İçeriğe geç

Büyü Dükkânı'nda İki Çınar Kitap Alıntıları – Yeşim Türköz

Yeşim Türköz kitaplarından Büyü Dükkânı'nda İki Çınar kitap alıntıları sizlerle…

Büyü Dükkânı'nda İki Çınar Kitap Alıntıları

“Aslında hayatın kendisi büyük bir kayıpla başlar. Doğmak, annenizin sıcak bedeninden ayrılmaktır. Sonra anne memesini, anne kucağını, sonra sorumsuzluğunuzu, sonra çocukluğunuzu, bazı hayallerinizi, bazı umutlarınızı ve pek çok olasılığınızı kaybedersiniz. Fark etmeseniz de kaybedersiniz, kaybettikçe öğrenirsiniz. Dayanmayı, yenilenmeyi, yaratmayı ”
Bir şeye hiç sahip olmamakla onu kaybetmek arasında çok büyük bir fark var.
Yıllardır hep bunu yapıyorum ben. İsteklerimi önce hak etmem, sonra da hak ettiğime karşımdakini inandırmam gerektiğini düşünüyorum. Ama inandırmaya çalışmak aynı zamanda onu rahatsız etmek demektir. Onun için bu iş başlı başına işkenceye dönüşür. Kendini uzun uzun anlatmak, bir şey istemek ya da en azından anlaşılmak için uğraşmak o kadar sinir bozucu bir kıvranmadır ki bunu yapacağıma hiçbir şey istememeyi hatta konuşmamayı tercih ettiğim çok olmuştur.
Bir yerdeki kavuşma, başka yerdeki bir veda anlamına geliyordu
Demek ki roman orada bitmemiş dedi.
İkisinin de dudaklarından, aynı anda tek bir cümle çıktı:
Öyleyse yazar, iyimser olmalı
Yani terk edilen, aslında terk eden midir?
Hayat talepkardır. Sizden büyümenizi ister. Çocukluğu bırakmanız karşılığında size bilgi, deneyim,beceri vaat eder.
Unutmadığını biliyorum çünkü ben de unutmadım.
Eğer roman burada bittiyse, yazar karamsar olmalı.
Eğer siz , dünyada onu en iyi anlayan kişinin siz olduğunuzu düşünürken, o kendisini anlaşılmış hissetmiyorsa, gerçekten anlamıyorsunuz demektir. Çünkü birini anlayıp anlamadığınızı ölçebilecek tek bir kişi vardır; o da kendisidir.
Siz farkında olmasanız da, hayat sizi bazı tehlikeye kayıplara hazırlar. Bu insanlık tarihinin bizlere bir armağanıdır. Dogduğunuz andan itibaren kaybetmeye başlarsınız.
“Bildiklerimizin gücü, hissetmeye alıştığımız duyguları değiştirmekte çoğu zaman yetersiz kalır. Bunun için, ezber bozan yeni deneyimler ararız.”
“Siz farkında olmasanız da, hayat sizi bazı tehlike ve kayıplara hazırlar. Bu, insanlık tarihinin bizlere bir armağanıdır. Doğduğunuz andan itibaren kaybetmeye başlarsınız. Aslında hayatın kendisi büyük bir kayıpla başlar.”
“Çocukluk, biz ne yaparsak yapalım yitip gidiyor mu yoksa biz mi yetişkin olabilmek için kendimizi ondan koparıyorduk?”
“Ona kendisini çok iyi anladığımı hissettirebilmek isterdim örneğin. Dünyada onu en iyi anlayan kişinin ben olduğumu bilmesini isterdim.”
“Yalnızca, bazen kendi benliğimizde açılan yaralar o kadar büyüktür ki başkalarını düşünemez hale gelebiliriz.”
“Mutluluk tablolarının arkası pek boş değildir. Bunların bazıları, sahte mutluluk tablolarıdır; arkasında gerçek acılar gizlerler.”
“Kahvenin ne kadar acı olduğu, köpüğünden pek anlaşılmaz ama kahve ne kadar acı ise köpüğü o kadar tatlı gelir size.”
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
“Çok arkadaşım, dostum, dert ortağım oldu ama şimdi geriye dönüp bakınca sanki bir istasyonda bekler gibi yaşadığımı görüyorum.”
Çünkü iyi anlamak hoşumuza gitmeyen şeyleri de anlamayı gerektirir.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir yerdeki kavuşma, başka bir yerdeki veda anlamına geliyordu.
O halde gördüğünle yetinme ama gördüğüne o kadar iyi bak ki sana göremediklerini de göstersin.
Ölü umutların peşinden koştuğunuz sürece yeni bir umut bekleyemezsiniz.
Kuşlar, çaresizliği bilmemenin tatlı aymazlığı ile saatlerce ötüp duruyorlardı.
Doğduğunuz andan itibaren kaybetmeye başlarsınız. Aslında hayatın kendisi büyük bir kayıpla başlar. Doğmak, annenizin sıcak bedeninden ayrılmaktır.
“Eğer siz, dünyada onu en iyi anlayan kişinin siz olduğunuzu düşünürken, o kendini anlaşılmış hissetmiyorsa, gerçekten anlamıyorsunuz demektir. Çünkü birini anlayıp anlamadığını ölçebilecek tek kişi vardır: o da kendisidir.”
Bir şeye sahip olmamakla, onu kaybetmek hiçbir zaman aynı şey olmamıştı. Yaşanan her an, hayat suyunun içindeki bir damla gibiydi. O damlayı geri almak mümkün değildi. Damla bir kez oraya aktıktan sonra, suya yayılır, suyla bütünleşir ve suyu değiştirirdi. Buna umutlarımız da dâhildi. Umut, bir kez doğduktan sonra, sanki yaşayan hücrelere dönüşüyor ve yok oluşu sizden bir şeyleri eksiltiyordu.
Sihir senin gözlerindedir.. İnsanların kendisi sihirlidir..
Bir heykeltıraş, çok güzel bir heykel yapıyor ve tam kaidesine oturturken düşürüp kırıyor. Heykelin belden yukarısı tamamen sağlam ama belden aşağısı parçalanıyor. Siz bu heykeltıraş olsanız ne yaparsınız?
Genç adam, hiç düşünmeden cevap verdi. Atar ve yenisini yapmaya çalışırdım herhalde. Ya da aynısını yapmaktan vazgeçer, tamamen başka bir heykel yapardım.
Satıcı gülümsedi. Her ikisi de kusursuzluk arayışıdır. Kaybedilen parçanın yarattığı boşluğa tahammülsüzlüktür. Oysa heykelin belden yukarısı sağlam ve siz onun kırık tarafını yontarak, bir büste dönüştürebilirsiniz. Ancak bunun için kırılan kısmın açtığı boşluğun mutlaka doldurulması gerektiği inancından vazgeçmek gerekiyor. Ya eskisi gibi olmalı ya da hiç olmamalı derseniz, sizin seçtiğiniz iki yoldan başka seçenek yoktur. Dikkat ederseniz her iki seçenekte de heykelin var olan parçasından vazgeçiyorsunuz. Onunla bir şey yapmıyorsunuz. İşte yokluk dengesi dediğim şey bu. Bir parçanın yok olmasının diğer parçayı da yok etmesi
Yıllardır hep bunu yapıyorum ben. İsteklerimi önce hak etmem, sonra da hak ettiğime karşımdakini inandırmam gerekiyordu. Kendimi uzun uzun anlatmak, bir şey istemek ya da en azından anlaşılmak için uğraşmak o kadar sinir bozucu bir kıvranmadır ki bunu yapacağıma hiçbir şey istememeyi hatta konuşmamayı tercih ettiğim çok olmuştur.
Bir seye sahip olmamakla, onu kaybetmek hicbir zaman ayni sey olmamisti.
Oysa bazı anı sahneleri kimse dokunmadıkça albümlerin sık açılmayan sayfaları gibi birbirine yapışık dururdu insanın belleğinde. Açmaya yeltendiğinizde ince bir çıtırtı duyardınız önce ve ardından duygular sanki hazırda bekliyormuş gibi hızla akın ederdi.
O halde gördüğünle yetinme ama gördüğüne o kadar iyi bak ki sana göremediklerini de göstersin.
Yaşanan her an hayat suyunun içindeki bir damla gibiydi. O damlayı geri almak mümkün değildi. Damla bir kez oraya aktıktan sonra, suya yayılır suyla bütünleşir ve suyu değiştirirdi. Buna umutlarınız da dâhildi. Umut, bir kez doğduktan sonra sanki yaşayan hücrelere dönüşüyor ve yok oluşu sizden bir şeyleri eksiltiyordu.
Hayatta en çok istediğiniz şey, hayattan alabileceğiniz en iyi şey midir?
Sihir senin gözlerindedir. İnsanların kendisi sihirlidir..
İnsan, kibrinin kendisine vaat ettiği kişi olamadığını hissettiği anda büyük bir utanç yaşıyordu. Kendini küçülmüş, değersizleşmiş hissediyordu. Oysa insan küçük ve değerliydi. Ancak bunu hissedebilmek için dünya yüzündeki gerçeğini kabullenmeye ihtiyacı vardı
Anıların hep içinizde olduğunu bilseniz de onlarla karşılaşmak, bilmekten çok ama çok farklı bir şeydir. Tıpkı yağmurun ıslatacağını bilmek ile yağmurda iliklerinize kadar ıslanmak arasındaki fark gibi
Ama çocukluk, biz ne yaparsak yapalım yitip gidiyor mu yoksa biz mi yetişkin olabilmek için kendimizi ondan koparıyorduk?
Hayatta en çok istediğiniz şey, hayattan alabileceğiniz en iyi şey midir..?
Başkaları sizin aynanızdır. Aynaya en çok ihtiyaç duyduğunuz anlar ise kendinizi iyi görmek istediğiniz anlardır.
Sihirbaz bana ne dedi biliyor musun?
‘Sihir senin gözlerindedir. İnsanların kendisi sihirdir ‘
Bazen sessizlikler o kadar ani, o kadar güçlü ve kararlı olurdu ki ona dokunamazdınız bile.
Yaşandıkları anda sıradan gelen hatta sızlanarak yapılan şeyler, yıllar sonra neşe ile anılabiliyordu.
Ölü umutların peşinden koştuğunuz sürece yeni bir umut besleyemezsiniz.
Rakibiniz bir çocuk ise geçildiğinize veya yenildiğinize gayet yürekten sevinebilirdiniz.
Ben değişiyordum, dünya değişiyordu hayat değişiyordu; fakat ben bunu kabul edip hayatla birlikte akmak yerine, ha bire kafamdakini gerçekleştirmeye çalışıyordum.
Zamanın sonsuz ama yaşamın sınırlı ve kusurlu olduğu gerçeğini kabullendikçe, çaresizlik duygularınızdan kurtulurdunuz çünkü çare yoksa çaresizlik de yoktur
Bazen gerçeği biliriz ama onu bildiğimizi bilmeyebiliriz.
İnsan, ta bebekliğinde öğrenirdi kendisini büyütenin her zaman sevdiği yiyecekler olmadığı gerçeğini
Fark etmeseniz de kaybedersiniz, kaybettikçe öğrenirsiniz. Dayanmayı, yenilenmeyi, yaratmayı
Büyümek, çocukluğu terk etmek anlamına geliyordu. İnsan genç iken, arkada bıraktığı çocuklukla olan bağını rahatça koparabiliyordu. Belki de bundandı; çocuklar daha önce hiç büyük olmadıkları halde büyükleri anlayabilirken, büyüklerin hepsinin daha önce çocuk oldukları halde, çocukları anlamakta güçlük çekmeleri
Sınırlar ve ayrılıklar olmasa öyküler bu kadar zengin olur muydu acaba?.
Ancak şunu biliyordum ki dikkatlerini üçüncü bir noktaya kilitlemiş olan iki kişi, birbirine hiçbir zaman yeterince bakmaz..
Bir şeye sahip olmamakla, onu kaybetmek hiçbir zaman aynı şey olmamıştı..
Çocukların okuduklarını okuyamayacak kadar,oynadıklarını oynayamayacak kadar,onlar gibi düşünemeyecek kadar mı büyüyorduk gerçekten?O kadar mı uzaklaşıyorduk kendi çekirdeğimizden?
Aradığını orada mı bulmuş?  

Ben de aynı soruyu sordum; ‘hem evet, hem de hayır’ dedi. Dünyanın en güzel yerini değil, ama gerçeği orada bulduğunu söyledi. Anlamış ki aslında hayalleri gerçekleşiyor ama o bunun farkına varmadığı için arayışına devam ediyormuş. Dünün tahayyülü, bugünün gerçeğine dönüşünce kıymetini yitiriyormuş. Tahayyülün, bugünün gerçeğinden daha makbul imiş gibi göründüğünü ve peşine düştüğü şeyin, gerçeğe dönüştüğü anda kendi kendini imha eden bir hayalden ibaret olduğunu keşfetmiş. İnsan, önündeki gerçeği değil de kafasındaki resme sarılmayı yeğ tutar, o gerçek olduğunda da tutunacak başka bir hayal bulurmuş.  

Yaşlı adam derin bir nefes alıp devam etti. Ona, neden derenin kıyısında durduğunu sordum bana dedi ki ‘şu akan su benim öğretmenim oldu; ona bakınca kendimi, hayatı gördüm. Aslında ben de onun gibi akıp gidiyordum işte. Hiçbir an, bir öncekiyle aynı olmuyordu. Ben değişiyordum, dünya değişiyordu, hayat değişiyordu. Fakat ben bunu kabul edip hayatla birlikte akmak yerine, habire kafamdakini gerçekleştirmeye çalışıyordum.’

Hayat takepkardır. Sizden büyümenizi ister. Çocukluğunuzu bırakmanız karşılığında size bilgi, deneyim, beceri vaat eder. Büyümek güzeldir ama hayatla iyi bir pazarlık yapmazsanız zararlı çıkarsınız. Çünkü bunlar vitrine konulanlardır. Sonradan tezgahın altından sorumluluklar, kayıplar, acılar da çıkar.
Öyleyse yazar iyimser olmalı
Siz farkında olmasanız da, hayat sizi bazı tehlike ve kayıplara hazırlar. Bu, insanlık tarihinin bizlere bir armağanıdır. Doğduğunuz andan itibaren kaybetmeye başlarsınız. Aslında hayatın kendisi büyük bir kayıpla başlar. Doğmak, annenizin sıcak bedeninden ayrılmaktır. Sonra anne memesini, sonra anne kucağını, sonra sorumsuzluğunuzu, sonra çocukluğunuzu, bazı hayallerinizi, bazı umutlarınızı ve pek çok olasılığınızı kaybedersiniz. Fark etmeseniz de kaybedersiniz, kaybettikçe öğrenirsiniz. Dayanmayı, yenilenmeyi, yaratmayı
Bir şeye hiç sahip olmamakla onu kaybetmek arasında çok büyük bir fark var.
Büyümek, çocukluğu terk etmek anlamına geliyordu. İnsan genç iken, arkada bıraktığı çocuklukla olan bağını rahatça koparabiliyordu. Belki de bundandı; çocuklar daha önce hiç büyük olmadıkları halde büyükleri anlayabilirken, büyüklerin hepsinin daha önce çocuk oldukları halde, çocukları anlamakta zorluk çekmeleri Çünkü insan kendi çocukluğunu da bırakıp gidiyordu hiç arkasına bakmadan. Hatta kimileri buna ‘çocukluktan kurtulmak’ bile diyordu!
Bir yerdeki kavuşma,başka yerdeki bir veda anlamına geliyordu.
Kimse imkansızlığından emin olduğu bir şeyin peşinden koşmaz.
Anıların hep içinizde olduğunu bilseniz de onlarla karşılaşmak,bilmekten çok ama çok farklı bir şeydir.
Bazen gerçeği biliriz ama onu bildiğimizi bilmeyebiliriz.
İyi anlamak, hoşa gitmeyen şeyleri de anlamayı gerektirir.
Bir yerdeki kavuşma,başka yerdeki bir veda anlamına geliyordu
İşte bunu şu dereye baka baka öğrendim.Bıkmadan usunmadan günlerce baktım ona.Olur ya ,belki yanılıyorumdur, o da bir gün sıkılıp başka bir yere doğru akar diye Ama ne su sıkılır yatağından,ne yatak sıkılır üstünde akan sudan;bilirler ki aralarındaki hiçbir buluşma bir diğerinin aynısı değildir.
Kibir ve utanma arasındaki akrabalığı farkettiği yıllar İnsan kibrinin kendisine vaat ettiği kişi olamadığını hissetiği anda büyük bir utanç yaşıyordu.Kendini küçülmüş,değersizleşmiş hissediyordu.Oysa insan küçük be değerliydi.
Yalnızca bazen kendi benliğimizde açılan yaralar o kadar büyüktür ki başkalarını düşünemez hale gelebiliriz.
Dışarıdan görünenin hiçbir şey olmadığını ve gözlerimi daha fazla eğitmem gerektiğini öğretti.
Siz bir “mutlu son”için aşık olma ihtimalinizi feda etmeye hazırdınız.Oysagerçek hayatta “mutlu son” değil “mutlu an” vardır.Elde etmek istediğiniz şeye kavuştuğunuzda an bir mutluluk anıdır ama hayatı o noktada durduramassınız.
Oysa baktığınız her yerde yepyeni bir gerçek vardır.
Yoksa neden yeryüzü,var olanla yetinenlerle değil de kendine türlü zorluklar yaratarak hep yeni şeyler arayanların mekanı olsundu ki?

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir