İçeriğe geç

Büyük Satranç Tahtası Kitap Alıntıları – Zbigniew Brzezinski

Zbigniew Brzezinski kitaplarından Büyük Satranç Tahtası kitap alıntıları sizlerle…

Büyük Satranç Tahtası Kitap Alıntıları

Avrasya Balkanları’ndaki istikrarsızlığı gittikçe ağırlaştıran ve durumu potansiyel olarak daha patlayıcı hale getiren etken
ise, imparatorluk geçmişi olan, bölgede kültürel, dinsel ve ekonomik çıkarları olan komşu iki ulus-devletin, Türkiye ve Iran’ın jeopolitik yönelim açısından değişken ve içte potansiyel olarak hassas olmalarıdır. Bu iki devlet istikrarsızlaştığında, denetimden çıkan etnik ve toprak anlaşmazlığı kökenli çatışmalar ve bölgedeki hassas güç dengelerinin hâlihazırda bozuk olduğu hesaba katılırsa, tüm bölgenin yoğun karmaşaya sürüklenmesi oldukça mümkündür. Bu yüzden Türkiye ve İran sadece önemli
jeostratejik oyuncular değildir. Aynı zamanda birer jeopolitik eksendirler. İç durumları bölgenin kaderi için hayati önem arz etmektedir. Her ikisi de güçlü bölgesel tutkuları ve tarihi değerlilik duygusuna sahip olan orta seviye güçlerdir. Ancak her iki devletin de gelecekteki jeopolitik yönelimleri ve hatta
ulusal birliği belirsizdir.
Avrasya Balkanları etnik bir mozaiktir. Devletlerin sınırları 20’ler de 30’larda, Sovyet cumhuriyetleri resmi olarak kurulurken Sovyet haritacıların arzusuna göre çizilmiştir. (Hiçbir zaman Sovyetler Birliği’ne dâhil olmamış Afganistan bir istisnadır.) Sınırları genel olarak etnik ilkelerle çizilmiştir. Ama Kremlin’in, Rus İmparatorluğunun güney bölgesini içten
bölüp boyun eğdirme çıkarını da yansıtırlar.
Avrasya Balkanları yukarıdaki tanıma bir şekilde uyan dokuz ülkeyi içerir. İki ülke de potansiyel adaydır. Bu tanıma uyan dokuz ülkenin sekizi Kazakistan, . Kırgızistan,
Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan’dır. Bu ülkelerin hepsi daha önce
Sovyetler Birliği içindedir. Dokuzuncu ülke Afganistan’dır. Listeye eklenebilecek potansiyel adaylar Türkiye ve İran’dır.
Her ikisi de siyasi ve ekonomik olarak hareketlidir. Her ikisi de Avrasya Balkanları’nda bölgesel nüfuz için mücadele etmektedir. Bu nedenle her ikisi de bölgedeki önemli jeostratejik oyunculardandır. İçlerinden biri ya da her ikisi de istikrarını kaybederse, bölgenin iç sorunları çözümsüz hale
gelir.
Birçok Rus için tek seçenek ikileminin çözümü başlangıçta ve hatta sonrasında zor olabilir. Çok güçlü bir siyasi iradeyi,
eylemi ve demokratik, ulusal, tam anlamıyla modem ve Avrupalı Rusya vizyonunu birleştirebilecek, bu seçimi
yapmaya muktedir, henüz ortaya çıkmamış bir lideri gerektirecektir. Bu bir süre gerçekleşmeyebilir. Komünizm ve
imparatorluk sonrası bunalımların üstesinden gelmek hem Orta Avrupa’nın komünizm sonrası dönüşümünün
gerektirdiğinden daha fazla zaman gerektirecek hem de uzak görüşlü ve istikrarlı bir siyasi liderliğe ihtiyaç duyacaktır. Rusya’nın Atatürk’ü şimdilik ortaya çıkmamıştır. Yine de Ruslar, Rusya’nın ulusal açıdan yeniden tanımlanmasının teslimiyet değil özgürleşme olduğunu sonunda kabul
edeceklerdir. Ruslar Yeltsin’in 1990’da Kiev’de Rusya için yayılmacı olmayan bir gelecek hakkında söylediklerinin
kesinlikle doğru olduğunu kabul etmek zorunda kalacaklardır. Yine de yayılmacı olmayan Rusya da, dünyanın rakipsiz en
büyük kara birimi olan Avrasya’yı kaplayan büyük bir güç olacaktır.
Daha 1920’lerin ortalarında bu tez, Avrasyacılıkın önde gelen temsilcisi Prens N. S. Trubetzkoy tarafından şöyle ortaya konuluyordu: “Komünizm, aslında, Rus yaşamının ruhsal temellerini ve ulusal birliğini yok etmesi, gerçekte hem Avrupa hem de Amerika’yı yöneten materyalist referans yapının propagandasını yapmasıyla Avrupacılığın kılık değiştirmiş
bir türüydü. Görevimiz . Rusya, Avrupa uygarlığının çarpık bir yansıması olmaktan çıkınca . tekrar kendisi, Cengiz Han’ın bilinçli mirasçısı ve büyük mirasının
taşıyıcısı, Rusya-Avrasya olduğunda . tamamen yeni bir kültürü, Avrupa kültürüne benzemeyen kendi kültürümüzü
yaratmaktır.”
BDT’nin merkezi mekanizmalarının geliştirilmesinde yakın yurtdışına verilen önem nesnel ekonomik determinizme
olan itimadın bazı unsurlarını güçlü dozda yayılmacı kararlılıkla birleştiriyordu. Fakat tüm bunlar halen sıkıntı veren “Rusya nedir, gerçek misyonu, haklı amacı nedir?”
sorusuna mantıklı ve de jeopolitik bir cevap sağlamıyordu. İşte, “yakın yurtdışı” odaklanmasıyla, giderek daha çekici
bir doktrin olan Avrasyacılık tam da bu boşluğu doldurmaya çalışıyordu. Daha çok kültürel, hatta mistik terminolojiyle
tanımlanan bu yönlenmenin çıkış noktası coğrafi ve kültürel olarak Rusya’nın ne tam Avrupalı ne de tam Asyalı olduğu,
bu nedenle kendine özgü farklı bir Avrasyalı kimliği olduğuydu.
Eylül 1995 belgesi aynı
zamanda şunu da ilan ediyordu: Yakın yurtdışında Rus televizyon ve radyo yayını temin edilmeli, bölgede Rus basınının dağıtılması desteklenmelidir ve Rusya BDT devletlerinin ulusal kadrolarını eğitmelidir.
Eylül 1995’te Başkan Yeltsin BDT’ye yönelik Rus hhedeflerini belirleyen Rus politikası hakkında resmi bir belge
yayımladı: “Rusya’nın BDT’ye yönelik politikasının ana hedefi, dünya topluluğunda gerçek yerlerini talep etme
yeteneğinde, ekonomik ve toplumsal olarak bütünleşmiş devletler topluluğu yaratmak Sovyetler Birliği sonrası bölgenin topraklarında yeni devletlerarası siyasi ve ekonomik sistemin oluşturulmasında lider kuvvet olarak Rusya’yı desteklemektir.”
1994’te, eskiden Batıcılığın önceliğinin ateşli savunucusu olan Dışişleri Bakanı Andrei Kozyrev’in Rusya’nın “yüzyıllar
boyunca kendi çıkar alanı olan bölgelerde askeri varlığını koruması gerektiği” şeklindeki sözlerinde aslında Ambartsumov’un sözleri yankılanıyordu.
Iki “demokrasi” arasında stratejik ortaklığın hayali olduğunun ortaya çıkışında iç sebepler vardı. Rusya,
Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekten demokratik ortağı olamayacak kadar geriydi, komünist yönetim tarafından çok
tahrip olmuştu. Bu önemli gerçek, cafcaflı konuşmalarla gizlenemezdi. Üstelik Sovyet sonrası Rusya, geçmişinden sadece kısmen kopmuştu. Sovyet geçmişinden hayal kırıklığına uğramış olsalar da, “demokratik” liderlerinin
neredeyse tümü Sovyet sisteminin ürünleri, eski yönetici seçkinler sınıfının üst düzey üyeleriydiler.
Genel olarak söylemek gerekirse, Sovyetler Birliği’nin çöküşüne tepki olarak, hepsi hem Rusya’nın Amerika ile
kendi statüsünü kıyaslamasından kaynaklanan tasaları, hem de bazı iç değişkenleri içeren üç geniş ve kısmen örtüşen jeostratejik seçeneğin ortaya çıktığı söylenebilir. Bu farklı düşünceler aşağıdaki gibi sınıflandırılabilir:
1. Taraftarlarının bir kısmına göre aslında küresel ortaklık için kod olan Amerika ile “olgun stratejik ortaklık” için öncelik.
2. Rusya’nın temel endişesi olan “yakın yurtdışına” önem vermek. Bazı taraftarları bir biçimde Moskova egemenliğinde
ekonomik bütünleşmeyi savunurken, diğerleri de imparatorluk hâkimiyetinin bazı sınırlarının sonunda yeniden
oluşumunu sağlayarak Amerika ve Avrupa’yı dengeleyebilecek bir güç oluşturmayı savunmaktadırlar.
3. Amerika’nın Avrasya’daki üstünlüğünü azaltmak için tasarlanmış bir tür ABD karşıtı Avrasya koalisyonundan
oluşan karşı ittifak.
Rusya’nın Avrasya’daki geniş konumunun etkisi, seçkinler sınıfını jeopolitik kavramlarla düşünmeye yönlendirdi. İmparatorluk ve komünizm sonrası Rusya’nın ilk dışişleri bakanı Andrei Kozyrev bu düşünüş tarzını yeni Rusya’nın uluslararası sahnede nasıl davranması
gerektiğini tanımlamaya çalıştığı ilk girişimlerinden birinde tasdik etti.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının üzerinden daha bir ay geçmişti ki şunları ifade etti: “Misyonerlikten vazgeçmekle pragmatizme yol vermiş oluyoruz
jeopolitikanın İdeolojinin yerini aldığını tez zamanda anlamaya başladık.
Bağımsız Ukrayna devletinin ortaya çıkışı, tüm Rusları siyasi ve etnik kimliklerinin karakterini yeniden düşünmeye
itiyordu. Rus devleti içinse bu, hayati jeopolitik gerilemeyi temsil etti. Üç yüz yıldan fazla süren Rus imparatorluk tarihinin yadsınması, Rusya’yı gerçekten büyük, kendinden emin, yayılmacı bir devlet yapmaya yetecek, potansiyel
olarak zengin bir sanayiye ve tarım ekonomisine sahip, Ruslara etnik ve dinsel açıdan yakın 52 milyon insanının
kaybı anlamına geliyordu. Ukrayna’nın bağımsızlığı Rusya’yı Karadeniz’deki hâkim konumundan da yoksun bıraktı.
Odessa, Rusya’nın Akdeniz ile ve onun ötesindeki dünya ile ticaretinin geçiş kapısıydı.
1991’in sonlarında, dünyanın toprak bakımından en büyük devletinin dağılması, Avrasya’nın tam ortasında bir “kara delik” yarattı. Sanki jeopolitikacıların “kalp bölgesi” küresel haritadan aniden sökülüp alınmıştı. Bu yeni ve şaşırtıcı jeopolitik durum, Amerika için çok önemli bir sorunu ortaya çıkarmıştır. Anlaşılabileceği gibi acil sorun, halen güçlü nükleer silahları olan dağılmış bu devlette siyasal anarşiye ya da düşman bir diktatörlüğe dönüş olasılığını azaltmaktır. Ama bu, uzun vadedeki sorunu çözmemektedir: Rusya’nın demokratik dönüşümünü ve ekonomik kalkınmasını teşvik ederken aynı zamanda da Amerika’nın jeostratejik hedefi olan, Rusya’nın istikrarlı ve güvenlik içinde ilişkilendirilebileceği daha büyük Avrupa
Atlantik sisteminin oluşturulmasına engel olabilecek bir Avrasya imparatorluğunun yeniden ortaya çıkması nasıl
engellenebilir?
1999’a kadar ilk yeni Orta Avrupalı üyeler, AB’ye girişleri muhtemelen 2002 ya da 2003’ten önce gerçekleşmeyecek
olmasına rağmen NATO’ya kabul edileceklerdir.
Bir Avrupa ülkesi Avrupa Birliği Konseyi’ne (Konsey) üyelik için başvuruda bulunur.
Konsey Komisyon’dan başvuru için görüş bildirmesini ister.
Komisyon Konsey’e başvuru hakkında görüş bildirir.

Konsey oybirliğiyle kabul için görüşmelerin başlatılmasına karar verir.

Birliğin başvuru sahipleriyle karşılıklı olarak yapacağı kabul görüşmelerinde elde edilinecek konumlar Komisyon
tarafından önerilir ve Konsey tarafından oybirliğiyle kabul edilir.

Konsey Başkanı’nca temsil edilen Birlik,
Başvuru Sahibi’yle görüşmeleri başlatır.

Birlik’le Başvuru Sahibi arasında
Kabul Anlaşması Taslağı üzerinde anlaşılır.

Kabul Anlaşması, Konsey’e ve Avrupa Parlamentosu’na sunulur.

Avrupa Parlamentosu Kabul Anlaşması’na
mutlak çoğunlukla onay verir.

Konsey Kabul Anlaşması’nı oybirliğiyle onaylar.

Üye Ülkeler ve Başvuru Sahipleri biçimsel olarak Kabul Anlaşması’nı imzalarlar.
Mevcut koşullarda, NATO’nun muhtemelen 1999’a kadar Polonya’yı, Çek Cumhuriyeti’ni ve Macaristan’ı içine alacak şekilde genişlemesi olası gözükmektedir. Bu ilk ama önemli adımdan sonra, ittifakın bundan sonraki genişlemesinin AB’nin genişlemesiyle eşzamanlı olması ya da bu genişlemeyi takip etmesi olasıdır. Bu genişlemeyi takip
etmesi hem yeterlilik aşamaları hem de üyelik koşullarının yerine getirilmesi açısından daha karmaşık bir süreci içerir
Bu nedenle Orta Avrupa’dan AB’ye ilk kabuller 2002 yılından önce veya belki
daha sonrasında bile, olası değildir. Yine de, üç yeni NATO üyesinin AB’ye de katılmasından sonra hem AB hem de
NATO, üyeliğe Baltık Cumhuriyetleri, Slovenya, Romanya, Bulgaristan ve Slovakya ile belki de sonunda Ukrayna’yı
alarak genişleme sorusuna cevap vermek zorunda kalacaktır.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Orta Avrupa’daki, hepsi de Petrine Avrupa geleneğinin parçası olan, daha
gelişmiş ve siyasi olarak daha istikrarlı olan devletlerin birçoğu, özellikle de Çek Cumhuriyeti, Polonya, Macaristan
ve belki de Slovenya, “Avrupa” ve onun Atlantik ötesi güvenlik bağlantısına katılmak için belirgin biçimde yeterli ve
isteklidirler.
Fransa’nın Kuzey Afrika’da ve Frankopan Afrika ülkelerinde yapıcı bir rol oynadığını söylemek yerinde olur. Fas ve Tunus’un temel ortağıdır. Bir yandan da Cezayir’de
istikrar sağlayıcı bir rol üstlenmiştir. Fransa’nın buralara müdahale etmesinin önemli bir iç sebebi vardır; şu anda
Fransa’da yaklaşık beş milyon Müslüman yaşamaktadır. nedenle Kuzey Afrika’nın istikrarlı ve düzenli gelişmesinden
Fransa’nın yaşamsal çıkarı vardır. Fakat bu çıkar Avrupa’nın güvenliği için çok daha faydalıdır. Fransa’nın misyon
duygusu olmasa Avrupa’nın güney kanadı çok daha istikrarsız ve tehdit edici olurdu. Güney Avrupa’nın tümü Akdeniz’in
güney kıyısındaki istikrarsızlığın ortaya çıkardığı sosyopolitik tehditten gittikçe daha çok endişelenmektedir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Aynı ilke NATO için de geçerlidir. Korunumu Atlantik ötesi bağlantı için hayatidir. Bu konuda, çok güçlü Amerika-
Avrupa uzlaşması mevcuttur. NATO olmaksızın, Avrupa sadece savunmasız olmakla kalmaz, aynı zamanda kısa
zamanda siyasi olarak parçalara bölünmüş olur. NATO Avrupa’nın güvenliğini garanti ederken, Avrupa’nın birliğinin takibi için istikrarlı bir çerçeve sunmaktadır. NATO’yu Avrupa için tarihsel olarak yaşamsal kılan budur.
Avrupa’nın birleşmesine Amerikan katılımı, Avrupa’nın varlığını sürdürmesine engel olan iç ahlak ve amaç krizlerini
dengelemek, Amerika’nın sonuçta gerçek Avrupa birliğini desteklemediği şeklindeki yaygın Avrupa kuşkusunu dağıtmak ve Avrupa’nın girişimine gerekli demokratik
coşkuyu gerekli dozda aşılamak için gereklidir. Bu, Avrupa’nın, sonunda, Amerika’nın küresel ortağı olarak kabul
edileceğine dair kesin taahhüdünü gerektirir. Kısa vadede Fransız siyasetine karşı stratejik muhalefet ve Almanya’nın önderliği için destek haklı görülebilir. Uzun
vadede, eğer sonunda gerçek Avrupa gerçekleşecekse Avrupa birliği daha özel bir siyasi ve askeri kimlik edinmek zorunda olacaktır. Bu, Atlantik ötesi kurumlarda güç dağılımına ilişkin
Fransız görüşüyle, bazı noktalarda, ilerleme içeren uzlaşmaları gerektirmektedir. Ne Fransa ne Almanya tek başına Avrupa’yı kuracak kadar ya da Rusya ile Avrupa’nın coğrafik alanının
çerçevesinin tanımlanmasındaki belirsizliği çözecek kadar güçlüdür. Bu Avrupa’nın çerçevesi, Baltık Cumhuriyetlerinin ve Ukrayna’nın Avrupa sistemindeki nihai konumları gibi özellikle Rusya için- hassas konularla baş edilirken, özellikle Almanlarla birlikte, enerjik, odaklı ve kararlı Amerikan katılımını gerektirir.
Avrupa haritası üzerinde, Alman özel çıkar alanı dikdörtgen biçiminde işaretlenebilir, batıda elbette Fransa’yı ve doğuda Orta Avrupalı komünizm sonrası devletleri, Baltık Cumhuriyetlerini içerir, Ukrayna ve Belarus’u kucaklar ve Rusya’ya kadar ulaşır.
Fransa’nın vizyonunda, birleşik ve bağımsız Avrupa’nın temel hedefi olan Avrupa’nın Fransız önderliğinde
birleştirilmesi ile Amerika’nın kıtadaki üstünlüğünün kademe kademe azaltılması eşzamanlı olarak bir arada yürütülürse başarı sağlanabilir. Ama Avrupa’nın geleceğini Fransa şekillendirecekse hem Almanya’yı bu işe dâhil etmeli hem de Almanya’nın elini kolunu bağlamalı, bu esnada da
Washington’ın Avrupa ilişkilerindeki siyasi liderliğini parça parça ufalamaya çabalamalıdır.
Fransa için Avrupa Fransa’nın geçmişteki büyüklüğünü kazanması için bir vasıtadır. İkinci Dünya Savaşı’nın öncesinde bile, uluslararası ilişkiler konusunda önemli
Fransız düşünürleri dünya ilişkilerinde Avrupa’nın merkeziliğinin süregiden düşüşünden kaygı duyuyorlardı. Soğuk Savaş’ın sürdüğü onlarca yıl boyunca, bu kaygı,Batı’da Anglosakson egemenliğine kızgınlığa dönüştü; bu noktada Batı kültürünün “Amerikanlaştırılması”
saygısızlığının sözünü etmeye bile
değmez. Charles de Gaulle’ün sözleriyle,
“Atlantik’ten Urallar’a kadar uzanan”
gerçek Avrupa’nın yaratılması, olayların bu acınacak haline çare olacaktır. Böyle bir Avrupa Paris’in önderliğinde olacak
ve Fransızların özel ulusal kaderleri olduğunu hissetmeye devam ettikleri Fransız görkemini yeniden beraberinde
getirecektir.
Avrupalılar Amerikan “hegemonyasına” üzülmektedir, ama onun tarafından korunmanın keyfini sürerler.
Avrupalı Avrupa’nın var olmamasıdır. Bir vizyondur, kavramdır ve bir hedeftir ama
halen bir gerçek değildir. Batı Avrupa hâlihazırda ortak pazardır, ama tek bir siyasi varlık olmaktan halen çok uzaktır.
Washington, Fransa yerine Almanya’nın Avrupa önderi olması konusundaki net tercihini ortaya koymuştur. Bu, Fransız politikasının geleneksel hamleleri düşünüldüğünde anlaşılabilir. Ama bu tercih, Almanya’nın önünü kesme amaçlı taktiksel Fransız-İngiliz işbirliğinin zaman zaman ortaya çıkışını da, Amerika -Almanya koalisyonunu engellemek için ara sıra Fransa’nın Moskova’yla flört etmesini de desteklemiştir.
Tam anlamıyla birleşmiş Avrupa’nın
İran’ın bağımsızlığı, Rusya’nın uzun vadede Amerika’nın Basra körfez bölgesindeki çıkarlarını tehdit etmesine karşı bariyer oluşturmaktadır.
Avrasya satranç tahtasında yeni ve önemli bir alan olan Ukrayna jeopolitik bir eksen Çünkü bağımsız bir devlet olarak mevcudiyeti Rusya’nın dönüştürülmesine yardımcı olmakta, böylece Rusya’nın Avrasya İmparatorluğu olması
durdurulmaktadır.
Dünyadaki en üst ekonomik güçlerden biri olarak Japonya açıkça birinci sınıf siyasi güç uygulama potansiyeline sahiptir. Ancak bunu uygulamamaktadır. Bölgesel hâkimiyetten özenle kaçınmakta ve Amerika’nın koruması altında çalışmayı tercih etmektedir.
1955’te Avrupa Birliği’nin kurulmasının görüşüldüğü Messina’daki konferansta bile, resmi İngiliz sözcüsünün Avrupa’nın mimarı olmak için toplanmış kişilere açıkça şunları savunduğunu
yazmaktadır:
“Üzerinde tartıştığınız, ileride yapılacak bu
anlaşmanın üzerinde fikir birliğine varılmasına ihtimal yoktur; fikir birliğine varılsa bile, uygulanma ihtimali yoktur. Ve uygulansa bile, İngiltere için hiçbir şekilde
kabulü mümkün değildir au revoir et bonne chance.
(Elveda ve iyi şanslar.)”
Bu sözlerin üzerinden kırk
Ulusal azamet, ideolojik tatmin,dinsel kurtarıcılık ya da ekonomik büyüme arayışı sebebiyle bazı devletler bölgesel egemenlik ya da küresel itibar peşinde koşmaktadırlar. Bunlar derinlere kök
salmış karmaşık motivasyonlarla hareket ederler.
Genelde pek çok Amerikalı, ülkelerinin tek küresel süper güç olarak yeni konumundan özel bir memnuniyet duymamaktadır.
Kültürel egemenlik Amerika’nın küresel gücünün yeterince takdir edilmemiş yüzüdür. Estetik değerleri hakkında ne düşünülürse düşünülsün, Amerika’nın kitlesel kültürü, özellikle dünya gençliği üzerinde manyetik bir çekim gücüne
sahiptir. Cazibesi, yansıttığı hazza dayalı yaşam biçimine dayandırılabilir, ama küresel cazibesi inkâr edilemez. Amerikan televizyon programları ve filmleri küresel pazarın dörtte üçünü kapsar. Amerikan tutkuları, yeme alışkanlıkları ve hatta
giysileri dünyada gittikçe daha çok taklit edilirken, Amerikan popüler müziği de aynı şekilde baskındır. İnternet dili İngilizcedir ve küresel bilgisayar sohbetlerinin ezici çoğunluğu Amerika kaynaklı olup küresel söyleşilerin içeriğini etkilemektedir. Son olarak, Amerika yüksek eğitim arayanların kâbesi haline gelmiştir. Yarım milyon öğrenci Amerika’ya akın etmekte ve bunların en yeteneklileri asla
ülkelerine dönmemektedirler. Amerikan üniversitelerinden mezun olanlar neredeyse bütün kıtalarda her kabinede yer almaktadır.
Denizaşırı İngiliz İmparatorluğu başlangıçta keşif, ticaret ve fetih birleşimi ile elde edilmişti. Ama Romalı ve Çinli selefleri veya Fransız ve İspanyol rakipleri gibi, kalıcılığının gücü İngiltere’nin kültürel üstünlüğünün algılanışından kaynaklanıyordu.Bu üstünlük sadece imparatorluğun yönetici sınıfının öznel kibri değildi, İngiliz olmayan tebaa da bu görüşü paylaşıyordu. Güney Afrikalı ilk siyah başkan Nelson Mandela’nın kendi sözleri şöyleydi: “Ben bir İngiliz okulunda yetiştim ve o zaman İngiltere dünyadaki iyi olan her şeyin anavatanıydı. İngiltere’nin ve İngiliz tarih ve kültürünün
üzerimizdeki etkisinden ben kurtulamadım.” Başarıyla uygulanan ve sessizce kabul edilen kültürel üstünlük, imparatorluk merkezinin iktidarını devam ettirmek için büyük askeri kuvvetlere gereksinimi azaltma etkisine sahipti. 1914’e kadar, sadece birkaç bin İngiliz askeri personeli ve memuru yaklaşık 28 milyon metre kareyi ve İngiliz olmayan 400 milyon kişiyi kontrol ediyordu
Üç temel sebep Roma İmparatorluğu’nun nihai çöküşüne yol açtı. İlki, imparatorluk tek bir merkezden yönetilemeyecek kadar büyüdü; imparatorluğu batı ve doğu olmak üzere iki bölgeye ayırmak, gücünün tekelci özelliğini
yok etti. İkincisi, gereğinden fazla süren merkezi
imparatorluk dönemi siyasi seçkinlerin büyüklük arzularının altını yavaş yavaş oyan kültürel bir hedonizm yarattı. Üçüncü olarak, sürekli enflasyon, sistemin, vatandaşların toplumsal
fedakârlıklar olmaksızın kendini devam ettirebilme kabiliyetinin temelini çökertti. Kültürel bozulma, siyasi bölünme ve enflasyon Roma’yı yakınlarındaki barbarlara karşı bile savunmasız bıraktı.
Sonunda, Sovyetler Birliği’nin içindeki nüfusun %50’sini oluşturan Rus olmayan kesim de Moskova’nın egemenliğini reddetti. Rus olmayanların yavaş yavaş uyanışı Ukraynalıların, Gürcülerin, Ermenilerin ve Azerilerin, Sovyet
gücünü, kendilerinden kültürel olarak üstün olmayan insanların yabancı sömürgeci egemenliği olarak görmeye başladığı anlamına geliyordu. Orta Asya’da ulusal talepler dahazayıf olsa da, burada insanlar yavaş yavaş başka yerlerde artık sömürgeciliğin bittiği bilgisiyle desteklenen İslami kimlik hissiyle de fazla tahrik olmuşlardı. Kendinden önceki pek çok imparatorluk gibi Sovyetler Birliği de sonunda kendi içerisinde patladı ve parçalandı; çöküşü doğrudan askeri yenilgiden ziyade ekonomik ve
toplumsal gerginliklerle ivmelenen bir dağılmaydı.
Amerika’nın önderliğindeki koalisyon genel olarak Amerika’nın siyasi ve toplumsal kültürünün olumlu pek çok niteliğini benimsedi. Amerika’nın Avrasya Kıtası’nın batı ve doğu bölgesindeki en önemli iki müttefiki Almanya ve
Japonya’nın her ikisi de Amerikalı olan her şeyi neredeyse dizginlenemez bir hayranlıkla ekonomilerine kattılar.Amerika birçok kişi tarafından, geleceği temsil eden, hayran olunacak ve imrenilecek bir toplum olarak algılanıyordu.
Küresel jeopolitik faaliyet alanları ile rekabet eden dogmaların iddia edilen evrenselliklerinin birleşimi, rekabete benzersiz bir yoğunluk katıyordu. Ama yine küresel imalarla dolu olan başka bir etmen yarışı gerçekten eşsiz kıldı. Nükleer silahların ortaya çıkışı, klasik biçimde ödün vermeyen bir savaşın, yalnızca karşılıklı olarak birbirlerinin yıkımına sebep olmakla kalmayacağı, insanlığın önemli bir bölümü için de ölümcül sonuçlar doğuracağı anlamına geliyordu. Bu nedenle her iki rakip de eşzamanlı olarak zıtlaşmanın yoğunluğunu sıra dışı bir özdenetime tabi tuttu.
I. Dünya Savaşı yine de ağırlıklı olarak Avrupa savaşıdır, küresel bir savaş değildir. Ama öz-yıkıcı karakteri, Avrupa’nın, dünyanın geri kalanı
üzerindeki siyasi, ekonomik ve kültürel hegemonyasının bitişinin başlangıcını belirlemiştir. Savaş esnasında, hiçbir Avrupa gücü kesin olarak üstünlük sağlayamamıştır. Savaşın sonucu, ağırlıklı olarak, Avrupa dışı yükselen güç Amerika’nın savaşa girişiyle belirlenmiştir. Bunun sonrasında Avrupa, gittikçe, küresel güç siyasetinin öznesi olmak yerine nesnesi olacaktır.
Ulusal kültür az rastlanır bir şekilde ekonomik
büyümeyle uyumludur. Üstelik yurtdışındaki en yetenekli bireyleri kendine çekip hızla asimile ederek, ulusal gücün büyümesine de olanak sunmuştur.
Amerika’nın artan jeopolitik hırslarının temelleri ülke ekonomisinin hızlı endüstrileşmesine dayandırılmıştır. I.Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar, Amerika’nın büyüyen ekonomik gücü, dünyanın lider endüstriyel gücü olan İngiltere’nin önüne geçerek- hâlihazırdaki küresel GSMH’nin
%33’ü olmuştur. Bu dikkate değer ekonomik dinamizm,deneyselliği ve yeniliği tercih eden kültürden beslenmiştir.
Türkiye ve İran’daki iç gerginliklerin daha kötüye gitmesi büyük bir olasılıktır, böyle bir durum bu volkanik bölgede oynadıkları dengeleyici rolü de zayıflatacaktır.
Moskova, Ukrayna üzerinde yeniden hâkimiyet elde ederse, Ukrayna’nın 52 milyon nüfusa sahip olduğu, doğal kaynakları ve bir de Karadeniz’e geçit olması göz önüne alındığında, Rusya Avrupa ve Asya üzerinde, güçlü yayılmacı devlet olması için gerekli maddi kaynaklara kendiliğinden kavuşacaktır. Ukrayna’nın bağımsızlığını kaybetmesi, Polonya’yı birleşik Avrupa’nın doğu sınırında jeopolitik eksene dönüştürerek, Orta Avrupa için de hızla ortaya çıkacak sonuçlar doğuracaktır.
Türkiye ve İran’ın her ikisi de bir ölçüde, daha sınırlı kapasiteleri dâhilinde aynı zamanda jeostratejik olarak da etkindirler.
Ulusal azamet, ideolojik tatmin, dinsel kurtarıcılık ya da ekonomik büyüme arayışı sebebiyle bazı devletler bölgesel egemenlik ya da küresel itibar peşinde koşmaktadırlar.
Ulusal azamet, ideolojik tatmin, dinsel kurtarıcılık ya da ekonomik büyüme arayışı sebebiyle bazı devletler bölgesel egemenlik ya da küresel itibar peşinde koşmaktadırlar.
Avrasya, üstünde küresel üstünlük mücadelesinin sürdürülebileceği satranç tahtasıdır.
“İdealizmin ve bencilliğin harmanı güçlü bir bileşimdir.”
Amerikan tarzının örnek alınması dünyayı sararken, bu durum, dolaylı ve görünüşe göre uzlaşmaya dayalı Amerikan hegemonyasının uygulaması için daha uygun bir zemin yaratmaktadır.
Neredeyse tek bir Rus ailesi dahi normal uygarca yaşam şansına sahip olmamıştır.
Sanki jeopolitikacıların “kalp bölgesi” küresel haritadan aniden sökülüp alınmıştı.
Almanya için kurtuluş+güvenlik=Avrupa+Amerika’dır.
Söylentilere göre bir zamanlar Napolyon, bir ulusun coğrafyasını bilmenin onun dış politikasını da bilmek olduğunu söylemiştir.
“ bir insan elindekilerden daha fazlasını kavrayabilmelidir, öyle olmasa cennet ne içindir?”
Bir devletin askeri, ekonomik ve siyasi gücü ne kadar büyükse, bu devletin önemli jeopolitik çıkarlarının, etkisinin ve katılımının, sınır komşularının ötesindeki çapı da o kadar büyüktür.
Orta asya devletlerinin Rusya’dan korkmaları kendi aralarında bölgesel işbirliğini genişletmelerine yol açmıştır
Dillerinde “Rusya” sözcüğü “aç ülke” anlamına gelen Çinliler daha da kibirliydiler.
Kişisel başarı arayışı refah getirirken özgürlüğü de arttırır. İdealizmin ve bencilliğin harmanı güçlü bir bileşimdir. Kişisel olarak kendini gerçekleştirmenin örnek olarak ve refah yaratarak başkalarınada yarar sağlayan tanrı vergisi bir hak olduğu söylenilmektedir. Bu enerjik , hırslı ve rekabete açık insanları cezbeden bir doktrindir.
Amerika’nın kitlesel kültürü özellikle dünya gençliği üzerinde manyetik bir çekim gücüne sahiptir
The collapse of the Soviet Union was the final stage in the progressive fragmentation of the vast Sino-Soviet Communist bloc that for a brief period of time matched, and in some areas even surpassed,the scope of Genghis Khan’s realm.
Rakibinin çöküşü Amerika Birleşik Devletleri’ni emsalsiz bir konumda bıraktı. Amerika dünyanın ilk ve aynı zamanda tam anlamıyla gerçek küresel gücü oldu. Ama gene de, Amerika’nın küresel üstünlüğü, daha sınırlı bölgesel etkinliklere dayanmasa da bazı açılardan eski imparatorlukları hatırlatmaktadır. Bu imparatorluklar, güçlerini, güdümlü devletler, tebaalar, himayelerindeki devletler ve koloniler hikayerarşisine dayandırmış ve bunlar dışında kalanları barbar olarak görmüşlerdi. Belli bir dereceye kadar, bu çağdışı terminoloji Amerika’nın yörüngesindeki bazı devletler için bütünüyle uygunsuz değildir. Geçmişte olduğu gibi, Amerika’nın emperyalist gücünün kulanılışı, büyük ölçüde, üstün nitelikli örgütlenmesinden, ekonomi ve teknoloji alanındaki geniş kaynaklarını askeri amaçlar için hızla harekete geçirebilme kabiliyetinden, Amerikan tarzı hayatın muğlak ama yine de belirgin kültürel cazibesinden, Amerikan toplumsal ve siyasi seçkinlerinin halis dinamizmlerinden ve doğalarındaki rekabet duygusundan gelmektedir.
İmparatorluklar doğaları gereği siyasi olarak istikrarsızdir; çünkü bağımlı birimler her zaman daima daha fazla bağımsızlığı tercih eder ve bu tür birimlerdeki muhalif seçkinler fırsat yakaladıklarında daha fazla bağımsızlık kazanmak için harekete geçer. Bu anlamda, imparatorluklar çökmez, daha ziyade dağılırlar. Bu bazen olağanüstü şekilde hızlı olursa da, genelde çok yavaş olur.
Aslında, Sovyet askeri gücü ve Batılılarda uyandırdığı korku, uzun bir süre iki rakip arasındaki esas farkı gizledi. Çok açıktı ki Amerika çok daha zengindi, teknolojik olarak çok daha ileriydi, askeri olarak daha esnek ve yenilikçi, toplumsal olarak daha yaratıcı ve çekiciydi. İdeolojik baskılar,Sovyetler Birliği’nde sistemi gittikçe daha katı, ekonomiyi daha müsrif, teknolojik olarak da daha az rekabet edebilir hale getirerek yaratıcı potansiyeli de çökertti. Karşılıklı olarak yok edici bir savaş çıkmadığı sürece, uzayıp giden bir rekabette ibre sonunda Amerika Birleşik Devletleri’ni gösterecekti.
İmparatorluklar doğaları gereği siyasi olarak istikrarsızdır çünkü bağımlı birimlerdeki muhalif seçkinler fırsat buldukça bu yönde davranır. Bu anlamda imparatorluklar bazen dikkat çekici bir hızla olsa da genellikle çok yavaş bir şekilde devrilmezler , dağılırlar.
Civis Romanus sum , yani Ben bir Roma yurttaşıyım Roma yurttaşlığının bu yüce statüsü, yayılmacı gücün misyon duygusunu haklı gösteren bir kültürel üstünlüğün ifadesiydi.
“Hegemonluk dünya kadar kadimdir”..
Komşumun komşusu müttefikimdir”
Rusya bölgede yeniden emperyalist egemenlik kazanmak ya da diğerlerini bölgeden dışlamak için çok zayıftır.Türkiye ve İran etkili olacak kadar güçlüdür. Ama kendi iç hassasiyetleri, bölgenin, kuzeyden ve çatışmalardan kaynaklanacak meselelerle baş edemeyecek hale gelmesine yol açabilir.
Amerika açısından jeostratejik sonuçlar
bellidir. Amerika Avrasya’nın bu kısmında
egemen olmak için çok uzak mesafededir. Ama dışında kalamayacak kadar da güçlüdür.
1995’te, Türkmenistan ve İran arasındaki yeni demiryolu, gösterişli bir törenle açıldı. Böylece Avrupa’nın Rusya’dan hiç geçmeden Orta Asya ile ticaret yapması mümkün hale geldi. Tarihi ipek yolunun yeniden açılmasında sembolik bir taraf vardı. Artık Rusya Asya’yı Avrupa’dan ayıramayacaktı
Rusların tarafında, Türklere olan düşmanlık
takıntı sınırındadır. Rus medyası Türkleri
bölgenin kontrolünü ele geçirmeye kararlı
(Çeçenistan’la ilgili doğruluk payı içermekle
birlikte), Rusya’daki bölgesel direnişlerin
kışkırtıcısı ve Türkiye’nin gerçek kapasitesiyle orantısız bir şekilde Rusya’nın tüm güvenliğini tehdit eder biçimde anlatmaktadır.
Türkler kendilerini uzun zamandır Rus baskısı altında olan kardeşlerinin özgürleşmesinde sorumlu görmekte ve kendilerine bu rolü biçmektedirler.
İmparatorluk sonrası bir devlet olan Türkiye halen kimliğini tanımlama sürecindedir. Üç ayrı yöne çekilmektedir. Modernistler bir
Avrupa devleti olduğunu görmek istemektedirler ve bu nedenle batıya bakmaktadırlar. İslamcılar Ortadoğu’ya ve Müslüman bir topluma yönelmektedir, yani güneye doğru bakmaktadırlar. Tarihi bakışa sahip milliyetçiler Hazar Denizi havzasındaki ve Orta Asya’daki Türki insanlara bakarak, bölgesel olarak hâkim Türkiye için yeni bir misyon görmekte, yani doğuya bakmaktadırlar. Bunların her biri stratejik olarak farklı eksene sahiptir. Aralarındaki uyuşmazlık Kemalist devrimden bu yana Türkiye’nin bölgedeki rolüne dair belirsizliği ortaya çıkarmıştır.
Özet olarak, son zamanlara kadar büyük bir
karasal imparatorluğun kurucusu ve Avrupa’nın merkezinden Güney Çin Denizi’ne kadar uzanan uydu devletlerden oluşan ideolojik bloğun lideri Rusya, sıkıntı içinde ulusal bir devlet haline gelmiştir. Coğrafi olarak dış dünyaya ulaşması kolay değildir. Batı, güney ve doğu komşularıyla olası uzlaşmazlıklarla zayıf düşmeye potansiyel
olarak açıktır. Yalnızca, yaşanamayan, ulaşımı olmayan ve neredeyse her zaman buzlarla kaplı kuzey bölgeleri jeopolitik olarak güvenli görünmektedir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir