İçeriğe geç

Büyük Kederler Küçük Öyküler Kitap Alıntıları – Ali Lidar

Ali Lidar kitaplarından Büyük Kederler Küçük Öyküler kitap alıntıları sizlerle…

Büyük Kederler Küçük Öyküler Kitap Alıntıları

Zaman değişti. Yavaş aktı ama çabuk değişti.
Sahi unutmayı unutunca mi geçecek bütün mutsuzluklar?
Çünkü sen , o sıra bütün filmlerdeki bütün kadınlardan daha güzeldin.
,gerçeklerle yüzleşince büyüyüverdim
Heyhat yalnızken gülmek de tehlikeli.
Zeytinlerin bile muhalefetine uğruyorum. Çatalımın gücü yetmiyor canlarını anlamaya.
Kalbin yasaları diyalektik yasalar gibi işlemiyormuş neyleyim?
Çocukluğundan kovulmuş bir delikanlının boşvermişliği geliyor insana.
Velhasıl kendine acımak çok çetrefil, pek hazin bir hikaye.
Hayatımız beklemekle geçer; otobüsü, vapuru, ay başını, emekliliği, aşkı falan filan .. Ama hâlâ alışamadık ..
Az sessizlik. Daha az ağrı. Daha az insan. Biraz yeşil. Biraz yüksek bir yer… Yetecek, fazlasını isteyene ver Allah’ım. Fazlasını layığına ver.. Az susun herkes. Yeter !
Ne zaman bundan daha kötüsü olmaz dediysem çıtayı bir tık daha yükseltti hayat, var olsun !
Yorgunum be sevgili düküm. Çok yorgunum. Çok değil bir kaç yıl öncesine kadar dünyaya sığmam zannediyordum. Fakat şimdi bu küçücük köy bile kocaman geliyor bana.
Oysa bu köy, insanın önce hayallerini öldürüyor. Annem bilmiyor. Yine de ben Çizgili Pijamalı Çocuk’u izlerken mesela , hep ağladığım için, hiç vazgeçmedim filmlerden. Çünkü onlara ağlamasam kendime ağlayacağım. Filmler ve kitaplar beni benden gizliyor. Ama annem anlamıyor. Biliyorum geceleri o da bana ağlıyor .
Kalabalıklar insanın acısıyla yüzleşmesine fırsat vermiyor.
İnsan nasıl da unutuyor omuzundaki eli zamanı geçince.
Görüşememek ne ki! Ben seni bir gün kavuşuruz diye sevmedim. Ben seni o gün hiç gelmese de vazgeçemeyecek kadar sevdim.
İnsan nasıl da unutuyor omuzundaki eli zamanı gelince.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Görüşememek ne ki! Ben seni bir gün kavuşacağız diye sevmedim. Ben seni o gün hiç gelmese de vazgeçemeyecek kadar sevdim.
Sen yalnız geceyi değil, bütün bir ömrü aydınlatırsın.
“Söylenmeyen her söz bilinçaltına yük olur” dedi. Çok yüklüyüm o halde hocam.
Mutluluk ve mutsuzluk, hayatı kendisiyle anlamlandırdığımız ya da zehir ettiğimiz iki kardeş Hedonistler felsefenin merkezine koymuş mutluluğu, âşıklar sevdiklerinin gözlerinin içine, annem reçel kavanozlarının dibine
“ Söylenmeyen her söz bilinçaltına yük olur.”
Ve beni savunabilecek başka hiçbir şey yoktu… Edebiyattan başka… der Ali Lidar , …Evet kitaplar ve edebiyat bizim gibi insanlar için bir liman. Fakat aynı zamanda da çile diye sonlandırır..
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Öyle bir zamanda, öyle bir yaşta, öyle bir travmalar ülkesinde yaşıyoruz ki ve mutlu olabileceğimiz şeylerin sayısı o kadar az ki; otur ağla ..
“…Kalabalıklar insanların acılarıyla yüzleşmesine fırsat vermiyor.”
Öylesine yorgunum ki Ama durmuyorum duramıyorum.
Gitmeliydim. Kaldıkça daha çok uzaklaşıyordum senden. Hep yanında kalabilmek için, gitmeliydim.
Bazen bazı şeyleri bakıp görmeden de anlar insan. Ve haliyle sonradan olacakları da
Bakma etrafına kalabalıklığına. Aslında herkes yalnız
Karın eridiği yerde güneşin hükmü vardır. Güneşin küstüğü yerde yağmurun. Yağmurun kesildiği yerde gökkuşağının.
Ne zaman bundan daha kötüsü olmaz dediysem çıtayı bir tık daha yükseltti hayat, var olsun!
Okullar sadece hayatı ve dünyayı değil hayal kırıklıklranı da öğrendiğimiz yerlerdir.
Galiba her acının en yoğun halini çocuklar yaşıyorlar olanca masumiyetleriyle
Cevabının hiçbir işime yaramayacağını adım gibi bildiğim fakat buna rağmen cevabını deli gibi merak ettiğim tek bir soru var şimdi
Sahi, bu aşkta, tek ben miyim kaybeden?
Unutulacak olanlar çoktan unutuldu, unutulmayacak olanlar mıh gibi beynimde.
Ben sesini ilk duyduğumda seni sevmeye karar vermiştim. Sen, başın ilk sıkıştığında beni sevmekten vazgeçtin.
Sahi, utanmayı unutunca mı geçecek bütün mutsuzluklar?
Kibritler gibiyiz sanırım Allah indinde, vasati bir ömrümüz var. O kavımızı yakıyor ve yine o söndürecek günün birinde
Gerisi hikaye
Bizi hayata karşı ne savunabilir, edebiyattan başka?
İnsan önüne geçemediği ya da aklının yetmediği şeyleri ciddiye almamalı. Yoksa nasıl devam ederiz yaşamaya?
Kafka, Abartıyorum, çünkü anlaşılmak istiyorum demişti.
Bizim gibi çocukluk trenini kaçırıp yolu çoktan ortalayanlar için gerçek mutluluk o kadar ulaşılmaz geliyor ki, delirmemek için yapabileceğimiz tek şeyi yapıyoruz. Abartıyoruz!
Mutluluk ve mutsuzluk, hayatı kendisiyle anlamlandırdığımız ya da zehir ettiğimiz iki düşman kardeş Hedonistler felsefenin merkezine koymuş mutluluğu, aşıklar sevdiklerinin gözlerinin içine, annem reçel kavanozlarının dibine
Mutluluk bir çimendir bastığın yerde biter
Yalnızlık gittiğin yoldan gelir
… Çünkü aşk böyle bir manyaklıktır, kendine has bir şifre çözücü sistemi vardır ve her şeyi canının istediği gibi kodlayıp öyle yollar beyninize. Ki beyin dünden hazırdır her türlü rezilliğe ..
Tavsiyelere inanmam, tavsiye ve vasiyet kelimelerinin aynı harflerle yazılıyor olmasını da ironik bulmuşumdur zaten. Biri başarısızlardan, biri de gidenlerden kalır geriye, ikisinde de bir yarım kalmışlık hissiyatı..
…Arthur Nersesian’ın dediği gibi. “Mazoşist miyim? Hayır. Hayat sadist..”
Parasız yalnızlığın bile tadı yok desem çok mu abartmış olurum?
Kalbin yasaları diyalektik yasalar gibi işlemiyormuş neyleyim.
İnsanın içi nasıl teselli bulur? Kalbim ağrıyorsa tesellisi nereden gelir?
Kalabalıklar insanın acısıyla yüzleşmesine fırsat vermiyor.
Anılar insanı rahat bırakmıyor.
Derin tesirler dilsizdir
dil, gönüle erişmiyor, akıl, ve sağduyu gibi fazilet unsurları, kalp denilen o ipekten mürekkep demire nüfuz edemiyor.
İnsanın mutluluğu bulduğu yer neresidir, insan nerede mutludur?
Sonunda karşımda görüyorum onu, sanki hiç eskimemiş, sanki hiç gitmemiş, ter ü taze oluyorum ben de birden; üstümden yılları, çöllerin tozu pisliği silkiniyor, göllerin, denizlerin neminden eser kalmıyor. Çünkü o karşımda, o beni görüyor
Sesi bir kemandan çıkan en hazin nağmeydi, içimi paramparça edip sustu.
..hayat aşka insaflı da değildi duyarlı da .
Kalabalıklar insanın acısıyla yüzleşmesine fırsat vermiyor.
İnsanın bütün hayalleri mi elinde patlar lan? Hepsi mi?
Boktan bir hayata katlanabilmemiz için değil mi zaten kelimeler? Yoksa ne işe yarayacaklar?
Sahi bu aşkta, tek ben miyim kaybeden?
Kibritler gibiyiz Allah indinde, vasati bir ömrümüz var. O kavımızı yakıyor ve yine o söndürecek günün birinde Gerisi hikaye
Bakma etrafın kalabalıklığına
Aslında herkes yalnız .
Kitaplar , çocukluğumun bütün eksikliğini kapatan , bir tür çaresizlikten dolayı başlarda zorunlu olarak yakın olduğum , sonrasındaysa beni büyüleyen , dünyanın ve gerçek hayatın sıkıcılığından çekip çıkaran birer liman oldu hep..
Her acının en yoğun hâlini çocuklar yaşıyorlar olanca masumiyetleriyle!
Unutulacak olanlar çoktan unutuldu , unutulmayacak olanlar mıh gibi beynimde.
Büyük öykü, evet. Büyük öyküler boktan zamanlarda yazılır. Öylesine düşünüp tasarlamadan. İnsan ancak öyle zamanlarda inebilir kendi derinine.. Derinine inmek şart mı diye sorarsan da , elbette?
Yoksa ne ki insan ?
Biraz kan ve su , biraz deri ve kemik , bolca gözyaşı ve keder
❝ Az insan..❞
İnsan önüne geçemediği ve aklının yetmediği şeyleri ciddiye almamalı. Yoksa nasıl devam ederiz yaşamaya?
❝ Gelsin yanıma, birde bu şehri benim oturduğum koltuktan izlesin.. Bu şehir sokaklarını, lambalarını , pazar günleri mahalle aralarındaki evlerden çıkan soba dumanlarını , is kokusunu benim yanımda görsün.
Evet , görsün , çünkü bazı kokular gözle görülebilir , bilhassa yoksulluktan kaynaklı kokular.❞
Bütün şehri asık suratla ve insanları dövecek gibi gezdim mecburen.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir