İçeriğe geç

Cam Irmağı Taş Gemi Kitap Alıntıları – Nazan Bekiroğlu

Nazan Bekiroğlu kitaplarından Cam Irmağı Taş Gemi kitap alıntıları sizlerle…

Cam Irmağı Taş Gemi Kitap Alıntıları

Cümleyi herkes söyleyebilir, hissi herkes hissedebilir. Ama dağınık kalırsa bunların bir kıymeti yok. Parça güzelliği herkese göredir. Kıymet, dağınıklığı aşıp tutarlı bütünü kurabilme yeteneğinde. Bilimi bilim, sanatı sanat, düşünceyi düşünce kılan temel ilke, bir bütün kurabilmekte.
Tamam. Uzak ülkedeymişim. Sakinmişim. Sessizmişim. Su altı bahçelerindeymişim. Bir yosunmuşum bir o yana bir bu yana. Dünyalar kopsa kimin umurunda?
Halimin özeti, taşıyamadığımdan kaçışım dır benim. Şimdensonra bir rüyadayım ben. Rüya gerçeğin sılası. Başka türlü nasıl tahammül edilir gerçeğe, bilmiyorum ki ben.
Kanım hacmini, nabzım haddini, zihnim tahammülünü aştı. Akla sığması gerekiyordu olan şeyin. Aklım almadı. Halim bu dünyanın hallerine sığmadı.
Her duygunun, her oluşun, her tadın refakatinde. Nefes alıyorken ve veriyorken. Uyanıkken ve uyuyorken. En fazla da uyuyamıyorken. Şimdi bana her şey acı yeşil keskin kezzap kokusu.
Değil mi ki kimi taş gemi oldum cam ırmakların üzerinde yüzmeye kalkıştım; kimi cam ırmak oldum taş gemilerin bağrımda yüzmesine alıştım. Ama her halde de sadece cam ırmağın değil taş geminin de kırıldığma tanığım.
Netice: Cam ırmağında taş gemi yüzdürmeyi bir türlü başaramadım.
Ona aşkın, bu dünyadan olmayan bir zamanda, bütün ruhların toplandığı mekânda, ruhun, sözleştiği ve seviştiği tanışını bu dünyada hatırlaması olduğunu anlattı. Ama, dedi biri, hesapta ruhun, tanışını bu dünyada hiç bulamaması, ona rastlayamaması var. Diğeri, buldum zannedip de yanılmak var, diye ekledi. Bulup da tanıyamamak var, dedi biri. Ve ki bulup da onun tarafından hatırlanmamak var, diye tamamladı diğeri.
Aşk vardı.
Yaşanma ihtimali sonsuz kere tıkanmış ama bir kez söze dökülünce de önü tümden açılmış bir akışa kendilerini bıraktıklarında, düşünmek gibi bahsetmek de suç olmaktan çıktı.
Cam, sert ve kırılgan da olmalıydı, biri olmazsa camın camlığı eksik kalırdı. Kırılıyordu, demek kalbi vardı ama bir kez kırılınca bir daha toplanmıyordu. Toplansa bile bir daha asla eskisi gibi olmuyordu ve kalp bu yüzden en fazla da cama benziyordu.
Bağrına taş basması gerektiğini, el yordamıyla bildi. Kendisini onun serinliğine, içindeki kara sevdayı taşa verdi. Her acı, bir öz armağan etmiyor imana; asıl a ulaşmak değildi onunkisi, yaşarken surete döndü, kendisini geçti.
Geriye bir tek cümle kaldı:

Gördüğümü ve bildiğimi şu an hatırlamıyorsam, ne olduğumu bilmiyorsam, ey saf bilinç, ben bilmekten vazgeçtim artık, sen bil benim yerime.

Kaderin suali yok sadece sonucu var.
Bir aşk duası döküldü sadece dudaklarından: Her şey sen nasıl istersen öyle olsun. O’nun dediği olur, diyorsun, öyle olsun. Senin Tanrı’nın istediği gibi oluyorsa her şey, O’nun istediği olsun. Yeter ki al şu kalbimi, bana ağır geliyor, senin olsun.
Suya bir kez kanmış olmak, bir dahi susamamak anlamına gelmediğinden değil. Suyu tanıyan pınarı merak etmeyi aklettiğinden ve ten, cana tek başına yetmediğinden;
Aşkın tek lisanı, yaşanmak. Bıraktı kendini. Kuru toprağın üzerinde cennet atlarının nal sesleri. Yeleleri rüzgârlarda savruldu. Kalp kalbe, diz dize, nefes nefese geldi dayandı. İki nefes. İki kıyamet. Kelimesi yok. Cümlesi yok. Harfi yok. Hecesi yok. Hali var kelâmı yok.
Ben de her erkek kadarım. Ne bir eksik ne bir fazla. Ey benim anlamsız yaşamımı aşkıyla onurlandıran güzel sevgilim, artık esirgeme kendini, sev beni.
Kaldır gözlerini, bir bak bana, ne haldeyim. Öfkelen, sitem et, bağır çağır ama böyle taş gibi durma, ne olursun.
İnsan beyni günde elli binden daha fazla düşünce üretmek zorunda olmasına rağmen piyasada niçin bu kadar aptal var?Çünkü beynin sana günde elli binden fazla düşünce üretmek zorundasın demiş ama aynı düşünceyi tekrar tekrar üretmek yasaktır dememiş!
Bir şeye hayat vermeye kalkışan, Onun içinde yaşamayı göze almalı.
Ne kadar abesti aşkın yüzü.
Dahası, ne kadar çok yüzü vardı. Aşkın bir yüzü, iki yüzü. Aşkın yüzsüzlüğü.
Her şey eskisi gibi olabilir belki. Küçük bir kapıyı açık bıraktı.
Olmadı. O da kendiliğinden kapandı.
Değmezmiş, diyebilseydi (değmezmiş, diyebildi).
Tanrım, diyebilseydi {Tanrım, dedi), Tanrım değmeyende oyalama beni.
.
Bir şeye hayat vermeye kalkışan, Onun içinde yaşamayı göze almalı.
.
Peki, zaman her acının ilâcı değil miydi?
Gözden ırak olan gönülden de ırak olmuyor muydu?
Aşk bile olsa her şey, eninde sonunda bitmiyor muydu?
Bitmiyordu.
Bir adım sonrası ölüm.
Ölünmüyordu. Sürüp gidiyordu.
Bir şeye hayat vermeye kalkışan, Onun içinde yaşamayı göze almalı.
.
Çığlığımı tuttum önce, damarlarımda kezzap dolaşıyor sanıyordum.
Öyle saldım ki sonunda, ama gecenin boşluğuna değil, kendi içime.
Çok ağır geldim kendime.
.
.
Ve bazı yaraların tamiri ne kadar özenle yapılmış olsa da kan, dışarıya mutlaka sızardı.
.
.
Onun harflerine, kelimelerine, cümlelerine olmayan bir değeri yüklemedim ben. Sadece onların değerini bildim.
.
Keşke bitenin neye bittiğini anlasaydı. Ölü bir balık gibi böyle, kıyıya vurup durmasaydı.
Bir uçurumdan düşüp öylece hareketsiz kalmış gibi.
Dünya aniden bitmiş, bundan sonrası ölüm gibi.
Ölmedi. Bundan sonrasını da yaşadı.
Bundan sonrası?
Taşıdı. Taşıdıkça ağırlaştı.
Olan olmuştu bir bunu anladı.
Nedeni nasılı yok bunun, kimse merak etmesin. Değil mi ki, her şeyle her şey arasında incecik bir çizgi.
Sadece bir yol kıvrımı. Sapak noktası.
Bir an. İnanç bir an. Dönüş bir an. Fark ediş bir an.
.
Kırılıyordu, demek kalbi vardı ama bir kez kırılınca bir daha toplanmıyordu. Toplansa bile bir daha asla eskisi gibi olmuyordu ve kalp bu yüzden en fazla da cama benziyordu.
.
Dili, bilindik kelimelerden çok farklı olsa da aşk, doğası icabı gizli kalamayan bir şeydi.
Elif karanlıkta oturuyordu.
Bir Be bulsa, açılacaktı yolu.
Ama sırdı Be.
Elif sırrın varlığını bile bilmiyordu.
Oysa gelmesi gerekiyordu Be’nin geleneksel metinlere göre. Gelmesi ve ayağına düşmesi Elifin.
İçinde bir his olmakla, bir hissin içinde olmak birbirine zannedildiği kadar yakın haller değildi
Ne olur hayat bir kez de beni haklı çıkartmasın.
Halimin özeti, taşıyamadığımdan kaçışımdır benim.
Bir yanım minyatür sathı İstanbul, derinliksiz, gölgesiz, renksiz ve sessiz. Bir yanım gerçek. Tıkandı şuurum, bir yanım ergin öbür yanım çocuk .Bir yanım şimdi, bir yanım zamansız. Bir yanımda korumam gereken ne idiyse öbür yanımda savurdum, bir yanımda konuşmam gerekeni öbür yanımda sustum. Anladım, bir benden bir ben daha çıkartan dünyanın bir yarısı yangın, bir yarısı su değil. Bir yarısı hatıra, öbürü unu tuş değil. Dairenin hem merkezi hem çemberiyim.
Kapandı dünyanın kapıları bana, kendi içime kapandım. Kimselerin bilmediği, sadece: Beni. Bana. Benim. Bambaşka bir dünyanın kapılarını açtım. O kadar zor yollardan geçerek geldim ki bu kapanıklığa, ne artık ben dünyayı olduğu gibi görebildim, ne dünyanın üzerinde yaşayanlar benim gördüklerimi ve gittiğim yeri görebildi.
Netice: Cam ırmağında taş gemi yüzdürmeyi bir türlü başaramadım.
Ama, dedi biri, hesapta ruhun, tanışını bu dünyada hiç bulamaması, ona rastlayamaması var. Diğeri, buldum zannedip de yanılmak var, diye ekledi. Bulup da tanıyamamak var, dedi biri.
Ve ki bulup da onun tarafından hatırlanmamak var, diye tamamladı diğeri.
Yüzümdeki sükûtu,
içimdeki mahşeri,
genişlerse bedenimi,
çökerse belimi,
kırışırsa tenimi.
Değiştirmekten, mükemmelleştirmekten vazgeç.
Tanrı kılma beni, bir insan olarak resmet.
Dayanırım zannetti.
Tahammül de tıpkı sessizlik ve sabır gibi öğrenilebilir değil miydi?
Dayanılır gibi değildi.
Önce yamaçlara vurdu kendisini. Olmadı. Dağlara da sığmadı.
Kumsala indi. Suya yürüdü. Su boğazına kadar yükseldi. Ne çare!
Ölüm bile çözüm değildi.
Zannettiği gibi değildi.
Hayat ölmek değildi.
Gerisin geri döndü. Acının, yaşanmaktan başka çaresi olmadığını çok geçmeden anladı
Saklı bir sevdaydı bu, histen düşünceye dönüşmesi bile tehlikeyken, bilgiden eyleme çıkması tahayyülün sınırları içinde değildi.
Ölümün en kötü yanı, beklenmedik olmasa geriye hep yapacak bir yığın şey kalması.
Ömür dediğin ne ki, zaman çabucak geçti, çıraklıktan kalfalığa, kalfalıktan ustalığa yükseldi. Ama ne yonttu, ne kazıdı, ne boyadıysa yine de içinde tam boşalmayan bir yer kaldı ve o da bir türlü dolmayan yerle yan yanaydı. Elleriyse bütün yaraları, yarıkları ve çatlaklarıyla gün geçtikçe güzelleşti. Ancak görmeyi bilenler bu güzelliği görebildi.
Ey canımdan kopan can. Ey yaralı canım. Ey canımın yansı. Ey benim yarı canım. Cinim.
Arkasını getiremedi. İnsanın, canının bir yarısı öbür yarısını nasıl böyle ederdi? Anlamaya çalıştı kraliçe, anlayamadı. Aklı almadı.
Gerçeği bir kez bilen, ondan vazgeçebilir mi?
Tanrılar şahid olsundu ki prensin kendi adı için değildi hiçbir şey. Her şey tanrıların, tapınağın temelinden, duvarından silinen adları içindi.
Sabır acı, meyvesi tatlı..
Kırılıyordu,demek kalbi vardı ama bir kez kırılınca bir daha toplanmıyordu.Toplansa bile bir daha asla eskisi gibi olmuyordu ve kalp bu yüzden en fazla da cama benziyordu.
Nasıl sevdiyse öyle sevildi zannetti
saklamak çok yorucu bir şeydi.
Taşımaktan daha ağırdı. İçinde bir his olmakla, bir hissin içinde olmak birbirine zannedildiği kadar yakın haller değildi.
Ey benim anlamsız yaşamımı aşkıyla onurlandıran güzel sevgilim
Her şeye yabancı kalan prenses, asıl yabancılığı, mavi gül fidanını dairesinin önündeki bahçe toprağına daldırıp da hayranlıkla göğe baktığında hissetti.
Susardı, susmanın iç yangınını iki kat artırdığını öğrene öğrene.
Su üstüne yazı?
Buz üstüne yazı?
Kum üstüne yazı?
Aşkın tanrısı vardı.
Tanrının ölümü vardı.
Sonra tekrar doğuşu vardı.
Canlıları yok etmekle doymadılar. Cansızlara saldırdılar.
Dünya davetkâr, hükümdar ise talepkârdı
Gece uçmazdı kuşlar
Öyle karışıktı ki kalbi! Ama fikri kalbinin üzerindeydi ve o, kalbiyle değil fikriyle eyleyenler zümresindendi.
Hatırla beni ve bir zaman benim olduğunu hatırla!
sadakat kolay değildi..
Gözden ırak olan gönülden de ırak olmuyor muydu?
Aşk bile olsa her şey, eninde sonunda bitmiyor muydu?
Bitmiyordu.
Sanki her şey susmuş
Bir kanat dokunmuş, bir rüzgâr esmiş de gecenin bir vaktinde uyanıp pencereden karşılara bakmış gibi
Onun her harfini benim kalbim beklerdi.
baştan başa kara sevdaydı. Dayanırım zannetti. Tahammül de tıpkı sessizlik ve sabır gibi öğrenilebilir değil miydi? Dayanılır gibi değildi.
Saklı bir sevdaydı bu, histen düşünceye dönüşmesi bile tehlikeyken, bilgiden eyleme çıkması tahayyülün sınırları içinde değildi.
Dili, bilindik kelimelerden çok farklı olsa da aşk, doğası icabı gizli kalamayan bir şeydi.a
Kimsenin ondan yeni bir şey, başka bir kimse olmasını beklediği yoktu. Tam tersi aynı olması isteniyordu.
Geriye bir tek cümle kaldı: Gördüğümü ve bildiğimi şu an hatırlamıyorsam, ne olduğumu bilmiyorsam, ey saf bilinç, ben bilmekten vazgeçtim artık, sen bil benim yerime.
İçinde bir his olmakla, bir hissin içinde olmak birbirine zannedildiği kadar yakın haller değildi.
konuş benimle ey şehir diye seslendi kül rengi küçük kuş: “Susma…”
kapandı dünyanın kapıları bana, kendi içime kapandım…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir