Milan Kundera kitaplarından Die Unertragliche Leichtigkeit des Seins kitap alıntıları sizlerle…
Die Unertragliche Leichtigkeit des Seins Kitap Alıntıları
Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular. Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
Aşk bir meydan savaşıdır..
Bir de şu sahne geliyor insanın gözünün önüne: Turin’deki otelinden çıkan Nietzsche. Bir arabacının atını kırbaçladığını gören Nietzsche atın yanına gidiyor, kollarını hayvanın boynuna doluyor ve gözyaşlarına boğuluyor.
Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı, temel sınavı onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir. Hayvanlara.
Beni seviyor mu? Benden daha çok sevdiği bir başkası var mı? Benim sevdiğimden daha çok seviyor mu beni? Aşkı ölçmek, sınamak, denemek ve kurtarmak için aşka yönelttiğimiz bütün bu sorular belki de her şeyin yanı sıra aşkı kısaltmaya da yarıyor. Belki de sevemememizin nedeni çok sevmek istememiz, yani karşımızdaki kişiden hiçbir istekte bulunmaksızın, ondan onunla birlikte olmaktan başka bir şey istemeksizin kendimizi ona verecek yerde ondan bir şey (aşk) talep etmemizdir.
”Aşk, çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur ”
“Hüzün, son duraktayız demekti. Mutluluk, birlikteyiz, demekti. Hüzün biçimdi, mutluluk içerik. Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.”
“İşte insanoğlunun bütün bahtsızlığı burada yatıyor. İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.”
“Tekdüzeği mutluluk üretirdi, sıkıntı değil.”
Gözler ruhun penceresidir..
Platon’un Şölen’indeki ünlü efsane aklına geldi ansızın: Tanrı onları ortadan ikiye ayırıncaya kadar bütün insanlar hermafroditti, o zamandan beri bu yarılar birbirlerini arayarak dünyanın dört bir bucağında gezinip duruyorlar. Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.
İnsan hayatı ancak bir defa yaşanır ve kararlarımızın hangilerinin doğru hangilerinin yanlış olduğunu kestiremememizin nedeni, verili bir durumda ancak bir tek karar verebilecek olmamızdır; ikinci, üçüncü ya da dördüncü bir yaşamımız yok ki çeşitli kararlarımızı birbirleriyle karşılaştıralım.
Önceden de söylemiştim, roman kişileri insanlar gibi kadından doğmaz; yazarın henüz hiç kimse tarafından keşfedilmediğini ya da hakkında önemli bir şey söylenmediğini düşündüğü temel bir insani olasılığı bir fındık kabuğunun içine sığdıran bir durum, cümle ya da eğretilemeden doğar.
Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir..
Ah,sevdiklerimizin ölümünü onlar ölmeden çok önce, basbayağı düşlememiz nasılda korkunçtur!
Cennete duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir
Tomas’tan ne kaldı geriye?
Tanrı’ nın Cennetini Yeryüzünde istedi, diyen bir mezar yazısı.
Beethoven’dan ne kaldı?
Bir kaş çatış, olmayacak bir saç yelesi ve es muss sein diyen kasvetli bir ses
Franz’dan ne kaldı geriye?
Uzun Dolaşmalardan Sonra Döndü, diyen bir mezar yazısı
Tanrı’ nın Cennetini Yeryüzünde istedi, diyen bir mezar yazısı.
Beethoven’dan ne kaldı?
Bir kaş çatış, olmayacak bir saç yelesi ve es muss sein diyen kasvetli bir ses
Franz’dan ne kaldı geriye?
Uzun Dolaşmalardan Sonra Döndü, diyen bir mezar yazısı
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Roman yazarın itirafları değildir; bir tuzak haline gelmiş dünyamızda yaşanan insan yaşamını araştırılmasıdır.
Sadece tek bir hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle ne istediğimizi bilemeyiz
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Hüzün, son duraktayız demekti. Mutluluk, birlikteyiz, demekti. Hüzün biçimdi, mutluluk içerik. Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.
Sen benim yaşamıma Liliputların ülkesine ayak basan Guliver gibi girdin..
İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.
Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir.
Bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur; sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutkular.
Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca,güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar..
Birey en sıkıntılı anlarında bile güzelliğin yasaları uyarınca örer yaşamını
İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.
Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir.
Bu dünyada gençlikle güzelliğin bir anlamı yoktu; birbirinin tıpa tıp eşi ruhları görünmez olmuş bedenlerle dolu uçsuz bucaksız bir toplama kampından başka bir şey değildi yaşadığımız dünya
Misyonum yok benim.Kimsenin yok.Özgür olduğunu, bütün misyonlarından arınmış olduğunu fark etmen o kadar büyük bir ferahlama ki’
Aşk çiftleşme arzusunda duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur.
kaldı ki aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırıldıkları düşünceler un ufak olduğunda, onlar da silinir gider.
Aslında gerçekten ciddi olan sorular bir çocuğun bile dile getirebileceği sorulardır. Yalnızca en çocuksu sorular gerçekten ciddi olan sorulardır. Cevapları olmayan sorulardır bunlar. Cevabı olmayan soru, aşılamayacak bir engeldir. Başka bir deyişle insani olasılıkların sınırlarını belirleyen, insan varoluşunun sınırlarını saptayan cevabı olmayan sorulardır.
Gücünü neden hiç benim üzerimde kullanmıyorsun? dedi.
Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir de ondan. dedi Franz yumuşak bir sesle.
Sevgi insanın gücünden vazgeçmesi demektir de ondan. dedi Franz yumuşak bir sesle.
Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir
Başkaları acı çekerken insan hiç bir şey olmuyormuş gibi durup seyredemez ya da yüreklerimiz acı çekenlerin yanındadır
Başkalarıyla olan ilişkilerimizin kaçta kaçının duygularımızın -sevgi, antipati, iyilikseverlik ya da kötücülük- sonucu, kaçta kaçınınsa bireyler arasındaki sürekli güç oyunu tarafından belirlenmiş olduğunu hiçbir zaman kesinlikle saptayamayız.
Hepimizin, bakışlarını üzerimize dikecek birilerine gereksinimimiz var.
Ama güçlüler güçsüzleri incitmeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundadırlar.
“… eğretilemeler tehlikelidir. Aşk bir eğretilemeyle başlar. Yani bu şu demektir ki, aşk bir kadının, dilindeki ilk sözcükle şiirsel belleğimize girmesiyle başlar.”
Romanlarımdaki kişiler kendime ilişkin gerçekleşmemiş olabilirliklerdir.
Tamam, kabul, insan gerçekleşme olasılığı çok uzak olan tehlikelerden korkma hakkına da sahiptir.
Mezarlık kendini beğenmişliğin taşa dönüşmüş haliydi.
Birbirinin tıpatıp eşi, ruhları görünmez olmuş bedenlerle dolu uçsuz bucaksız bir toplama kampından başka bir şey değildi yaşadığımız dünya.
Tereza aşkın doğuşu anında neler olup bittiğini bilirdi; kadın ürkmüş, dehşete düşmüş ruhunu çağıran o sese direnemez; erkek ise ruhu kendi sesine karşılık veren kadına karşı koyamaz.”
Romanlar, Tereza’ya yetersiz bulduğu yaşamından düşsel bir kaçış imkanı vermiyorlardı sadece, elle tutulup gözle görülen nesneler olarak da anlam taşıyorlardı; sokakta, koltuğunun altında kitapla yürümek müthiş hoşuna gidiyordu.
“Peşine düştüğümüz hedefler hep bir parça sislerle örtülüdür. Evliliği özleyen genç kız bilmediği bir şeyi özler. Ün peşinde koşan gencin ün denen şey hakkında en ufak bir bilgisi yoktur. Attığımız her adıma anlamını veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememiz gerçeğidir.”
Birisine merhamet duyarak sevmek,gerçekten sevmek değildir..
İnsan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. İnsan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.
Ama dünya öyle çirkindi ki, kimsecikler kalkmadı mezarından.
Cennet’e duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.
Rastlantıların, sadece rastlantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. Gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. Sadece rastlantı bir şeyler söyler bize.
bu dünyada gençlikle güzelliğin bir anlamı yoktu; birbirinin tıpatıp eşi, ruhlari görünmez olmuş bedenlerle dolu uçsuz bucaksız bir toplama kampından başka bir şey değildi yaşadığımız dünya.
Aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
Yaşamlarımızın her saniyesi sonsuz kere yineleniyorsa, İsa’nın çarmıha çivili olduğu gibi biz de sonsuzluğa çivilenmişiz demektir. Bu, insanı dehşete düşürecek bir olasılık. Sonsuza kadar yinelenme dünyasında her attığımız adıma dayanılmaz bir sorumluluğun ağırlığı gelir çöker. İşte Nietzsche, sonsuza kadar yinelenme düşüncesine bunun için yüklerin en ağırı demiştir.
Gerçek insan iyiliği, ancak karşısındaki güçsüz bir yaratıksa bütün saflığı ile, özgürce ortaya çıkabilir. İnsan soyunun gerçek ahlaki sınavı onun, merhametine bırakılmışlara davranışında gizlidir: Hayvanlara. Ve işte bu açıdan insan soyu temel bir yenilgi yaşamıştır, o kadar temel bir yenilgi ki, bütün öteki yenilgiler kaynağını bundan almaktadır.
Yaratılış Kitabı’nın en başında bize Tanrı’nın insanoğlunu balıklar, kuşlar ve tüm yaratıklar üzerinde egemenlik kursun diye yarattığı söylenir. Yaratılış Kitabı’nı yazan insandı elbette, at değil. Tanrı’nın insana hayvanlar üzerinde egemenlik kurma iznini verip vermediği pek belli değil. Daha akla yatkın olanı, insanın inekle at üzerinde kurduğu egemenliği kutsasın diye Tanrı’yı yaratmış olması. Evet, bir geyiği ya da ineği öldürme hakkı insanoğlunun üzerinde görüş birliğine vardığı tek şey, en kanlı savaşlar sırasında bile.
Aşk kaybettiğimiz yarıyı özleyişimizdi işte.
Ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.
Kendisinden üstün bir güçle karşılaşan her kişi güçsüzdür. O zaman dayanılmaz ve tiksinç gelen o güçsüzlük, Tereza’yla Tomas’ı ülkeden çıkıp gitmeye zorlayan o güçsüzlük, işte o güçsüzlük ansızın çekici geldi Tereza’ya. Yerinin güçsüzlerin yanı, güçsüzlerin ülkesi olduğunu, ve onlara güçsüz oldukları için, cümlelerin ortasında solukları tıkandığı için bağlılık göstermesi gerektiğini anladı.
bir tek yitik anın peşinde koşarak harcadığı yılların sayısına şaştı
Hüzün, son duraktayız demekti. Mutluluk, birlikteyiz, demekti. Hüzün biçimdi, mutluluk içerik. Mutluluk hüznün uzamını dolduruyordu.
Ah, sevdiklerimizin ölümünü onlar ölmeden çok önce, basbayağı düşlememiz nasıl da korkunçtur!
Aşkı ölçmek, sınamak, denemek ve kurtarmak için aşka yönelttiğimiz bütün bu sorular belki de her şeyin yanı sıra aşkı kısaltmaya da yarıyor.
Tekdüzeliği mutluluk üretirdi, sıkıntı değil.
Attığımız her adıma anlamını veren şey o adım hakkında hiçbir şey bilmememizdir.
Gözü daha yükseklerde bir yerde olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır.
“Bir aşk unutulmaz olacaksa eğer, küçük rastlantılar Assissili Francesco’nun omuzlarına konan minik kuşlar gibi hemen o an kanat çırpa çırpa gökten aşağı doğru süzülmelidir.”
“İçinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.”
İlk ihanet onarılmazdır. Başka ihanetlerden oluşan bir zinciri harekete geçirir ve bunlardan her biri bizi ilk ihanetimizden uzaklara, daha uzaklara götürür.