı, bellek yıkayıcı (bunlar bu kahramana yakıştırılan takma adlardan birkaçı) bütün tuzaklarını kursa da, her türlü yaklaşımı denese de, hile üstüne hile, sahtecilik üstüne sahtecilik yapsa da, uyanıklık ya da zekâsızlıktan değil ama çoğu zaman harekât alanının tutunacak bir dal sunmaması yüzünden, zaman zaman grotesk olabilecek kadar cılız bir sonuçtan başka bir şey elde edemiyor: öyle görünüyor ki, çıkışlar yanıltıcı, anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor. Gerçi Kleber Chrome, belli bir yöntemi de saf dışı etmeyen bir sebatla gayretini sonuna kadar götürmeye çalışıyor ama anılarıyla, şehirle, zamanla, mekânla, dostlukla, aşkla, acıyla, hatta edebiyatla cebelleşse de, dönüp durmaktan başka bir şey yaptığı yok; sonuç itibarıyla, bir tek ölüm var sanki, yaşamın aşikârlığını başlatacak sınırı çizebilecek olan. Gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.
Nedir elmalar? Neden elmalar? Ne diye elma ağacı? Elma ağacının çoğu zaman kendi mevcudiyetinden emin olduğu bilinir ve onun varlığı ve işlevinin geçerliliği, tutarlılığı konusunda sorular sormak gereksiz, hatta tehlikelidir. Ama eninde sonunda öyle bir an gelir ki, herkesin bir kesinlik olarak gördüğü şey görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır. O andan itibaren her şey sorulara dönüşür ama cevapsız sorulara: daha dışa vurulduğu an, sorgulamanın yıkıcı olmaktan öte bir etkisi yokmuş gibidir: sorgulayan, gerçeği, kanıtı arayıp bulayım derken olsa olsa kuşkuyla karşı karşıya gelir. Hem zaten, sorgulayan ben artık var olduğundan bile emin değilken, nasıl bir sorgulama yapılabilir ki?
Sözde boğulmuş da bulunmuş, zamanlarının önemli bir kısmını yalnızca onun kimliğinin gerçekliğini kanıtlamaya çalışmakla geçiren gizli servislerin casus diye aradığı sözde kaçak (oysa elimizde ona ait bir nüfus cüzdanı sureti, bir adli sicil ekstresi, bir ihbarname, telefon kayıtları, bir arama tutanağı ve güvenilirliğiyle tanınan kişilerin, mesela bir berber, bir tahsildar ve bir kafe garsonunun verdiği çeşitli ifadeler bulunduğundan, bu kimlik iyiden iyiye doğrulanmıştır), takma adlarla, sonradan soyadına atfedilecek yazılar kaleme alan sözde gazeteci Kleber Chrome, adının biraz fazla güven verici madeni-askeri tınısına rağmen kendini sorgulamak, varlığının gerçekliğini sınamak için haklı nedenlere sahipmiş gibi görünüyor: büyüleyici ama çoğu zaman düş kırıklığı yaratan bir girişim: izleri silici, anıları budayıcı, bellek yıkayıcı (bunlar bu kahramana yakıştırılan takma adlardan birkaçı) bütün tuzaklarını kursa da, her türlü yaklaşımı denese de, hile üstüne hile, sahtecilik üstüne sahtecilik yapsa da, uyanıklık ya da zekâsızlıktan değil ama çoğu zaman harekât alanının tutunacak bir dal sunmaması yüzünden, zaman zaman grotesk olabilecek kadar cılız bir sonuçtan başka bir şey elde edemiyor: öyle görünüyor ki, çıkışlar yanıltıcı, anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor. Gerçi Kleber Chrome, belli bir yöntemi de saf dışı etmeyen bir sebatla gayretini sonuna kadar götürmeye çalışıyor ama anılarıyla, şehirle, zamanla, mekânla, dostlukla, aşkla, acıyla, hatta edebiyatla cebelleşse de, dönüp durmaktan başka bir şey yaptığı yok; sonuç itibarıyla, bir tek ölüm var sanki, yaşamın aşikârlığını başlatacak sınırı çizebilecek olan. Gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.
“Çok şey vadeden ve hiçbir şey vermeyen bu dünyada gerilim çok fazlaydı.
Öyle görünüyor ki, çıkışlar yanıltıcı,
anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor..
anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor..
hatıralarımın kapalı dünyasında sıkışıp kalmak.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
bıkkınlık ya da tiksinti
Neden devam etmeli? ya da neden devam edemiyorum?
“Ama sürdürdüğüm hayat istediğimle, beklediğimle örtüşüyor mu?”
Neden devam etmeli? ya da neden devam
edemiyorum? değil mesele , esas olan şu, nasıl devam etmeli?
edemiyorum? değil mesele , esas olan şu, nasıl devam etmeli?
Karşınızdakilerin gözlerine baktığınızda, oradaki bütün gözlerin ardında, insanların korkusunun ardında, onların birer faşist olduğu gerçeğini biliyor olmanızın ardında, ortak bir şeyin varlığını fark edersiniz. Bu insanların kesinlikle pislik olduklarını, zavallı tipler olduklarını bilirsiniz
Neden devam etmeli? ya da neden devam
edemiyorum? değil mesele , esas olan şu, nasıl devam etmeli?
edemiyorum? değil mesele , esas olan şu, nasıl devam etmeli?
Yaşamak için yazıyorum ve yazmak için yaşıyorum. Yazıyla hayatın tamamen birbirine karıştığını hayal etmek benim için hiç de uzak bir şey değil. Ben bir taşra inzivasının en kuytu köşesinde sözlüklerin arkadaşlığıyla yaşayabilirdim, sabah ağaçlıklarda dolaşır, öğleden sonra birkaç sayfa karalar, akşam belki de biraz müzik dinlerken dinlenir, yorgunluğumu atardım.
Eninde sonunda öyle bir an gelir ki, herkesin bir kesinlik olarak gördüğü görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır. O andan itibaren her şey sorulara dönüşür ama cevapsız sorulara: daha dışa vurulduğu an, sorgulamanın yıkıcı olmaktan öte bir etkisi yokmuş gibidir: sorgulayan, gerçeği, kanıtı arayıp bulayım derken olsa olsa kuşkuyla karşı karşıya gelir. Hem zaten, sorgulayan ben, artık var olduğundan bile emin değilken, nasıl bir sorgulama yapılabilir ki?
Ne pahasına olursa olsun bir şeye güvenmek zorunda kalır insan.
İnsan gerçekten de mahkum edilmiştir. Küçültülmüştür!
Yani korkunç bir şeydir: taşıyamazsınız onu, onunla yürüyemezsiniz. Onu taşımaya zorlanmışsınızdır.
Yani korkunç bir şeydir: taşıyamazsınız onu, onunla yürüyemezsiniz. Onu taşımaya zorlanmışsınızdır.
Aştığım birkaç yol var mı ölçebileceğim? Eğer bir gün kendime gerçekten hedefler tespit etmişsem, tespit ettiğim bu hedeflerden birkaçını gerçekleştirdim mi? Bir zamanlar ne olmak istediysem şimdi oyum diyebilir miyim bugün?
. hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır.
İnsanın kendini bir şeyin karşısında bulduğu bir an var Bir tehlikeyle karşı karşıya kalmak değil, ne pahasına olursa olsun bir şeye güvenmek zorunda kalır insan.
Hâlâ korunmaya ihtiyacım var mı? Ya kalkan bir prangaya dönüşürse?
Sonuç itibarıyla, bir tek ölüm var sanki, yaşamın aşikârlığını başlatacak sınırı çizebilecek olan.
Yaza yaza yazar oldum
Araç,sonuç kadar gerçeğin de bir parçasıdır
Ve uzunca bir an boş sayfanın karşısında titreyerek öylece kaldı.
Ya bir devamı vardır, ya da yoktur
Varlığı üzerine yazılar döktürmek, kendi çelişkiler bulamacına yapışıp kalmak edebiyatçının mayasında var
Neden devam etmeli? ya da neden devam edemiyorum? değil mesele, esas olan şu, nasıl devam etmeli?
Ama eninde sonunda öyle bir an gelir ki, herkesin bir kesinlik olarak gördüğü şey görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır. O andan itibaren her şey sorulara dönüşür ama cevapsiz sorulara: daha dışa vuruduğu an, sorguamanın yıkıcı olmaktan öte bir etkisi yokmuş gibidir: sorgulayan, gerçeği, kanıtı arayıp bulayım derken olsa olsa kuşkuyla karşı karşıya gelir. Hem zaten, sorgulayan ‘ben’ artık var olduğundan bile emin değilken, nasıl bir sorgulama yapılabilir ki?
Hâlâ korunmaya ihtiyacım var mı? Ya kalkan, bir prangaya dönüşürse?
Atlamak zorunluydu, bunun bir anlamı olabileceğine ve insanın kendisinin bile bilmediği yansımaları olabileceğine ikna olmak için kendini atmak zorunluydu.
Ben ailemin konuştuğu dili konuşmuyorum, onların sahip oldukları hiçbir anıyı paylaşmıyorum. Onlara ait olan, onları onlar yapan şeyler, tarihleri, kültürleri, inançları, umutları bana aktarılmadı.
Yaşamak için yazıyorum ve yazmak için yaşıyorum ve yazıyla hayatın tamamen birbirine karıştığını hayal etmek benim
için hiç de uzak bir şey değil: ben bir taşra inzivasının en kuytu köşesinde sözlüklerin arkadaşlığıyla yaşayabilirdim, sabah ağaçlıklarda dolaşır, öğleden sonra birkaç sayfa karalar, akşam belki de biraz müzik dinlerken dinlenir, yorgunluğumu atardım
için hiç de uzak bir şey değil: ben bir taşra inzivasının en kuytu köşesinde sözlüklerin arkadaşlığıyla yaşayabilirdim, sabah ağaçlıklarda dolaşır, öğleden sonra birkaç sayfa karalar, akşam belki de biraz müzik dinlerken dinlenir, yorgunluğumu atardım
Sonuç itibarıyla, bir tek ölüm var sanki, yaşamın aşikârlığını başlatacak sınırı çizebilecek olan.
Gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.
Gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.
Gene de Gerçekten cevap vermemi, gerçekten benim cevap vermemi sağlayacak doğru soru nedir? Ben kimim? Ben kimim? Neredeyim?
Aştığım birkaç yol var mı ölçebileceğim? Eğer bir gün kendime gerçekten hedefler tespit etmişsem, tespit ettiğim bu he
deflerden birkaçını gerçekleştirdim mi? Bir zamanlar ne olmak istediysem şimdi oyum diyebilir miyim bugün? İçinde yaşadığım dünyanın benim hayallerime cevap verip vermediğini sormuyorum kendime, çünkü bir defa hayır diye cevap verirsem,
fazla yol almamışım hissine kapılacağım. Ama sürdürdüğüm hayat istediğimle, beklediğimle örtüşüyor mu?
Aştığım birkaç yol var mı ölçebileceğim? Eğer bir gün kendime gerçekten hedefler tespit etmişsem, tespit ettiğim bu he
deflerden birkaçını gerçekleştirdim mi? Bir zamanlar ne olmak istediysem şimdi oyum diyebilir miyim bugün? İçinde yaşadığım dünyanın benim hayallerime cevap verip vermediğini sormuyorum kendime, çünkü bir defa hayır diye cevap verirsem,
fazla yol almamışım hissine kapılacağım. Ama sürdürdüğüm hayat istediğimle, beklediğimle örtüşüyor mu?
öyle görünüyor ki, çıkışlar yanıltıcı, anahtarlar hiçbir kapıyı açmıyor.
Bir an içinden ona söyleyebileceğini, açıklayabileceğini geçirdi
aklından. Ama söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Bütün gün o anı
beklediğini anlar gibi oldu: birinin onunla konuşmasını, onu
görmesini, onu aramaya gelmesini.
aklından. Ama söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. Bütün gün o anı
beklediğini anlar gibi oldu: birinin onunla konuşmasını, onu
görmesini, onu aramaya gelmesini.
Neden devam etmeli? ya da neden devam edemiyorum? değil mesele (bu sorulara bütünün 3 kısmında cevap
vermek zorunda kalacağım), esas olan şu, nasıl devam etmeli?
vermek zorunda kalacağım), esas olan şu, nasıl devam etmeli?
Yazı beni koruyor. Sözcüklerimin, cümlelerimin, birbirine ustaca bağlanan paragraflarımın, zekice programlanmış bölümlerimin siperi altında ilerliyorum.
yazmaya başlarken yazıdan ne beklediğimi bilmiyorum. Ama bu arada, yazmanın üzerimde uyandırdığı -ve hâlâ uyandırmaya devam ettiği- büyülenme ve bu büyülenmenin ortaya çıkardığı ve içinde barındırdığı zaafı anlamaya başlıyorum sanki.
Kendimi aşmak için yazıyorum
Araç, sonuç kadar gerçeğin de bir parçasıdır
Varlığı üzerine yazılar döktürmek, kendi çelişkiler bulamacına yapışıp kalmak edebiyatçının mayasında var.
Bir tek ölüm var sanki, yaşamın aşikârlığını başlatacak sınırı çizebilecek olan.
Ve bir an gelir, insan kendini boşluğun karşısında bulur.
insanların korkusunun ardında, onların birer faşist olduğu gerçeğini biliyor olmanızın ardında, ortak bir şeyin varlığını fark edersiniz. Bu insanların kesinlikle pislik olduklarını, zavallı tipler olduklarını bilirsiniz
Yazı beni koruyor. Sözcüklerimin, cümlelerimin, birbirine ustaca bağlanan paragraflarımın, zekice programlanmış bölümlerimin siperi altında ilerliyorum.
Gerçeğini arayan yazı serüvenini satır aralarında belli eden şu nafile arayışın izidir kitap: kuralları son derece basit ama oynanışı fena halde umutsuzca karmaşık bir oyun.
Neden devam etmeli? ya da neden devam edemiyorum? değil mesele, esas olan şu, nasıl devam etmeli?
Gerçekten cevap vermemi, gerçekten benim cevap vermemi sağlayacak doğru soru nedir? Ben kimim? Ben kimim? Neredeyim?..
Araç, sonuç kadar gerçeğin de bir parçasıdır
Ama eninde sonunda öyle bir an gelir ki, herkesin bir kesinlik olarak gördüğü şey görevini yerine getirmez olur, hareketi kanıtlamak için yürümek, yaşamayı kanıtlamak için nefes almak yetersiz kalır.
Neden devam etmeli? ya da neden devam edemiyorum? değil mesele , esas olan şu, nasıl devam etmeli?
Benim sorunum daha çok ulaşmak, gerçeğe ulaşmak demiyorum (neden onu herhangi birinden daha iyi tanıyacakmışım ve dolayısıyla, hangi hakla söz alacak mışım?), geçerliliğe ulaşmak da değil söylediğim (sözcüklerle aramdaki bir sorun bu), derdim daha çok içtenliğe ulaşmak.