İçeriğe geç

Çok Güldük Ağlamayalım Kitap Alıntıları – Kürşat Başar

Kürşat Başar kitaplarından Çok Güldük Ağlamayalım kitap alıntıları sizlerle…

Çok Güldük Ağlamayalım Kitap Alıntıları

Hayat, başkalarının yaptıkları üstüne konuşup durmakla, onları izlemekle, onlara kendi hayatımızda bunca yer vermekle çarçur edilecek kadar değersiz birşey mi?
Bazı insanlar hayatı yaşar, bazılarıysa seyreder.
Herkes değişmek istiyordu.
Herkes geçmişinden kaçmaya çalışıyordu.
Hayat, başkalarının yaptıkları üstüne konuşup durmakla, onları izlemekle, onlara kendi hayatımızda bunca yer vermekle çarçur edilecek kadar değer bir şey mi?
Ben şahsen iki kişiden fazla insanla sinemaya bile gitmekten hoşlanmadığım için ölüme de kalabalık bir halde gitmeyi sevimli bulmuyorum.
Hiç ilgim olmayan insanların ne yaptığını, nerede gezdiğini, nasıl çapkınlık yaptığını, hangi arabaya bindiğini, kaç lira kazandığını da merak etmem.
Hayatta merak edecek öyle çok şey var ki Hiç yaşamadığımız ve yaşayamayacağımız bir tarihin dönüm noktaları Okuyamadığımız ve okuyamayacağımız onca kitap, göremeyeceğimiz uzak yerler mesela
Bazı insanlar hayatı yaşar, bazılarıysa seyreder.
Arkadaşlardan biri mönüden oldukça gösterişli ismi olan bir yemek söyledi. Biraz sonra önüne bildiğimiz dilimlenmiş domates geldi. Domateste bir fark yok ama isim güzel.
Hatta ülkemizde cinayet haberinin konusu olabilmek için bile artık güzel veya seksi olmanız gerekiyor. O zaman birinci sayfadan cesedinizin resmini basıyorlar.
Gün gelecek herkes on beş dakikalığına da olsa ünlü olacak, *önermesi gerçekleşti ama kimse, gün gelecek herkesin bir kitabı olacak, diye bir kehanette bulunmamıştı.
Balzac,zavallı adam,Goriot Baba’yı yazarken kapısına biriken terzi,bakkal,kasap gibi alacaklılarını başından savmak için neler çekmişti.
Oradaki ünlü televizyon dizilerinde işi iyice abartmışlar. Bazı senaryo yazarları on milyon dolar alıyormuş. Dostoyevski,Balzac bunu duysa mezarından kalkar.Sorarlar adama ne yazıyorsun diye?Kuş mu kondurdun,görüyoruz yazdıklarını seyrediyoruz.
Ama kadınlar için hicbir erkek tek başına yetmez.Bir erkek hem yapılı,hem çekici,hem şık,hem salaş,hem serseri,hem ailesine düşkün,hem akıllı,hem komik,hem sporcu,hem ağırbaşlı,hem maceracı,hem dünya işlerinden anlayan,durmuş oturmuş ,hem maço,hem kibar,hem entelektüel,hem arabeskçi olmalıdır.
Güzelsiniz küçük hanım,fakat güzel olduğunuz kadar küstahsınızda
Hiç sinema kapısında doktor raporu istendiğini göreniniz var mı?
Yok tabiki .
Gördünüz mü işte canımı sokakta bulmadım .
Ben uzaylı olsam,dünyalıların hakkımda böyle garip imajları olduğunu bilsem zaten gelmem.Tipler uzaylı degil hilkat garibesi.
Hiçbirşeyin suçunu kendisinde bulmayan bir millet olarak başımıza gelenlerin hep başkasından geldiğine inanmışız bir kere.Kimseyi bulamasak faldan,büyüden deriz.Nazar,kem göz hiç peşimizi bırakmaz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Zaten kıyametin belgesi olmaz.Bu nedenle de kıyamet olacak veya olmayacak demenin kimseye zararı yok.
Türk romanı okuduğum zaman bunun okudugum pek çok yabancı romandan iyi olduğunu düşünüyorsam bunu bir de ingilizcen duymama gerek yok
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Tabi yabancılar bir yana bizim şarkıcı,türkücü takımı bu olayı doğuştan öğrenmiştir. Sahneye çıkınca ilk is olarak,Ben sizin için varım,siz büyüksünüz ,canlarımsınız,ölürüm size, gibi manasız laflar söyleyerek hemen gönüllere taht kurar!
Kolay bizim gönlümüzde taht kurmak.iki tane güzel laf bul,gel tahta kurul,gönül senin.
Hayat,başkalarının yaptıkları üstüne konuşup durmakla,onları izlemekle,onlara kendi hayatımızda bunca yer vermekle çarçur edilecek kadar değersiz birseymi??
Hayatımıza aslında hiç etkisi olmayacak insanların yaşadıklarıyla ilgilenip onları kendimize mesele ediyoruz
Kendimize ayıracağımız zamanı başkalarına ayırıyoruz
Yanımızdakileri begenecegimize hep uzaktakini beğeniyoruz
Ruh yapımız da bu görüntüden farklı değil. Başkalarının hayatı,gündemimizin ana maddesi.Kendi hatalarımızı bulmaktansa baskalarınınkini arıyoruz.
Aslında böyle televizyona çıkmayı seven ve baska yerlerde içimizi kıyan pek çok kişi için özel proğramlar düzenlense ne güzel olur. Politikacılar köşkü,medya maydanozları sarayı,yazar ve gazeteciler sitesi,miskinler tekkesi gibi yeni proğramlar düzenlensin.
Öyle sorular var ki insanı delirtir,kimyasını bozar,tansiyonunu yükseltir ama hayat boyu kurtulamazsınız.Çocukluktan başlar,ömür boyu sizinle gelir.
Örnek mi istiyorsunuz.Buyurun vereyim:Issız bir adaya düşseniz yanınıza alacağınız üç şey ne olurdu?
Niye üç?
Zaten düşmüşsün adaya ,üç alsan ne olur,beş alsan ne olur.
Insan evleniyor diye neden deli gibi kornaya basar bilmem
Sağlıklı beslenme konusunda yıllar önce 70’li yaşlarındaki bir milli boksörümüzün söylediklerini hic unutmuyorum.
Acıktın mı yiyecen,yoruldun mu duracan
Zamanla brokoli yemekten yeşil,kıvırcık saçlı bir kuşak yetişebilir.
Artık bir zamanların hızlı yaşa,cesedin yakışıklı olsun, muhabbeti bitti.Şimdi, yavaş yaşa,mumya ol, şeklinde bir felsefe var.
Italyan mutfağı ise bambaşka olay.Bu Italya’nları gerçekten tebrik etmek lazım. Adamlar makarnayı farklı biçimlerde kesip biçerek ve üstüne,akıllarına gelen her türlü sosu boca ederek dünyaya yediriyorlar.Dünya yüzünde hamurdan zengin olan tek ulus bunlardır
Çinlilerin bu eziyeti bitmeden bir de Japonlar çıktı.Bunlarında sushi si meşhur.Birtakım küçük çiğ balıkları garip bir sosa bulayarak yediğiniz bir yemek bu.
Istanbul’ da da moda oldu.Neden bizim güzelim tava,buğulama,ızgara balıklar dururken araziye tatbikata çıkmış komondalar gibi çiğ balık yiyoruz belli değil. Ama moda ya,arkadaşlar ısrar ediyor,gidiyoruz. Senin hatrına çiğ balık yerim olayı .
Bu Çin mutfağı denilen şey,aşçının eline geçirdiği her türlü nebat ve hayvanı mümkün olan en küçük parçalara hatta moleküllere bölüp sonra birbirine karıştırarak pişirmesinden oluşuyor.
Bir dizi estetik operasyon geçiren ve çoğu zaman başka galaksiden gelmişe benzeyen ne kadar kız varsa bunlar inanılmaz güzel ve seksi bulunuyor.Ustelik artık kim inanıyorsa , Hiç bir yerimde estetik Yok,var diyen gelsin göstersin, türünden açıklamalar yapmaktan geri kalmıyorlar.
Değişmeyen tek şey değişmektir.
Televizyon aptal kutusudur diyene şaşarım.
Belki öyledir ama Türk televizyonları için geçerli değil.Bizim kanallar resmen entelektüel.Televizyonu izlemiyor,okuyorsunuz.Adeta duvar gazetesi
Köşe yazarı olmayanlar,olacakları güne kadar bu işi küçümserler.Kardeşim bütün gün tavana bakıp oturuyorlar,gevezelik ediyorlar,sonrada uydurup uydurup yazıyorlar diye söylenirler.
Aslında gerçekten de yazarlık böyle birşeydir. Tavana bakacaksın,sonra da oturup uyduracaksın..
Birkaç yıl önce bizde de uçan daire görülmüş, bunu gören köylüler sinirlenip taş atmışlardı. Uçan daireye taş atan bir millet olarak uzay tarihine geçtik o gün.
Hayat başkalarının yaptıkları üstünde konuşup durmakla, onları izlemekle, onlara kendi hayatımızda bunca yer vermekle çarçur edilecek kadar değersiz birşey mi?
Bir araba öne geçebilmek için girdiğimiz risklere hayatın başka alanlarında girsek eminim dünya çapında pek çok önemli şahsiyet çıkarttırdık.
Genel olarak herhangi bir konuda işin içine yarı çıplak bir kız karışmamışsa zaten kimsenin ilgisini çekmiyor.
Hatta ülkemizde cinayet haberinin konusu olabilmek için bile artık güzel veya seksi olmanız gerekiyor. O zaman birinci sayfadan cesedinizin resmini basıyorlar.
80’lerde bütün dünyayı saran değişim rüzgarları bize de gelmişti ama biraz farklı bir biçimde.
Biz kendimizi değil yalnızca görüntüyü değiştiriyorduk.
Neden mi?
Çünkü zaten daha önceki biçimlerimiz de görüntüye dayanıyordu da ondan.
Herkes değişmek istiyordu.
Herkes geçmişinden kaçmaya çalışıyordu.
İnsanın kitap yazarak geçinmesi bir fanteziydi. Bu bir yana bir de başınıza kitap yazmak yüzünden gelen işler vardı. Mahkemelere, hapislere düşmek, canınıza kastedilmesi, hain ilan edilmek gibi
Ne zaman ki korsan kitap diye bir şey gördüm, işte o gün kitap işinin endüstrileşmeye başladığını, kitaptan para kazanılacağını anladım. Çünkü yeraltı dünyası bir işe el atmışsa orada para vardır
Aslında gerçekten de yazarlık böyle bir şeydir. Tavana bakacaksın sonra da oturup uyduracaksın. Böyle söyleyince size kolay geliyor. Oturup bir saat tavana bakın, sonra da uydurun bakalım, denemesi bedava
Bizdeki vergi sistemine çok kazanandan az, az kazanandan çok vergi sistemi de diyebiliriz.
Genel olarak herhangi bir konuda işin içine yarı çıplak bir kız karışmamışsa zaten kimsenin ilgisini çekmiyor.
Ne kadar temel imla kuralı varsa çiğneniyor. Bazen acaba bunları yeni Türkçe öğrenmeye başlamış bir Kolombiyalı mı yazıyor diye düşünüyorum.
Başkalarının hayatı, gündemimizin ana maddesi. Kendi hatalarımızı bulmaktansa başkalarınınkini arıyoruz.
Benim bunca zamandır anladığım şu: Sağlıklı beslenmenin ana unsuru, ne kadar lezzetli şey varsa zararlı, ne kadar tatsız şey varsa yararlı olduğu
Ne zaman ki ” Korsan kitap ” diye bir şey gördüm, işte o gün kitap işinin endüstrileşmeye başladığını, kitaptan para kazanılacağını anladım. Çünkü yeraltı dünyası bir işe el atmışsa orada para vardır.
Gün gelecek herkes on beş dakikalığına da olsa ünlü olacak, önermesi gerçekleşti ama kimse, Gün gelecek herkesin bir kitabı olacak, diye bir kehanette bulunmamıştı.
başka ülkelerde romantik bir doğa olayı olarak görülen hafif bir yaz yağmuru bile bizde böyle bir afet duygusu uyandırıyor.
Hayat, başkalarının yaptıkları üstüne konuşup durmakla, onları izlemekle, onlara kendi hayatımızda bunca yer vermekle çarçur edilecek kadar değersiz birşey mi?
Bizde korna, bir tür iletişim aracı. Araç telefonu gibi birşey. Hem onun kadar masraflı da değil. Selam vermek, tehdit etmek, sinirlendiğini göstermek, birinin sülalesine selam göndermek, vedalaşmak, aşkını ilan etmek, beddua etmek gibi çok çeşitli anlamlarda kullanılabiliyor.
“Bir başka arkadaşım da bir uçak yolcuğu sırasında korkudan titrerken yanındaki onu teselli etmek istedi: ‘Yahu ne diye bu kadar üzüyorsun kendini, ecelin geldiyse nasıl olsa öleceksin ’ Kızcağız zaten kan ter içinde, hışımla ona döndü ve şöyle dedi: ‘İyi de ya arkamdaki iki yüz kişiden birinin eceli gelmişse ”
Yurtdışında başarı gösteren Türkler konusu da oldum olası kafama takılır. Neden biz yurtdışında bir başarı gösterince ya da yabancılar tarafından takdir edilince bu kadar seviniyoruz acaba?
Daha doğrusu sevinmemizi anlıyorum da neden aynı insanları yabancılardan önce biz takdir edemiyoruz?
Kırmızı ışık da başka yerlerdeki gibi Dur! anlamına gelmiyor. Bizdeki kırmızı ışık, Size durmanızı tavsiye ediyoruz ama yine de siz bilirsiniz. anlamına geliyor.
Sağlıklı beslenme konusunda yıllar önce 70’li yaşlarındaki bir milli boksörümüzün söylediklerini hiç unutmuyorum Acıktın mı yiyecen, yoruldun mu duracan..
Artık bir zamanların hızlı yaşa, cesedin yakışıklı olsun. muhabbeti bitti. Şimdi, yavaş yaşa, mumya ol. şeklinde yeni bi felsefe var.
Biz merhametli milletiz. Öyle yukarıdan emir geldi diye çoluğu çocuğu gaz odalarına yollayacak bir kaç manyak çıksa da binlerce manyak bir arada bunu yapamaz.
İnsanın bilmem kaç yıl önceki tarihiyle gurur duymak istemesinde ne zarar var?
Yazlık kasabada karpuz festivalinde bile meydana toplanıp ayakta konser dinlemeye gelen kalabalığın önüne hemen iki üç sıra koltuk, sandalye yerleştirilir. Kasabanın ”ileri gelenleri ” ve akrabaları en son gelip buralara oturur. Onlardan torpilli olanlarda kenarlara ilişir. ”Halk konseri ”nde bile halk yine arkada kalır.
Yazık ki biz sıradan bir yabancı film ya da roman için methiyeler döktürürken aynı şeyi kendi sinemacımızdan,yazarımızdan esirgeriz.
Başkalarının hayatı, gündemimizin ana maddesi. Kendi hatalarımızı bulmaktansa başkalarınınkini arıyoruz.
Benim bunca zamandır anladığım şu; Sağlıklı beslenmenin ana unsuru, ne kadar lezzetli şey varsa zararlı, ne kadar tatsız şey varsa yararlı olduğu
Yıllarca bekar yaşadım, bazen hiçbirşey bulamayıp dolabın arkasına düşmüş, son kullanma tarihi geçmiş hazır kremalı mantar çorbası bile içtim ama böyle tatsız şey içmedim.
Gazeteciler ünlülere önce aşk yaşatıyor, sonra evlendiriyor, sonra ihanet ettirip yakalıyor ve boşatıyor. Olayın genel gelişimi bu yönde.
Dünyanın en büyük şarkıcıları, antrenörleri, gazetecileri, show man’leri, oyuncuları, futbolcuları hep bizde. Bütün yöneticilerimiz liderlerimiz, patronlarımız dünya çapında. Ve tabii başımıza gelen her terslikten de biz değil başkaları sorumlu. Yenilirsek hakemler, ilerlemezsek Avrupalılar, paramız değer kaybederse ABD, iş adamlarımız batarsa hükümet Bizi çekemiyorlar ondan bu durumdayız.
Dün bambaşka şeyler söyleyen politikacı bugün tam tersini söyleyince kimse şaşırmadı. ”Değişmeyen tek şey değişmektir ”

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir