İçeriğe geç

Café Esperanza Kitap Alıntıları – Ali Teoman

Ali Teoman kitaplarından Café Esperanza kitap alıntıları sizlerle…

Café Esperanza Kitap Alıntıları

Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlıkta gitgide dozu artırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.

Öldüğünün farkında olmayan ölüler miyiz?

En yakınındaki bir şeye erişmek en zoru oluyor kimi zaman.

Kesin ve tam bir bozgunun olabildiğince ötelenmesidir umut, başka bir şey değil. Yalnız bizim gibi umutsuzlar umut eder.

“Doğruydu, konuşulamayan şeyler hakkında susmak gerekliydi.”

Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu artırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.
Çünkü umut her an kapıyı çalabilir.
Çünkü umut her yerde.
Kesin ve tam bir bozgunun olabildiğince ötelenmesidir umut, başka bir şey değil. Yalnız bizim gibi umutsuzlar umut eder.
Agnostik olduğum için pişman değilim ben. Elde kanıt yoksa, kararsız olmak doğaldır. Biliyorsun, konuşulamayan konular hakkında susmak gerekir. Öyle yapıyorum ben de.
Çamura bata çıka ilerleyen, ama yine de hiç olmazsa ilerleyen bir yolcu olmayı her zaman yeğlerim ben.
En yakınındaki bir şeye erişmek en zoru oluyor kimi zaman.
Bu denli çok soru, bu denli az zaman neden yanıtını vermeye ne gücümüzün ne de zamanımızın yeteceği bunca soru soruyor bize yaşam?
Bekliyorum, bir şeyleri bekliyorum hep ben. Ne olduğu bilimese de, beklenen bir gün gelebilir. Evet, mümkün bu.
Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu arttırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.
İnsan ilişkilerinin kaypaklığı, güvenilmezliği, soğukluğu, acılığı
Kendi cennetine gidebilmek için herkesin bir taksiye binmesi gerek, cennet uzak çünkü ve yol yürüyerek gidilemeyecek denli sarp.
– En yakınındaki bir şeye erişmek en zoru oluyor kimi zaman.
Öyle ya, aşk öyküleri, cinayet öyküleridir aslında, çünkü her aşk aynı zamanda bir cinayettir.
Kuruduk mu? Katıldık mı? Taşlaştık mı? Öldüğünün farkında olmayan ölüler miyiz? Bir obiter dictum mu yaşadığımız? Bir dipnot mu, eprimiş, sararmış, lime lime olmuş bir sayfanın en altında, küçük harflerle yazılmış, kolayca gözden kaçan, kimsenin durup da okumaya tenezzül etmeyeceği, önemsiz bir dipnot.?
Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu arttırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.
Çünkü umut her an kapıyı çalabilir.
Çünkü umut heryerde.
çünkü umut her an kapıyı çalabilir.
çünkü umut her yerde.
insanoğlu bu gökyüzünün altında öksüz
ne oluyorsa oluyor, yarıda kalıyor her yazılan. o son nokta konamıyor tümce bir türlü bitmiyor, bir bilinmeze takılıp havada asılı kalıyor. bitirmeye son noktayı koymaya ne yazık i bir türlü vakit yetişmiyor, Rapazinho ya çok geç oluyor ya çok erken yelkovanla akrep hep önünden gidiyor kalemin ve yazılanlardan, bu yarım yamalak karınca duasından bir anlam çıkmıyor sonuçta.
ve sen hep başladığın noktaya dönüyorsun
neden yanıtını vermeye en gücümüzün ne de zamanımızın yeteceği bunca soru soruyor bize yaşam?
gecenin içinde uzaklardan gelen kent gürültüleri dışında hiçbir ses yok. tam bir sessizlik. bu sessizliği seviyorum. burada dünyanın en tepesinde yapayalnızım. deliksiz masif bir yalnızlık bu. beni kuşatıyor ve aynı zamanda da her şeyden korunmuş kılıyor. anlatılmaz bir anlam taşıyor içimden.
gülümsüyor mu bu insanlar Rapazinho? eğer bu bir gülümsemeyse niçin böylesine buruk böylesine kırık?
yaşam her yerde yaşam sonuçta zaman her yerde akıp gidiyor ölüm her yerde var
bekliyorum bir şeyleri bekliyorum hep
insan seslerine, insan yüzlerine dayanamıyorum artık
Çünkü, bildiğin gibi; her kibrit çöpünün tek bir öyküsü vardır.
Umut hazzın ertelenmesi midir?
Doğruydu, konuşulamayan şeyler hakkında susmak gerekliydi.
Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu artırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.
Bu denli çok soru, bu denli az zaman Neden yanıtını vermeye ne gücümüzün ne de zamanımızın yeteceği bunca soru soruyor bize yaşam?
“Öldüğünün farkında olmayan ölüler miyiz?”
“Yalnız bizim gibi umutsuzlar umut eder.”
“Çamura bata çıka ilerleyen, ama yine de hiç olmazsa ilerleyen bir yolcu olmayı herzaman yeğlerim ben.”
“Kendi cennetine gidebilmek için herkesin bir taksiye binmesi gerek, cennet uzak çünkü ve yol yürüyerek gidilemeyecek denli sarp.”
“Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu artırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.”
“Hedefine hiçbir zaman varamayacak olan bir ok muyuz biz?”
Kendi cennetine gidebilmek için herkesin bir taksiye binmesi gerek,cennet uzak çünkü..
En yakınındaki birşeye erişmek en zoru oluyor kimi zaman..
Yaşam bir oyundur çünkü, özenle oynanan bir oyun.
Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu artırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.
Oportünizm, konformizmin bir üst derecesiymiş gibi geliyor bana. Bir konformist, statükoya ya da başka bir deyişle araziye uyarak kendi gemisini kurtarmaya çalışan bir kaptandır. Bir oportünist ise, bir korsandır daha çok. Kendi gemisini kurtarmaya bakmaz yalnızca, bu arada voliyi de vurmaya çalışır, üstelik ne pahasına, kimin zararına olursa olsun.
Umut hazzın ertelenmesi midir?
Musa’ya, İsa’ya, şu sizin Muhammed’e ve hatta şişgöbek Buda’ya kim neden inansın ki?
Bir dakika! Niye ‘bizim’ Muhammed oluyor? Geldiğim ülke halkının çoğunluğundan bağımsız, hiçbir dine mensup değilim ben. Tanrının varlığına inanıyorum yalnızca.
Bir yaradancısın eşdeyişle. Ya da yoksa bir bilinemezci mi demeli? Hani şu utangaç ve ikiyüzlü kararsızlardan?
Benim intikamım başka türlü. Ben, tam tersine, suskunluğu yeğliyorum; susarak yargılıyorum, mahkum ediyorum,cezalandırıyorum yargıçlarımı; susuşa susuşla karşılık veriyorum.
Çamura bata çıka ilerleyen, ama yine de hiç olmazsa ilerleyen bir yolcu olmayı her zaman yeğlerim ben.
Yolculuğu çıkılmaya değer kılan, yolda görülecek olanlardır, iyi ya da kötü
Bütün kişi ve kiplerde çekilen geçişsiz bir fiil özlem : Uzağım, uzaksın, uzak. Uzakdık. Uzakmışsınız. Uzak olacaklar.
Mutluluğun yalnızlıkla, kesin ve kusursuz yalnızlıkla birlikte gelmesi tuhaf. İnsan seslerine, insan yüzlerine dayanamıyorum artık!
Sokakta yürürken başına saksı düştüğü için ölen adam, bok yoluna gitmiş olabilir belki, ama nedensiz yere ölmemiştir. O saksının tam o belirli anda düşmesinin, inan bana, cok haklı bir gerekçesi vardır.
İşlenen anadüşünü nedir peki bu yapıtta, diye soracaksın. Seni bu kadarcık bir bilgiden yoksun bırakmaya elbette gönlüm razı olmaz, sevgili dostum, söyleyeyim: İnsan ilişkilerinin kaypaklığı, güvenilmezliği, soğukluğu, acılığı
Kimsenin hakkını yememek konusunda nedense öteden beri sinir bozucu bir titizliğim vardır.
Sigaramdan derin bir nefes çekip dumanı uzun uzun içimde tutuyorum.
Az sonra yazacaklarım için kafamı toplamam gerek.
Kahve, koyu ve şekersiz. Süt yok
Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu arttırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.
Biraz fazla zalimce yargılamış olmuyor musun onu? Hüzünlü küçük sırrından bir anlamda zevk alıyor olabilir ve her türlü eleştirel yoruma da açıktır böylesi tutarsız bir davranış, kabul, ama mutlaka cinfikirli bir zerafet düşkünlüğü yüzünden yapıyor olması gerekmez bunu. Duyguların en güçlüsü, en kalıcısı, en kapsayıcısının ‘hüzün’ olduğunu unutma
Xeno’nun çevresinde bu denli sevilmesinin nedeni de bu zaten. İnsanlara duymak istediklerini söylüyor.
Öldüğünün farkında olmayan ölüler miyiz?
Umut umudun umududur. Ne fazla ne eksik..
Mutluluğun yalnızlıkla, kesin ve kusursuz yalnızlıkla birlikte gelmesi tuhaf.
Atom. Tümeli temsil eden tikel. Seyirlik numune.
Öldüğünün farkında olmayan ölüler miyiz?
Uzağım, uzaksın, uzak. Uzakdık. Uzakmışsınız. Uzak olacaklar.
Hep uzak mı olacağız gerçekten?
Oynuyoruz ama, gerçek, oynuyoruz. Yaşam bir oyundur çünkü, özenle oynanan bir oyun.

O ve ben birer oyuncuyuz. Bir başkası değil.

Niçin değil? Bilmiyorum.

Zamanın sinsi eli, nedensellik bağıntısını da çalıyor bizden. Üzerimizden ağır bir yük kalkmış oluyor bir bakıma, hafifliyoruz. Yarı saydam bir perdenin ardında parlaklıklarını yitiriyor, bulanıklaşıyor anılar. Belleğin varoluşlarına takılıp kalan birtakım acınası anı kırıntılarını toplamakla yetinmeyi ve bundan mutluluk duymayı öğreniyor kişi bir yerden sonra.
Bütün kişi ve kiplerde çekilen geçişsiz bir fiil özlem: Uzağım, uzaksın, uzak. Uzakmışsınız. Uzak olacaklar.
“Ben oturuyorum en azından, oturuyorum ve bekliyorum. Neyi beklediğimi pek bilmiyorum gerçi, ama ne fark eder, bekliyorum, yalnızca oturuyorum ve bekliyorum. ( ) Çünkü umut her an kapıyı çalabilir. Çünkü umut her yerde.”
“Mutluluğun yalnızlıkla, kesin ve kusursuz bir yalnızlıkla birlikte gelmesi tuhaf. İnsan seslerine, insan yüzlerine dayanamıyorum artık. Yakın zamana dek bu yalnızlık perdesini yırtacak, delip geçerek bana ulaşmayı başaracak kurtarıcı bir okun düşüyle yaşamıştım oysa. Yıllar yılı beklenen, ama çıdamla, umutla, özlemle beklenen parlak bir ışık, bir gündoğumu Tıpkı koyu kahve gibi, yalnızlık da gitgide dozu arttırılan ve yudum yudum tadına varılan bir alışkanlık haline geliyor zamanla.”
Herkes her zaman uzak mı olacak? Hiç varılamayacak mı gidilen, gitmek için yola çıkılan o yere?
Mutluluğun yalnızlıkla, kesin ve kusursuz yalnızlıkla birlikte gelmesi tuhaf.
Belleğin varoluşlarına takılıp kalan birtakım acınası anı kırıntılarını toplamakla yetinmeyi ve bundan mutluluk duymayı öğreniyor kişi bir yerden sonra.
Hep uzak mı olacağız gerçekten? Herkes her zaman uzak mı olacak? Hiç varamayacak mı gidilen, gitmek için yola çıkılan o yere? Hedefine hiçbir zaman varamayacak olan bir ok muyuz biz? 
Öldüğünün farkında olmayan ölüler miyiz? 
“Deniz kızlarının hüzünlü şarkıları halâ kulaklarımda. Kuşaklar boyu balıkçılık yapmış atalarımın kanı damarlarımda dolaşan. Deli bir kan bu, yerinde duramayan, huzursuz bir kan. Beni oraya, uzaklara; denize çekiyor.”
Umut umudun umududur. Ne fazla ne de eksik…

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir