Odisseus Elitis kitaplarından Çılgın Nar Ağacı kitap alıntıları sizlerle…
Çılgın Nar Ağacı Kitap Alıntıları
&“&”
değiştirilmeyecektir
oralarda
Yılmadan rüzgar üstü
Evlat edinmek isterdim seni
Sonra da İonia’da okula göndermek
Pelinlerle mandalinaları öğrenmek için
..
On üç yaşındaki küçük yeşil deniz
Boynunda beyaz yakan başında kurdelenle
İzmir’e girmeni isterdim penceremden
gizli oyuklarına.
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz
diye –
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi
ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.
Kadınlarımız, güneşlerimiz, köpeklerimizle
Oynadık, türküler söyledik, su içtik
Çağlardan kaynıyormuşcasına serin
…
Geceleyin ateş yaktık
Ve türküler söyledik çevresinde:
Ateş, güzel ateş, kütüklere acıma
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
bize hayatı anlat.
Bir yıldız donanması demir atıyor kalbimin limanına
kızların düşlerinden
nane ve fesleğen kokulu tozlar!
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Bana duymayı öğretti rüzgargülleri
Geceleri eritip tersyüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuş saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi
Ardından bir ezgi sardı havayı
Sevgilisi
Büyücüsü yabancı seslerin
Uçsuz bucaksız gökte nasıl doğarsa
Yıldız parıltısı gibi arı duygu.
Bütün parmaklar
Sessizliği
Düşlerin açık penceresi dışında
Bir giz
Açıklanıyor yavaş yavaş
Ve renk gibi yıldızlara yöneliyor!
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.
Bana duymayı öğretti rüzgargülleri
Geceleri eritip tersyüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuş saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi.
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz diye
Onlar hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
(#elitis , #Yıldönümü)
Fırtınanın taradığı saçlarında kayaların tehlikeleri içinde
Elveda diyeceksin çözümsüz bilmecene
(#elitis , #Yönelimler, 1940)
Bana dünyayı öğretti rüzgargülleri
Gecelei eritip tersyüz ediyorum sevinçleri
Bir güvercinliği açıp unutuşu saçıyorum
Ve çıkıp gidiyorum arka kapısından göğün
Hiçbir şey söylemeden bakışlarımla
Saçlarına karanfil gizleyen
Bir çocuk gibi
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Hiçbir şey söylemeden…
Tutuşturarak yıldızdan yıldıza
Gizli gökleri, o zaman
Yaşayacaktır her yerde her zaman…
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Serin alevli yaprakların mendilini sallayan,
Doğum sancısı içinde bin bir geminin,
Bin bir kere yükselip alçalan dalgaları
Bilinmedik kıyılara uzanan bir denizdeymiş gibi,
Söyleyin,o çılgın nar ağacı mı,havanın saydamlığında donanıp gıcırdayan?
Yeni bir yol bulsun kendine
Onurundan bir şey yitirmek istemiyorsa eğer
Yeryüzündeki yurdu karardığında göre;
Ya da toprak ve suyla yeniden başka bir yerde
Söyleyin güneşe yeni bir yol bulsun kendine
Bakmasın yüzüne bir papatyanın bile
Söyleyin papatyaya yeni bir erdemlikle açsın
Ona yaraşmayan parmaklarla kirlenmesin diye!"
Ve hangi ateşten yaratılmışız biz
Salt sis gibi görünsek de
Bizi taşa tutsalar ve başlarımız bulutlarda
Yürüyoruz diye şuçlasalar da
Bir Tanrı bilir
Nasıl geçer günlerimiz, gecelerimiz.
Gel birlikte gidelim, dostum, varsın taşlasınlar bizi,
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz
Diye
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi
Ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi."
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
Bize hayatı anlat
Hayatı anlatan biziz elinden tutup
Onun gözlerine bakarız, o da karşılık verir
Bakışlarımıza
Bu bizim başımızı döndüren mıknatıssa, bunu biliriz
Bize acı veren şey kötüyse, bunu duymuşuzdur
Hayatı anlatan biziz, yürür gideriz
Ve veda ederiz hayatın göçebe kuşlarına.
Biz kendimiz söyleriz güneşin yazıgısını: bu da bu
Bir yıldız donanması demir atıyor kalbimin limanına
Suya adanmış taş
Adalardan daha uzak
Dalgalardan daha alçak
Benim ışık ağacım diye kekeledim kendi kendime
Ve koştum sen şimdi gereklisin bana artık adımı bile yitirdiğim şu anda
Artık kimsenin bülbüllerin yasını tutmadığı
Herkesin şiirler yazdığı şu anda ..,"
Daha mavi bir ad yazsalar ufuklarına..,"
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Dolanıp bir yerde ulaşır denize.
Hatta güneş ve dalgalar bile ancak acı ve sürgün
dönemlerinde çözebildiğin heceli yazıdır
Onlara arka çıkacak ateşleri, soğuk suları,
Kuzulu, şaraplı, silahlı sesli, sopalı ve tahta haçlı
geçmişleri yoktu
Meşeden ve deli rüzgârdan dedeleri yoktu
Nöbette on sekiz gün on sekiz gece
Acılı gözlerle.
Bir kara buluta karıştılar – onlara arka çıkacak
Kundakçı tanrıları yoktu, gemici babaları,
Kendi elleriyle canlarına kıymış anaları,
Çıplak memeleriyle raksederek kendilerini
Ölümün özgürlüğüne vermiş nineleri yoktu!
bilinmezliğini
Bir yıldız donanması demir atıyor kalbimin limanına
Ey nöbetçi, akşam yıldızı, kayalık tepelerinden ben
Günün doğuşunu bildirirken beni düşleyen
Bir adanın üzerinde esen gök mavisi meltemin
Yanı başında parıldayasın diye sen
İkiz gözlerim yelken açtırıyor sana kalbimin
Gerçek yıldızıyla sarmaş dolaş; artık tanımıyorum
geceyi.
için doğmuşum ben
Gökyüzü benim tımarım, yeniden yerleşmek
istediğim yer orası
cezalandırdılar beni.
deniz kabuklarında görülen. Demek ki sık sık deniz
kıyısında yürümüş tek başına, aşkın acısı ve
rüzgârın uğultusuyla.
Yarın, yarın, diyorlar, Göğün Doğuşu!
Sessiz saçlarında artık esmeyen bir meltem,
Sol kulağında unutulmanın ince bir dalı
Kuşların birden uçup gittiği bahçeye benziyor
Karanlıkta susturulan bir türküye benziyor
Kirpikleri tam Hoşça kalın, çocuklar" derken
Ve şaşkınlığın taşa dönüştüğü anda duran
Bir meleğin saatine benziyor…
Uzanmış yatıyor yanık savaş giysileriyle.
Kara yüzyıllar çevresinde
Uluyor korkunç sessizliğe köpeklerin iskeletleriyle
Ve yeniden taş güvercinlere dönüşen saatler
Kulak kesilmiş dinliyorlar;
Oysa gülüşler kavrulmuş, oysa toprak sağırlaşmıştı,
Oysa hiç kimse duymamıştı onun son çığlığını
Ve onun son çığlığıyla tüm evren boşalmıştı.
Demir eritip toprağı çiğnediler
Barut ve katır derisi kokuyordu tanrıları!
Göğün her gürleyişi rüzgâra binmiş bir ölümdü
Göğün her gürleyişi ölüme gülümseyen
Bir insan – varsın diyeceğini desin kader.
Ve bir zamanlar tek yalnızlığın ışıdığı yerde
Düşlediğin güzel bir kent gülümser
Varsın suçlasınlar başlarımız bulutlarda yürüyoruz diye
Onlar ki hiç anlamamışlardır,
Bizim hangi demir, hangi taş, hangi kan ve hangi ateşle
Yapılar ve düşler kurup türküler söylediğimizi.
Ateş, güzel ateş, yanıp kül olma
Ateş, güzel ateş, yak bizi
bize hayatı anlat
Ve uzun uzun gözlerine baktık birbirimizin
Bir kelebek havalandı yüreklerimizden
Düşlerimizin ucundaki küçük daldan
Keyifle şişen tahta
Rüzgârlar, yalınayak rüzgârlar
Sağır sokaklarda
Taşlı yokuşlar
Dilsizi, delisi
Yarım kalmış umudu.
Güneş bir umut canavarı gibi başında duruyor,
Ve sen ona daha yakın bir sevgiye sarılmışsın
Dudaklarında acı bir fırtına tadı.
Yorulmayan kirpikler
Bir hıçkırık bulamadan yanıyor sızı
Dengeye kavuşmadan çöküyor yıkım
Ölümün kapısındaki pusu
Yazgının eteğine eklenmiş karışık desenlerde
Yok olup giden düşünce gibi
Mavi
Kırmızı
Sarı
Açık kolları düşlerle doldu
Dingin saçları rüzgârla
Gözleri sessizlikle
Gerçek gibi
Bedelini ödüyor
Özlemimin
Gizli orak biçimli ayın altında
Tek başına parladığı
Gecenin kıyısında.
Sevdalı bir adamım aradığı tek şey ah kendisinde olmayan
Kumlarda silinip gidecek acı bir çizgi –
deniz kabuklarında görülen.Demek ki sık sık deniz kıyısında yürümüş tek başına,aşkın acısı ve rüzgarın uğultusuyla…
Özgürlük.