İçeriğe geç

Çit Kitap Alıntıları – Doris Pilkington Garimara

Doris Pilkington Garimara kitaplarından Çit kitap alıntıları sizlerle…

Çit Kitap Alıntıları

Bu garip yerde hic tanımadığı insanların arasında yaşamaya niyeti yoktu..
Otlardan yaptıkları yatakları ölüm döşekleri olacaklarını hiç tahmin etmemişlerdi..
Bu garip yerde ,hiç tanımadığı insanların arasında yaşamaya niyeti yoktu.
Yoklama yapılıp ışıklar söndürüldü.Molly anahtarların kilitte döndüğünü,zincirlerin takıldığını duydu.Özgür ruhlu kız o anda kararını verdi.Kardeşleriyle birlikte buradan kaçmak zorundaydı
Rüzgârın taşıdığı ağlama sesleri ve haykırışlar evlerin duvarlarında yankılanıyordu. Ama kimse onları dinlemiyor,kimse onları duymuyordu.
Keşke şu soguk çöl rüzgârları dursa diye düşündü Maude.
Otlardan yaptıkları yataklarının ölüm döşekleri olacağını hiç tahmin etmemişlerdi.
George Fletcher Moore ,On yılın günlüğü adlı kitabında şöyle diyor;Bu sömürgece siyah hizmetçiler çok daha iyi hizmet veriyor. Onları çalıştırmayı tercih ediyoruz. Ingiliz hizmetçilere yüksek ücretleri veremeyiz.Karınlarinı da istedikleri gibi doyuramayız.Siyahlar sadece pirince razı oluyorlar.Sanki diyet yapıyorlar.
ÖZGÜRLÜĞÜNÜZ İÇİN NEREYE KADAR GİDEBİLİRSİNİZ??
Biraz daha büyüyünce Molly; Keşke bu kadar açık renk tenli olmasaydım. O zaman tek başıma oynamak zorunda kalmazdım diye düşünmeye başladı.
İhtiyar Udja hakime bir beyazın onun karısını çaldığını söyleyip şikayette bulunduğunda hakim kendisine bir çuval un vermiş ve evine gönderilmiş. Yaşlı adam beyazların yasaları doğrultusunda adalet beklemiş ama hayal kırıklığına uğramış elbette.
Yağmur bütün izleri siler.
Burada kendi dilinizde konuşamazsınız. Dilinizi unutmak ve sürekli İngilizce konuşmak zorundasınız.
Rüzgârın taşıdığı ağlama sesleri ve haykırışlar evlerin duvarlarında yankılanıyordu. Ama kimse onları dinlemiyor, kimse onları duymuyordu.
Eskiden çalılıkların olduğu yerde şimdi çadırlar, kulübeler ya da evler vardı. Yakında beyazlar topraklarını ellerinden alacaklardı. Kimse onlara yapılan haksızlıklara dur diyemeyecekti.
Yakında bu huzurlu ortamın mahvolacağından, bu bozulmamış ormanda acı dolu çığlıkların ve binlerce insanın -kendi insanlarının- çaresiz hıçkırıklarının yankılanacağından habersizdi. Yabancıların ona eziyet edeceğini, onları topraklarından süreceğini bilemezdi.
Önemli kişilerin, işadamlarının, doktorların, avukatların, politikacıların çocukları yatılı okula gönderildiklerinde, öğrenim hayatları boyunca güzel ve rahat odalarda kalırlardı. Aborijin çocukları ise aşırı kalabalık bir yatakhanede kalmak zorunda bırakılmışlardı. Burası yatılı okul filan değildi. Öğrenci olmayan oda arkadaşları taş gibi sert yataklarda yatıyor, hükümetin dağıttığı battaniyeleri kullanıyorlardı. Yastıkları, çarşafları yoktu. Pencerelerde renkli perdeler yerine demir parmaklıklar vardı. Burası yatılı okuldan çok, toplama kampını andırıyordu.
Ancak geçmişi ile hesaplaşabilenler geleceğe emin adımlar atabilirler.
Hepimiz ailelerimizden koparıldık.
Çölde çıplak gezmeye alışmış bu insanlar yiyecek ve barınak bulma taleplerinin kabul edilmesi karşılığında vücutlarını örtmeleri gerekliliği arasında bir bağ kuramıyorlardı.
Ancak geçmişi ile hesaplaşabilenler geleceğe emin adım atabilirler
Aborijinlerin gelenekleri gereğince, bir insanın adı ölümünden sonra asla telaffuz edilmiyor. Aynı ismi taşıyan birinden de “malum kişi” anlamına gelen “gurmanu” ya da ismin yerine kullanılan bir sözcük olan Nguberi diye söz ediliyor. Örneğin, Adam Thomas. Adam adındaki bir başka kişinin ölümünden sonra Nguberi Thomas olarak anılmaya başlıyor.
Acılarını ve ızdıraplarını içlerine atarak sessiz ve derinden yaşıyorlardı.
Kırsal üretimin genişlemesi kaçınılmaz olarak tüm aborijinleri etkilemişti. Kimisi ata toprağından sürülmüş, kadınlar tecavüze uğramış, pek çok insan şiddet görmüş ve katledilmişti.
Batılılar için tarih ve uzaklık önemlidir; Aborjinler’in öykü anlatma tarzında ise mevsimler ve doğal ortamın özellikleri çok daha büyük önem taşır.
Aborjinlerin gelenekleri gereğince, bir insanın adı ölümünden sonra asla telaffuz edilmiyor. Aynı ismi taşıyan birinden de malum kişi anlamına gelen ‘gurnmanu’ ya da ismin yerine kullanılan bir sözcük olan ‘Nguberi’ diye söz ediliyor
Önemli kişilerin, işadamlarının, doktorların, avukatların, politikacıların çocukları yatılı okula gönderildiklerinde, öğrenim hayatları boyunca güzel ve rahat odalarda kalırlardı. Aborijin çocukları ise aşırı kalabalık bir yatakhanede kalmak zorunda bırakılmışlardı. Burası yatılı okul filan değildi. Öğrenci olmayan oda arkadaşları taş gibi sert yataklarda yatıyor, hükümetin dağıttığı battaniyeleri kullanıyorlardı. Yastıkları, çarşafları yoktu. Pencerelerde renkli perdeler yerine demir parmaklıklar vardı. Burası yatılı okuldan çok, toplama kampını andırıyordu.
“Burada kendi dilinizde konuşamazsınız. Dilinizi unutmak ve sürekli İngilizce konuşmak zorundasınız.”
Kadınlar çocuklarının neden kendilerinden koparıldığını soruyorlardı. Rüzgârın taşıdığı ağlama sesleri ve haykırışlar evlerin duvarlarında yankılanıyordu. Ama kimse onları dinlemiyor, kimse onları duymuyordu.
Molly ve Gracie sessizce ata bindiler. Yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Yola koyuldular. Annelerinin çığlıklarını, babalarının, amcalarının ve kuzenlerinin hıçkırıklarını duyuyorlardı. Yalnızca bir kez dönüp arkalarına baktılar. Kampta kalanlar sivri nesnelerle bedenlerine, kafalarına vuruyorlar, üzüntülerini ancak böyle ifade edebiliyorlardı.
Devriyeler her tarafı dolaşıp Aborijin çocukları ailelerinden alıyor ve kilometrelerce güneye gönderiyordu. Her yarı Aborijin çocuk annesi, yavrusunun kendisinden alınabileceğini, buna asla engel olamayacağını biliyordu. Bu nedenle birçok kadın hastane yerine çalıların arasında doğum yapmayı tercih ediyordu. Hastanede doğum yaparlarsa, bebeklerinin daha doğar doğmaz ellerinden alınacağına inanıyorlardı.
Yaşlılar yaşadıkları zorluklardan ve sürekli yiyecek aramaktan yorgun düşmüşlerdi. Yiyecek bulmak artık iyice zorlaşmıştı. Ancak daha da önemlisi, beyazların saldırısına uğramaktan korkmaksızın güven içinde uyuyabilecekleri bir sığınak istiyorlardı. Gençler hâlâ kuşkulu ve endişeliydiler; ancak uysallıkla büyüklerine eşlik ediyorlardı.
Aborijin nüfusu beyazların gücünü ve acımasızlığını kabullenmeyi öğrendi; o üstün silahlarını nasıl gözlerini kırpmadan kullandıklarını gördü. Böylece beyazlara özgü adalet ve ceza sistemini de kabul etmek zorunda kaldı.
“İhtiyar Udja hâkime bir beyazın onun karısını çaldığını söyleyip şikâyette bulunduğunda, hâkim kendisine bir çuval un vermiş ve evine gitmesini söylemiş,” diye devam etti Moody. “Yaşlı adam, beyazların yasaları doğrultusunda adalet beklemiş. Ama hayal kırıklığına uğramış elbette.”
Eskiden çalılıkların olduğu yerde şimdi çadırlar, kulübeler ya da evler vardı. Yakında beyazlar topraklarını ellerinden alacaklardı. Kimse onlara yapılan haksızlıklara dur diyemeyecekti.
Nyungarlar, daha doğrusu bütün Aborijin nüfusu, Avrupalıların gelişlerinin onlar için nasıl bir anlam ifade ettiğini fark etmeye başlamıştı. Bu, onların geleneksel toplumlarının yıkılması, topraklarının elden gitmesi anlamına geliyordu.
Yürekli Nyungar savaşçıları onlarla cesurca mücadele etmiş, ama güçleri kötü ruhlu beyaz istilacıların kılıçlarının ve silahlarının üstesinden gelmeye yetmemişti.
Bu vahşi ve cani adamlar gelip Aborijin kadınlarını kaçırmışlar, cinsel köleleri olarak gemilerine bindirmişler, ihtiyaçlarını giderdikten sonra da hepsini öldürüp cesetlerini okyanusa atmışlardı.
“Peki onlara nasıl engel olacağız?” diye sordu en büyük oğlu Bunyun. “En son geldiklerinde neler olduğunu biliyorsunuz.”

Adamlar başlarını salladılar. Olay, Bunyun’un körfeze yakın bir kumsalda kamp yapan Tumi Amcası ile ailenin diğer bireylerinin başına gelmişti. Erkekler, kadınlarını kaçırmaya çalışan baskıncılara engel olmaya çalışınca vurulmuşlardı. Aile hâlâ onların yasını tutuyordu.

Ancak geçmişi ile hesaplaşabilenler geleceğe emin adımlar atabilirler.
Acılarını ve ıstıraplarını içlerine atarak sessiz ve derinden yaşıyorlardı.
Pencerelerde renkli perdeler yerine tel kafesler ve parmaklıklar vardı. Bu haliyle yatılı okuldan ziyade Aborjin çocukları için bir toplama kampını andırıyordu.
‘’Üç kaçak için ise bu çit sevgi dolu sıcak bir yuvanın ve güvenliğin sembolüydü.’’
‘’Hepimiz ailelerimizden koparıldık’’
‘’Acılı kadınlar çocuklarının neden kendilerinden koparılması gerektiğini sorup duruyorlardı. Yürek burkan çığlıkları düzlüklerde yankılanıyor, rüzgarla uzaklara taşınıyordu ama bu feryatları duyan, bağrı yanık kadınlara kulak veren kimse yoktu.’’
‘’Çölde çıplak gezmeye alışmış bu insanlar yiyecek ve barınak bulma taleplerinin kabul edilmesi karşılığında vücutlarını örtmeleri gerekliliği arasında bir bağ kuramıyorlardı.’’
Ancak geçmişi ile hesaplaşabilenler geleceğe emin adımlar atabilirler.
Hepimiz ailelerimizden koparıldık.
Büyükbabaları ise zaman zaman kızları çalılıkların arasında yürüyüşe çıkarır ve odun kömürünü toz haline getirerek torunlarını tepeden tırnağa siyaha boyardı. Söylediğine göre bu boya çocukların yalnız arkadaşlarının değil kötü ruhlardan da koruyordu.
Acılarını ve ıstıraplarını içlerine atarak sessiz ve derinden yaşıyorlardı.
Yellalonga akrabalarını cesaretlendirmek için söyleyecek söz bulamıyordu. Artık hiçbir şeyden emin değildi. Bir zamanlar çalıların olduğu yerde şimdi çadırlar, kulübeler ya da evler vardı. Yakında beyazlar topraklarını ellerinden alacaklardı ve halkının uğradığı bu haksızlık karşısında müracaat edebileceği bir yer de yoktu.
Bir insan dilini hiç bilmediği birisine geleneksel topraklarına yabancı bir isim verdiğini nasıl izah edebilirdi ki?
Tavşanları uzak tutmak için yapılan bir çit, hükümetin o günkü politikasını da yansıtıyordu.

Üç kaçak için ise bu çit sevginin, güvenliğin ve evin simgesiydi.

Ne yazık ki iki hafta içinde Nora ve Eva, umut ettikleri gibi kuzeye dönmek yerine, çiftliklerde çalışmak üzere güneye gönderileceklerdi. Bu onların sömürüyle ve düzenbazlıkla ilk tanışmaları olacaktı. Zorlu bir hayata adım atacaklardı.
Devriyeler her tarafı dolaşıp Aborijin çocukları ailelerinden alıyor ve kilometrelerce güneye gönderiyordu. Her yarı Aborijin çocuk annesi, yavrusunun kendisinden alınabileceğini, buna asla engel olamayacağını biliyordu. Bu nedenle birçok kadın hastane yerine çalıların arasında doğum yapmayı tercih ediyordu
Resmi makamlar artık geleneksel ya da saf kan Aborijinlerden çok, melez veya yarı Aborijin çocuklarla ilgileniyorlardı. Yarı Aborijin çocukların, koyu renk tenli akrabalarına oranla daha zeki olduklarına, ayrı bir yerde tutulup hizmetçi ya da işçi olarak eğitilmeleri gerektiğine inanılıyordu.
O gece, çölden yeni gelenler “uygarlıkla” tanıştırılmışlardı. Beyazların yemeklerini yemişler, onların şapkalarını takmışlar, rahatsız giysilerini giymişlerdi. Birkaç gün sonra kadınlar kampın çevresinde çeşitli renk, uzunluk ve modellerde bir değil, iki-üç giysi giyerken görülmüşlerdi. Kimse onlara bir kerede tek bir giysi giymeleri gerektiğini söylemeyi akıl edememişti. Elbiseleri nasıl giymeleri gerektiğini bilmiyorlardı. Bir elbise kirlendiğinde bir başkasını giymeleri gerektiğini söyleyen de olmamıştı.
Çöl göçebeleri şaşkındı; insanların çıplaklıklarından neden utanabileceğini ya da rahatsız olabileceğini anlayamıyorlardı. Bu insanlar kendi ortamlarında, insan kılından yapılmış pubik bir örtü dışında çıplak dolaşıyorlardı.
George Fletcher Moore, On Yılın Günlüğü adlı kitabında şöyle diyor:“Bu sömürgede siyah hizmetçiler çok daha iyi hizmet veriyor. Onları çalıştırmayı tercih ediyoruz. İngiliz hizmetçilere istedikleri yüksek ücretleri veremeyiz. Karınlarını da istedikleri gibi doyuramayız. Siyahlar sadece pirince razı oluyorlar. Sanki diyet yapıyorlar.”
Bir yabancı, karşısındaki adamın geleneksel topraklarına yabancı bir isim vermek üzere olduğunu işaret diliyle nasıl anlatabilirdi? İmkânsız bir şeydi bu.
yoklama alınıp ışıklar söndürüldükten sonra Molly kapının sürgülenme ve asma kilidin çevrilme sesini duydu. Ardından ortalığa sensizlik hâkim olmuştu. İşte o an özgür ruhlu kız kardeşleriyle birlikte buradan kaçması gerektiğine kesin olarak karar vermişti.(Hikayenin gelişme bölümü de burdan sonra başlıyor)
Aborjin kadınlarını kaçırmışlar, cinsel köleleri olarak gemilerine bindirmişler, ihtiyaçlarını giderdikten sonra da hepsini öldürüp cesetlerini okyanusa atmışlardı.
Ancak geçmişi ile hesaplaşabilenler geleceğe emin adımlar atabilirler.
Pencerelerde renkli perdeler yerine tel kafesler ve parmaklıklar vardı. Bu haliyle yatılı okuldan ziyade Aborjin çocukları için bir toplama kampını andırıyordu.
Bir insan kendi çıplak vücudundan, yani normal ve doğal görünümünden neden utansın dı kl?
Kırsal üretimin gelişmesi kaçınılmaz olarak tüm Aborjinleri etkilemişti. Kimisi ata toprağından sürülmüş, kadınları tecavüze uğramış, pek çok insan şiddet görmüş ve katledilmişdi.
“ Kızımı götürmelerine mâni olmak elimden gelmezdi.Evet,o benim de kızımdı,dedi adam üzüntüyle.”
Molly’den heyecanlı bir çığlık duydular.
İşte burada. Buldum. Gelin, gelin.
Bakın, çiti buldum bu bizi Jigalong’a kadar götürecek.
Üç kaçak, çalıların altında sakin sakin kahvaltılarını ederken firar haberi tüm ülkeye yayılmıştı.
Bir Mardu* polisleri var. Yalakanın önde gidenidir. Sizin gibi üç kız kaçmıştı da onları yakaladı. O kızlar da Pilbara’dan kaçmışlardı. Sizi de yakalamasınlar, dedi yaşlı adam.

*ingilizler için çalışan, Aborjin yerlisi, iz sürücü polis.

-Şunları görüyor musunuz? Tek yapmamız gereken şey yuvalardan birini kazarak üçümüzün sığacağı kadar genişletmek.
– Yani tavşanlar gibi deliğe girip mi uyuyacağız, diye sordu Gracie.
– Evet, kimsenin aklına bizi tavşan deliğinde aramak gelmez, diye cevapladı Molly
Güneyde hizmetçiliğe başlamaları onların zorlu hayat yolunda uğrayacakları istismar ve iğfalin de başlangıcı olacaktı.
Sevdiklerinin yanına dönme hayalleri ise uzun süre gerçekleşmeyecekti.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir