José Mauro de Vasconcelos kitaplarından Çıplak Sokak kitap alıntıları sizlerle…
Çıplak Sokak Kitap Alıntıları
Hayattaki bütün güzel şarkıları bilse bile şarkı söylemek gelmiyordu içinden.
Belki de saat, son demlerini yaşayıp ağır ağır ölüp gidecekti. Tozlar, boyası dökülmüş siyah rengini yeniden örtecekti. Zaten siyah bir renk değildi ki. Bunların hepsi görsel bir yanılsamaydı. Hayatının başlarında, geçmişin unutulmuş ışıltılarında, fizik öğretmeni konuşurken şöyle demişti:
Beyler, siyah, renk değildir. Işığın yokluğudur.
Beyler, siyah, renk değildir. Işığın yokluğudur.
İnsanın eti yalnızca etten yapılmışken, insanlar nasıl demirden olabilir?
Çocuklar, yaşlılar, gençler yollarda ölüyorlardı. Uçaklar her yeri yakıp yıkıyordu. Yitirilmiş bir dünyayı yiyip bitiriyorlardı. Savaş oldu Antão, ve bundan yalnızca senin haberin olmadı. Senin ve senin gibi bir başka ermişin .
Siyah saat, siyahlar içindeki büyükanne. Siyah -diyordu Peder Roquete-, siyah, ışığın olmaması demektir.
Siyah, renk değildir. Işığın yokluğudur.
Neden insanlar birbirini öldürüyordu? Ölüm sonunda kendiliğinden geleceği halde insanlar neden ölüme koşuyordu? O nasıl olsa gelecekti. Onu daha erken istediklerinde, felaketlerin olasılığı, intiharların umutsuzluğu vardı. Onu daha geç istediklerinde yataklara yatıp yolunu bekleyebilirlerdi. Ama öldürmek niye?
Korkma kardeşim. Dünya, o adam gibi şiddet yanlılarıyla doludur. Ama biz burada, içeride sevgimizle bir arada olduğumuz sürece, ne kimse bizi ayırabilir ne de bize kötülük edebilir.
İnsanlar, başkalarına yardım etmek için doğmuşlardır.
O ise yürüyor da yürüyordu; ama ne kadar yürürse yürüsün hiçbir yere varmayan yolu da o kadar uzuyordu.
Çocuklar yaşlılar gençler yollarda ölüyorlardı. Uçaklar her yeri yakıp yıkıyordu. Yitirilmiş bir dünyayı yiyip bitiriyorlardı savaş oldu Antonio ve bundan Yalnızca senin haberin olmadı.
Ve Tanrı o savaşta kiminle olacaktı yalnızca sevgi huzur ve iyilik demek olan Tanrı herhalde almanlarda Kendi dinlerinde tanrının kendileriyle birlikte olduğuna inanıyorlardı herhalde Fransızlar ve onların dini de tanrının kendilerinden yana olduğuna inanıyorlardı
Uçurtma mevsimiydi ve çocuklar onun din derslerinden ve dualarından kaçıyorlardı ama tanrının gökyüzünü mavi ve bulutların beyazı gibi öylesine güzel renklerle doldurmaktan daha büyük bir dua olabilir miydi?
Çocukluk neşesi çocukluk da Kuşlar kadar güzeldi Çiçeklerin En güzeli gibiydi çocukluk bir güldü
Zaman mucizevi bir biçimde her şeyi siler ihtiyarlığın kırışıkları dışında her şeyi.
Büyüyünce asker olsun da vatana hizmet etsin diye çocuk doğurmaya çok hevesli zenci kadın Bangu’ya hep iyilikle gülümseyerek bakıyordu.
Melekler de mucize yaratmazdı. Yalnızca iyilik yaparlardı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bundan çok uzun yıllar önce, Enoş adında bir adam, ateşten bir arabaya binerek gökyüzüne çıkmıştı.
Kısa bir süre sonra, Elihu da aynı şeyi yaptı, vesaire, vesaire.
Kısa bir süre sonra, Elihu da aynı şeyi yaptı, vesaire, vesaire.
Yaptığı iylikler,ona ihtiyacı olanlar arasında dağılıyordu.Dünyayı olduğu gibi kabul ediyordu Antao.İnsanlar iyi ya da kötü olabilirlerdi;onları yargılamıyordu.Hiç kimsenin koşullarını zorlayarak,hep şyi olmasını beklemiyordu.Her şey içten geldiği gibi olmalıydı.İnsanlar doğuştan iyi olabildikleri gibi içtenlikle kötü de olabilirlerdi.Onun dağıtmayı bildiği iyilik ise,ölçülmüş ya da seçilmiş değildi.Ne yaptığını,kimin için yaptığını unutuyordu.Gözleri engellenemez,olağanüstü bir güçle,mucizenin gerçekleştiği o anı yaşıyordu yalnızca.O harikulade ve anlaşılmaz duasını okuyor,sonra da eski huzuruna geri dönerek büyük bir alçakgönüllülük içinde unutulup gidiyordu.Sanki hepsi,yüce bir şeyi iletmek için gerekli bir akımdan başka bir şey değildi.Belki de yukardan kendisine verilmiş emirlere uyuyordu.Hepsi buydu.Yalnızca bu.
Hayatın amacı, onu kabullenmek, sonradan bir avuç toprağın ya da taşın altında geri vermek üzere onu güzel bulmaktı.
Neden insanlar birbirlerini öldürüyordu? Ölüm, sonunda kendiliğinden geleceği halde insanlar neden ölüme koşuyordu?
Ağaç onun bütün sırlarını ve çocukluk hayallerini bilirdi. Zaten her ağaçta bir çocuk kalbi yok muydu?
Yok bir şey. Müthiş bir mide bulantısı hissettim ve hayatın bütün kokuşmuşluklarını kusmak epey vaktimi aldı. Hepsi bu.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Unutmak için gözlerini yumuyor ama her şey gözünün önünde canlanarak özlemlere dönüşüyordu.
Ama mahallenin çocukları birlik halindeydi. Kimse kimseyi ele vermezdi çünkü sokak onlarındı. Renkli, basit oyunlarıyla sokaktaki o karmaşa onlarındı.
Kalplerinin derinliklerinde içtenlik bulundukça, herkes Tanrı’nın eline dokunabilir.
Çıplak Sokak, José Mauro de Vasconcelos
Hayatta benim için sevgi ifade eden tek kişisin sen.
Rahatsız olanlar önce kendilerini düzeltsinler.
Zaman mucizevi bir biçimde her şeyi siler, ihtiyarların kırışıklıkları dışında her şeyi.
İnsanlar doğuştan iyi oldukları gibi içtenlikle kötü de olabilirlerdi.
Çünkü bir doktor cennette ne işe yarar ki?
Ama yüzünüzü öyle asmayın. Cennette üzüntüye yer yoktur.
“Beyler, siyah, renk değildir. Işığın yokluğudur.”
İnsanın eti yalnızca etten yapılmışken insanlar nasıl demirden olabilir?
Bizim kaçtığımız gerçek, bu. Bizler durduk ama zaman durmadı.
Daha önce de hiçbir aziz, deli gözüyle bakılmaktan kurtulamamıştır.
Çocukluk neşesi. Çocukluk da kuşlar kadar güzeldi. Çiçeklerin en güzeli gibiydi. Çocukluk, bir güldü.
Varsın konuşsunlar. Zaten insan hiçbir şey yapmasa da herkes konuşuyor, hatta daha da çok
Bu hayatta fazla bir anlamımız olmadığını keşfetmem için Tanrı’nın önüme çıkardığı bir fırsat olmuştur orası.
Hiç kimse mevsimlerden hoşnut değildi. En iyi ay, nisandı.
Tanrı’nın getirdiği huzur, hepimizin içinde, bir yerlerdedir
Mücadelelere, üzüntülere, zaferlere karışmış ufak tefek korkular ve korkaklıkları dolu sade ve özverili bir hayatın tüm acıları.
“..Bu hayata değecek kadar güzelsin, hayat da senin için aynı derecede güzel olacak.”
Ben eşek olmak istiyorum. Eşekler de yaşar ve hiç bir şey öğrenmelerine gerek yoktur.
Her şey gün başlarken oluyordu. Her şey gece başlarken oluyordu. İkisinin ortasında her şey duruluyordu.
Çocukluk da kuşlar kadar güzeldi. Çiçeklerin en güzeli gibiydi.
Ölüm de basit bir saygıdan daha fazlasını hak eder.
Ağaç onun bütün sırlarını ve çocukluk hayallerini bilirdi. Zaten her ağaçta bir çocuk kalbi yok muydu?
Kendi sessizliğiyle söyleşerek yaşıyordu.
Kalplerinin derinliklerinde içtenlik bulundukça, herkes Tanrı’nın eline dokunabilir.”
Zaman, mucizevi bir biçimde her şeyi siler, ihtiyarların kırışıklıkları dışında her şeyi.”
Onlar cennete gitti, zaten iyiliklerine yaraşan tek yer orası. Benim havai fişeklerimin yolunu izlediler !..
`Ama dünya hiç de kurtulmuş değildi. Çünkü dünya buydu işte. İnsanların birbirlerini öldürme leri gerekiyordu. İhtiyarların ölmeleri gerekiyordu. Yoksa o kadar çok insan birikirdi ki, sokakların onca gölgeyle dolmasıyla ortalık geceden daha karanlık olurdu.
`Biz sokağı kurtardık ama dünyayı kurtarmayı bir yana bıraktık. Dünyayı da kurtarmamız gerek.
`Onu daha geç istediklerinde yataklara yatıp yolunu bekleyebilirlerdi. Ama öldürmek niye? Yıkmak, yıkmak, yerle bir etmek niye?
`Antao artık dinlemiyordu. Birbirlerini yiyen insanları düşünüyordu. Birbirlerini yiyen insanları. Birbirlerini yiyen insanları
`İnsanlar başkalarına yardım etmek için doğmuşlardır.
Deli de olsalar onlar benim evlatlarım, ölünceye kadar onlara yardım etmeye uğraşacağım.
`Onlar gibi olup, her şeyden vazgeçmekten gelen o ruh huzuruna sahip olabilmek için neler vermezdim!
`Siz kendiniz tanık oldunuz o mucizeye.
Savaştı bu. Savaşlar. Savaş. Savaşlar. Tren, uyuklayanlara yineleyip duruyordu: savaş, savaşlar, savaş, savaşlar
Böylesi daha iyiydi çünkü adam, dünyanın ezici ağırlığını taşımakta olduğunu bilmeyecekti.
Herhalde Almanlar da kendi dinlerinde Tanrı’nın kendileriyle birlikte olduğuna inanıyorlardı. Herhalde Fransızlar ve onların dini de Tanrı’ nın kendilerinden yana olduğuna inanıyorlardı.
aşağı baktıklarında da mezarlıkla karşılaşıyorlardı: yalnızca çiçeklerle, mumlarla, ya da insanın kalbinde yaşayan herhangi bir özlemle anılan uyuyanların dünyası olan mezarlıkla.
Çalan saatlerin hiçbiri, zamanın gerçek anlamını belirtmiyor, mide bulandırıcı neredeyse tiksindirici olan bu dünyanın varlığını kanıtlayamıyordu.
Dünya, daha önce gördüğü o katı, sıkıcı şeydi.
Ağaç onun bütün sırlarını ve çocukluk hayallerini bilirdi. Zaten her ağaçta bir çocuk kalbi yok muydu?
Saat, yine aynı saatlerde çalıyordu. Siyah saat. Siyahlar içinde büyükanne. Siyah – diyordu Peder Roquete – siyah, ışığın olmaması demektir.
Yanan mumlar, sönen tükenen mumlar. Ciddi yüzlü insanlar. İkiyüzlülükler, çiçekler.
Anlattığı öyküler güzeldi ama kendi gerçek öyküsü, insana acı verecek kadar aptalcaydı.
“Çocuklar, yaşlılar gençler yollarda ölüyorlardı. Uçaklar her yeri yakıp yıkıyordu. Yitirilmiş bir dünyayı yiyip bitiriyorlardı.”
“ Ama yüzünüzü öyle asmayın. Cennette üzüntüye yer yoktur.”