Ozan Bodur kitaplarından Darbe 1878 kitap alıntıları sizlerle…
Darbe 1878 Kitap Alıntıları
François Georgeon
Ve dahi pusatım üstüne…
Ve dahi yurdumuz Türkistan üstüne…
Ve dahi inandığımız Kur’an üstüne yemin içerim ki..
Biz senin adını hiç yere düşürmedik ve bir lahza olsun unutmadık!
Türkistan dağlarında âzatlık mücadelesi veren bir avuç Uygur Türkü olarak senden sadece bir isteğimiz var;sende bizi unutma!
Arifin kalbi keşifler ile doludur. Arifler Cenab-ı Hakk’ın sırlar sofrasından yiyip içmişler, özlerini öğrenmişler ardından da bunu örtüp bilmiyor gibi yapmışlardır. Çünkü onlar manevi bir izin olmadan keşfedemezler. Şunu sakın unutmayın;kendini dünyaya satıp, diledikleri gibi yaşadıklarını söyleyenler, nefsin prangalarını ayaklarına takmış olan gerçek mahkumlardır; kendilerini Allah’a satanlar ise gerçek hürriyeti tatmış olan bahtiyarlardır. Bu bahtiyarların en mutmaini olan ariflerin kalpleri bir sırlar bahçesidir. Ariflerin bildikleri sırlara izhar etmeye Allah’ın rızası olmadığı için bildiklerini söylemezler. Vakıf oldukları sırrı söylemekten kendilerini menetmeleri bir şey bilmediklerini değil, akidlerine sadık olduklarını gösterir. Allah cümlemizi akidlerine sadık olan sır ehlinden eylesin
Aminnn.
Zalimler ve mazlumlar
basmamalıdır. “
An oldu zağlı kılıçlarımızın açamadığı sur kapılarını birkaç hikmetli sözümüz açtı. An oldu hakikatli öğütlerimizin açamadığı sur kapılarını da zağlı kılıçlarımız.
Acundaki tek din islam, tek hükümet Devlet-i Aliye, tek hükümdar Osmanlı hakanı ve tek başkent payitahtımız olsun diye durmadan çalıştık.
Başkaldırana Yavuz’ca baş eğene Yunus’ca muamele ettik.
Derken güneşimizin üstüne kara bulutlar musallat oldu. Yılgınlık denen illet bizi de sardı. Tembellik denen ifrit bizi de kuşattı. Taklitçilik denen iblis boğazımıza çöktü. Yiğit dediğin tökezlemeye görsün oğul, yılanlar, çıyanlar her yanımızı sardı. Kılıcımızın parıltısından yüzümüze bakamayanlar kılıcımız pas tutunca yüzümüze konuşur oldu. Anlayacağın tüm güçlerini mazlumlardan aldıklarına borçlu olanlar mazlumların hamisi tökezleyince üstüne çöreklendi.
Hani düşünüp duruyordun ya, ‘Biz bu savaşın neresindeyiz’ diye biz bu savaşın tam ortasındayız, çünkü pâyitahtının duvarlarında ‘ya valiyete külli mazlum’ yani tüm mazlumların sığınağı yazan tek devlet Osmanlı’dır. Onlara göre Armagedon’a bize göre ise kıyamete kadar sürecek bu savaş para ile vicdanın, yeni düzenle nizamın, global monarşi ile Kızılelma’nın savaşıdır. Onlar mühürlerinin üzerine bastıkları ‘perennis’ yani ‘sonsuza kadar’ ifadesi ile bu savaşın sonunda kendilerinin ayakta kalacağını düşünür. Aynı şekilde biz onların bu batıl gizlerine resmi evraklarımıza vurduğumuz ‘Devlet-i Ebed Müddet’ mührü ile karşılık veririz.
Oysa ki son Irmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde, keselerindeki paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacaklar.
Biz toprağın insana değil, insanın toprağı ait olduğuna inanırız. Ve buna göre yaşarız. Keşke beyaz adam da böyle yaşasaydı. Oysa o ayaktayken bile öleli günler olmuş gibi yaşıyor. Kötü kokusuyla çevresindeki hiç bir güzelliği görmeyen bir ölü gibi Saldırgan ve aç gözlü bir ölü Ve toprağın insana ait olduğunu söyleyen beyaz adam bizim yaşadığımız yerlere ıssız diyor. Hayır, bizim yaşadığımız yerlerdeki sessizlik Büyük Ruh’un sesidir. Biz bu sessizliğin içinde bir çiçeğin taç yapraklarını açarken ki sesini, rengarenk bir kelebek kelebeğin kanat çırpınışlarını duyarız. Bir dalda yalnız kalmış bir göçmen kuşun ağıtına kulak verip, bir su birikintisi etrafında konuşan kurbağaların tartışmalarına şahit oluruz. Kısacası biz yaşama ait tüm hikmeti bu sessizlikte ararız. Gürültücü beyaz adam gelip hiçbir anlam veremediğimiz halde bizim sessizliğimizde zenginlik aramaya başladı. Oysa zenginlik insanın içindedir ve biz insanın ruhunda biri iyi diğeri kötü olan iki adet ongun yaşadığına inanırız. Kişi hangisini daha çok beslerse derununda ki savaşı da o kazanır. Biz; bir insanın ruhundaki savaşı kötü ongun kazandığında yani kişioğlu içindeki kötü ruha teslim olduğunda neler yapabileceğini ibretli örneklerle gördük. Bir insanın diğerinin malını alabileceğini, ailesine kötülükbileceğini, tabiatı mahvedebileceğini ve tabii birbirlerini öldürebileceğini onlardan öğrendik. Keşke öğrenmeseydik
Birlikte ava giderken saçlarına çiçekler taktığımız kadınlarımız beyaz adam tarafından gözlerimizin önünde kirletildi.
Bir zaman sonra anladım ki doğduğunda pembe, büyürken beyaz, yandığında kırmızı, üşürken mor, korktuğunda sarı, hasta olduğunda yeşil ve öldüğünde gri olan beyaz adam derim kızıl olduğu için bana böyle davranıyordu.
Bu defa da ellerinde İncil dedikleri bir kitap bulunan kara kıyafetli adamlar beni ziyaret etmeye başladı. Güya içime giren vahşi şeytandan beni kurtarmaya gelmişlerdi.
Saatlerce konuştukları halde söyledikleri hiçbir şeyde hikmet olmadığına karar verdim. Çünkü kendi tanrısını bile baba, oğul, kutsal ruh diye üçe bölen beyaz adam benden işkence görerek çarmıha gerilmiş bir ölüye tapmamı istiyordu. Ve ben beyaz adamı topraklarımıza gönderip, bizleri boyunduruk altına almasını söyleyen o tanrının adaletine inanmıyordum. Tıpkı insanlarımızın öldürülüşünü, tabiatımızın kirletilişini ve topraklarımızın istila edilmesini anlamadığım gibi.
● Gizem bir tapınakçının en büyük gücüdür.
Portekiz’le birlikte İspanya’nın zenginleşmesinin önünü açan tapınakçı gezginlerden en önemlisi Kristof Kolomb’du.
● En tehlikeli yalan birazı doğru olandır.!
● Yâ Rabbi! İnşallah bize birlik lutfet, yolda kalmışla, mazlum, öksüz ve yetimle, senin için yola düşüp at sürüp nal ezenle yemeyi nasip et. Bu nimet dervişlerimizin başına börk, ay yüzlerine görk olsun inşallah
(yemeğe başlarken edilen duadan)
● Hak düsturudur ekenler biçer
Oğuz töresidir konanlar göçer
Baş tacımız ol Muhammed(s.a.v) buyurdu; Uçmağın kapısın cömertler açar!
● Puslu günlerden geçiyoruz. Şeytan bile müslüman mintanı giyiyor bilesiniz!
● Fitne ve fesada, reâyânın ve memleketin harap olmasına, hazinelerin ve malların azalmasına sebep olan şey RÜŞVET denilen şeytandır!
● Oysa ki son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde keselerindeki paranın yenmeyen birşey olduğunu anlayacaklar. (Kızılderili )
● Bir zaman sonra anladım ki doğduğunda pembe, büyürken beyaz, yandığında kırmızı, üşürken mor, korktuğunda sarı, hasta olduğunda yeşil ve öldüğünde gri olan beyaz adam derim kızıl olduğu için bana böyle davranıyordu. (Kızılderili)
● Bir gün Sultan Mecid Han kendisine ‘şevketlü devletlü’ diye dua eden bir şeyhe, ‘Eğer ben şevketlü ve kudretlü isem duaya ne hâcet şeyh efendi! Ben bir abd-i acizim beni aczimle yâdet’ demişti.
● Bize ârız olan uygunsuzluk bu meşum muhal hatta başımıza ne geldiyse ilmiye esaslarına riayetsizlikten geldi. Biz ne zaman ki medreseleri boş bıraktık onlara önem vermekten berî durduk işte o zaman muzmahil olduk. Eğer bu devletin şarkta ve garpta bekasını arzu ediyorsak bu eğer muvazane-i umumiyye içinde gerekliy ise kati suretle ilmiye sınıfını tamir etmeliyiz. Her devletin olduğu gibi bu devletin temeli de ilimdir. Bu esasa tagayyür geldiği için bugün biz taklitçi Batı da taklit edilen oldu. Eğer muammer ve mesut olmak istiyorsak bunu başarmak zorundayız. ( Ali Suâvi)
● Bir kartalı vuran ok yine onun tüylerinden yapılır
● Oğul; bir kılıç gibi dosdoğru ol, kırıl lâkin bükülme!
● Kraliçenin huzuru hakanımızın bahşettiği kadardır!
● Heyecana kapılmanın zamanı değil efendiler! Heyecanın sonu hezeyandır.
● Bizim nazarımızda hakanlar halkın hâkimleri, âlimler hakanların hâkimleri, ilim ise âlimlerin hâkimleri olmalıdır.
● İhtiras önce masumiyeti öldürür
Oğuz töresidir konanlar göçer
Baş tacımız ol Muhammed (s.a.v) buyurdu;
Uçmağım kapusun cömertler açar!”
zalimler ve mazlumlar
Şeytan bile Müslüman mintanı giyiyor bilesiniz !
öğrenmişler ardından da bunu örtüp bilmiyor gibi yapmışlardır. Çünkü onlar manevi bir izin olmadan keş-
fedemezler. Şunu sakın unutmayın; kendini dünyaya
satıp, diledikleri gibi yaşadıklarını söyleyenler, nefsin
prangalarını ayaklarına takmış olan gerçek mahkûm-
lardır: kendilerini Allah’a satanlar ise gerçek hürriyeti
tatmış olan bahtiyarlardır. Bu bahtiyarların en mutma-
ini olan âriflerin kalpleri bir sırlar bahçesidir. Âriflerin
bildikleri sırlara izhar etmeye Allah’ın rızası olmadığı
için bildiklerini söylemezler. Vâkıf oldukları sırrı söyle-
mekten kendilerini menetmeleri bir şey bilmediklerini
değil, akidlerine sadık olduklarını gösterir. Allah cüm-
lemizi akidlerine sadık olan sır ehlinden eylesin
Yıllar yılı dedelerinden aldığı gizli öğütler ile bugüne getirdiği, sakladığı, beslediği, büyüttüğü bir intikam.
Haliç in kenarında Fener denilen semtte örgütlenip İslambol u tekrar Konstantinapol yapmayı düșleyen gerçek bir intikam. Bir fanaryot intikamı.
Şimdi çok tersten bir soru soralım; bir şekilde bu yapı tehdit edilebilir mi? Bunu da bilemiyoruz ancak eldeki veriler bir nevi yeni dünya düzeninin kasası olarak kurulan İsviçre’nin özel bir savunma sistemiyle korunduğunu gözler önüne seriyor.
Bu sisteme verilen isim Schweizer Redui yani Korunmuş İsviçre!
Bu ne demek derseniz şöyle ele alalım; aşırı dağlık olan İsviçre’nin önemli geçitleri kontrol altında tutuluyor. Çünkü İsviçre ordusu olası bir işgale karşı sürekli teyakkuz halinde. Bu bağlamda da dağları ve geçitleri tutarak düşmanı ovadan girmeye zorluyor. Tabii bu oyuna gelirseniz Her şey için çok geç kaldınız demektir. İkmal hattının üstüne yürüyeyim diyorsunuz ateş yiyorsunuz , dağa çıkayım diyorsunuz ateş yiyorsunuz, ovada kontrollü yürüyeyim diyorsunuz ateş yiyorsunuz. Ovadan
şehirlere sızayım diyorsunuz sürekli pusu yiyorsunuz. Bu dağlardaki savaş sistemin Alpine deniliyor.
Șunu söylemekte fayda var: ordularına bu savaş sistemi konusunda eğitim veren Norveç, Almanya ve Avusturya gibi ülkelerin askerleri bu konunun kitabını yazmış olan İsviçre’de Subaylar tarafına eğitiliyor.
Diyelim ki onca kayba rağmen şehre giriyorsunuz, kimsecikler yok çünkü gizli geçitlerden şehir halkının bir kısmı dağlara çekilmiş tabii bunu yaparken onları takip edeceğiniz güzergahın her noktasına mayınlar yerleştirilmiş. Geride kalanlar ise sığınaklara yerleşmiş.
Sığınak dediysem aklınıza biz de olduğu gibi boş bodrum katları gelmesin İsviçre’de her apartman bloğunda nükleer saldırılara dayanıklı olmak kaydı ile bir sığınak olmak zorunda.
NBC hava filtreli, çelik blast kapılı, özel havalandırmalı ve en az 25 kişiye yetecek şekilde dizayn edilmiş bu sığınaklardan tüm İsviçre sınırları içinde 300.000 adet vardır. Devlet binalarındaki sığınaklarda buna eklenince bu sayı 9 milyona yakın kişinin rahatça barınabileceği sığınakları varlığı ortaya çıkıyor ki bugün İsviçre’nin nüfusu 8.5 milyondur.
Farz edelim ki nükleer saldırı olmadan şehre girildi ve sıcak çatışmalar yaşanmaya başlandı. Bu durumda da İsviçre’ye giren bir ordunun işi kolay değil.
Çünkü dünyada suç oranı en düşük olan İsviçre’de askerlik yaptığınız zaman kullandığınız silah sizde kalıyor ki ona ömür boyu bakım yapmak zorundasınız. Olası bir ihtiyaç halinde önceden belirlenmiş direniş noktalarında da mermi ihtiyacınızı görmeniz mümkün.
Eğitim seviyesi çok yüksek, medeni bir topluma sahip olup inanılmaz bir altyapıya sahip olan İsviçre’de ordudaki asker sayısını azaltalım referandumunda %80 ‘e yakın hayır oyu çıktığını bilmekte fayda var.
Bir de unutmadan, hiçbir alakası yok ama! papanın da özel eğitilmiş İsviçreli muhafızlar tarafından korunduğunu bir kenarı yazalım
*
Çok uluslu ilaç şirketlerinden Roche ve Novartis’in de merkezi İsviçre’de dir.