Muhammed İkbal kitaplarından Cavidname kitap alıntıları sizlerle…
Cavidname Kitap Alıntıları
Kalpte ölmek der; dedim ki Zikri terk!
#CihanDost
Rabbe ait olana bizim’ dediği için !
1010 Su ve topraktan çıkan kul kendi şişesini kendi tasıyla kırdı.
İnsan, dünyada vaki olan bütün felaketlerin mes’ulüdür; Allah’ın buyurduklarına değil, şeytanın iğasına kulak astığı için dünyayı bu duruma düşürmüştür.
Ateşin üstünde gezmektir hayat!
Bir güzellik ner’ye dek yapsın sefer?
Kim güzeldir dünyada mazlum demek
Hem güzel mazlum ve hem mahkum demek!
Vay o din, atmış seni dalgınlığa!
Din sihir, efsûn mudur hem din nedir?
Hap mıdır, afyon mudur, bilmem nedir?
Göz de kördür oysa görmek bahşeder!
Hem de emperyalizm, maksat nedir?
Sal nifâk, böl, parçalansın gâyedir!
Yeni şeyler düşünüp sen, yeniden kalkmalısın!
Ben sabırsız, göz diler hep görmeyi
Söyledim hep: Güçsüzüm ben görmeye,
Cümle âlemler görünmezdir niye?
Doğru bak gör, Zühre etrafındayız.
Sığmayan âlem de, bir âdem idi!
Kalpte ölmek der dedim ki: Zikri terk!
Gördüğün neymiş susan toprakta da?
Zühre’dir gördün, erirsin öyle mi?
Kalbi, Babil kuyusuna attın mı ki?
Aşkın köşkü uykusuz gönül olur
İlim aşktan nasibini almadıkça
Görevin ne? Düşünceye sahne olmaktan başka
Sâmirî’nin büyüsüdür bu tiyatro sahnesi
Rûhu’l-Kuds’süz ilim büyücülük değil mi?
Göz de kördür oysa, görmek bahşeder!
Hem de emperyalizim, maksat nedir?
Sal nifak, böl, parçalansın gayedir!
İnsanın kıymet ve imkânları o kadar büyüktür ki o, bu âleme sığmaz; Hâlbuki o âlemleri araştıra araştıra görebilir, onları tamamen benimseyebilir. Çünkü kendisi, eski tasavvurlara göre, bir mikrokosmos, küçük bir âlemdir ki, kendi içinde büyük âlemin bütün mümkünatını, bütün teferruatını taşıyor. İkbal bu fikre, Mesnevî’de anlatılan bir hikâyeye dayanarak, Esrar-ı Hudî de (xıv) klâsik şeklini vermiştir: Peygamber Muhammed, çocukken bir defa kaybolmuş; telâşlanan dadısı Halime’yi teselli etmek için ilâhî bir nida gelmiş:
MERAK ETME, O, SENDEN KAYBOLMAYACAK;
BİLÂKİS, BÜTÜN DÜNYA ONDA KAYBOLACAKTIR!
Yani, hilâfet sıfatını en mükemmel şekilde gösteren insan-ı kâmil, bütün dünyadan daha geniştir.
Garp, dünyada kalıp Haktan kaçmıştır.
ikbal’in bu beyti haklı olarak çok şöhret bulmuştur. O, Garp ve Şarkın durumuna dair yaptığı tenkidlerin en kısa ve en vecizidir. Gerçekten meselenin nazik noktasına dokunuyor: Şark, yanlış anladığı bir mistisizmin uyutucu tesiri ve ağır, sabit bir ananenin yükü altında dünyadaki vazifesini unutmuş, Hint ârifleri gibi halvete çekilmiştir; Garp ise, son asrın tekniği yüzünden fazlasıyla maddîleşmiş, Allah’tan uzaklaşmıştır.
Bu, biraz şematik bir hüküm olabilir ama yine iki tarafın maruz kaldığı tehlikeyi gösteriyor: Şarkın, ilimden ve teknikten uzak kalan aşk rüyası; Garbın, aşk ve suzişi unutan teknokratisi. İkisi ancak, beraber çalışmak suretiyle bu hastalıklarının çaresini bulabilirler.
Sizin İslâm anlayışınız, belki bambaşka bir şeydir; çünkü sizin için fakr ve ruhbaniyet aynı şeydir. Zahidin infiali, fakrın ruhuna tamamen zıttır; çünkü fakirin kayığı tamamen tufandır. Müslümanlar bu ruhanî sıfatı kaybettikleri için hem Salmanlıktan hem de Süleymanlıktan mahrum kalmışlardır.
Yani:
fakr denilen şey zühdle karıştırılmamalıdır; zühd dünyadan vazgeçip tam bir infiale getiren bir haldir (bu, ikbal’in, şahsî kanaatidir); fakr ise, insanı büyük hareketlere getiriyor. Müslüman dünyası ikisini karıştırmıştır; bunun için hem Salman-ı Pâk’in şahsiyetinde temsil edilen hakikî Müslüman ülküsün hem de Süleyman’da temessül eden dünyevî saltanatı kaybetmiştir. Bugünkü İslâm dünyasında ne iftihar edilmeğe lâyık olan bir fakr, ne de hükümdarların ihtişamı kalmıştır.
Fakr meselesine dair çok güzel malûmat Ritter’in Das Meer der Seele adlı büyük eserinde bulunmaktadır (bilhassa s. 107 f.)
İnsanoğlu bir türlü sığamaz bu dünyaya!
İçte, hem dışlarda, tek söz sahibi
Dert ciğerden bile gizlenir!
Âlem nedir? İnsan nedir? Nedir Hak?”
Bana söz ve amelde istikrar ver, yol mukimdir ama, yürüyüş ver.
Şu söylediklerim başka bir alemden; bu kitap başka bir göktendir.
Ben bir deryayım, dalgalanmamak benim için bir hatadır. Benim derinliklerimi bilen nerededir?
İnsanoğlu bir türlü sığamaz bu dünyaya!
Ay, güneş, Cibril ve insanlar buyuz
Hürde Cennet, durmadan gezmek ile
Aşk, akıl, bir yerde birlik olsa ya
Başka âlemlerde ressam olmada!
İçte, hem dışlarda, tek söz sahibi
İç yapım, anlar olan yok ortada!
Bekle de gör nedir akibetin?
Zenginin gözünde pek yaş görmedim.
Yaşam ,yoklukta huzur bulmak mı?
Bahset biraz şiirin anlamından!
Kumru bir avuç kül, bülbül renk kafesi
Hey inleyiş ! Yanmış ciğerin nedir alameti?
akıl mehcuriyet, din mecburiyettir.
aşkın yuvası ise, uyumayan kalptir.
İnsan, aklın zincirlerinden vazgeçip Mecnunun haline gelir ki, durmadan çöl ve dağlarda sevgili Leyla’sını aradı: bu sembol, mutasavvıflar tarafından sayısız defalar ilahi maşukunu arayan kalbin bir misali olarak kullanılmıştır.
O gün ki, onun sabahının ne öğlesi ne akşamı var!
İnsan için, serili olmayan zamana erişmek en yüksek maksatlardan biridir. Aşık ve ârif, bir an için bu mutlak zamana kavuşabilir. Bergsonun intuition mefhumu, kalbin Mutlak Olanla temas edip bir ilham anında bütün hakikati birden tutması (bk.Enver s. 20) burada her türlü mistisizmin gayesiyle birleşiyor:
Büyük Alman mistik şairi Aengelus Silesius bunu bir beytinde pek isabetli beyan etmiştir:
lch selbst bin Ewigkeit, wenn ich die Zeit verlasse
Und mich in Gott und Gott in mich zusamenfasse,
(Zamanı terkederek kendimi Allah’ta, Allah’ı kendimde toplayınca ben kendim ebediyet olurum).
Bu an, İkbal’in, çok defa ileri sürdüğü bir hadîsteli ma’a Allah’ı vakt (Benim Allah’la bir vaktim var) şeklinde ifade edilmiştir (Bk. Zurvan bahsi, s. 48) bu vakitte insanla Allah arasında ne mekân ne zaman, ne melek bulunmaktadır. Şair, bütün hayatını değiştiren bu iç tecrübeye tekrar ve tekrar davet etmiştir: Niçin, kendi vaktinden gafil olarak oturuyorsun? Hesabı, sene ve aydan olmayan zamanı bul! (Peyam s. 219). Bu sözlerle, İkbal, Mevlânâ’nın tecrübelerine iştirak ediyor: Aşk yolunda şem’ gibi yanıyorum, bütün vakitlerim bir vakit oldu. (Çelebi 218); ve daha meşhur bir parçada, Mevlânâ insana, göze görünen bu dünyevî, zamana bağlı olan güneşten vazgeçip günleri olmayan can nuruna varmayı tavsiye etmiştir (M I 120). Böyle bir iç tecrübe, insanı bütün mahdut hâllerden yükseltiyor, onu mukadderatın illet rabıtasından uzaklaştırıyor, kendi takdirinin sahibi yapıyor, hattâ bir bakımdan onu ölümden kurtarıyor. Bu daimi Şimdinin mührünü taşıyan hayat, zamanı yendiği gibi ölümü de yenmiş oluyor, çünkü ölüm dediğimiz hâl, yine zamana bağlıdır.
Ölümden evvel, dünyevî hayatın şartları olan mekân ve zamandan kurtulan insan, dünyevî ölüme de artık önem vermeyecektir, (bk. Plessner Über die Beziehung der Zeit zum Tode Eranos xx, 394 f.)
eski yunan sözü
Rızkı ve mezarını al, toprağı bırak!
İnsanoğlu bir türlü sığamaz bu dünyaya!
Vuruş gücünü sınamaktır yaşam!
Toprağı yoldaş olamaz ruh ateşinin
Alçaklığın utancıyla öl veya
ruh diyor ki:alemin genişliğine bak!
Rızkı ve mezarını al, toprağı bırak!