Nazife Şişman kitaplarından Dijital Çağda Müslüman Kalmak kitap alıntıları sizlerle…
Dijital Çağda Müslüman Kalmak Kitap Alıntıları
Bir şeyin fotoğrafını çekmedikçe onu gerçekten görmüş olduğunu iddia edemezsin.
Can, tecrübelerle sabittir ki haberdar olmaktan ibarettir. Kim ki daha fazla haberdardır, daha fazla canlıdır
Yanımızdakilerden ziyade ekrandakilerle bağlantı hâlindeyiz.
Hayatı bir bekleyişe; eğlenmek/dağıtmak için bayramı, yılbaşını, pazar gününü ya da yaz tatilini bekleme sürecine indirgeyen bir çalışma ve tüketme anlayışının hakimiyeti altında yaşıyoruz.
Taliptir öğrenci, zaten talip olmayan da zorunlu eğitime tabi tutulmaz.
Dünya, ahiret için çalışılan tarla, ahiret hasadının tarlası değil bu yaklaşımda. Pazar tatilinde ya da yaz tatilinde harcanacak paraların biriktirildiği bir bekleyiş sürecinden ibaret hayat. Çünkuhepimiz tatil için çalışıyoruz .
En fazla içimize dönmemiz beklenen mekanlarda bile kendimizle kalamıyoruz; Kabe’den, Medine’den paylaşımlar yapıyoruz.
Herkes kendi hayatının telif hakkını elinde tutarak şeffaflaştırıyor kendisini.
Kağıdın üzerine dizilen harflerin büyüsünden, raflarda dizili kitap ciltlerine dokunmanın hazzından, üzerine çize çize, kenarına yaza yaza kitap okumaktan vazgeçmem mümkün değil.
Ekrandan okuduklarımın kâğıt üzerinden okuduklarım kadar kalıcı olmadığı şeklinde bir hissiyatım var.
Günümüz insanı, görünenin parlak ışığı altında görme yetisini kaybettiğini fark etmiyor bile.
Dizilen ip ve tespihteki taneler farklı da olsa, bilgide esas olan bağlamaktır.
Üstadı internet olanın, bilgisi malumat olur.
İşitmenin yerini görmenin aldığı, görüntünün gerçekten daha gerçekmiş gibi kabul gördüğü bir dünyada feraseti ve basireti nasıl kuşanacağız?
Hâlâ da sadece metinden değil, yaşayan sünnetten öğreniyoruz teslimiyetin örnekliğini, adaletin ilkelerini ve nasıl insan olunacağını.
Modern öncesi dönemde, her ne kadar Efendimizin(s.a.v) komşu hükümdarlara davet mektupları gönderdiğini biliyorsak da, tebliğin dili daha ziyade yüz yüze iletişime dayalıydı.Kitaptan ya da ekrandan öğrenilmiyordu din.
Her şey görünür oldukça, gerçek imha olmaktadır.
Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her kültür kendi gökyüzünü yaratır.
Bir İngiliz iletişim firması Coğrafya tarih oldu reklam sloganını kullanırken, iletişimin sınır tanımazlığı üzerinden tanımlıyordu çağı. Gerçi iletişim sınır tanımıyor ama coğrafya hâlâ önemini koruyor. Gazze’de, Irak’ta veya Suriye’de olmak coğrafi olarak bir yere air olmanın ağır faturasını yaşamak demek; Amerika, İsrail gibi hegemonik güçlerin hedefinde olmak demek. Bu nedenle iletişim coğrafyayı tarihe gömse de siyaset ve savaş hâlâ coğrafyaya bağlı.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Gözün hâkimiyetinde bir çağ, içinde yaşadığımız. Görünerek var olunabilen, görerek tüketilebilen, gösterilerek iktidar kurulabilen bir dönem dijital ortamın imkânlarından da ivme alarak güçleniyor. Bu gösteride çocukların kullanılması ne ifade özgürlüğü üzerinden meşrulaştırılabilir ne de doğal olanın, sakıncasız olanın gösterilmesi gerekçesiyle. Onlar birer birey değilse de, anne babalarının istedikleri gibi kullanacakları mülkleri de değil.
Kendi hayatının telif hakkını elinde tutmak isteyenler, eskiden istihbaratçıların büyük emeklerle elde ettiği bilgileri sosyal medya hesaplarında ya da online çeşitli mecralar aracılığıyla bizzat kendileri sunuyor. Yani görmenin, görünmenin, gözetlemenin ve dolayısıyla teşhir ve mahremiyetin yeni hâlleri ile karşı karşıyayız.
Dijital teknolojinin içine doğan kuşak, bir önceki kuşağa nazaran daha hızlı uyum sağlıyor yeni teknolojilere. O yüzden internete öğretmeninden, anne babasından, patronundan daha fazla hâkim gençler, hatta çocuklarla karşı karşıya olmamız normal. Ama bu durumu, Şimdiki çocuklar çok zeki şeklindeki ebeveyn egosunun dışına çıkararak değerlendirmek gerek. Bu uyum, acaba iyi bir şey mi? Bu uyum, gelecek kuşaklara neye mal olacak? sorularını geç olmadan gündemimize almalıyız.
Negroponte’ninHer çocuğa bir laptop kampanyasına ve Milli Eğitim Bakanlığımızın bilgisayarı, eğitimin her düzeyine sokma çabasına rağmen bu konuda hem öğrencilere hem öğretmenlere hem de velilere bir bilinç ve eğitim verilmediğinde, sonuç internetin büyülü dünyasında kaybolan çocuklar oluyor.
Hiçbir bilgi gizli kalmayacaktı artık çünkü internet kralın çıplak olduğunu haykıran yeni cesur çocuktu bazılarına göre.
Batı’nın stratejik yardımlarının tarihi dikkate alındığında, 60 yıldır zengin ülkelerden fakir ülkelere yardım gönderiliyor. Ama günde 2 dolara geçinenlerin sayısı azalmak yerine artıyor. Bunu anlayamıyoruz çünkü fotoğraf/hikâye eksik. Zengin ülkelerden fakir ülkelere giden her 1 dolara karşılık uluslararası şirketler o ülkelerden 10 dolar alıyor. Peki esasında kim kime yardım ediyor?
Kapitalizm, görünür, dışsal olanı mutlaklaştırarak, görünmez olanı değersizleştirerek ve hiç ilgi görmediği için onu âdeta yok sayarak kuruyor sistemini.
Günümüzde çoğu kişi için özel hayat, korunması ve muhafaza edilmesi gereken bir değer olmaktan ziyade, şöhret ve bilinirlik karşılığında verilebilecek bir toplumsal bedel gibi görülüyor. Reality TV’ler, sosyal mecralar, bloglar ve mobil telefonlar insanların mahremiyetlerini ifşa, özel hayatlarını teşhir ettikleri yeni kanallardır.
Batı hukuk literatürüne girmeden yüzyıllar önce, İslam hukukunda kişinin özel hayatına dair bir bahis mevcuttur. Evin mahremiyeti ve dışarıdan müdahaleye kapalı oluşu bu önemden kaynaklanır. Başkalarının özel hayatını merak etmek, bu bilgileri paylaşmak, anlatmak hem ahlaken hoş görülmemiştir hem de bu eylemlerin hukuki yaptırımları vardır.
İnsanın aletle ilişkisinde, zamanımızdaki tecrübeyi geçmiştekinden farklı kılan husus, aletin insana galebe çalmasıdır. Aletin insan için olduğu ve ahlaki çerçevenin/dinin, insanı merkeze alarak aleti sınırlandırdığı bir durumdan, aletin her şeye egemen olduğu bir döneme doğru geçiş yaptık.
Her şeyin tele-vizüel hâle gelmesi, görüntüyü gerçekten koparan bir işlev görüyor. Bir taraftan gördüklerimizin gerçekliğini hissedemez oluyoruz; diğer taraftan ise gördüğümüz her şeyin gerçek olduğu fikri ile aldatılıyoruz.
Hızın hâkim olduğu bu alanda (okuma alanında) hem basirete hem ferasete ihtiyacımız var. Çünkü yeni teknoloji, kitap, metin, yazar, okuyucu ilişkisini değiştirirken esasında bilgi, değer anlayışımızda da değişimlere yol açıyor.
Okuyucu için bedava erişim elbette önemli bir fırsattır. Ama okuma sadece ekonomik parametrenin belirlediği bir eylem değildir ki bedava erişimle herkesi iyi okuyucular yapabilelim. Bu nedenle e-kitabın tatlı hülyasına kapılanların unuttuğu çok önemli bir husus var: Okuyan için şekil değil, muhteva önemlidir. Zaten okumayacak olan içinse bedava veya bir tık uzağında duran hazine değerindeki kütüphane hiçbir anlam ifade etmeyebilir.
Bugün özellikle gençler, internetin demokratik bir bilgi kaynağı oluşundan istifade etmenin sarhoşluğunu yaşıyorlar.
Allah kelamı olmasına rağmen sadece metne, onun kuru harflere aktarılmış hali olan kitaba, yani mushafa emanet edilmemiştir hakikat. Mübarek bir ağızdan sadece söz olarak değil, hal olarak da ulaştırılmıştır bize. Hala da sadece metinden değil, yaşayan sünnetten öğreniyoruz teslimiyetin örnekliğini, adaletin ilkelerini ve nasıl insan olunacağını.
Okuyan için şekil değil, muhteva önemlidir. Zaten okumayacak olan içinse bedava ve bir tık uzağında duran hazine değerindeki kütüphane hiçbir anlam ifade etmeyebilir.
Bin beş yüz yıl boyunca kitabın bir bilgi kaynağı ve medya aracı olarak aşılamazlığını tecrübe ettik.
Korsan ya da değil, dijital kitaplar basılı kitabın reklamı gibi işlev görüyor. Tüm dünyada 100 milyonun üzerinde kitap satışı olan bir yazarın tecrübesi bu
Her kültür kendi gökyüzüne bakar ve her kültür kendi gökyüzünü yaratır.
Aslında bilmek pek çok konuda malumat sahibi olmak değil, varlıkla ilgili bağlantılar kurabilmektir.
Çağımızı ağ toplumu olarak niteleyen Castells, bu alıntıyla ağın ucundan tutmanın, çağımızın nabzını tutmak anlamına geleceği çağrışımından istifade ediyor.
Bir taraftan kitlelerin beğenisine, oylama, tıklama ve tavsiyesine emanet edilen bir bilgi ve haber sıralaması ile karşı karşıyayız.
Okuyan için şekil değil muhteva önemlidir. Zaten okumayacak olan içinse bedava ve bir tık uzağında duran hazine değerindeki kütüphane hiçbir anlam ifade etmeyebilir.
Televizyon dizileri müptelalık düzeyinde ve insanları ekrana yapıştırarak sosyal ilişkileri etkilemekle kalmıyor, muhteva olarak da hayrı ahlakiliği sıradanlaştırmaya hizmet ediyor.
Imam Gazali’nin, ilim seyahatinden dönerken kitaplarının eşkıyaların eline geçmesinden sonra yeniden ilme başlaması ile ilgili menkıbe de, kitabın ilim ve hikmeti taşıyamayacağını vurgular.
İnternette daha ziyade duyulara hitap eden deneyimler yaşanır. Parlaklık, hız, hareket, cazibe Bunlar âdeta alkol ya da uyuşturucunun beynimizde yaptığı etkiye benzer etkiler yapar.
“ Benim için sorun değil bu sınırlar, içinden geçebildiğim sürece ”
“Hitap muhataba özeldir. İnsanın hitabının muhatabı bizatihi kendisidir. Yani herkes bütün insanlarla kendi üzerinden konuşur.”
Hasan Aycın
Hasan Aycın
Siz yaysınız, çocuklarınız ise sizden çok ilerilere atılmış oklar.
Halil Cibran
Halil Cibran
Sadece haberdar olmakla bilgiye ulaşamayız.
Paul Virilio enformasyon bombasının insanlık için nükleer bombadan daha etkili olduğunu söylemişti. Wikileaks patlamasıyla birlikte “her şeyi bilme”nin nasıl da “hiçbir şey bilmeme”ye tekabül ettiğini açıkça tecrübe etmiş olduk. Çünkü bilgi, insanın gözünü aydınlatarak görüşünü güçlendirir; oysa bombanın etrafa saçtığı malumat yığını, ya gözümüze şarapnel olarak saplanır ya da kaldırdığı toz dumanla görüşümüzü tamamen kapatır.
İzleyen ile izlenenin birbiri içine geçtiği bir gösteri çağındayız.
Hak, görüntüye (imaja) hapsedilemez.
Yanımızdakilerden ziyade ekrandakilerle bağlantı hâlindeyiz.
Vicdana sınır çizilmemeli.
Belki de hatırımızda tutmamız gereken husus şudur:sadece tıklamakla savaşı engelliyemeyiz. Sadece haberdar olmakla bilgiye ulaşamayız. Enformasyon, özgürlüğümüzün garantisi değil ;tam tersine onu berhava eden bir bombaya dönüşebilir. Klavyenin hijyenik mesafesinden insana, hakka ve adalete giden yollar, pazara çıkan iplere, eteklerden dökülen taşlara takılabilir.
[ ] işin acı tarafı tatil için çalışanlar, tatilde de kapitalizme katkıda bulunarak bir nevi çalıştıklarının farkında olmuyorlar.
Vicdana sınırlar çizilmemeli.
Gazze’de, Irak’ta veya Suriye’de olmak coğrafi olarak bir yere ait olmanın ağır faturasını yaşamak demek; Amerika, İsrail gibi hegemonik güçlerin hedefinde olmak demek. Bu nedenle iletişim coğrafyayı tarihe gömse de siyaset ve savaş hâlâ coğrafyaya bağlı.
We shape our tools, and thereafter our tools shape us.
Terörizme karşı iş birliği argümanına yaslanan insansız hava aracı saldırıları, esasında teröristten çok sivil halkı öldürüyor.
Tarih silah sistemlerinin hızında ilerler.
Televizyon dizileri müptelalık düzeyinde ve insanları ekrana yapıştırarak sosyal ilişkileri etkilemekle kalmıyor, muhteva olarak da hayrı ahlakiliği sıradanlaştırmaya hizmet ediyor.
Televizyon insan sesini öldürür.
Artık pek çok belgeleme imkânlarıyla (Facebook, Twitter, Instagram, Foursquare vb.), hem madden hem de metaforik olarak ellerimizde kamera ile yaşıyoruz. En fazla içimize dönmemiz beklenen mekânlarda bile kendimizle kalamıyor; Kâbe’den, Medine’den paylaşımlar yapıyoruz.
Marks’ın sözü değil miydi? Tarihte olaylar iki kez tekrar eder: birincisinde trajedi, ikincisinde komedi olarak.
Hep birlikte sonsuz siber uzayın içindeyiz.
Yanımızdakilerden ziyade ekrandakilerle bağlantı hâlindeyiz.
Bir aile yemeğinde gözünü telefonunun ekranından ayırmayanlar, sadece gençler değil artık.
History now decays into images, not stories.