İçeriğe geç

Canla Bağışla Kitap Alıntıları – Senai Demirci

Senai Demirci kitaplarından Canla Bağışla kitap alıntıları sizlerle…

Canla Bağışla Kitap Alıntıları

Vermek, kendisine verildiğini bilenlerin işidir. Vermemek, kendisine verildiğini unutanların titreyişidir.
Tek dünyalı ‘gaybsız’lar ,tarlanın ekin vereceğini bilmez kentliler gibidir.Taranın ‘gayb’ına inanmazlar,görmezler.Hasat Günü’nü hesaba katmazlar.
Bakma ,öyle yabancı bir kelimeymiş gibi uzak durduğuna, kayıplarımızın hepsini kazanca dönüştüren simyadırinfak .İnfak ,kaybedişlerimizin karşılığını buldurur bize.Elimizdekileri kârla elden çıkaracağımız bir yol olur bize.İnfak,sermayemize umduğumuzdan çok fazlasıyla nemalandıracak,çoğaltacak bir müşteri kazandırır bize.
Sadece gözler değilmiş meğer körleşen, gönüller de kör olurmuş.
Daha çok.. Daha da çok.. telaşlarıyla ayaklarımızı prangalıyoruz.
Varlığının kesintiye uğrayacağı o an her daim yanı başında bekliyor seni.
Sen bile seni sevmeye geç kalmışsın.
Yürüyüşünde tabii ol, sesini alçalt. Unutma ki, seslerin en çirkini eşeklerin sesidir.
Öyleyse, dünyada işlerin tıkırında gittiği bir yeri özlemek beyhude.
Vermek, kendisine verildiğini bilenlerin işidir. Vermemek, kendisine verildiğini unutanların titreyişidir.
Ben kendi haline bırakılmış sahipsiz bir varlık mıyım? Yoksa, kendisine ikram edilen, özellikle lutfedilmek için seçilmiş, başköşede oturtulan, el üstünde tutulan onurlu bir konuk muyum?
Hiç yoktan bizi şah damarımdan bile yakın lığına layık görmüşse Allah, biz şimdi neyimizi eksik biliriz ki?
İnsanın derdi sahip olmak değil, olmaktır. Sahip olma peşinde koştururken, olma fırsatını kaçırırız.
Yüzleri dost, özleri düşmandan usandım der bilge.
Cüneyd-i Bağdadi, Efendimizin(asm) övündüğü fakr ı, çokluk-azlık üzerinden tanımlamaz: Hiçbir şeye sahip olman değildir fakr; ne kadar çok şeyin olursa olsun, hiçbir şeyin sana sahip olmamasıdır.
Öyleyse, senin derdin ölüm-kalım derdinden büyük olmalı.
Ölmeyide yaşamayıda ciddiye alma ölmekle herşeyi yitiriyor değilsin yaşamaklada her şeye sahip oluyor değilsin.
Namaz; tükenişten kaçış yolu.
İnfak için varlık zamanını beklemek, namaza başlamak için geniş zamanları beklemeye benzer.
”Hiçbir şeye sahip olman değildir fakr; ne kadar çok şeyin olursa olsun, hiçbir şeyin sana sahip olmamasıdır ”
Dünyası iki olanın yüzü birdir. Sadece bu dünyası olanın yüzü ise ikileşir.
Bir zamanlar, kimsenin görmediği sen, kimsenin görmek için köşe bucak aramadığı sen, ortalıkta görünmediğin hâlde kimsenin üzülmediği sen, şimdi, seni yoklukta Gören’i ”görmekle ” görevlendirilmişsin.
Sadece gözler değilmiş meğer körleşen, gönüller de kör olurmuş
O seni sevmeseydi, sen seni sevmeyi sana çok görüyor olacaktın.
Daha çok şey için ”benim ” dersem, daha çok ”ben ” olacağımı varsayıyorum.
Vermek, kendisine verildiğini bilenlerin işidir. Vermemek, kendisine verildiğini unutanların titreyişidir.
İyi ki kriz vardı da, bir kardeş daha bulmuştum kendime. İyi ki kriz vardı da, kardeşlerin birbirini kriz zamanı bulduğu sırrıyla buluşmuştum~~~
Candan ver.Yoksulluktan korkma.
İnfak etmek için yola çıkan herkesin önüne şeytan tuzaklar kurar. Fakirlikle korkutur. Ey insan sahip ol, sahip ol! diyerek iç denizini bulandırmaya heveslenir. O halde, infak için elinden çıkardığın her şey şeytana attığın taş gibidir. Elinden savurunca, tehlikeyi savuşturursun. Elinde tutarsan, kendini kendi ellerinle tehlikeye atmış olursun.
İnsanın derdi sahip olmak değil, olmaktır. Sahip olma peşinde koştururken, olma fırsatını kaçırırız.
İnfak, sevgi denizine şefkat oltası atmaktır.
Gecede ateş böceği gibi olan benliğini elden çıkar, gündüz güneşi gibi seni de, başkalarını da vareden Hakk’ı bul.
Sende kalan senin değildir.
Olmak istersen ilme sarıl.
Olmak istersen ilme sarıl.
Olma’nın yolu sahip olduklarını vermekten geçer.
Sende kalan senin değildir.
İnfak, sevgi denizine şefkat oltası atmaktır.
Hayatı kucaklayacağım diye peşine düştüklerin, hayatı kucağından kaçırır.
İnsanın derdi sahip olmak değil, olmaktır. Sahip olma peşinde koştururken, olma fırsatını kaçırırız.
Gönül gözü kör olan da, nimet i, Nimeti Veren in yerine koyar.
Gözü kör olan için cam ile elmas aynıdır.
Sadece gözler kör olmaz, gönüllerdeki gözler de kör olur.
İnsan insanın yurdudur
Herkes görsün diye veriyorsan, sana verilenleri ‘ben’ini büyük göstermek için harcıyorsun. Başkasına değil, kendine harcıyorsun demektir.
Verirken fakirleşmekten korkuyorsan, sana verileni sana Veren’e vermemişsin demektir. Hâlâ “Ben ettim ,ben kazandım! hesabı yapıyorsun.’Benimki’ dediklerinden eksiltmen, ‘ben’ diye sivrilttiğini törpülememiş demektir.
Ben tok olayım; başkası açlıktan ölse bana ne! Bu, zekatsızlığın sesidir.İnfaktan kaçınanlar, yetimi öksüzü gözetmeyenler, fakiri fukarayı dert etmeyenler, eylemleriyle söylerler bu cümleyi. Bencillikleri hece hece seslenir.
Seslerin en çirkini dir bu sesler.
İlk cümle faizciliğin haykırışıdır. Faizle beslenmek, Sen çalış, ben iyiyim! diye seslenmektir diğer insanlara.Faiz ödeyen, bilsin bilmesin, “Ben çalışayım, sen ye!” tezgâhında bulur kendini. Aldığı borçtan memnun değildir.Darda kaldığı için almak zorundadır. Kendi darlığının, bir başkasının keyfini genişlettiğini çok iyi bilir.Belki de eline sermaye geçirdiği ilk fırsatta, o da bir başkasını daraltarak hazlarını genişletmeyi planlamaktadır. Bir başka insan, kendisini yiyen kurt oluyorsa, o da bir başka insanı yiyecek kurt niye olmasın?

Faiz uygulaması, sermaye ile emeği karşı köşelere koyar, birbiriyle dövüştürür. Dövüşmenin galibi baştan bellidir. Faiz, emeği sermayeye ezdirir.Faiz, emekçiyi sermaye sahibine düşman eder. Faiz, sermayeyi hak ettiği değerden eder.Faiz, sermaye sahibine çalışmadan kazandırır, emekçiyi kazanmadan çalıştırır. İnsanı insanın kurdu yapar.Faiz yüzünden, emekleriyle kazananlar, sermayesiyle kazananlara kin besler, haset eder, hasım kesilir. Sınıf kavgaları ateşlenir.

Hiç görünür olmasaydın, hiç bir gözün gözdesi olmayacaktın. Görür olmasaydın, görür olmadığını bile görür olamayacaktın. Sana herkes kör olacaktı. Dahası, kör olduklarına da kör olacaklardı.
Olma-olmama kaygısını, O’nunla olma-O’nunla olmama kaygısıyla değiştirmeliyiz. O’nunla olan neyi kaybeder? O’nunla olmayan neyi kazanır?
Sahip olma-olmama yarışını, O’na şahit olma-olmama yarışına çevirmeliyiz.
O’nunla gören nasıl yoksul olur? O’nunla görmeyen nasıl zengin olabilir?
Ölüm de sahipsiz değil. Üstelik senin Sahibin olan, sana varlığı sahiplendiren O’nun elinde. Ölümü o yarattı; O’na rağmen ölüyor değilsin. Ölümü O takdir etti; O’ndan habersiz gidiyor değilsin. Ölsen bile O’nun mülkündesin. Ölümün sınanmak için. Yaşaman sınanman için. Yani ölüm de hayat da bir oyun. Bir başka gerçekliğin yüzünü aralamak için bu oyun. Kazanman yaşamaya bağlı değil, kaybetmen ölüme endeksli değil. Bir başka gerçeğin eşiğinde vasıta sadece ölüm-kalım derdi. Senin derdin ölüm-kalım derdinden büyük olmalı.
Varlık manifestosu, bizi alışık olduğumuz eksenden çıkarıp, olmamız gereken eksene yerleştiriyor. Ölüm-kalım ekseninden iyi-kötü eksenine konuşlanıyoruz birden. Soruyorum şimdi kendime. Korkularım nerede konaklıyor? Sevinçlerim hangi vadide büyüyor? Hüzünlerimin müsebbibi neler? Kayıp ve kazanç terazimin kefelerine neler koymuşum? Örneğin, yanlışa savrulmaktan şarampole yuvarlanmaktan korkar gibi korkuyor muyum? Uçuruma düşmek gibi korkunç geliyor mu bana dilimin ve nefeslerimin boş söz ve yalanların kirli kuyusuna çekilmesi? Ateşe değiyormuşum gibi yakıyor mu damağımı dudağımı gıybetler, arkadan çekiştirmeler? Her an kırılabilir buzdan zemin üzerinde yürür gibi mi yürüyorum sözlerimin üzerine basarken? Çekinmelerim kimlerden, nelerden? Çamurdan pislikten sakındığım kadar sakınıyor muyum nankörlüğün, şükürsüzlüğün kokuşmuşluğundan? Allah’ı bir bilip de, O işitmiyormuş gibi konuşmak, O bilmiyormuş gibi eylemek, O görmüyormuş gibi davranmak, sağırlaştığım, körleştiğim, cahilleştiğim zifiri karanlıkta yürüyormuşum gibi ürkütüyor mu beni?
Sorumu tekrar ediyorum: Ölüm-kalım kaygımızı neye göre ayar etmişiz? Gafilce bir sözün kulaklarımıza aniden değmesi, kulağımızdan geçen bir kurşun vınlaması kadar betimizi benzimizi attırıyor mu? Tiksinir miyiz meselâ, bir kardeşimizin bize de gıybetini dinlettirip bir başka kardeşinin ölü etini didikleyerek yemesi karşısında Namazı terk ettiği için ebediyen felç olmak üzere olan bir kardeşimizin, birden namaz için ayağa kalkmasını gördüğümüzde, bir felçlinin yürümeye başlamasını gördüğümüz kadar sevinç ve şaşkınlık yaşadık mı hiç? Namazsızları niyazsızları her gördüğümüzde, ebedî hayatının engelli ve özürlü olmasına aldırış etmemelerine bakıp da bir engelli görmüş gibi üzülüyor muyuz? Kur’ân’a uzak kalarak gözünü de gönlünü de köreltmiş kardeşlerimizin ara sıra elinden tutup ezilmesin diye yol un karşısına geçirmeye heveslendiğimiz oldu mu hiç?
Mülk O’nun olduğu halde, biz mülk kaygısındayız. Ölümü o var ettiği halde, biz yok yere yok etmeye çalışıyoruz ölümü. Hayatı o var ettiği halde, biz boş yere kendimize yüklüyoruz yaşamayı. Rızkı garanti ettiği halde rızık peşinde koşturuyoruz. Akıbetimizi garanti etmediği halde,
akıbetimiz garantiymiş gibi endişesiz ve telaşsızız.
Sadece gözler değilmiş meğer körleşen, gönüller de kör olurmuş Gözün gördüğü ölümden korkanlar, gözün gördüğü hayata tutunanlar, gönüllerinin korktuğu ölümlü amellere korkmadan yürüyorlar, gönüllerinin özlediği diri amelleri gözünü kırpmadan terk ediyorlar.
Mülk O’nun Ama kör gönlüm hâlâ daha ölüm-kalım derdinde..
İyi-kötü derdi sanki başkalarının derdi
Yaşaması bile kendinden olmayanın sahipliği ne kadar sahicidir ki?Aldığı nefesi bile ödünç olan, verdiği nefesi de emanet veren nasıl olur da sahiplik dava edebilir?
Sana diri olarak verilmiş canı infak etmekten sakınırsan, elindeki sıcak serveti elinde biriktirirsen,Allah diri(servet)ten ölü çıkarır. Servetin seni ebedi diriltecekken, ölür , üzerinde yük olur.
Gecede ateş böceği gibi olan benliğini elden çıkar, gündüz güneşi gibi seni de , başkalarını da vareden Hakk’ı bul.
Vermeye güç yetirebilirken veremiyorsan, acizsin demektir. Eşya üzerinde hükmün yok, eşya sana hükmediyor belli ki.
Olmak istersen ilme sarıl. Sahip olmak istersen mala saldır.
Hayatı kucaklayacağım diye peşine düştüklerin, hayatı kucağından kaçırır.
Mülkümüzü Mülk’le takas etmeye hazır mıyız?
-Bir Medine Hatır(as)ı
Şimdi hatırladın mı; O hatırını saymasaydı,kimse için hatırı sayılır olmayacağını? Şimdi anladın mı; O seni anmasaydı, kimsenin seni anmayacağını?
Yeryüzünde sensiz geçen süreyi bir hesapla: Milattan sonrasından sayarsan, yaklaşık 2000 yıl. Sensiz geçen o yıllarda, sensizlik kimsenin derdi değildi. Sen olmadan da işler tamam oluyordu.Seni beklemeden sofralar kuruluyordu. Senin eksikliğin mutlulukları eksiltmiyordu.Sen, kimsenin aramaya bile değer görmediği bir kayıptın.Senin kayıp olduğuna aldırmaksızın, yeryüzünde sevinçler yaşandı, keyiflere kıl kadar zarar gelmedi.
Herhalde, bir insanın kendisine yakıştıramadığı en aşağılık tavır şu olsa gerek: Sana bir şey verene, verdiği şeyle kafa tutmak. Sana bir şey ikram edene, ikram etti diye isyan etmek.
Okuduğum şey beklediğim şey olunca daha zevkli okudum. Sanki bir tohumu, kabuğu çatlamak üzereyken fotoğraflamak gibi gelir bana bu. Heyecanım artar.
Kriz olmasaydı birbirimize ihtiyacımız azalırdı. Birbirimize ihtiyacımız olmayınca, birbirimize doğru geliş gidişler biter, alıp vermeler tıkanırdı. Gözenekleri tıkanmış hücreler gibi, kendi başına büyüyen, diğerlerinin zararıyla kar eden, komşusunu aç bırakıp da doyan kanserli hücreler gibi büyür, başıbozuk tümör lere dönüşürdük. Birimizi diğerine karşı müşfik, yardımsever, feragatli, cömert, kerim,muhsin,lütufkâr eyleyecek alışkanlıkların hepsi kesilirdi. Böylece yeryüzü iyilik üretilen bir harman yeri olmaktan çıkardı.
Kıtlık olmayacak olmasaydı, ne Yusuf’u zindana atıp unutanlar o rüyayı görecekti, ne rüyayı yormak için Yusuf’u arayacaklardı, ne de Yusuf zindandan çıkıp gün yüzü görebilecekti. Kriz, uykusunu uyanıklık sananları uyanıklığından uyandırdı,Yusuf’a körleşmişlerin gözlerini Yusuf yüzlüye açtı.

Kriz olmasaydı ne Yusuf’un zina dan kaçıp zindan a razı oluşu -Züleyha’nın itirafıyla- açığa çıkacaktı, ne de Yusuf’un gömleği kardeşleriyle babasına gidip Yakub’un(as) gözleri açılacaktı. Kriz, hem iftira perdesini yırttı,hem umut penceresini açtı.

Kriz olmasaydı, Yusuf’a tuzak kuran kardeşlerinin ayakları Mısır’da hazırlanmış tanelerin tuzağına dolanmayacaktı, İstiğfar ve af dileme yolları hep kapalı kalacaktı. Kriz, bizi tuzak kuranların en hayırlısı Rabb-i Rahimimizle tanıştırdı.
Öyle ya; kıtlık olmasaydı, Yusuf’u kuyuya atıp unutan kardeşleri ne Mısır’a varacaklardı ne kötülük ettikleri Yusuf’u kendilerine iyilik ederken bulacaklardı. Kıtlık, kardeşleri hem Yusuf’un yitik yüzüyle hem nefislerinin kötülüğü isteyen yüzüyle yüzleştirmişti.
Yıllarca içimde biriktirdiğim Hayır larımın hayırsız çığlığına Hayır! dediğim gündü o gün.
Yusuf, kardeşlerini kriz zamanında buldu

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir