Jean-Jacques Rousseau kitaplarından Discours Sur Les Sciences Et Les Arts kitap alıntıları sizlerle…
Discours Sur Les Sciences Et Les Arts Kitap Alıntıları
&“&”
Küçük beyinliler, bir şey öğrendiklerinde her şeyi bildiklerine inanırlar ve bu kanaatlerinin onlara söyletmeyeceği, yaptırmayacağı şey yoktur.
Büyük adamları yaratan büyük fırsatlardır.
Hayatta rahatlıklar arttıkça, sanatlar ilerledikçe, lüks her tarafa yayıldıkça, mertlik bozuluyor; askerlik değerleri kayboluyor: Bu da yine, kapanık odalarda türeyen bilimlerin ve sanatların işidir. Gotlar Yunanistan’ı yağma ettikleri sırada bütün kitapların yangından kurtulmasına, içlerinden birinin ortaya attığı şu fikir sebep oldu: “Düşmanlarımızı askerlikten uzaklaştırmaya birebir olan bu eşyayı kendilerine bırakalım; oturdukları yerde kalıp onlarla boşu boşuna oyalansınlar.”
“Konuşmayı, tartışmayı severim, ama az insanla ve kendi zevkim için severim. Çünkü büyüklerin önünde eğlence durumuna gelmek, herkesin önünde zekâ ve söz gösterişi yapmak bence şerefli bir insana hiç yakışmayan bir meslektir.”
Zamanımızda hoşa gitmek sanatı daha ince bir zevk ve daha ustaca özentilerle birtakım kalıp ve kurallara boğulmuş olduğundan ahlâk ve âdetlerde bayağı ve aldatıcı bir yeknesaklık hüküm sürmekte, bütün ruhlar aynı kalıba dökülmüş gibi görünmektedir. Hep nezaket gerekleri, kibarlık zorunlulukları içindeyiz; hep âdetlere, kurallara uymaktayız. Hiç kendi ruhumuza uyduğumuz yok. Kimse olduğu gibi görünmeye cesaret edemez olmuş.
Toplum denilen bu sürüyü oluşturan insanlar, sürekli baskı altında yaşıyor. Daha güçlü güdüler onları caydırmadıkça aynı koşullar altında, aynı şeyleri yapmaya devam edecekler ve karşımızdakinin kim olduğunu asla bilemeyeceğiz.
Devlet adamlarımız lütfen hesaplarını biraz bıraksınlar da bu örnekler üzerinde düşünsünler; ve artık anlasınlar ki para ile her şey satın alınır, ama ahlak ve vatandaş satın alınmaz.
Bir insanın devletçe değeri, harcadığı paradır.
En iyi vatandaşlarımızın eserleri bu kadar az işimize yaradığına göre, devletin gelirini boşu boşuna sömüren o meçhul yazarlar, işsiz edebiyatçılar sürüsü hakkında ne düşünelim dersiniz? İşsiz mi dedim? Keşke işsiz olsalardı! O zaman ahlak daha temiz kalır, toplum daha rahat yaşardı.
Çünkü yanlış sonsuz biçimlere girebilir; doğru ise yalnız bir türlü olur.
Doğrunun, iyinin ve güzelin ne olduğunu hiçbirimiz bilmiyoruz: Ne sofistler, ne şairler, ne hatipler, ne sanatçılar, ne de ben. Fakat aramızda şu ayrım var ki bu adamlar bir şey bilmedikleri halde her şeyi bildiklerini sanıyorlar; bense bir şey bilmemekle beraber hiç olmazsa bilmediğimden şüphe etmiyorum.
O kadar ki kendimi bir tanrı yerine koyarak kendime şu soruyu sordum: &‘Olduğun gibi kalmak mı, yoksa onlar gibi olmak mı, onların bildiklerini bilmek mi, yoksa hiçbir şey bilmediğini bilmek mi istersin?’ Kendime ve Tanrıya verdiğim cevap şu oldu: &‘Olduğum gibi kalmak isterim.’
İyi insanların dürüstlüğe verdikleri değer bilginlerin bilime verdikleri değerden daha yüksektir.
Kötülüğün ilk kaynağı eşitsizliktir; zenginlikler eşitsizliklerden çıkmıştır; çünkü bu yoksul ve zengin sözcükleri görelidir ve insanların eşit oldukları yerde ne zengin ne yoksul vardır.
Her şeyi söylemek istemememin nedeni her şeyi anlatabilmeyi istememdir.
Aşırı tutku çoğu zaman acemilikler, beceriksizlikler yaptırır.
Fizik ihtiyacın ötesindeki her şey kötülük kaynağıdır.
İnsanların içi bozuldukça dışı da o nispette uyumlu gözükmeye başlar.
Zenginler ve bilim adamları karşılıklı olarak birbirlerini yozlaştırmaktan başka bir şey yapmazlar. Zenginler daha bilgili olsalardı ya da bilim adamları daha zengin olsalardı birileri daha az alçak ve yalaka olurdu.
Lüks ve aylaklık zenginlikten doğmuştur; güzel sanatlar lüksten, bilimler de aylaklıktan doğmuştur.
Kötülüğün ilk kaynağı eşitsizliktir; zenginlikler eşitsizliklerden çıkmıştır; çünkü bu yoksul ve zengin sözcükleri görelidir ve insanların eşit oldukları yerde ne zengin ne yoksul vardır.
Gevşeklik ve uyuşukluk bilimlerden değil her zaman zenginliklerden doğmuştur, diyorlar.
Herkes iyilik yapmayı öğretmek istiyor kimse iyiliğin ne olduğunu öğrenmek istemiyor; hepimiz din bilginleri olduk ve Hristiyan değiliz artık.
Bilim yayılıyor ve inanç yok oluyor.
Tanrının seçtiği halk hiçbir zaman bilimle uğraşmadı ve ona hiçbir zaman bu gibi şeyler tavsiye edilmedi; bununla birlikte bu bilim işe yarasaydı herhangi bir şeyden daha fazla ihtiyaç duyardı halk buna.
İnsanın iyilik yapmayı öğrenmek için kaç çeşit kötülük yapılabileceğini bilmek zorunda olması mutlaka şart değildir.
Bilim kendi içinde çok iyidir, kesindir bu; ve tersini iddia etmek için sağduyulu olmaktan vazgeçmek gerekir. Her şeyin yaratıcısı gerçeğin kaynağıdır; her şeyi bilmek onun Tanrısal niteliklerinden biridir. (…) Ama nasıl olur da kaynağı bu kadar temiz ve amacı bu kadar övgüye değer olan bilimler bu kadar dinsizlik, sapkınlık, yanılgı, saçma sapan sistem, karışıklık, aptallık, acı satir, sefil roman, müstehcen şiir, müstehcen kitap doğurabilirler; ve nasıl olur da bunları üretenlerde bu kadar gurur, bu kadar açgözlülük, kötülük, entrikacılık, kıskançlık, yalancılık, nefret, iftiracılık, alçakça ve utanç verici iki yüzlülük olabilir?
Bilimlerin ve sanatların gelişmesi ahlakın düzelmesine katkı yapmış mıdır?
Ey büyük filozoflar! Siz bu yararlı dersleri sadece kendi çocuklarınıza, dostlarınıza versenize! Hem meyvelerini daha çabuk toplarsınız hem de biz çocuklarımızın sizin hayranlarınızdan biri olmasından korkmayız.
Sadece şunu soracağım: Felsefe nedir? En ünlü filozofların yazılarında neler vardır? Bu bilgelik dostları ne verirler bize? Onları dinlerken insan kendisinin bir pazar yerinde bağırarak müşteri çekmeye çalışan şarlatanlar arasında bulunduğunu sanır; bana gelin, bana gelirseniz aldanmazsınız!
Artık bir insanın namuslu olup olmadığı değil yetenekli olup olmadığına bakılıyor; bir kitabın yararlı olup olmadığına değil iyi yazılıp yazılmadığına bakılıyor. Bütün ödüller parlak zekâlara gidiyor ve erdem hiçbir onur getirmiyor. Güzel nutuklara binlerce ödül veriliyor ama güzel eylemler için hiçbir ödül düşünülmüyor.
Hayatta rahatlık arttıkça, sanatlar geliştikçe ve lüks yayıldıkça gerçek cesaret görülmez oluyor, askerlik erdemleri kayboluyor ve bu da birtakım karanlık yerlerde türeyen bilimlerin ve sanatların bir sonucudur.
Lüksün kaçınılmaz bir sonucu olan ahlakın bozulmasının sonucu da zevkin bozulmasıdır. Sözgelimi yetenekleriyle dikkat çeken insanlar arasında sağlam ve güçlü ruhlu biri çıkar da çağının düşüncelerine uymayı kabul etmezse ve çocukça eserler vermeyi reddederse vay haline! Yoksulluk içinde ölecek ve unutulacaktır.
Parlama arzusu ruhlarda hiçbir zaman namuslu olma isteğiyle bir arada yaşayamaz.
İnsan ne kadar az bilirse o kadar çok bildiğini sanır.
Ruhun da vücut gibi ihtiyaçları vardır.
Kendi içimizde bulabileceğimiz mutluluğu, başkalarının bizi beğenmesinde aramak neye yarar?
Toplumda sivrilmek, parlamak ihtirası neler yaptırmaz insanlara?
Onları besleyen lüks olmasaydı sanatları ne yapardık? İnsanların adaletsizlikleri olmasaydı hukuk ne işe yarardı? Zorbalar, savaşlar, suikastçiler olmasaydı tarih ne işe yarardı? Kısacası herkes sadece insanlık görevlerini ve doğal gereksinimlerini düşünseydi, sadece vatanını, mutsuz insanları ve dostlarını düşünebilseydi kim hayatını bu boş düşüncelerle geçirirdi?
Astronomi boş inançlardan doğmuştur; belagat, hırstan, nefretten, dalkavukluktan, yalandan; geometri cimrilikten; fizik, boş meraktan; hatta ahlak da kibirden doğmuştur. Dolayısıyla bilimler ve sanatları doğuran bizim içimizdeki kötülüklerdir: erdemlerimizden doğmuş olsalardı yararlarından daha az kuşku duyardık.
Mısır’dan Yunanistan’a geçmiş eski bir geleneğe göre bilimleri icat eden, insanların rahatına düşman bir Tanrıdır.
Antik Yunan filozofları da şöyle diyor: İçimizde bilginler yetişmeye başlayalı beri iyi insanlar kayboldu ortadan.
Bilimler ahlakı düzeltseydi, insanlara vatan için kanlarını dökmeyi öğretseydi, cesareti övseydi Çin halkları bilge, özgür ve yenilmez olurdu.
Hep nezaket gerekleri, kibarlık zorunlulukları içindeyiz. Hep adetlere, kurallara uymaktayız. Hiç kendi ruhumuza uyduğumuz yok. Kimse olduğu gibi görünmeye cesaret edemez olmuş.
Sanata yeteneği olanları sevin, sanat için çalışanları koruyun.
Bilimlerimiz ve sanatlarımız geliştikçe ve ilerledikçe ruhlarımız bozulmuştur.
Hiçbir sonucun bulunmadığı bir yerde neden aramaya hiç gerek yoktur.
Sürekli nezaket ve kibarlık kuralları içinde yaşıyoruz; sürekli bunlara uyma zorunluluğu içinde hissediyoruz kendimizi ama işin özünü düşünmüyoruz. Kimse kendisini olduğu gibi göstermeye cesaret edemiyor; sürekli zorunlulukların baskısı altında kalan insanlar toplum denen bu sürüyü oluştururlar ve belli koşullarda hep aynı şeyleri yaparlar… ancak çok önemli nedenler olursa başka türlü davranmaları mümkün olabilir. Bu yüzden de ilişkide olduğumuz insanın nasıl biri olduğunu dostumuzu tanıyabilmek için önemli fırsatları ve olayları bekleyeceğiz ama o zaman da iş işten geçmiş olacak çünkü onu tanımak için zaten gerekliydi bunlar.
Dış görünüşümüz, tavır ve davranışlarımız, her zaman içimizdekilerin bir yansıması olsaydı, filozof adını taşıyan herkes gerçekten felsefe yapsaydı, aramızda yaşamak ne hoş olurdu.
Tahtları ihtiyaçlar kurmuş, bilimler ve sanatlar güçlendirmiştir.
Yönetim ve yasalar toplumun güvenliğini ve refahını sağlarlar; onlar kadar despotik olmamakla birlikte belki onlardan daha güçlü olan bilim, edebiyat ve sanat da insanları bağlayan zincirlerin üstünü çiçeklerle örterler, dünyaya özgür yaşamak üzere geldikleri düşünülen insanların özgürlük duygularını bastırırlar, onlara köleliklerini sevdirirler ve uygar halklar dediğimiz topluluklar olarka biçimlendirirler bu insanları.
Bedenin gereksinimleri toplumun temeli, ruhun gereksinimkeri de süsüdür.
İnsandaki gereksiz merakın doğurduğu kötülükler, yeryüzü kadar eskidir.
Verulam’lara, Descartes’lara, Newton’lara, insanların bu ünlü rehberlerine kimse rehberlik etmemiştir. Hangi rehber onları dehalarının götürdüğü yere götürebilirdi? Küçük hocalar, onların düşüncesini kendi dar kafalarının çemberine sokup daraltmaktan başka bir şey yapmazlardı.
Artık bir insanın namuslu olup olmadığına değil, bir sanata kabileyeti olup olmadığına bakılıyor; bir kitabın yararlı olması değil, iyi yazılmış olması isteniyor. Parlak zeka insanı bütün nimetlere kavuşturuyor; erdem ise hiçbir şeref getirmiyor. Güzel söylevlere yüzlerce armağan veriliyor; güzel eylemlere ise hiçbir şey verildiği yok. Ama söyleyin, bu akademinin birincilik vereceği söylevlerin en iyisinin kazanacağı şeref, bu armağanı ortaya koymuş olmanın şerefiyle kıyaslanabilir mi?
Bir bilge der ki: Ben öğrencimin, vaktini top oynamakla geçirmesine razıyım; hiç olmazsa gürbüzleşir. Biliyorum, çocuğu bir şeyle uğraştırmak gereklidir, ve boş oturmak çocuklar için en büyük tehlikedir. Öyleyse ne öğrensinler diyeceksiniz; bu da sorulur mu? Adam olunca ne yapacaklarsa onu öğrensinler; unutacakları şeyi değil.
Milletler, şunu bilmiş olsun ki doğa, çocuğunun elinden tehlikeli bir silahı çekip alan bir ana gibi sizi bilimden korumak istemiştir. Bize açmadığı her sır, başımıza dert getirecek olan bir şeydir; bilgi edinmekte zahmet çekmemiz, onun en hayırlı tedbirlerinden biridir. Böyle iken insanlar bozulmuş; ya bir de bilgili doğmak felaketine uğramış olsalardı o zaman ne kadar daha kötü olurlardı.
İyi insanların dürüstlüğe verdikleri kıymet, âlimlerin ilme verdikleri kıyametten daha büyüktür."
İnsanlara görevlerini öğretmek işini başkalarına bırakalım ve kendi görevimizi iyi bilip yapmaya çalışalım; bizim daha çoğunu düşünmemiz gerekli değildir.
Kendi içimizde bulabileceğimiz mutluluğu, başkalarının bizi beğenmesinde aramak neye yarar?
Ulaşamayacak olduğumuz ve dünyanın bugünkü durumunda zahmetine de değmeyecek bir ünün peşinde koşmayalım.
Hiçbir etkinin bulunmadığı yerde etken aramaya gerek yoktur; ama burada etki ortadadır; bozulma gerçekten vardır; bilimlerimiz ve sanatlarımız geliştikçe ruhlarımız bozulmuştur. Bu yalnız bizim çağımıza ait bir felaket midir, diyeceksiniz. Hayır baylar! İnsandaki gereksiz merakın doğurduğu kötülükler, yeryüzü kadar eskidir.
Ben öğrencimin, vaktini top oynamakla geçirmesine razıyım; hiç olmazsa gürbüzleşir, boş oturmak çocuklar için en büyük tehlikedir.
Tanrı’nın adını işitirler, ama ondan çekinmezler, sadece korkarlar.
… Evrenin yaratıcısına karşı saygısızlık sayılacak kaba sözler ağza alınmayacak, ama hassas kulaklarımızı incitmemek şartıyla ona en ağır hakaretler yapılacak. Kimse kendi değerlerini sayıp dökmeyecek, ama başkasının değerini düşürmeye çalışacak.
Gerçekten, en küçük bir ihtiyaç karşısında bunalan, en hafif bir zahmetten kaçan insanların açlık, susuzluk, yorgunluk, tehlike ve ölüm karşısında ne duruma geleceklerini düşünün!
Ruhlarda parlamak isteği hiçbir zaman namuslu olmak isteğiyle bir arada yaşayamaz. Hayır, bir sürü küçük ve boş kaygılarla alçalmış ruhların büyük şeylere yükselmeleri mümkün değildir. Buna kudretleri olsa bile cesaretleri yoktur.
Para ile her şey satın alınır, ama ahlak ve vatandaş satın alınmaz.
Ah, bu parlamak hırsı, insana neler yaptırmaz!