İçeriğe geç

Devrim Çağı 1789-1848 Kitap Alıntıları – Eric J. Hobsbawm

Eric J. Hobsbawm kitaplarından Devrim Çağı 1789-1848 kitap alıntıları sizlerle…

Devrim Çağı 1789-1848 Kitap Alıntıları

Liberal söylem, sendikaların (birliklerin), vicdansız ajitatörlerin kışkırttığı beceriksiz işçilerden oluştuğunu ileri sürmekteydi; oysa gerçekte beceriksiz olanlar, genelde en az sendikalaşmış olanlardı; en akıllı ve ehil işçilerse, sendikaların en sıkı destekçileri arasında yer alıyordu.
Fakat toplumsal değişimin tam da onları yutan yeniliği ve hız, emekçileri, baskıcılarınkinden tamamen zıt olan kendi fikir ve denevimlerine dayanarak, tamamen değişmiş olan bir toplumsal bağlama göre düşünmelerini gerektiriyordu. Emek hareketi, yarışmacı değil,
dayanışmacı, bireyci değil kolektivist olacaktı. ‘Sosyalist’ olacaktı; ve her zaman yoksulların kafalarının bir köşesinde olagelmis, fakat ancak genel toplumsal devrimin patlak verdiği nadir anlarda üzerine düşündükleri bir sonsuz örgür toplum hayalini değil, mevcut sisteme yönelik kalıcı, uygulanabilir bir seçeneği temsil edecekti.
Nüfus artışı, devleti daha büyük bir adalet sistemi oluşturmaya ve sürdürmeye mecbur bıraktı; kentlerin büyümesi ve kentteki toplumsal sorunların artması, yerel yönetimlerin de büyümesini getirdi. İster yeni ister eski olsun, devletin işlevleri giderek tam zamanlı çalışan maaşlı memurların, her devlette merkezi otorite tarafından istenildiği gibi görev yerleri değiştirilen ve terfi ettirilen yüksek görevlilerin oluşturduğu tek bir ulusal devlet hizmeti sistemi tarafından görülmeye başlandı.
Liberalizm sadece etkisiz bürokrasiye, özel girişime bırakılmış alanlara devletin müdahalesine ve aşırı vergilendirmeye düşmandır. Bir devletin gece bekçisinin işlevlerine indirgenmesini isteyen kaba liberal slogan, etkisiz ve müdahaleci işlevlerinden kurtarılmış bir devletin, öncekinden çok daha güçlü ve hırslı olacağı gerçeğini gizlemektedir.
Bunun nedeni, aynı zamanda devletin eski görev ve işlevlerini geliştirmesi ve yeni görev ve işlevler yüklenmesiydi. O yüzden liberalizmin bürokrasiye düşman olduğuna inanmak, (kapitalizmin mantıklı savunucularının, benthamcı ‘felsefi radikaller’ in paylaşmadığı) ciddi bir hatadır.
1830-1850 arasında kişi başına kamu harcamaları, İspanya’da yüzde 25, Fransa’da yüzde 40, Rusya’da 44, Belçika’da yüzde 50, Avusturya’da yüzde 70, ABD’de yüzde 75 ve Hollanda’da yüzde 90 arttı
Modern dünyanın diğer pek çok özelliği gibi, milliyetçilik de çifte devrimin çocuğudur.
1840’larda İngiltere, Belçika ve Fransa’da okuma yazma oranı yüzde 40-50 civarındaydı.
Fransız ordusunun yöntemleri, baskın vermeye ve hayat damarlarını kesmeye dayanıyordu. Fakat ilk kez geliştirildiği lombardiya da ve ren bölgesinde işleyen,hatta Orta Avrupa’da da uygulama şansı bulan bu yöntem polonya ve Rusya gibi muazzam genişlikte, boş ve kıraç yerlerde tümüyle başarısızlığa uğradı.
Dokumacılık, her yerde iplik bükme işinden bir kuşak sonra makineleşmekteydi ve el tezgâhlarında çalışan dokumacılar, endüstrinin artık onlara ihtiyacı kalmadığında, bazen bu kötü kaderlerine, isyan ederek tezgahlarının başında öldüler
Sömürge ticareti, pamuk endüstrisini yarattı ve besledi. Onsekizinci yüzyılda Pamuk endüstrisi, Bristol, Glasgow ve özellikle köle ticaretinin de merkezi olan Liverpool gibi büyük sömürge limanlarının hinterlandından gelişti.
İngiltere’nin ilerlemesi nereden kaynaklanırsa kaynaklansın, bilimsel ve teknolojik olmadığı kesindir. Fransa, doğa bilimleri açısından hemen hemen kesin biçimde İngiltere’nin önündeydi; İngiltere’de reaksiyon bilime kuşkuyla bakarken, Fransa’da Fransız devrimi bilimi teşvik ettiğinden, her halükarda matematik ve fizikte Fransız devriminin çok keskin biçimde vurguladığı bir üstünlüktü bu.
Yeni ABD’nin müttefiki olan Fransa ise sonuçta zafer kazanmıştı. Fakat maliyet çok ağırdı; Fransız devletinin içine düştüğü zorluklar, onu kaçınılmaz olarak ülke içinde bir siyasi bunalım dönemine sürükledi ve altı yıl sonra da bu bunalımdan devrim doğdu.
Bir bütün olarak alındığında, Avrupalılar bugünkünden belirgin biçimde daha kısa ve hafiftiler. Bu genellemenin dayandığı askere alınanların beden ölçüleriyle ilgili yığınla istatistikten bir örnek alırsak: ligurya sahilindeki bir kantonda, 1792-9 tarihlerinde askere alınanların %72’si 1.50 metreden daha kısaydı
Muhtemelen hiçbir yarım yüzyılda bunca ölümsüz romancı bir araya gelmiş değildir: Fransa’da Stendhal ve Balzac, İngiltere’de Jane Austen, Dickens, Thackeray ve Brontëler; Rusya’da Gogol, genç Dostoyevski ve Turgenyev (Tolstoy’un ilk yazıları 1850’lerde çıkmıştı).
Üstelik kapitalizm (yine ekonomi politikle gösterilebileceği gibi) kendi mezar kazıcılarını; ekonomik gücün giderek daha az sayıda insanın elinde toplanması, yıkılmasını daha da kolaylaştırırken, sayıları ve hoşnutsuzlukları giderek artan proletaryayı yaratmıştı.
Eskiden kralların resmi metresleri olurdu; şimdi onlara işinde başarılı borsacılar da katıldı. Kibar fahişeler, pahalı hizmetlerini, varlıklarını yollarına harcamış genç hovardalar kadar, hizmetlerinin karşılığını ödeyebilecek bankerlere reklamlarını yapmak üzere sundular.
Yolculuğu ve ulaşımı kolaylaştıran, kenti taşraya, yoksul bölgeleri zengin bölgelere bağlayan araçlar olarak demiryolları son derece etkiliydi. Nüfus artışının nedeni büyük ölçüde onlardı; çünkü endüstri dönemi öncesinde nüfusun artmasını engelleyen şey, normal ölüm oranının yüksek olmasından çok -çoğunlukla son derece yerel görüngüler olan- kıtlık ve yiyecek darlığı gibi dönem dönem yaşanan felaketlerdi. Eğer kıtlık (1816-7 ve 1846-8’de olduğu gibi neredeyse evrensel bir görüngü olan kötü hasat dönemleri dışında) bu dönemde Batı dünyasında daha az tehditkâr ve korkutucu bir hal almışsa, bunun esas nedeni, elbette yönetimin ve idarenin verimliliğinde yapılan genel iyileştirmelerin yanında, ulaşım alanındaki bu ilerlemelerdi.
Yerlileri uygarlığın nimetlerini öğrenmekten alıkoyan nedenler arasında en zararlı ve ölümcül olanı diyordu Yerli İşleri Komiseri, yerlilerin ülkenin büyük bir kısmının ortak sahibi olmaları ve kendilerine büyük miktarlarda ödenek ayrılmasıydı; bunlardan biri, dilediğince göçebelik ve serserilik etmeleri için onlara geniş bir saha sunuyor ve mülkiyet ile bireyliğin bilgisini edinmelerini ve yerleşmenin üstünlüklerinden yararlanmalarını önlüyor; diğeri, tembelliklerini, tutumsuzluklarını besliyor ve bozulmuş zevkleriyle iştahlarını tatmin etmenin araçlarını sunuyordu . O nedenle hile, dolan, hırsızlık ve başka uygun baskı biçimleri kullanarak Yerlilerin topraklarından edilmeleri, kârlı olduğu kadar ahlaki bir eylemdi de.
Le Havre’dan geçen Alman göçmenler bile, 1830’larda yoksul Avrupalıların rüyalarını süsleyen bir ülke olmaya başlayan ABD’ye gitme nedenleri sorulduğunda, orada kral yok yanıtı vermekteydiler.
Sözcükler, çoğu zaman belgelerden daha güçlü tanıklardır.
Bana kalırsa dedi Kolokotrones, Fransız Devrimi ve Napoleon’un yaptıkları, dünyanın gözünü açtı. Milletler, daha önce hiçbir şey bilmiyordu; halk, kralların yeryüzündeki Tanrılar olduklarını, onların ne eylerlerse güzel eylediklerini söylemeye mecbur olduğunu düşünüyordu. Bugünkü değişiklikle insanları yönetmek çok daha zor olacak.
Yaşlı okurlar ya da eski âdetlere bağlı ülkelerdeki okuyucular, Napoleon mitinin yüzyıl boyunca nasıl yaşadığını bilirler: Orta sınıftan hiçbir ev, onun büstü olmadan tamam sayılmazdı ve nüktedan, zeki broşür yazarları şaka yollu da olsa onun bir insan değil, bir güneş-tanrı olduğunu ileri sürerlerdi. Bu mitin olağanüstü gücü, ne Napoleon’un zaferleriyle, ne Napoleoncu propagandayla, hatta ne de Napoleon’un şüphe götürmez kişisel dehasıyla açıklanabilir.
.Geçmişin dünyayı sarsan büyük şöhretleri, ya İskender gibi kral olarak ya da Julius Caesar gibi patrici olarak başlamışlardı; ama Napoleon salt kişisel yeteneği ile ‘ufak bir onbaşı’lıktan, bir kıtanın yönetimi mertebesine yükseldi (Bu tam doğru olmamakla birlikte, onun yükselişi bu betimlemeyi makul kılacak denli göz kamaştırıcıdır).
Fransız Devrimi’nde işçi sınıfı henüz kayda değer bağımsız bir rol oynamamıştır; kaldı ki emek güçlerini satıyor olsalar da, çoğu endüstri dışında çalışan bu kitleye işçi sınıfı demek doğru olmaz. Açtılar, isyan ettiler, muhtemelen hayal kurdular; ne ki, pratik hedefler söz konusu olduğunda proleter olmayan önderlerin ardından gittiler. Köylülüğünse, herhangi birilerine siyasal bir alternatif sunduğu görülmemiştir; köylüler, sadece olaylar zorladığında, neredeyse karşı konulmaz bir güç ya da yerinden oynatılamaz bir nesne olur çıkarlar.
Bir bütün olarak alındığında, Avrupalılar bugünkünden belirgin biçimde daha kısa ve hafiftiler. Bu genellemenin dayandığı askere alınanların beden ölçüleriyle ilgili yığınla istatistikten bir örnek alırsak: Ligurya sahilindeki bir kantonda, 1792-9 tarihlerinde askere alınanların yüzde 72’si 1.50 metreden daha kısaydı.
Aklın, hakkında hiçbir şey bilmediği kalbin sesini göz ardı etmek aptallık olur. İktisatçıların ve fizikçilerin belirlediği referans çerçevesi içinden bakıldığında, şairler düşünür klasmanından gerilerde kalırlar; ancak şairler [şeyleri] sadece daha derin değil, kimi zaman da daha net görmüş kimselerdi.
Ülkenin zenginliğiyle oranlandığında İngiltere’ de kayda değer bina sayısı ne kadar az müzelere, resimlere, güzel şeylere, özel meraklara, saraylara, tiyatrolara ya da başka üretken olmayan şeylere yatırılan sermaye miktarı ne kadar küçüktür! Bunlar, bir ülkenin büyüklüğünün başlıca temelidir ve yabancı gezginlerle bazı dergi yazarları tarafından ekseriyetle bizim geriliğimizin kanıtı olarak sunulmaktadır.
Tanrı’nın eylemi ya da yaşamı; kendini sonsuz biçimde birlik ve ikilik içinde düşünmekten, sonsuz biçimde kendini ortaya çıkarmaktan; dışsal olarak kendini ikiye bölerken yine de aynı kalmaktan oluşur Kutupluluk, dünyada görünen ilk güçtür . . Nedensellik yasası, bir kutupluluk yasasıdır. Nedensellik,
bir doğuş edimidir. Cinsiyet, köklerini dünyanın bu ilk hareketinden alır O nedenle her şeyde iki süreç vardır: Biri bireyleştirici, dirimselleştirici, ötekiyse evrenselleştirici ve yıkıcı.
İnsanlar eşit olmamakla beraber, değerleri piyasaya göre belirlenen birer mal da değillerdir.
Sosyalizm, kapitalizmin çocuğuydu.
Fakat koşullar bir kez var olduğunda zafer de kesindi; çünkü “insanlık daima önüne sadece çözebileceği sorunları koyar.”
Ekonomi politiğin ileri sürdüğü gibi, eğer emek bütün değerin kaynağıysa, neden değeri üretenlerin büyük çoğunluğu yoksulluğun eşiğinde yaşamaktaydı?
Ahlaki düşkünlüğün tek göstergesi içki değildi. Bugün toplumsal tıp diyebileceğimiz alanda yapılan çağdaş öncü çalışmalar sayesinde, yeni doğmuş bebeklerin öldürülmesi, fuhuş, intihar ve akli dengesizlik olaylarının toplumsal ve ekonomik felaketle ilgili oldukları ortaya kondu.
Yoksul bir genç avukatın memuriyete başvurusunu babasının bir ciltçi olmasından ötürü geri çeviren ve kendisinin de bu işe girmesi gerektiğini söyleyen Hanover Krallığı’nın Kabinettsraat’ı von Schele, şimdi hem kötü hem de komik biri olarak görünüyordu. Oysa onun yaptığı, kapitalizm öncesi istikrarlı toplumun kadim bilgeliğini yinelemekten başka bir şey değildi ve 1750’ de bir ciltçinin oğlu ancak babasının işini devam ettirebilirdi. Oysa şimdi artık böyle davranmak zorunda değildi.
1847 Büyük İrlanda Kıtlığı’nın ne kadar insanın kaybına yol açtığı hiç kimse tarafından bilinmiyor, hiçbir zaman da kesin olarak bilinmeyecek. Yapılan kaba tahminlere göre, açlık yüzünden bir milyon kadar insan ölmüş, bir o kadar kişi de
felakete uğramış bu ülkeden 1846-1851 arasında göç etmiştir.
Liberalizmin toprağa girmesi, her zaman içinde yaşadıkları toplumsal yapıyı parçalayan ve zenginler dışında yerine bir şey koymayan bir tür sessiz bombardıman gibiydi. Bu üryanlığa özgürlük deniyordu.
“Fransız Devrimi ve Napoleon’un yaptıkları, dünyanın gözünü açtı. Milletler, daha önce hiçbir şey bilmiyordu; halk , kralların yeryüzündeki Tanrılar olduklarını, onların ne eylerlerse güzel eylediklerini söylemeye mecbur olduğunu düşünüyordu.Bugünkü değişiklikle insanları yönetmek çok daha zor olacak.”
O bakımdan 1789’un dünyası, sakinlerinin çoğunluğu için hesaplanamayacak kadar büyüktü. İnsanların büyük çoğunluğu, askere alınmak gibi başlarına kötü bir şey gelmedikçe doğdukları kontlukta hatta mahallede yaşar ve ölürdü.
Sözcükler, çoğu zaman belgelerden daha güçlü tanıklardır.
Yolculuğu ve ulaşımı kolaylaştıran, kenti taşraya, yoksul bölgeleri zengin bölgelere bağlayan araçlar olarak demiryolları son derece etkiliydi: Nüfus artışının nedeni büyük ölçüde onlardı; çünkü endüstri dönemi öncesinde nüfusun artmasını engelleyen şey, normal ölüm oranının yüksek olmasından çok -çoğunlukla son derece yerel görüngüler olan- kıtlık ve yiyecek darlığı gibi dönem dönem yaşanan felaketlerdi.
1830’larda yoksul Avrupalıların rüyalarını süsleyen bir ülke olmaya başlayan ABD’ye gitme nedenleri sorulduğunda,
orada kral yok yanıtı vermekteydiler.
Napoleon, barbar memleketi
olan Korsika ölçülerine göre kibar bir aileden gelmiş olmakla birlikte, tipik bir karisyeristti. 1769’da doğdu; kraliyet ordusunun teknik yeterliliğin vazgeçilmez olduğu ender dallarından birinde, topçuluk alanında salim yakayı sıyırmayı başardı ve Paris’te işe yarar bağlantılar geliştirme
yeteneği, bu sıkıntılı günlerden sonra ona yardımcı oldu. Kendisini sivil otoritelerden bağımsız hareket eden Cumhuriyet’in birinci asker kişisi yapacak olan 1796 İtalyan Seferi’nde şansı yaver gitti. 1799 yılının yabancı işgalleri Oirektuvar’ın güçsüzlüğünü ve kendisinin de vazgeçilmezliğini ortaya koyunca, iktidar yarı yarıya kendisine teslim edilmiş, yarı yarıya da kendisi tarafından ele geçirilmiş oldu. Birinci Konsül oldu; ardından ömür boyu Konsül ilan edildi; ardından İmparatorluğa getirildi. Kendisinin gelmesiyle birlikte, sanki bir mucize olmuş gibi, Direktuvar’ın çözülmeyen sorunları çözülür hale geldi. Birkaç yıl içinde Fransa’nın bir Medeni Kanun’u oldu, kiliseyle anlaştı ve hatta burjuva istikrarının en çarpıcı simgesi olan Merkez Bankası’nı kurdu. Böylelikle dünya ilk laik mitine kavuştu. Yaşlı okurlar ya da eski adetlere bağlı ülkelerdeki okuyucular, Napoleon mitinin yüzyıl boyunca nasıl yaşadığını bilirler: Orta sınıftan hiçbir
ev, onun büstü olmadan tamam sayılmazdı ve nüktedan, zeki broşür yazarları şaka yollu da olsa onun bir insan değil, bir güneş-tanrısı olduğunu ileri sürerlerdi .
1800 ile 1815 yılları arasında Napoleon, birliklerinin yüzde 40’ını kaybetti. Bunların üçte biri firar yoluyla olmuşsa da, kayıpların yüzde 90-98’ini muharebe sırasında değil, aldığı yaralar, hastalık, bitkinlik ve soğuk yüzünden ölenler oluşturuyordu.
Özetle bu ordu, bütün Avrupa’yı, yalnız böyle yapabilme yeteneğinde olduğundan değil, böyle yapmaya mecbur olduğu için, ani ve şiddetli hamlelerle fethetti.
Gerçek bir kentli, çevresini kuşatan taşraya, zeki ve bilgili birinin, güçlü, kalın kafalı, cahil ve aptal kişilere duyduğu küçümsemeyle bakardı.
Kavrayışlı ve daha okuryazar olmakla gurur duyuyorlardı ve muhtemelen
de öyleydiler.
Ne var ki yaşam tarzları nedeniyle çevrelerinin dışında olup bitenler hakkında hemen hemen köylerde sıkışmış kalmış olan köylüler kadar cahildiler.
1789 #8242; un dünyası başlarına askere alınmak gibi başlarına kötü bir şey gelmedikçe doğdukları kontlukta hatta mahallede yaşar ve ölürdü.
1861’e gelindiğinde bile Fransa’nın doksan bölgesinden yetmişinde nüfusun 10’da 9’u doğdukları bölgeden hiç ayrılmamıştı.
Devrim zamanlarında hiçbir şey, simgelerin yıkılmasından daha etkili değildir.
Ben sizin efendinizim, benim efendim de Çardır. Çarın bana emir vermeye hakkı vardır. Benim bu emirlere itaat etmem gerekir, ama Çar size emir veremez. Benim evimde Çar benim. Ben sizin yeryüzündeki tanrınızım ve Cennette Tanrının huzurunda sizden ben sorumluyum Bir atı önce demir kaşağıyla tımar etmek gerekir, ancak ondan sonra tüylerini yumuşak fırçayla tarayabilirsiniz. Sizleri biraz sertçe tımarlamam gerekiyor, ama yumuşak fırçayla tarayıp taramayacağımı Tanrı bilir. Tanrı havayı yıldırımlar, şimşeklerle temizler; ben de köyümü, gerekli gördüğümde yıldırım ve ateşle temizleyeceğim.

Bir Rus toprak sahibinin serflerine yaptığı konuşmadan.

Haxthausen, Studien ueber Russland (1847), II, s. 3.

O davudi sesiyle özgürlük, en derin uykuda olanları bile uyandırır Bugün bir şeyi, özgürlük için ya da özgürlüğe karşı savaşmanın dışında düşünmek olası mıdır? İnsanları sevemeyenler, eskiden olduğu gibi belki hâlâ tiranlar kadar büyük olabilirler, ama kim artık insanlığa karşı ilgisiz kalabilir?

Ludwig Boerne, 14 Şubat 1831

Bizlerden çok önce bilimin ve felsefenin tiranlara karşı savaş verdiğini hiçbir zaman unutmayalım. Devrim, onların ısrarlı çabalarının ürünüdür. Özgür ve vefakâr insanlar olarak bilimi ve felsefeyi ebediyen bağrımza basmamız gerekiyor. Çünkü bizlerin ele geçirdiği özgürlüğü, bilim ve felsefe koruyacaktır.

Bir Konvansiyon üyesi

Sömürgelerdeki büyük çiftlik sahiplerinin yüzlerce kölenin ortasında bir başına yaşamaları gibi, her imalatçı da fabrikasında yaşar ve Lyon’un yıkılmasının San Domingo ayaklanmasından bir farkı yoktur Toplumu tehdit eden barbarlar, ne Kafkaslardadır ne de Tatar steplerinde; onlar bizim endüstri kentlerimizin varoşlarındadır Orta sınıfın, durumun doğasını açıkça anlaması gerekir; nerede durduğunu bilmelidir.

Saint-Marc Girardin, 8 Aralık 1931 tarihli Journal des Debats.

Bir gün, bu orta sınıf mensubu beylerden biriyle Manchester’da yürüyordum. Kendisine, şu yüzkarası sağlıksız teneke mahallelerden söz edip, dikkatini kentin fabrika işçilerinin yaşadığı bu bölümünün iğrenç durumuna çektim. Hayatımda böylesine berbat kurulmuş bir kent görmediğimi belirttim. Sabırla dinledi ve sokağın köşesinde ayrılmak üzereyken, gelin görün ki paranın büyük bölümü burada kazanılıyor. Size iyi sabahlar efendim! dedi.

F. Engels,
İngiltere’de İşçi Sınıfı’nın Durumu

Her halkın, insanlığın genel misyonunun gerçekleşmesinde yerini alacak kendi özel misyonu vardır. Her halkın milliyetini oluşturan, bu misyondur. Milliyet, kutsaldır.

Genç Avrupa Kardeşlik Yasası, 1834.

1830 devriminden kısa bir süre sonra Giuseppe Mazzini’nin kurduğu ya da esinlediği ‘Genç’ hareketlerdir: Genç İtalya, Genç Polonya, Genç İsviçre, Genç Almanya ve Genç Fransa (1831-6) ile 1840’ların benzeri Genç İrlanda hareketidir. Bu sonuncusu, ondokuzuncu yüzyıl başlarındaki komplocu kardeşlik cemiyetleri örnek alınarak kurulan, en son ve başarılı devrimci örgütün, İrlanda Cumhuriyet Ordusu sayesinde tanınmış olan Fenianların ya da İrlanda Cumhuriyetçi Kardeşlik Örgütü’nün atasıdır. Kendi başlarına ele alındıklarında bu hareketlerin fazla bir önemi yoktu; yalnızca Mazzini’nin varlığı bile, tümüyle etkisiz olmalarını garanti etmeye yeterliydi. Ancak sonraki milliyetçi hareketlerin ‘Genç Çekler’ ya da ‘Genç Türkler’ gibi adlar almalarının da gösterdiği gibi, simgesel olarak çok büyük önemleri olmuştur. Avrupa devrimci hareketinin ulusal birimler halinde parçalanmasına damgasını vurmuşlardır. Üyeleri, kendi talepleriyle öteki ulusların talepleri arasında bir çelişki görmüyordu; gerçekten de, aynı anda özgürlüğüne kavuşan bütün ulusların kardeşliğini tahayyül ediyorlardı.

Napoleon’un Mısır’a keşif seferi yapmasından sonra, Fransız nüfuzu güçlü bir duruma gelmişti; fiilen bağımsız bir paşa olan Mehmet Ali, Türk imparatorluğunu dilediğinde sarsabiliyor, dilediğinde bir arada tutabiliyordu. Aslında 1830’larda (1831-3 ve 1839-41) ‘Doğu Sorunu’ demek, Mehmet Ali’nin, ismen egemeni konumundaki Osmanlı padişahıyla arasındaki (Fransa’nın Mısır’ı desteklemesiyle daha karmaşıklaşmış olan) ilişkilerde ortaya çıkan bunalımlar demekti.
1838 tarihli İngiliz-Türk Anlaşması, yabancı tüccarları bu ülkeye soktu ve böylelikle Mehmed Ali’nin dış ticaret üzerinde oluşturduğu tekelin temelleri oyuldu; ve 1839-41 ‘de Mısır’ın Batıya yenilmesi, Mehmed Ali’yi ordusunu küçültmek zorunda bıraktı, böylelikle Mehmed Ali’yi endüstrileşmeye iten güdünün büyük bölümü de ortadan kalktı.
Sömürge ülkelerde görülecek modem anlamda ilk milliyetçiliğin temellerinin atıldığı Mısır’da göstermektedir. Napoleon’un Mısır’ı fethiyle, Batılı fikirler, yöntemler ve teknikler ülkeye girdi ve çok geçmeden değerli ve tutkulu bir asker olan Mehmet Ali Paşa tarafından kabul edildi. Fransızların çekilmesinin ardından ortaya çıkan karışıklık döneminde ve Fransa’nın da desteğiyle iktidarı ele geçiren ve Türkiye’den fiilen bağımsızlaşan Mehmet Ali, yabancıların (özellikle de Fransa’nın) teknik yardımlarıyla etkili ve Batılılaştırmacı bir despotizmi yerleştirmeye başladı. 1820’lerde ve 30’larda Avrupa’nın sol aydınları, bu aydınlanmış monarkı selamladılar ve kendi ülkelerinde reaksiyonun şevklerini kırdığı bir sırada hizmetlerini bu paşanın emrine verdiler. Sosyalizmi savunmakla yatırımcı bankerlerin ve mühendislerin sağladığı endüstriyel gelişmeyi savunmak arasında gidip gelen olağandışı Saint-Simoncular mezhebi de, hizmetlerini Paşa’nın emrine sunarak onun ekonomik gelişme programını hazırladılar. Böylelikle Saint-Simoncular (Saint-Simoncu Lesseps tarafından inşa edilen) Süveyş Kanalı’nın temelini ve Mısırlı yöneticilerin, Avrupalı bir dizi dolandırıcıdan sağlanan muazzam borçlara ölümcül bağımlılıklarının temellerini attılar; bu bağımlılık, Mısır’ı emperyalist rekabetin ve ilerideki antiemperyalist ayaklanmaların merkezine çekecekti.
Balkan halkının üyesi olduğu, başında Konstantinopolis’in Yunanlı Patrik’inin bulunduğu bütün Ortodoks Kilisesi’nin dili Yunancaydı ve yüksek makamlarında Yunanlılar yer alıyordu. Vassal prenslere dönüştürmüş Yunanlı kamu görevlileri, Tuna prensliklerini (bugünkü Romanya’yı) yönetmekteydi. Ulusal kökenleri ne olursa olsun Balkanların, Karadeniz’in ve Levant’ın bir anlamda bütün eğitimli ve tüccar sınıfları, tam da etkinliklerinin doğasında ötürü Yunanlaşmışlardı. Onsekizinci yüzyılda bu Yunanlaşma, aynı zamanda büyük ölçüde Yunan diasporasının sahasını ve temas sahasını genişleten belirgin bir ekonomik yayılmadan dolayı, öncekinden çok daha güçlüydü.

İlk pan-Balkancı devrimci hareketin önderi Rhigas (1760-98), Fransızca konuşurdu ve Marseillaise’i Helenik koşullara uydurmuştu. 1821 ayaklanmasını başlıca sorumlusu, gizli vatanperver cemiyet Philike Hetairia, 1814’te Rusya’nın yeni büyük tahıl limanı Odessa’da kurulmuştu.

Dengelerini yitirmiş hükümetler, Krallar ile uyrukları arasında yer alan ara sınıfın feryatlarından korkup sinmekte ve ne yapacaklarını şaşırarak monarkların asalarını kırmakta, halkın sesine sahip çıkmaktadırlar

Metternich’den Çar’a, 1820

Doğu Sorunu da, Balkanları ve Levant’ı, büyük güçlerin, özellikle de Rusya ile İngiltere’nin savaş alanı haline getirdi. Her şey, daha sonra olacağı gibi o zamanlar da başlıca diplomatik hedefi, Akdeniz’ e girişini kontrol eden Küçük Asya ile Avrupa arasındaki boğazların denetimini ele geçirmek olan Rusları güçlendirmeye yaradığı için, ‘Doğu Sorunu’ güçler dengesini altüst etti.
Gerek içeriden çözülmelerin gerekse rakip büyük devletlerin emellerinin yarattığı tehdit karşısında Türk İmparatorluğunun gerilemesi, Doğu Sorunu denen şeyi kalıcı bir bunalım nedenine dönüştürdü: Bunalım, 1820’lerde Yunanistan, 1830’larda Mısır üzerinde patlak verdi ve 1839-41’de ki vahim bir çatışmanın ardından küllenmeye terk edildiyse de, önceki kadar patlamaya hazır bir bomba olarak kalmaya devam etti.
Napoleon’un yenilgisiyle 1854-6 Kırım Savaşı arasındaki sürede Avrupa’da genel bir savaş çıkmadığı gibi, büyük bir devleti bir başkasıyla savaş meydanında karşı karşıya getiren herhangi bir çatışma da yaşanmadı. Aslında Kırım Savaşı bir yana bırakılırsa, 1815 ile 1914 arasında ikiden fazla büyük devletin işe karıştığı bir savaş da olmadı. Bir yirminci yüzyıl vatandaşının, bu başarının büyüklüğünü takdir etmesi gerekir. Üstelik etkileyicidir de; çünkü uluslararası sahne, sakinlikten uzaktı ve yığınla çatışma vesilesiyle kaynamaktaydı.
Uluslararası bankerler çağı, savaşlardan sonra ortaya çıktı ve bu bankerler, eski rejimlerin toparlanmasına, yenilerinin de istikrara kavuşmasına yardımcı olmak üzere büyük krediler verdiler. Fakat, Baringlerin ve Rothschildlerin, onaltıncı yüzyıl büyük Alman bankerlerinden bu yana kimsenin yapmadığı kadar dünya para piyasasına egemen oldukları çağın temeli, savaşlar sırasında atılmıştır.
İrlandalılar, işgalci Fransız birliklerine kucak açmaya hazırdı; Robespierre’e yakınlık duydukları için değil, İngilizlerden nefret ettikleri ve onlara karşı bir müttefik aradıkları için.
Savaşın ilahi olarak mukadder olduğu doğru değildir; toprağın kana susadığı doğru değildir. Tanrı savaşı lanetlemiştir; savaşanlar ve onu gizemli bir dehşet içinde sürdürenler de öyle.

Alfred de Vigny, Servitude et grandeur militaires

Sağlık hizmetlerinin hiç olmaması, kayıpları çoğalttı: 1800 ile 1815 yıllan arasında Napoleon, birliklerinin yüzde 40’ını kaybetti. Bunların üçte biri firar yoluyla olmuşsa da, kayıpların yüzde 90-98’ini muharebe sırasında değil, aldığı yaralar, hastalık, bitkinlik ve soğuk yüzünden ölenler oluşturuyordu. Özetle bu ordu, bütün Avrupa’yı, yalnız böyle yapabilme yeteneğinde olduğundan değil, böyle yapmaya mecbur olduğu için, ani ve şiddetli hamlelerle fethetti.
Ondokuzuncu yüzyıl endüstrileşmesinin, halkın hayal gücüne ve aydınların şiirlerine girmiş tek ürünü olmasından da anlaşılacağı gibi, Endüstri Devrimi’nin başka hiçbir yeniliği, hayal dünyasını demiryolu kadar ateşlememiştir.
1793’te Eli Whitney’in çırçır makinesini bulmasından sonra Güney ABD’de pamuk ekiminin hızla genişlemesiyle en büyük maliyet unsurunda, yani hammaddede ciddi bir azalma yaşandı. Buna, girişimcilerin kâr enflasyonundan da (yani, ürünleri yapıldıklarındaki fiyattan daha yüksek fiyata satma eğilimi) yararlandıklarını eklersek, imalatçı sınıfların neden keyifli olduklarını anlayabiliriz.
Sömürge ticareti, pamuk endüstrisini yarattı ve besledi. Onsekizinci yüzyılda pamuk endüstrisi, Bristol, Glasgow ve özellikle köle ticaretinin de merkezi olan Liverpool gibi büyük sömürge limanlarının hinterlandında gelişti. Gayrı insani olmakla birlikte hızla genişleyen köle ticareti, her adımda pamuk endüstrisini daha da uyardı. Gerçekten de bu kitapta ele alınan bütün dönem boyunca kölecilik ve pamuk elele gitmiştir.
İngiliz tekniği taklit edilebilir, İngilizlerin becerisi ve sermayesi ithal edilebilirdi. Kendi buluşlarını gerçekleştiremeyen Sakson tekstil endüstrisi, zaman zaman İngiliz teknisyenlerinin gözetimi altında İngilizlerin buluşlarını taklit etti; Cockerills gibi kıta Avrupası’na ilgi duyan İngilizler, Belçika’ya ve Almanya’nın çeşitli bölgelerine yerleştiler. 1789 ile 1848 arasında Avrupa ve Amerika, İngiliz uzmanlar, buharlı makineler, pamuk makineleri ve yatırımlarla doldu taştı.
İngiltere’nin, bu tür avantajları yoktu. Ama öte yandan İngiltere, yeterince güçlü bir ekonomiye ve rakiplerinin pazarını ele geçirecek kadar saldırgan bir devlete sahipti. Yüzyıllık İngiliz-Fransız düellosunun son ve belirleyici evresi olan 1793-1815 savaşları, belli ölçülerde ABD dışında, Avrupalı olmayan dünyadan [İngiltere’nin] bütün rakiplerin tasfiyesiyle sonuçlandı.
Tarım dünyası uyuşuktu
1790’da ortalama bir İngiliz ayda 40 gram kadar tütün içiyor ya da çiğniyordu.
Bu, her şeyin ‘en’ olduğu bir çağdı.
Bizlerden çok önce bilimin ve felsefenin tiranlara karşı savaş verdiğini hiçbir zaman
unutmayalım. Devrim, onların ısrarlı çabalarının ürünüdür. Özgür ve vefakar insanlar olarak bilimi ve felsefeyi ebediyen bağrımıza basmamız gerekiyor: Çünkü bizlerin ele geçirdiği özgürlüğü, bilim ve felsefe koruyacaktır.

Bir Konvansiyon üyesi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir