İçeriğe geç

Çin’den Peru’ya Dünya Şiiri Kitap Alıntıları – Cevat Çapan

Cevat Çapan kitaplarından Çin’den Peru’ya Dünya Şiiri kitap alıntıları sizlerle…

Çin’den Peru’ya Dünya Şiiri Kitap Alıntıları

Kendi türkülerinden habersiz gece,
Ben nasıl bensem, o da öyle o.

~ WALLECE STEVENS (1875 – 1955)

Karanlık bastırıyor yeniden; ama biliyorum ki artık
Yirmi yüzyıl süren ölümsü uyku
Sallanan bir beşikle karabasana dönmüş.

~ WILLIAM BUTLER YEATS (1865-1939)

SESİM KARADA ÖLÜRSE

Sesim karada ölürse,
alın denize götürün,
kıyıda öylece bırakın.

Alın denize götürün,
ak bir savaş gemisine
sesimi kaptan yapın.

Süsleyin sesimi oy
nişanlarıyla gemicilerin:

yüreğin üstüne demir
demirin üstüne yıldız
yıldızın üstüne rüzgâr
rüzgârın üstüne yelken!

~ RAFAEL ALBERTI

DENİZ SUYU TÜRKÜSÜ

Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten,
dudakları gök.

«Ne satarsın, deli kız rüzgârda memelerin?»

«Suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin.»

«Ne taşırsın, kara oğlan, kanınla karıştırıp?»

«Suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin.»

«Bu tuzlu gözyaşları, ana, nerden gelirler?»

«Ağlarım suyunu denizlerin, yiğit, suyunu denizlerin.»

«Bu derin sızı, gönül, nerden doğdu oy?»

«Ne acıymış, ne acı suları denizlerin!»

Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten,
dudakları gök.

~ FEDERICO GARCIA LORCA (1899-1936)

[…] kendimle uzlaşmış değilim, beni bağışlamasını beklemiyorum kimsenin, pek çokları gözyaşı borçlu bana, insan nasıl borçlanırsa insana.

~ SALVATORE QUASIMODO

Kuşlar yem ararken, birden,
karın altında kaldılar;
sözcükler de öyle.

~ SALVATORE QUASIMODO

İNSANLARDAN ÖTE

Neden oturuyormuşum yeşil dağda, bunu soruyorsun;
Susup gülümsüyorum, hiçbir şey umurumda değil
çünkü.
Dereye düşen şeftali çiçeği nasıl süzülüp giderse
bilinmezliğe,
Ayrı bir dünyam var benim de, insanlardan öte.

~ LI PO (701 – 762)

ve hiçbir gün, geçtiğim yollarında yaşamın, yalnızlığı içimde bugün gibi duymadım.
Seviyor muyum suyu? Bilmem.
Öyle yalnızlık duyuyorum ki içinde, soğuksa.
Zavallıcık, öyle temiz ki yüreği, belki de bir yerlerde öldürüverecekler birgün.
üzgün değilim Kuzey’de: kendimle uzlaşmış değilim, beni bağışlamasını beklemiyorum kimsenin, pek çokları gözyaşı borçlu bana, insan nasıl borçlanırsa insana.
Alevlerin alacakaranlığında
aydınlık ellerini özlüyorum
Ölmek, susuz tarla kuşlar’ gibi
ılgımda
Ya da konduğu ilk dalda
denizler aşan
bıldırcın gibi
artık uçmayı özlemediğinden
Ama yaşamamak
kör bir ispinoz gibi
acılar içinde
Oklarını bize atarken, Eros,
ikimizi de yüreğimizden vur.
Tarafsız olmalı tanrılar,
Yoksa tanrılık neye yarar!
Gene de anlıyamıyonım bir türlü,
«işte şeninim, gel, beni al» desem, Homurdanıp öksürüp bir başka güne bırakıyorsun.
Aşık mısın, milletvekili mi, hemşerim?
(Yürü, yürü, koca sokak boyunca bir dost kapısı bile yok )
Yağmurdan sırılsıklam
Bağırıyorum «Bunun sonu yok mu, Zeus?
Ulu Zeus, acı bana! Sen aşık olmadın mı hiç?»
İşliyor içime acı

damla
damla

Sappho, yeter! dedim
Boşuna ne uğraşıyorsun
yumuşatmağa
o taş yüreği?
Bir kitap duruyordu yerde, cansız belinin yanında,
filiz sürüyordu bir kitap ölüsünün üstünde.

CESAR VALLEJO

” kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri ”

E. E. CUMMINGS

Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
” Yalnız ikimiz biriz ”

WALLECE STEVENS

Seviyor muyum suyu? Bilmem. Öyle yalnızlık duyuyorum ki içinde, soğuksa.

HENRI MICHAUX

Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Toprağın altındaki
o şarap mahzenisin
bir çocuğun yalnayak
girip de
sonra hep anımsadığı

CESARE PAVESE

Kimbilir bir daha ne zaman sokulacağız
birbirimize,
Ay aydınlatırken kuruyan lekelerini gözyaşlarımızın,
perdelerinde?

TU FU

Dereye düşen şeftali çiçeği nasıl süzülüp giderse
bilinmezliğe,
Ayrı bir dünyam var benim de, insanlardan öte.

LI PO

Oturmuş içiyoruz karşılıklı, dağ çiçeklerinin
açtığı yerde
Bir kadeh, bir kadeh daha, sonra bir kadeh daha

LI PO

Adım ne, yurdum neresi, sana ne bundan?
Soyum alçak olmuş ya da yüksek, ne çıkar?

MABEYİNCİ PAVLOS

Tarafsız olmalı tanrılar,
Yoksa tanrılık neye yarar!

RUFİNUS

Doldur kupayı, sonra çağır,
Yeniden çağır, Heliodora! diye.
Yalnız bu güzel adın yankısıyla
titresin şarap.

MELEAGROS

bilmiyorum nedir bu sende olan,
kimsenin yok
yağmurun bile, böyle küçük elleri

E. E. CUMMİNGS (1884-1963)

kendimle uzlaşmış değilim,
beni bağışlamasını beklemiyorum kimsenin,
pek çokları gözyaşı borçlu bana,
insan nasıl borçlanırsa insana.
” aşk bir buluşmadır çünkü,
her zaman gecikmiş bir buluşma ”
Cesar Vallejo öldü, dayak yiye yiye herkesten, oysa kimseyi de incitmemişti:’
koca sopalarla vurdular,

kalın urganlarla dövdüler;
tanığı Perşembeler, kollarında kemikler, yalnızlık, yağmurlar, yolar

Cesar Vallejo (1895 1937)

Demek «biricik sevgili »nim ben senin.
Öyle diyor gözyaşların, titreyen elin.
Herkes gibi kıskanıyorsun, istediğini bilen
Bir aşığın öpüşleri, öpüşlerin.
Gene de anlıyamıyorum bir türlü,
«işte seninim, gel, beni al» desem, Homurdanıp öksürüp bir başka güne bırakıyorsun.
Aşık mısın, milletvekili mi, hemşerim?

PHİLODEMOS (i. Ö. 110 – 40/45)

Git, dünkü de olsa, onun kokusuyla esrik çiçekleri getir de,
Anısını takınayım üstüme.
Bak, nasıl ağlıyor sevgi gülü,
Kollarımda değil de, başka yerlerde diye.

Meleagros (i.ö 140-70)

Bu suçsuz, şu kahraman
Diye bakmıyor zaman,
Hafta bile geçmeden
Bıkıyor bir güzelden,

Yalnız dile tapıyor;
Dili yaşatan kişi
Korksa da. övünse de,
Bağışlıyor, sayıyor.

Ozan, doğrudan şaşma
Üstüne çökse de gece,
Susturulmaz sesinle
Yönelt bizi sevince.

Şiirinle işleyip
Bağa çevir sövgüyü,
Acıyla coşup şakı
insan yenilgisini;

Yüreğin çöllerinde
Can veren suyu çağlat,
Günlerin zindanında
İnsana övmeyi öğret.
Wystan Hugh Auden

bilmiyorum nedir bu sende olan,
kimsenin yok
yağmurun bile, böyle küçük elleri

E. E. CUMMİNGS (1884-1963)

kendimle uzlaşmış değilim,
beni bağışlamasını beklemiyorum kimsenin,
pek çokları gözyaşı borçlu bana,
insan nasıl borçlanırsa insana.

SALVATORE QUASIMODO (1901)

Açılması güç bir kilit gibi çatık kaşların.
Her gece, gölgesi gelir diye düşümde,
Yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın

LI PO (701 762)

BOŞ YÜCELİKLER
Adım ne, yurdum neresi, sana ne bundan?
Soyum alçak olmuş ya da yüksek, ne çıkar?
Belki herkesten yüce biriydim,
Belki de bir hiç – n’olacak şimdi?
Yabancı, bil ki gördüğün bir mezar,
İçinde kim yatsa, cansız yatar.

MABEYİNCİ PAVLOS (İ. S. VI. yüzyıl)

Dinliyorsun.
Nerdeyse bir şey demiyor sana duydukların.
Bir düşünce parlıyor durgun yüzünde,
gizliyor arkana vuran deniz ışıltısını.
Bir sessizliği var yüzünün,boğuk,
içe işleyen,olup düşen yemişleri ezercesine
eski acıların özünü süzen,içinden.
Seni. Yalnız ikimiz alıp verebiliriz
Verecek neyimiz varsa birbirimize.
Yalnız ikimiz biriz, ne seninle gece,

Ne geceyle ben; seninle ben, yalnız,
Yapayalnız, o denli birbirimizle,
Delice ötesinde, bilinen yalnız olmaların.

(bilmiyorum nedir bu sende olan, bu kapayan ve açan; yalnız anlıyor içimde birşey gözlerinin sesini güllerden derin olan)
kimsenin yok, yağmurun bile, böyle küçük elleri.
Ah bütün göstergeler birleşiyor işte
Öldüğü günün soğuk, karanlık bir gün olduğunda
UZAK BİR ÜLKEDEN YAZIYORUM SİZE
Burada, diyor, yalnız ayda bir görüyoruz güneşi, o da pek kısa bir süre için. Gözlerini ovuşturuyorsun günlerce önceden. Ama boşuna. Değişmiyor hava. Saati gelmeden görünmüyor güneş.

Sonra yapılacak sürüyle iş var aydınlık kaldıkça, öyle ki birbirimize bakacak zaman bulamıyoruz bu yüzden.

Tatsız olan, geceleri çalımak gerektiğinde, ki gerekiyor, durmadan cücelerin doğması.

YALNIZ
Bir şahin dolanıyor göklerde.
Suyun yüzünde iki ak martı.
Savrularla yükselip,
Ne kolay süzülüp avlamak
Akıntıya kapılan şaşkın kuşları.
Çiğlerin parladığı otlarda,
Avını bekliyor örümcek ağı.
Doğada olup biten de
Benziyor insanların işine.
Yalnız başıma durmuşum
Binlerce acının içinde.
İNSANLARDAN ÖTE
Neden oturuyormuşum yeşil dağda, bunu soruyorsun;
Susup gülümsüyorum, hiçbir şey umurumda değil
çünkü.
Dereye düşen şeftali çiçeği nasıl süzülüp giderse
bilinmezliğe,
Ayrı bir dünyam var benim de, insanlardan öte.
YAKINMA
Demek «biricik sevgili »nim ben senin.
Öyle diyor gözyaşlarm, titreyen elin.
Herkes gibi kıskanıyorsun, istediğini bilen
Bir aşığın öpüşleri, öpüşlerin.
Gene de anlıyamıyonım bir türlü,«işte şeninim, gel, beni al» desem,
Homurdanıp öksürüp bir başka güne
bırakıyorsun.
Aşık mısın, milletvekili mi, hemşerim?
Hiç uyarmadan
Kasırga nasıl sökerse
meşeleri kökünden
öyle sarsıyor yüreğimi aşk
Böyle olmasaydı, diyeceğiz; böyle söylenir hep.
Ama çözülsün daha iyi, yaşamlarımız birbirinden,
Kendini savrulara bırakmış, ışıklarla ıslak,
Rotaları çizili iki koca gemi, nasıl kopup
Uzaklaşırlarsa el sallayıp bir limandan,
El sallayıp nasıl kaybolurlarsa gözden.
Her türkü
sessizliğidir
aşkın.

Her yıldız
sessizliği
zamanın.
Zamanın
bir düğümü.

Ve her ah
sessizliği
çığlığın.

Alın beni de götürün, ne olur,
esrikliğin anıları unutturduğu yere;
korkuyorum, yıkıntımla yüzyüze
kalmaktan korkuyorum!
Kendi türkülerinden habersiz gece,
Ben nasıl bensem, o da öyle o:
Bunu anlayınca en iyi anlıyorum kendimi,

Seni. Yalnız ikimiz alıp verebiliriz
Verecek neyimiz varsa birbirimize.
Yalnız ikimiz biriz, ne seninle gece,

Ne geceyle ben; seninle ben, yalnız,
Yapayalnız, o denli birbirimizle,
Delice ötesinde, bilinen yalnız olmaların.

Gece arkamıza düşen karanlık sade,
Sonuna dek yalansız
Birbirimize yansıttığımız solgun ışıkta.

Sis bastırmış iyice, sular yükselmiş;
Yolu yok haber salmanın, mektup iletmenin.
Sadece ay – bulutlar ötesinde, mavi gökte –
Parlıyor üzerlerinde uzak sevgililerin.
Bütün gün aklımda bu, neye baksam
Yürek dayanamıyor.
Açılması güç bir kilit gibi çatık kaşlarım.
Her gece, gölgesi gelir diye düşümde,
Yarısını ona ayırıyorum üstümdeki yorganın
Git, dünkü de olsa, onun kokusuyla esrik
çiçekleri getir de,
Anısını takınayım üstüme.
Bak, nasıl ağlıyor sevgi gülü,
Kollarımda değil de, başka yerlerde diye.
Yağışını
birlikte seyrettiğimiz kar
bu yıl gene yağdı mı?
İnsanlar iyi yürekli, ama neye yarar?

Okaliptüslerin kokusu sarıyor her yanımızı: iyilik,
sessizlik, ama her şeye karşı koruyamaz bu bizi,
yoksa sizce bu bizi gerçekten her şeye karşı koruyabilir mi?

İşliyor içime acı

damla
damla

Yorulduklarında

Kalın, koyu uykusunu
yağdırdı gece
gözlerinin üstüne

Akşam yıldızı

En güzeli
bütün
yıldızların

Oklarını bize atarken, Eros,
ikimizi de yüreğimizden vur.
Tarafsız olmalı tanrılar,
Yoksa tanrılık neye yarar!
Her türkü
sessizliğidir
aşkın.
Her yıldız
sessizliği
zamanın.
Zamanın
bir düğümü.
Ve her ah
sessizliği
çığlığın.
Deniz
gülümsüyor uzaktan.
Dişleri köpükten,
dudakları gök.
Yüzyıllık ağaçların solan
yapraklarını savuran
kasırgaları gökyüzünün,
alın beni de götürün!
Okaliptüslerin kokusu sarıyor her yanımızı: iyilik,
sessizlik, ama her şeye karşı koruyamaz bu bizi,
yoksa sizce bu bizi gerçekten her şeye karşı koruyabilir mi?
Toprağın altındaki
o şarap mahzenisin
bir çocuğun yalnayak
girip de
sonra hep anımsadığı.
O karanlık odasın
İnsanın hep anımsadığı,
o eski avluda günün
birden ağarıverdiği.
Aydınlık bir bahçe, alçak duvarlı,
kurumuş otlardan, güneşten toprağı usulca
kavrulan. Bir parıltı denizlerin tadında.
Soluyorsun bu otları. Ellerin saçlarında
silkiyorsun anılarını.
Dudak dudağa yatıyorduk,
Parmaklarıma dolanıyordu çıplak memeleri,
Boynunun gümüş ovasında dörtnalaydı coşkum,
birden herşey bitti.
Artık yatağına almıyor beni. Yarısını
aşka adamış gövdesinin,
Yarısını usluluğa arada ölen benim.
Oklarını bize atarken, Eros,
İkimizi de yüreğimizden vur.
Tar af sız olmalı tanrılar,
Yoksa tanrılık neye yarar!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir