İçeriğe geç

Deli Kadın Hikayeleri Kitap Alıntıları – Mine Söğüt

Mine Söğüt kitaplarından Deli Kadın Hikayeleri kitap alıntıları sizlerle…

Deli Kadın Hikayeleri Kitap Alıntıları

Bir keresinde yerkürenin çekirdeğinde yanan ateşe tutulmuştum.
Saçlarımdan tutuşmuştum.
Bir keresinde bir jilete aşık olmuştum.
Ne kadar ince damarım varsa hepsini tek tek kesmiştim. 
Akan kanda geleceğimi içmiştim.
Pencereden dışarı bakıyorum.
İçimde ateşler yakıyorum.
Yaptığım her yemek o ateşte pişiyor. Doğurduğum her çocuk o ateşte eriyor. Sevdiğim her erkek o ateşte ölüyor.
Size kadınlıkla lanetlenmiş bir varoluş hezeyanı anlatacağım. Sizi saçlarının ve ayaklarının ucu arasında olup biten şeylerden ibaret,
doğurmaya mahkum,
çoçuklarını kaybetmekle mühürlü,
yalnız, yapayalnız bir kalabalıkta dolaştıracağım.
İçlerine açılan kapıların arkasına saklanmış kadınların delirerek bedenlerinden dışarı açtıkları pencerelerden bakacağım.
O pencerelerden tekrar ve tekrar ve tekrar kendimi aşağı atacağım
“Artık gömülmek istiyor.

“Nereye?

“Her yere.

Mezarlar! Mezarlar insanların geçmişidir.”
İnsanları sürprizlerle delirttiği gibi yine sürprizlerle öldüren hayat!
“Evin dilini de anlıyormuşsunuz?

“Evet?

“Mesela pencereler şu an bir şey diyorlar mı?

“Onu hatırlamıyorlar bile

Öyle mi? Neden? Yaşarken hiç dışarı bakmadığı için mi?
 
Hayır, ölürken bile sırtını onlara döndüğü için.

Size bir sır vereyim. Hep aynı kadın ölecek. Hep aynı kadın doğuracak.
Hep aynı kadın kaçacak.
Her şey birdir.
Her şey birdir.
Her şey birdir.
O kadın..
o aynı kadın..
külliyen delidir.
Pencereme iki kelebek kondu. Biri Kürt, biri Çingene. Dün de iki serçe gelmişti, biri Kürt biri Çingene’ydi.
Allah kimseye evlat acısı vermesin. O ninniler nasıl insanın içini acıtıyor bilemezsin.
Sahi insan ölünce içindeki şarkılara ne oluyor, sen bilirsin. Ölüden avucuna hiç şarkı döküldü mü daha önce? Benim döküldü. Küçük oğlum öldüğünde, avuç avuç ninni döküldü avucuma.
İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki!
Unutmak istiyorum Sadece unutmak.
Yetmiş yedi yılda üç yüz yirmi bir tane şarkı öğrenmişim. Şimdi ben ölünce ne olacak onca şarkı kuzum? Sen biliyor olmalısın, daha önce ölen çok insan görmüşsündür. İçlerinden şarkı çıktı mı hiç ölülerin doktorcuğum?
Dümdüz, kahverengi,  inceliksiz, bir anneden, kendini öldüren bir anneden miras kalmışa hiç benzemeyen, kendi halinde, özelliksiz, incecik, ipincecik, zavallı saçlarım..
Delirerek ölenlere..
Gelecekle ilgili güzel hayaller kurmak insanı iyileştirir. Geleceği umutsuz insan, çok geçmez, ölür.
Yalvarmalarla kendini var hisseden Tanriniz sizi yalvartmayacaksa, eteklerine kapatmayacaksa neden yaratmis olsun.
Cocuk yuzunde kahverengi, derin acisi renginde gizli, izi hic hic hic ama hic gecemeyecek bir yarayla sarmas dolas, uzgun ve kuskun ve annesiz uyuyordu.
“Onun icin asil tekin olmayan gunduzler…ciplak gozle gorunebilecegi haller.”
“Cirkin ya da sakat miymis? Gorunmesini istemedigi bir hali mi varmis?”
“ Hayir. Sadece uzgunmus…cok uzgun.”
Siz bilmezsiniz ama kizlar babalarini cok severler. Her halleriyle severler.
Ah doktorcuğum o şarkıyı alırken içinden dikkat et çok güzel bir cümle vardır, o düşmesin:Vie qui veut me tuer (Beni öldürmek isteyen hayat) C’est magnifique. (Muhteşemdir)Çocuğum hayat gerçekten muhteşemdir. Şarkılar da muhteşemdir ama hayat onlardan daha muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek, o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nereden bulabilirdik, değil mi ya!
Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez.
Gelecekle ilgili güzel hayaller kurmak insanı iyileştirir. Geleceği umutsuz insan, çok geçmez, ölür.
Şehrin meydanında kocaman bir Çınar. Dallarına deli deli kuşlar konar.
Bir kuş hiç kendini asar mı?
Bir kuş hiç kendi canına kıyar mı?
Ağacın altından geçen, altında yatan, altında duran insanlar başlarını kaldırıp yukarı hiç bakmadılar. Günlerce dalda sallandı kızın cansız bedeni. Tuhaf bir meyve gibi.
Az önce kadın Allah’ı gördü.
Allah ona kızgın mı?
Hayır değil.
Sağ elinin ucuna bir kanca takan o.
İstemediği halde karnına bir çocuk koyan da o.
Hiç ama hiç sancı çekmeden ve bebek karnında tam büyümeden, henüz minicikken onu doğurtan da o.
Boynundan ipi usulca çıkarmışlardır.
Usulca…
Usulca?
Bu mümkün mü? Tavana asılı bir bedeni incitmeden boynundan ipi çıkarmak mümkün mü?
Hiçbir ev kadını kendini mutfakta asmaz. Yemeklere yaş sıçratmaz.
Deliliğin cazibesi ne kadar tehlikelidir bilemezsiniz…
Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle?
Doktorcuğum limon ağacı nasıldır bilir misin? Şahane bir ağaçtır. Ve limon çiçekleri muhteşemdir ama gel gör ki meyvesini dilin damağın kamaşmadan yiyemezsin. Aşk da öyledir çocuğum doktorcuğum.
Bu şehir yüzyıllardır erkektir ve kadınları sevmeyi bilmez.
Siz bilmezsiniz ama kızlar babalarını çok severler. Her halleriyle severler.
Size bir sır vereyim.
Hep aynı kadın ölecek.
Hep aynı kadın doğuracak.
Hep aynı kadın kaçacak.
Aşkı hikaye yapan imkansızlık değil midir anneanne?
Gelecekle ilgili güzel hayaller kurmak insanı iyileştirir. Geleceği umutsuz insan, çok geçmez, ölür.
Gözleri kapalı bir kedi
Kimsenin bilmediği bir dilde
Kadının doksan dokuz ismi var dedi.
Biz ne kadar zenginsek, oradakiler o kadar yoksul. Biz ne kadar korkuyorsak, oradakiler o kadar saldırgan.
Omzumda hiç kapanmayan bir yara
Topuğumda hiç kaynamayan bir kırık
Saçlarımın ucu yanık yanık
Binlerce yıldır kandırıldık
Ben artık doğurmayacağım.
Çocuklar bazen kendilerinden umulmayacak kadar sabırlı olurlar.
Bir keresinde gölgeme gömülmüştüm.
Günler geceler boyu gölgemle sevişmiştim.
Her şey istediğimiz gibi olsaydı Tanrı’ya ne gerek kalırdı. Yalvarmalarla kendini var eden Tanrınız sizi yalvartmayacaksa, eteklerine kapatmayacaksa neden yaratmış olsun. Tapının diye yarattı sizi, isteyin ve elde edemeyin ama yine de öfkelenmeden boyun eğin diye yarattı sizi!
Ah hadi söyle bana, ölünce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim?
İçin için dans etmek ne tuhaf bir şeydir bilemezsin. Kimselere fark ettirmeden dans ederdim ben İçimden. Tek başıma.
O da biliyor, benimse içimde hem ateş var, hem su.
Sadece geceleri sokağa çıkıyormuş diyorlar. Peki, anlayabilir misiniz, neden? Evin bulunduğu yer hiç tekin değilken
Onun için asıl tekin olmayan gündüzler çıplak gözle görülebileceği haller.
Çirkin ya da sakat mıymış? Görünmesini istemediği bir hali mi varmış?
Hayır. Sadece üzgünmüş çok üzgün.
Aslında şimdi kıyıdan, ona üzücü şeyler hatırlatan bu kıyıdan uzaklaşsak. Yüksek ve güzel ve düzgün binaların arasından geçsek, yokuşsuz mahalleleri aşsak, otobanlarda yürüsek, yollar daralsa ve yokuşlar başlasa, tırmansak, tırmansak, şehre ve denize ve geçmişe ve geleceğe yüksekten bakan o yoksulluğun arasına karışsak her şey düzelir mi? O yere düşen iki bitkin melek yeniden dirilir, anneannemin omuzlarına tırmanır mı?
Ve adam ölü kadını terk etti. O aşkı terk etti.
Aşkı hikaye yapan imkansızlıktır değil mi anneanne?
Artık gömülmek istiyor.
Nereye?
Her yere.
Siz bilmezsiniz ama kızlar babalarını çok severler. Her halleriyle severler.
Nasıl bir dünya burası? Herkes nereye gitti. Dilimi konuşan kimse yok mu ?
Geceleri kadınların rüyalarına girmeyi severim. Usulca süzülürüm bacak aralarından. Yassı, soğuk, ıslak bedenimle, onların çıplak bedenlerine dolanırım. Önce bacaklarına sonra karınlarına en son da memelerine.
Dün gece Çingeneler tam odunlarımı çalarken ve beni yaşlı yatağımda, yarı uykuda, yarı ölümde, Araf’ta şuursuz sanırken, ben onları perdenin arkasından gizlice seyrettim. Çingeneler odunları tam küfeye doldurup çıkarlarken, Kürtler girdi odunluğumdan içeri.
Odunlukta üç Çingene kedi, yedi de Kürt kedi. Karşılıklı sırtlarını kabarttılar.
Herkes kendi arasında kendi dilini konuşsun ama birbirinizle Türkçe konuşun! diye tısladı duvarlar.
Bırakın ulan o odunları! dedi simsiyah bir Kürt kedi.
Bırakmazsak n’olurmuş! diye diklendi sapsarı Çingene kedi.
Kürt kediler dişlerini gösterdi. Çingene kediler Kürt kedilere bıçak çekti. Benim odunlarım için, benim odunluğumda Kürtlerle Çingeneler birbirlerini öldürecek! Çingenelerin bıçağı varsa, Kürtlerin de silahı var. Tam üç el: bam bam bam.

Çingene kedilerin leşi yere serildi. Biri sarı, biri kırmızı, biri kahverengi üç Çingene kedi. Benim odunluğumda, benim odunlarımı çalarken, Kürtler tarafından öldürüldü.
Kürt kediler Kürt meleklere dönüştü. Kara kanatlı melekler, ölü Çingeneleri hemen oraya kazdıkları üç çukura attı. Benim odunluğumda, benim odunlarımı çalan üç Çingene hırsız kedi, yedi Kürt katil kedi tarafından toprağa gömüldü. Üstleri örtüldü. Odunlarımı odunluğumdan Kürtler götürdü.
Yarın gece odunlarımın ateşi etrafında kadınlar zılgıt çekecek, erkekler silah temizleyecek. Kürt bebekler odunlarımın sıcağında mışıl mışıl uyuyacak, rüyalarında benden çalınan ateşin, benim ateşimin kızılını görecek.

Neden insanlar binyıllardır şarkı söylüyor? Anlamaya çalış.
Ah hadi söyle bana, ölümce içimdeki şarkılara ne olacak benim? Onca şarkı, onca melodi, onca ritim? Diyelim ki yarın ben öldüm, şarkılar da ölür mü benimle?
Sakın bana ismimi sormayın
Sakın gözlerimin tam içine bakmayın
Yanımdan geçerken bana dokunmayın.
Varsayın ki burada değil, oradayım.
Oraya siz gelemezsiniz.
Köprüleri yıktılar, gemileri yaktılar, yollar kayboldu.
Ben başkayım.
Ben uçurumlar kadar tehlikeli
Dereler kadar tekinsiz
Rüzgarlar kadar esriğim.
Geceleri ben ağır, çok ağır bir taşın altında uyurum.
Gündüzleri hafif, çok hafif bir yaprağın ucunda yaşarım.
Gece beni taş ezer.
Gündüz rüzgar devirir.
Kanadıkça kanarım.
Hayallerimi o yüzden kanla yazarım.
İnsanlar ölünce zaman yavaşlar. Usulca vuku bulur ağır zamanlı olaylar…
Kasıklarımda mağara gibi büyük bir yara.
Doğurmakla öldürmek arasında uzun ince bir ip.
Delirmekle yemek pişirmek arasında kısa kalın bir kalas.
Gidip geliyorum.
Gidip geliyorum.
Yuvarlaktan bir annem vardı benim
Kareden bir babam
Vahşetten ağabeylerim
Keşkelerden kız kardeşlerim
Derin bir kuyuda yaşardık
Arzın merkezindeki ateşle kaynardık.
O yüzden sıcacığım.
Bana dokunanı o ateşle yakacağım.
Şehri avucumun içine alsam, elimde bir bez, her yanını ovalayıp parlatsam binbir çeşit kadınlık hali yepyeni bir kadere kavuşur mu?
Sakın bana ismimi sormayın
Sakın gözlerimin içine tam bakmayın
Yanımdan geçerken bana dokunmayın.
Varsayın ki burada değil, oradayım.
Oraya siz gelemezsiniz.
Köprüleri yıktılar, gemileri yaktılar, yollar kayboldu.
Ben başkayım.
Ben uçurumlar kadar tehlikeli
Dereler kadar tekinsiz
Rüzgarlar kadar esriğim.
Sahi insan ölünce içindeki şarkılara ne oluyor?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir