İçeriğe geç

Divan Şairi Diyor ki Kitap Alıntıları – Dursun Ali Tökel

Dursun Ali Tökel kitaplarından Divan Şairi Diyor ki kitap alıntıları sizlerle…

Divan Şairi Diyor ki Kitap Alıntıları

Mutlak güzelliği yüceltemeyenler, muğlak güzellerin peşlerinde ömürlerini harcamaktan kendilerini alamazlar.
İnsanoğlu daima bir meseleler çıkınıdır. Yaşamak, her an kendimize bir yığın suale cevap vermekten başka ne olabilir? Biz sormasak bile onlar kendiliğinden bize gelirler.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Her şey dildedir. Dil, insan dediğimiz duygu ve düşünce kaosunun vuzuh noktasıdır. Onda var oluruz, onunla şekil alırız.

Ahmet Hamdi Tanpınar

Kitap : Bütün dertleri def eden hakiki ve müşfik dost

Latîfî

Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi oradan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar. Kendimizden çok başkalarından faydalanmaya zorlamışlar bizi.

Montaigne

Eğitim, bir gül almak umuduyla binlerce dikene su verme işidir.
En temel zaaflarımızdan biridir; sahip olmak için çırpındığımız şeylerin de yavaş yavaş bize sahip olduğunu hiç fark etmeyiz. Çoğalttığımız her sahipliğimiz özgürlüğümüzün biraz daha eksilmesine yol açar. Ama sahip olmanın şehveti öylesine başattır ki esaretimizin farkına bile varamayız.
İnsan bilmediğinin düşmanıdır, bildiğinin ya hayranı ya münkiri ya da takipçisidir.
Haset insanlar o kadar kötülük doludurlar ki, hasetlerinden yanlış yoldaki kişileri bile iyi yola iletirler.
İslâmiyet Süleymaniye’de kubbe, İtrî’de nağme, Bâki’ de şiir
Bir öğretmenin gül elde etmek hayaliyle diken sulayan bahçıvandan ne farkı var?
İslâmiyet Süleymaniye’de kubbe, İtrî’de nağme, Bâki’ de şiir
İnsanda yakıcı bir şekilde mal sahibi olma tutkusu vardır. Kaçımız zengin olma isteği taşımıyoruz ki? Hemen hepimizde çok servetimiz olursa daha mutlu olacağımız düşüncesi vardır. Bu yüzden harcamaktan ziyade biriktiririz. Eğer harcarsak azalacağını düşünürüz.
Mal, kendisine meylettirerek, gönlümüzü cezbederek bizi mallaştıran şeydir. Yani kendisine sahip olduğumuzu zannederek aslında sahipliğimizi kendisine verdiğimiz şeyler
Sarsılmayan bir zihin kendini arayamaz, olduğu konumu olması gereken yer zanneder.
En temel zaaflarımızdan biridir; sahip olmak için çırpındığımız şeylerin de yavaş yavaş bize sahip olduğunu hiç fark etmeyiz. Çoğalttığımız her sahipliğimiz özgürlüğümüzün biraz daha eksilmesine yol açar. Ama sahip olmanın şehveti öylesine başattır ki esaretimizin farkına bile varmayız.
Aşkta benlik olmaz. Aşkta asıl olan sevilendir. Âşık kendi varlığını yok etmiş, sürekli sevgili ile uğraşmaktadır. Kendini ön plana çıkarmak, kibir anlamına gelir ki aşkın doğasına aykırıdır. Hakikî aşk nihayet sevgilide yok olmaktır ( aslında yokluk âleminde yok olmak ve bu suretle sevgilide var olmaktır.) Bunun için de kişinin benliğini yok etmesi gerekir. Âşık sürekli sevgiliyi anarak kendini yok eder, kendinden değil sürekli sevgiliden bahsederek kendini silikleştirmiş olur.
Herkesin kendince yorumladığı soruların kesin cevabı mahşere kalmıştır.
Hafife alanlar ciddiye alınmazlar.
Basit insanlar, basit yaşarlar; gündelik hazları, keyifleri ve üç kuruşluk menfaatleri için boyun büküp el etek öpmekten çekinmezler.
Öğretmenlik tam da böyle olmadı demek ki: insanlığa eşsiz kokular sunacak gülleri yetiştirmek için bahçe bahçe, bağ bağ gezerek hayatlarını feda eden insanların mesleği.
Benim gibi fakir, evlerinde kitap, masa, soba olmayan Anadolu çocukları için, kütüphane okul kadar, hatta okuldan da mühim bir saadet ülkesidir.
Eğer sonunda bir tek bile gül alacaksam yüzlerce dikene su vermekten asla çekinmem. Bir gül almak hayaliyle binlerde dikene su vermek katiyen boş bir çaba değildir bunca gayret akabinde elde edeceğimiz bir gül, her çabaya değecektir.
Bir şey sadece gördüğümüz o şey olarak bir şey değildir. Bakış açımızı, duruş pozisyonumuzu, algı düzeyimizi, anlayış yapımızı, idrak mesafemizi değiştirdikçe o şeylerin de aslında sadece anladığımız o şey olmadığını göreceğiz demektir.
İlmin kapısına dikkatten girilir.
“Birimizin kavramı diğerimizin yalanı, birimizin imgesi diğerimizin alayı, diğerinin terimi öbürünün ironisi olmaktan kurtulamıyor.”
Birinin felaketi diğerinin mutluluğu olabilir.
Eğer sonunda bir tek gül alacaksam yüzlerce dikene su vermekten asla çekinmem diyor yazar. Öğretmen olmak sen çok güzelsin.
Sanat: Hayat yaşamaya değer, der.
Bilim: Hayat anlamaya değer , der.
Nietzsche
Kendilerini savunamayacak olanları yargılamak çok kolaydır. Onların suskunluğu, onları yargılayan, savunma hakkı tanımadan yaftalayan kişileri haklı çıkarmaz kuşkusuz.
“Keşke edebiyatın insan tarafı, güler yüzü, ruhları ve dimağları okşayan ışıkları daha güçlü yansıyaydı yüzlere, gönüllere. O zaman, henüz daha hayatının baharında gençlerimizi edebiyattan nefret eden birer zombiye dönüştürmemenin bir yolunu da bulmuş olurduk!”
Sarsılmayan bir zihin kendini arayamaz, olduğu konumu olması gereken yer zanneder.
Şiir kendi içimizde kâinatı bulmak sanatıdır.
Ben bu ecel denen kapıdan eğilip geçeyim, dünya işlerine de fazla bulaşmayım dedim amma ne gezer! Gönlümüz, güzelleri isteyen o arzu kapısından bir türlü geçmek bilmiyor!
Eksüklügin bilenler olur âkıbet temâm
İrişdirür tabîbe kişiyi sekâmeti
Zevki kederde mihneti râhatda görmüşüz
Áyînedir birbirine subh u şâmımız

Biz zekvi kederde, sıkıntıyı da rahatlıkta görmüşüzdür; bizim akşamımız ile sabahımız birbirine aynadır.

Çün dünye bilürsin fenâ ne yatarsın döne döne
Uyhu m’uyur kana kana dost yolını soran kişi

hem dostu arıyorsun hem de kan uykusundasın, bu nasıl bir aramadır?

Sabah oluyor beyaz geceler,
Yine uyku yok.
Geceler beyaz olacak demek
Yanımdasın ey hayal-i bülend,

İkinci tulû
Sitare-i şeb, sitâre-i rûz
Nasıl uyurum!
Bu sânihalar, bu nâzileler, bu râdifeler yanımda iken
Nasıl uyurum mezar gibi ben!

Öyle sermestem ki idrâk etmezem dünyâ nedir
Ben kimem sâki olan kimdir mey-i sahbâ nedir
Mutlak güzelliği yüceltemeyenler, muğlâk güzellerin peşlerinde ömürlerini harcamaktan kendilerini alamazlar.
Sahip olmak için çırpındığımız şeylerin de yavaş yavaş bize sahip olduğunu hiç fark etmeyiz.
Mal, kendisine meylettirerek, gönlümüzü cezbederek bizi mallaştıran şeydir.
Yani kendisine sahip olduğumuzu zannederek aslında sahipliğimizi kendisine verdiğimiz şeyler
Türk ile Türk Kürd ile Kürdüm
Evde koyun yabanda kurdum
Peygamberimiz vefatından hemen önce büyük bir gayret ve hevesle dişlerini fırçaladığı ve ardından irtihal ettiğini biliyor muydunuz?
Bana kalırsa Divan şiiri hayattan kopuk değildir, hatta hiçbir şiir hayattan kopuk değildir, aksine hayat şiirden kopuktur!
En iyi dost nefis bir kitaptır
Herkesin kendince yorumladığı soruların kesin cevabı mahşere kalmıştır
Edebiyatın güler yüzü sizi güldürürken yıllarca da uğraşsanız edinemeyeceğiniz çok derin hikmetlere de kapı açar ve sizi nihayetsiz bir bilgi yumağıyla baş başa bırakır
kimin ne ile mutlu olacağı, onun neyin eksikliğini çektiğine bağlıdır.
Tabloların farklılığına bakmayın siz, biz ne yaparsak yapalım hep mutluluğun sihirli dünyasını arıyoruzdur, o dünya ile geleceğini düşündüğümüz haz verici anların peşindeyizdir.
Ama işte ilmin kapısına dikkatten girilir.
Mükemmelliğe erişen kişiler,eksikliklerinin farkında olan ve bunu tamamlamaya çalışan kişilerdir
Sarsılmayan bir zihin kendini arayamaz,olduğu konumu olması gereken yer zanneder..
Muazzam eserler, muazzam dertlerin ve ıstırapların çocuğudur.
Freud, insanın asla kesinti yapmaması gereken üç şey olduğunu söylerdi: Sağlık, eğitim ve seyahat.
Mutlu ve huzurlu yaşamanın, ama ölünce yok olup gitmenin yerine, büyük kahramanlar ölümü,ama peşinden gelecek ebedî hatırlanmaları seçerler.
Her şey dildedir. Dil, insan dediğimiz duygu ve düşünce kaosunun vuzuh noktasıdır. Onda var oluruz, onunla şekil alırız
Osmanlıda şairin konumunu Yahyâ Kemal ne güzel ifade etmiştir: Şâir milli hayatın şahidi mevkiinde idi, padişahtan serdara kadar bütün şahsiyetleri o yaşatıyordu. Nef’i diyor ki: Sultan Süleyman’ın namını haşre dek yaşatan Bâkî’nin sözündeki âb-ı hayattır..
Eğitim, bir gül almak umuduyla binlerce dikene su verme işidir.
Eğer sonunda bir tek bile gül alacaksam yüzlerce dikene su vermekten asla çekinmem.
Malca varlığı yerinde olan, ama hâlâ maişet darlığından şikâyet eden adama Mevlânâ şöyle bir soru sordu: Ey birader! Sen malını mı çok seversin, yoksa günahını mı çok seversin? deyince adam şaşırdı ve Efendim hiç günah sevilir mi? Hiç günahı seven var mıdır? Hiç kimsenin sevmediği gibi ben de günahı sevmem ve malı severim. dedi. Bunun üzerine Mevlânâ adam şöyle dedi: Peki mademki öyledir, niçin malını bu dünyada bırakır da günahını götürürsün? Eğer sözlerin doğru ise malını kendinden evvel ahirete gönder ki Tanrı katında senin için yardımcı olsun.
Mal, kendisine meylettirerek, gönlümüzü cezbederek bizi mallaştıran şeydir.
Montaigne şu hikmetli kelamını bizim için sarf etmişe benziyor: Kendimiz sandığımızdan çok daha zenginiz; ama bizi oradan buradan alarak, dilenerek yaşamaya alıştırmışlar. Kendimizden çok başkalarından faydalanmaya zorlamışlar bizi.
Bırak ardında bir eser, eseri olmayanın yerinde yeller eser.
Şairler sadece yaşamıyorlar, sadece yazmıyorlar; onların asıl fonksiyonları yaşatmalarında.
Allah’ı yüceltme aslında insanın yücelmesinin yegâne yoludur. Çünkü bu insanın Allah dışında hiçbir varlıktan korkusu kalmaz, kendine karşı özgüveni her zaman üst düzeydedir.
Batı mitolojisinin tanrıları insana karşı son derece acımasız, anlayışsız ve katıdır. Oysa Doğu mitolojilerindeki tanrılar çok daha insanîdirler.
İnsan bilmediğinin düşmanıdır, bildiğinin ya hayranı ya münkiri ya da takipçisidir.
Mimar Sinan’ın taşla yaptığını Karahisarî yazıyla (hatla), Bâkî kelimelerle, Levnî renklerle, Itrî seslerle (notalarla) yapmıştı.
Yunus Emre sadece bir şair değildir. Pek çok konuda fetvalar veren bir hukukçu (fakih) gibi davranır. Mesela Bir gönül kırdın ise bu kıldığın namaz değil der. Bu, tam bir fetvadır. Oysa fıkıh kitaplarında namazın şartları arasında gönül kırmamak diye bir başlık yoktur.

Eğer biz Yunus Emre’yi, Mevlanâ’yı, Niyâzî Mısrî’yi ve sair kişileri sadece şair olarak görürsek çok şeyleri kaybedeceğiz demektir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir