İçeriğe geç

Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler Kitap Alıntıları – Süleyman Bulut

Süleyman Bulut kitaplarından Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler kitap alıntıları sizlerle…

Büyük Atatürk’ten Küçük Öyküler Kitap Alıntıları

“Öğrenci için en saygıdeğer insan, öğretmendir.”
“Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacı duymayacak duruma gelirse o zaman kurtulmuş olur.”
“Atlet vücutlu, zarif endamlı, keskin ve derin bakışlı, ciddi tavırlı, hareketleri canlı ve çalak, her haliyle alımlı bir erkek güzeli.
İşte Mustafa Kemal Atatürk’ün portresi.”
“Büyük adam lâfla olmaz, evvelâ memleketi kurtarmak lazımdır.”
“Eğitimdir ki, bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüce bir millet halinde yaşatır; ya da bir milleti esirlik ve yoksulluğa düşürür.”
Ziyaret için Dolmabahçe Sarayı’na gelen Moskova Büyükelçisi Vasıf Çınar, onu bir tarih kitabının başında görünce,
“Paşam” dedi, “bu kadar tarih okuyup, kafanızı yormayınız; siz 19 Mayıs’ta Samsun’a böyle kitap okuyarak mı çıktınız?”
Atatürk okuduğu kitaptan yavaşça başını kaldırdı, hafifçe gülümseyerek,
“Vasıf Bey, bizim çocukluğumuz fakirliklerle geçti; elime üç beş kuruş para geçince, bunun mutlaka yarısını kitaba verirdim. O zaman da böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben Atatürk olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim” dedi.
“Savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilemezsin; bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor… O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi, cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarda taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın.”
Atatürk, Ankara’nın ufkuna bakarak bir süre düşündükten sonra,
“Samsun’a çıktığım günü kutlayınız,” der,
Çevresindeki tarihçilere dönüp,
“Samsun’a ne zaman çıktım?” diye sorar.
Tarihçiler hemen yanıt verir:
“19 Mayıs 1919’da!”
Yüzü aydınlanan Atatürk,
“İşte benim doğduğum gün!” der.
1937 Kasım’ında, kendisine verilen Mark Twain Derneği Ödülü’nü kabul ederken gerekçesini şöyle açıklamamış mıydı Atatürk: “…Benim insan taraflarımı övüyorlar!”
“Bayrak, bir milletin bağımsızlık simgesidir. Düşman da olsa saygı göstermek gerekir. Bayrağı yerden kaldırıp topun üstüne koyunuz.”
“Uğranılan her yerde Atatürk, Latife Hanımla birlikte görünmeye özellikle önem veriyordu.”
“Şaşırma şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık. Bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur. İşte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy. Cephanenin yerini artık kitaplar alsın.”
“Gözbebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılmış bir çift gözün, mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabi bir çehre…”
“Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve medeni beşeriyetten dileğim şudur:
Beni hatırlayınız
Atatürk geziye çıkarken yanında götürmek istediği kitapların cephane sandığına koyulmasını istediğinde, Kütüphanecisi Nuri Ulusu şaşırır. Atatürk der ki:

Şaşırma, şaşırma Savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilemezsin; bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi, cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarda taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın.

Çocuk, biz öyle bir idare, öyle bir rejim istiyoruz ki, bu memlekette bir gün -eğer hükümdarlık aleyhinde gittikçe artan kuvvetli bir cereyanla karşılaşılırsa- padişahlığa taraftar olanlar dahi bir fıkra kurabilsinler
Efendiler!
Dünyada her şey için, maddiyat için, ma’neviyât için, hayat için, muvaffakiyet için en hakiki mürşid ilimdir, fendir!
İlim ve fennin dışında rehber aramak dikkatsizliktir, bilgisizliktir, yanlışlıktır!
Bu yatı, bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi beklemiştim. Meğer bana bir hastane olacakmış.
Ey yükselen nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz!
Efendiler, milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur..
Zübeyde Hanım : Allahın bana bu oğulu vatanı kurtarmak için gönderdiğine inanıyorum..
Yaşasın Cumhuriyet!
Hangi şan, hangi şeref? Eğer mensup olduğum millet şanı, şerefi varsa ben de şanlı ve şerefliyim. Aksi takdirde içinizden herhangi bir adam çıkar da şan, şeref arkasında koşar ve emsalsiz olmak isterse biliniz ki başınıza belâdır, bela Millet bu gibilere asla izin vermemelidir.
Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak duruma gelirse o zaman kurtulmuş olur.
“Paşa, Ahmet Refik’in çenesindeki şu bir karış sakala bak,” dedi.
Ortalık bir anda sessizleşti.
En sıkışık zamanlarda bile sakal tıraşı olmadan toplum içine çıkmamasıyla bilinen Atatürk, Nuri Conker’e şöyle bir baktıktan sonra Ahmet Refik Bey’e döndü:
“Beyefendi,” dedi, “siz Conker’e bakmayınız O, insanın kafasındaki kütüphaneyi görmez de çenesindeki sakalı görür.”
“Bırak, bırak, hepsini biliyorum Toplantıya kadın öğretmenleri de çağırmışsınız!”
Herkes, nefesini tutmuş onu dinlerken o, konuşmasına şöyle devam eder:
“Fakat, onları niçin ayrı sıraya oturttunuz? Sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa Türk kadınının faziletine mi? Bir daha böyle ayrılık görmeyeyim, anlaşıldı mı?”
“Vasıf Bey, bizim çocukluğumuz fakirliklerle geçti; elime üç beş kuruş para geçince, bunun mutlaka yarısını kitaba verirdim. O zaman da böyle okurdum. Eğer aksini yapsaydım ben Atatürk olamazdım, Türkiye’yi bu hale getiremezdim,” dedi.
Bırakın övünmeyi. Bunlar geçmişte kalmıştır. Bundan sonra ne yapacağız? Onlar üzerindeki fikirleriniz nedir? Onları söyleyin ki bir faydası olsun !
-Mustafa Kemal Atatürk-
Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır ; fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır..
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek demek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir..
Efendiler Hepiniz mebus olabilirsiniz, vekil olabilirsiniz, hatta reisicumhur olabilirsiniz, fakat sanatkar olamazsınız..
Hakikati konuşmaktan korkmayınız. Hakikat sizin dedikleriniz değil benim dediklerim..
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve medeni beşeriyetten dileğim şudur:
Beni hatırlayınız
Üçümüz vaziyeti bir defa daha gözden geçirdik ve kesinlikle anladık ki, Türk’ün hakiki kurtuluş güneşi 30 Ağustos sabahı bütün parlaklığıyla doğacaktır!
Benim naçiz vücudum elbet bir gün toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza dek yaşayacaktır!
Onları niçin ayrı sıraya oturttunuz? Sizin kendinize mi güveniniz yok, yoksa Türk kadınının faziletine mi? Bir daha böyle ayrılık görmeyeyim!
İki Mustafa Kemal vardır; dedi. Biri karşınızda oturan ben. Et ve kemik, fani Mustafa Kemal. İkinci Mustafa Kemal onu, ben kelimesiyle ifade edemem. O, ben değil, bizdir. O, burada oturan sizler, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni hayat ve büyük ülke için uğraşan aydın ve mücahit bir zümredir. Ben onların rüyalarını temsil ediyorum. Benim yaptıklarım, onların özlem duydukları şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz hepinizsiniz. Fani olmayan, yaşaması ve başarılı olması kaçınılmaz olan, Mustafa Kemal, odur.
Sana, ne diyelim?
Sen ne diyeceğimizi bizden iyi bilirsin. Sen bizimsin, bizim içimizdensin Atatürk.
Eğer şunun bunun güler yüz göstermesinden kuvvet almayı kendinize yakıştırırsanız, halinizi bilmem ama geleceğiniz çürük olur.
Efendiler, milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esareti üzerine kurulmuş olan kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkumdurlar.
İstediklerimizin hepsi olacaktır. Ancak zamanı seçmek gerekir. Her şeyi birden yapamayız, sıra beklemek, tepkisel olmak zorundayız. Dediğim gibi bazen hedefe dolambaçlı yollardan gitmek, cephede hücum etmekten daha güvenli ve sağlam bir yoldur.
Her şeyde gösterişten nefret eder, ancak ilgilenilmesini de şart koşar, kendi etrafında hiçbir ihmali kabul etmez. Güzel şeyleri sever, güzel halılara, güzel silahlara, eski ciltlere bayılır, fakat gerektiğinde bir köylü evi ile, basit bir kır kampı ile kolayca bağdaşır. Güzel mısralara, edebi tartışmalara, musikiye tutkundur: Ne var ki bunlara çok az vakti vardır.
“Beni görmek demek,mutlaka yüzümü görmek değildir.Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyırsanız, bu yeterlidir ”
Mustafa Kemal Atatürk
Memleketi için giden insan ölse bile ardından ağlanmaz!..
Atatürk’ün kedisi var mıydı?
Hiç kedili bir fotoğrafını görmedik şimdiye kadar. Yakınlarının anılarında da böyle bir şeyden söz edilmiyor ama; Çankaya Köşkü’nde, köşkün içinde bir kedisi olduğunu, onunla röportaj yapan Paris Journal gazetesi muhabiri Paul Erio’dan öğreniyoruz.
Erio, röportaj yapmak için Atatürk’ün çalışma odasına adımını attığında, beyaz, uzun tüylü küçük bir Ankara kedisinin, karşıdaki divanın üstünde boylu boyunca uzanmış olarak kendisine baktığını yazmaktadır.
Bugün bir hiç gibi gördüğün bir çocuk belki de yarının en büyük kahramanıdır. Bunun için her kim olursa olsun istediği şekilde konuşmakta Serbesttir.
Vatan elden giderse evladın ne hükmü kalır?
İngiliz işgal komutanı general Harington,, Pera Palas’ın bir salonunda kahvesini içerken bakışları bir noktada sabitleşir.
İlerideki masaların birinde oturan bir subay hiçte yabancı gelmemiştir.
Belleğini biraz zorlayınca işitliklerinden ve gördüğü fotoğraflardan hatırlar: bu subay Mustafa Kemal’dir!
General Harington, kendilerine Çanakkale’de zor anlar yaşatan bu Komutanı yakından tanımak ve ona sonunda yenidiğini söylemek için, “kendisiyle bir kahve içmek isterim,” deyip masasına davet etmek ister.
Gönderilen tercüman Mustafa Kemal’i selamladıktan sonra, “General Harington, bir kahve içmek için masalarını şereflendirmenizi arzu ediyor paşam,” der.
Mustafa Kemal’in yüzü asılır, “kahve içmek istiyorlarsa kendileri lütfen benim masama buyursunlar,” der.
Tercüman, Harington isteğinin geri çevrilmesini çok şaşırırken, Mustafa Kemal devam eder: “Ne de olsa onlar burada misafir… Biz de adettir, kahveyi ev sahipleri ısmarlar, misafirler değil!”
Sizi bir kıvılcım olarak gönderiyoruz; gür alevler halinde dönmelisiniz!
Gözbebekleri en garip ve esrarengiz madenlerden yapılmış bir çift gözün, mavi, sarı, yeşil ışıklarla aydınlattığı asabi bir çehre.
O, insanın kafasındaki kütüphaneyi görmez de çenesindeki sakalı görür
.
.
.
Esirler minnet gözyaşları içinde Köşk’ten ayrıldı.
İşitiniz ve işittiriniz, sizin için sıhhatini, ömrünü vazifeye hasreden adam sahnededir, sizin için çalışacaktır. O, sizin için yaşıyor; benim kuvvetim size olan muhabbetim ve sizin bana olan muhabbetinizdir. Bu millet, bu memleket dünyanın en makbul bir mevcudiyeti olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim..
Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız, bu yeterlidir
Kendi yarattığı şimşekli bulutlardan, firtinalardan ve etrafına döktüğü feyizli çağlayanlardan yegâne (tek) mütessir olmayan meğer onun genç başı imiş!
Alevden coşkun bir nehir halinde, köhne tarihin bütün enkazını süpüren ve yeni bir âlemin meydana gelmesine yol açan fikirler kaynağı başı, bir yanardağ zirvesi gibi, taşıdığı ateşe kayıtsız, mavi gök sema altında, sessiz ve gülümseyerek duruyor
Türk ulusuna neşe içinde yaşama yolunu açtığı ve rehberlik ettiği için Mark Twain Ödülü kendisine verilmiştir.

Hayatımda işittiğim en büyük iltifat bu. Benim insan tarafımı övüyorlar çünkü! .

Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve medeni beşeriyetten dileğim şudur:
Beni hatırlayınız..
İnsanlığın yardımına hayatını, her kim feda ederse, insanoğlu onun adını kıyamete kadar saygıyla anar değil mi hocam..
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar bir insan başının ifade edemeyeceği hiçbir şey tasavvur edemiyorum
Atatürk’ün telgrafla ilettiği dileği şudur: “ Sizi bir kıvılcım olarak gönderiyoruz; gür alevler halinde dönmelisiniz.
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve medeni beşeriyetten dileğim şudur.
BENİ HATIRLAYINIZ
Tamam Latife,dedi.Sen kazandın ama diz çökmemi bekleme, zira, ben kimsenin önünde diz çökmem. Ne zaman evleniriz onu da bilmem,zira, memleket işleri Yarın sabah Ankara’ya dönüyorum
Atatürk çocukluk arkadaşlarından Nuri Conker’i çok severdi. Sık sık şakalaşırdı onunla.
Bir gün baş başa sohbet ederlerken Nuri Conker’e bir telgraf iletildi.
Telgrafı okuyan Nuri Conker’in yüzünde mutlu bir gülümseme yayılınca, Atatürk, Hayrola iyi bir haber mi ? diye sordu.

Nuri Conker neşeli bir sesle, İyi haber paşam dedi.
Atatürk meraklanmıştı.
E söyle, biz de sevinelim.
Bugün benim doğum yıldönümüm de, çocuklar onu kutluyorlar.
Atatürk’ün gözleri kocaman açıldı:
Yaa dedi, çocukların bu saygısızlığı her yıl yaparlar mı?
Nuri Conker şaşırdı:
Nasıl bir saygısızlık Paşam?
Nasıl olucak? Yani, her yıl, bir yaş daha kocadığını yüzüne vurular mı?
Atatürk’ün ne demek istediğini o zaman anlayan Nuri Conker’in kaşları birden havaya kalktı,
Sahi yahu dedi, ben şimdiye kadar işin farkına varmamıştım vay külhaniler vay!
İkisi de kahkahayı bastı.

Dünyada yenilmeyen kimse, yenilmeyen ordu, yenilmeyen takım, yenilmeyen kumandan yoktur, dedi. Devam ederek:
Yenildikten sonra üzülmek de tabiidir Ancak, bu üzüntü insanın maneviyatını yok edecek, onu çökertecek seviyeye varmamalıdır. Yenilen, hemen toparlanmalı, kendini yeneni yenmek için olanca gücüyle, azmiyle daha çok çalışmalıdır.
İstediklerimizin hepsi olacaktır. Ancak zaman seçmek gerekir. Her şeyi birden yapamayız, sıra beklemek, tepkisel olmamak zorundayız. Dediğim gibi bazen hedefe dolambaçlı yollardan gitmek, cepheden hücum etmekten daha güvenli ve sağlam bir yoldur.
General Harington, bir kahve içmek için masalarını şereflendirmenizi arzu ediyorlar Paşam, der..
Mustafa Kemalin yüzü asılır,
Kahve icmek istiyorlarsa kendileri lütfen benim masama buyursunlar, der.
Tercüman, Harington’un isteğinin geri çevrilmesine cok şaşırırken Mustafa Kemal devam eder:
Ne de olsa onlar burada misafir Bizde adettir, kahveyi ev sahipler ısmarlar, misafirler değil!
Türk milleti, ne zaman kendini kurtulmuş sayabilir? diye bir soru attı ortaya.
.
..
Sıra Hasan Ali Yücel’e gelince, Yücel,
Paşam, Türk milleti ne zaman kurtarıcı arama ihtiyacını duymayacak duruma gelirse o zaman kurtulmuş olur. dedi.
”Türk ulusuna neşe içinde yaşama yolunu açtığı ve rehberlik ettiği için Mark Twain Ödülü kendisine verilmiştir. ”
.
.
”Bu haberi ajansa verin duyurulsun. ” dedi.
(herkes şaşırmıştı çünkü daha önce kendisine verilen İngiltere’nin en yüksek ödüllerinden Dizbağı Nişanını, çeşitli sebepler ileri sürerek kabul etmemişti. bu durum kendisine hatırlatılınca:)
.
”Hayatımda işittiğim en büyük iltifat bu Benim insan tarafımı övüyorlar çünkü! ”
Bu söylediklerim hakikat olduğu gün senden ve medeni beşeriyetten dileğim şudur:
Beni hatırlayınız
29 Ekim 1938

Doktorla Salih Bey kollarına girdi. Atatürk, pencerenin önüne yerleştirilen koltuğa oturdu. Pencerenin tülü çekildi.
Gençler onu pencerede görünce çılgına döndü.
Dağ başını duman almış marşını söylemeye başladılar.
Alkışları, sesleri bütün odayı dolduruyordu.
Atatürk birkaç kere eliyle selamladı onları.

Bu bayram ve yarınlar sizindir. diye mırıldandı.
Sonra da,
Yoruldum dedi çok çabuk yoruluyorum! Beni lütfen yatağıma yatırınız. Onları gördüğüm icin çok mutluyum..

Dışarıdaki gençlere doğru dönüp seslendi:
Güle güle çocuklar

Neşet Ömer ve Salih Bey’in yardımlarıyla yatağına dönerken gözyaşları içindeydi.

Gençlikle ve öğrencilerle son karşılaşması oldu bu

meğer bütün karargahı ile Başkumandan Mustafa Kemal değil, Yunan Başkumandan Trikupis esir olmuş

Bir çocuk gibi sıçramaya başladım. Habere, havadise, telgrafa koşuyorum Yunan ordusunu mahvetmisiz ve İzmir’e iniyormusuz.

Ben ömrümde, hiçbir edebiyat eserinde, ordulara ilk hedeflerinin Akdeniz olduğunu bildiren gündelik emri okurken duyduğum zevki duymadım, bu, bütün heyecanların üstünde bir heyecan veren, bütün şiirlerin üstünde bir şiirdi. Ne olmuştuk, biliyor musunuz? KURTULMUŞTUK!

Gazeteci Falih Rıfkı Atay – 1922 İstanbul

Annemin mezarı önünde ve Allah’ın yüce katında söz verip, and içiyorum ki ulusumun bu kadar kan dökerek elde ettiği egemenliğinin korunması ve savunması için gerekirse annemin yanına gitmekte gecikmeyecegim. Ulus egemenliği uğrunda can vermek, benim için vicdan borcu olsun, namus borcu olsun!
Annesini kaybettiği gün memleket islerine ara vermeden devam eden Mustafa Kemal, Eskişehir’de kalabalık arasında kalan yaşlı kadını farkeder ve,

Bırakınız gelsin, belki bir derdi, bir diyeceği vardır.. der.

Güvenlik güçleri yana açılarak, yaşlı kadının önünü açtılar.

Olabildiğince hızla ilerleyen yaşlı kadın, Atatürk’ün önüne gelince durdu, şefkat dolu gözlerini onun gözlerine dikti. Bir eliyle de omzuna uzandı, oğlu yaşındaki Paşa’nın omzunu sıvazladı.

İşittim ki anan ölmüş dedi, başın sağ ola

Atatürk, bir süre hareketsiz kaldı.

Yaşlı kadına minnet ve hüzünle bakarken gözleri nemlendi. Yavaş ve titreyen bir sesle,

Evet, anam öldü dedi.

Acıyla başını salladiktan sonra ekledi:

VATAN ANAM SAĞ OLSUN SİZ SAĞ OLUN!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir