İçeriğe geç

Bütün İyiler Biraz Küskündür Kitap Alıntıları – Nilay Örnek

Nilay Örnek kitaplarından Bütün İyiler Biraz Küskündür kitap alıntıları sizlerle…

Bütün İyiler Biraz Küskündür Kitap Alıntıları

Ve Türkiye’de utanmamak, kabul etmemek, reddetmek kazandırıyor.
Çünkü çok garip bir milletiz, söyleneni çok ama çok umursuyor, yapılana hiç bakmıyoruz.
E, o zaman da kimse gerçekten doğruyu yapmakla uğraşmıyor, çünkü en doğruyu ben yaptım, ben yaptım, demek de yetiyor.
Çoğu insan iş yapmak için değil, işinden olmamak için çalışır. Eğer ikincisiyseniz anlamsız bir hayat sürüyorsunuz.
Eşinizi bulduğunuzda bırakmayın.
Televizyon izlerken birilerine bakıp da “Ya, bu adam bu sığlıkla nasıl buralara kadar gelebilmiş?” diye düşündünüz mü hiç? Ya da iş yerinizde sizinle aynı ya da daha üst kademede bir görevde olan bazıları; sizde büyük bir şaşkınlık uyandırdı mı; onlara bakıp “Bu cahillik, kendini bilmezlik nasıl fark edilmez?” diye iç geçirdiniz mi?
Uyanalım, bu coğrafyada kadın olmak, yeteri kadar suça teşvik ve tahrik sebebi!
Katillerin, tecavüzcülerin 10 yıl bile cezaevinde kalmadan benimle aynı alışveriş merkezinde gezdiği bir ortamda adalete ne kadar inanılır, bilmiyorum.
Sabahtan pirinci suya koymuş olabilirsin akşam pilav yapmak için. 
Giysilerin yatağın üzerinde olabilir, gelince toplanacaktır. 
Televizyonda iki ayar yapıp dizini kaydedebilirsin, gece izlemek için.
Ama… Anne, sen de biliyorsun ben de …
Sabah keyifle çıktığın o eve, boktan bir nedenle, dönemeyebilirsin, çünkü Türkiye’desin!
Bu “yan baktın” da olur, trafik kazası da, bie sağlık skandalı da, kapanmayan bir çukur da.
Çünkü Türkiye’desin.
Ve Murathan Mungan’ın dediği gibi, her şey olunurken bir tek rezil olunmayan bir bu ülkede, her köyü şeyin cezasız kalacağını bilirsin.
Reddedilmek incitir, gerginlik zekayı düşürür, br başarısızlık diğerini tetikler, yalnızlık öldürebilir… Ama insan kendine de iyi gelir… belki de “duygusal ilk yardım” konusunda uzmanlaşmak gerekir.
Roma dönemi arenalarını anlatırdı.
O arenaların insanları rahatlatmak için yapıldığını. Binlerce seyirci, ortada dövüşen, ölen birileri ve toplulukta yarattığı iyi ki orada değilim hissi, şükretme, sığınma ve gerisi…
Ne mutlu ki üzülebiliyoruz. İnşallah başkaları da üzülür. Üzülebilmemiz elimizde kalan son umut.
Biz istemesek bile ayna nöronlarımız var; bilimsel olarak da birbirimizi anlamak kaderimiz! Ama neden anlamıyor, anlatamıyor, acımasızlaşıyoruz? Merhamet yorgun, sevgisiz ve yalnız olabilir miyiz?
Sesimiz öyle kısık, en baba dağlar bile öyle karları altında kaldı ki, cümlelerimizi yüksek sesle söyleyecek birilerine ihtiyacımız büyük. Rol modellerimizin en azından bizim kadar yürekli olmasını istiyoruz.
Bir gün zeytin ağaçlarına sahip çıkmak zorundayız, diğer gün bu ülkenin tecavüz edilen çocukları. Bir gün haksız yere cezaevinde olduğunu düşündüğümüz gazeteci arkadaşlarımız için orada olmak zorundayız, diğer gün şortla gezi için dayak yiyen bir genç kız için. 
İlerlemek bir yana, uyanık kalmazsak elimizdeki her şeyi kaybedecek gibiyiz. 
Peki ne yapacağız?
Çoğumuzun kalbi kırık ve bu bizi yavaşlatıyor…
Ayrıldık, ayrıştık, yıprandık, işsiz, meslek, huzursuz, kimi zaman kahkahasız, kimi zaman umutsuz kaldık.
Ülkenin bazı dindarları cennetin yeryüzünde yaşıyor, ateistleri, “Ne olur cehennem var olsun!” diye dua ediyor.
Yükseklere çıkabilirsin, incecik ipler üzerinde birileriyle ya da yalnız yürüyebillirsin ama düştüğünde aşağıda pamuk annenin seni beklediğini bilirsin.
Her gün bir unutmadık isyanı ya da unutmayacağız sözüyle hatırlıyoruz aslında unuttuklarımızı. Nasıl ki, ayrılık da sevdaya dâhilse, bir şey yapmamak da unutmaya dâhildir belki
Dünyanın sorunu, akıllılar hep kuşku içindeyken aptalların küstahça kendilerinden emin olmalarıdır.
Sesimiz öylesine kısık, en baba dağlar bile öyle karlar altında kaldı ki, cümlelerimizi yüksek sesle söyleyecek birilerine ihtiyacımız büyük.
Uyanalım, bu coğrafyada kadın olmak, yeteri kadar suça teşvik ve tahrik sebebi!

Katillerin, tecavüzcülerin 10 yıl bile cezaevinde kalmadan benimle aynı alışveriş merkezinde gezdiği bir ortamda adalete ne kadar inanılır, bilmiyorum.

Çoğumuzun kalbi kırık ve bu bizi yavaşlatıyor.
Murathan Mungan’ın dediği gibi, her şey olunurken bir tek rezil olunmayan bu ülkede, her kötü şeyin cezasız kalacağını bilirsin.
Sistemler rasyonelleştikçe, insan irrasyonelleşiyor.

Eşitsizliğin olduğu her toplumda elitler haramzadedir.

Sabit fikirli olmayın. Okula gelip giderken bile aynı yolları kullanmayın. Paranız olmasa da, hiç alamayacak da olsanız, Versace, Vakko, Lacoste gibi lüks markaların vitrinlerine bakmaktan çekinmeyin.

Bu gidişle ülke sırtlanların zekası taşıyanlara, yani acımasız, az düşünen, kurnaz insanlara kalacak.

Öylesine haysiyetsiz ve bilgisiz ki trajedide bile rolümüz yok. Bu hayatımıza melodram yakışır! Ne mutlu ki üzülebiliyoruz. İnşallah başkaları da üzülür.

ÜZÜLMEMİZ ELİMİZDE KALAN SON UMUT!

Mutlu olmak istiyorsanız, bu kolay. Başkaları kadar mutlu olmak istiyorsanız, bu imkansız. Çünkü biz, başkalarını olduklarından daha mutlu zannederiz.
Bir çocuğun sorumluluğunu alabilir miyim? diye on düşünüp bin tartıp kahretsin! Onlarca çocuk bana emanet miş gibi de hissedebiliyoruz.

Bir gün zeytin ağaçlarına sahip çıkmak zorundayız, diğer gün bu ülkenin tecavüz edilen çocuklarına. Bir gün haksız yere cezaevinda olduğunu düşündüğümüz gazeteci arkadaşımız için orda olmak zorundayız, diğer gün şortla gezdiği için dayak yiyen bir genç kız için. İlerlemek bir yana, uyanık kalmazsak her şeyi kaybedecek gibiyiz.

Peki ne yapacağız?

Çoğumuzun kalbi kırık ve bu bizi yavaşlatıyor

Ayrıldık, ayrıştık, yıprandık, işsiz, mesleksiz, huzursuz, kimi zaman kahkahasız, kimi zaman umutsuz kaldık.

Ülkenin bazı dindarları cennetini yeryüzünde yaşıyor, ateistleri, Ne olur cehennem var olsun! diye dua ediyor.

Kibre karşı tevazu devrimi şart.
İnsanın Tanrı’ya inancını kaybetmesinden daha kötü olan bir şey varsa o da insanlığa olan inancını kaybetmesidir.
Ruhuma izinsiz girsinler istemiyorum.
Bir ferdi olduğum insanlık, ah ne kadar az idi gerçekten; derinliklerine erişemediği yeraltı ile sonsuzluğa uzanan gökyüzü arasındaki dünyasında, ancak basabildiği toprakla ve varabildiği menzille sınırlıydı; ne kadar âciz, bilgisiz ve çaresizdi!
Sen benim kim olduğumu biliyor musun? cümlesinin bu topraklarda, bu derece geçerli olmasının tek nedeni sadece söyleyenin ayını mı, yoksa senin kim olduğunu bilmeden kimsenin hakkıyla iş yapmaması mı?
Gelecekteki sen adına nasıl söz verebilirsin? O başka biri, şimdiki senin tanımadığın biri.
Birileri bana absürt bir şey yaptığında çok nadir anında taşı gediğine koyan bir yanıt verebilirim. Bu yüzden de hep sonradan kendimi hak edileni söylerken hayal ederim
Yine bu yüzden, öleceğimi mesela 15 gün önceden bilmek istiyorum ki, gereken insanlara dan dan tüm söyleyeceklerimi söyleyeyim!
Ama öyle olmuyor.
Neden ve nasıl bu kadar acımasız ya da umursamaz olabiliyoruz?
Cehalet, gerçek bilginin aksine, bireyin kendine olan güvenini arttırır.
Memleketi kurtarmaya soyunan çok. Ancak küçük meselelerle de birileri ilgilenmeli.
Insanların ruhuma izinsiz girişleri yok mu; beni delirtiyor.
Gerçek inanmayı bıraktığında kaybolmayandır.
Kendini başkalarıyla kıyaslamak çok az zaman iyi hissettiren bir şeydir ve hayat, başkalarının hayatını izleyerek geçirmek için fazla kısa değil midir?
Yaşın kaç olursa olsun el sallama eyleminin çocuklukla bir köprüsü var sanki; bir heyecanı, içtenliği anımsatan hâli
Kesin ifadeler kullanmak korkutur hep beni.
Hepsini okumasan da, bazen onlarla yaşamayı seversin.
Lanet olsun ama öyle; aşk her zaman bıçak sırtı, küskünlüğe geçişi pek hızlı.
Korkmamak tabii ki kolay değil ama bazı korkularımıza rağmen duruşumuzla, seçimlerimizle olduğumuz kişileriz.
İnsanların ruhuma izinsiz girişleri yok mu; beni delirtiyor.
Ne zaman Tuvalet nerede? diye sorsam, beni Lavabo şurada, cevabıyla terbiye eden memlekette insanların kabalık, ayıp çıtası da bambaşka yerlerde.
İnsanı anlama çabası yargılama çabasından daha değerli.
Anne kusura bakma yüzüne söylenmiyor her ne kadar endişe etsen de güzelliğinden bir şey kaybetmiyorsun. Ve ben beni kucağına aldığın benim de hastane odasında yüzünü yaladigim o günden beri seni tarifsiz seviyorum.
Murathan munganin dediği gibi her şey olunurken bir tek rezil olunmayan bu ülkede her kötü şeyin cezasız kalınacağını bilirsin.
Günah çıkaracağınıza, başkalarının kötü şeyler yaptığını söyleyip kendinizi soyutlayın. Bunu kalabalıklara yapın. Ohhh, mis.
Söyle ve geç.
Sadece konuşarak, büyük konuşarak bu ülkede bir yere gelebilir, saygı duyulan biri bile olabilirsin. Ne garip değil mi?
Çok garip bir milletiz, söyleneni çok ama çok umursuyor, yapılana hiç bakmıyoruz.
Sen benim kim olduğumu biliyor musun? cümlesinin bu topraklarda, bu derece geçerli olmasının tek nedeni sadece söyleyenin ayıbı mı, yoksa senin kim olduğunu bilmeden kimsenin hakkıyla iş yapmaması mı?
Bir zamanlar insanlar başarılı oldular mı ünlü oluyorlardı, şimdi ünlü oldukları için istedikleri alanda başarılı sayılıyorlar. Çağımızın olayı bu!
Evet, çok fazla bilgi, belge, okunacak şey var. İlgi alanı çok, zaman yok. Ama o zaman paylaşma, okumuş gibi yapmayıver!
En iyisi -mış gibi yapmayıver.
Scheissbedauern ( Almanca) : Her şeyin beklenilenden iyi çıkmaması hâlinde kişinin hissettiği hayal kırıklığı.
Nakinaki ( Batı Afrika’da konuşulan Mandinka dili ) : İş yapmadan meşgul görünmek amacıyla oraya buraya gitmek.
Ohrwurm ( Almanca ) : İnsanın aklına takılıp çıkmayan şarkı.
Unpetitcinq – a – sept ( Fransızca ) : Öğleden sonra sevgiliyle yapılan hızlı sevişme.
Yaratıcılık mücadeleden beslenir. Ve en iyi mücadele, olanı daima reddedip yenisini yaratarak yapılabilir.
Ülke yorgunluğu diye bir şey var hepimize sirayet eden
Ve bizler belki tüm şeytanlarımızı öldürdüğümüzü sanırken melekleri de vuruyoruzdur.
Kimi zaman hayat, yapılan değil, bozulan bir şey.
Gelecekteki sen adına nasıl söz verebilirsin? O başka biri, şimdiki senin tanımadığın biri.
İnsanoğlu nankördür; küçücük menfaatleri için başkalarının muazzam zararlarına razı olur
Düşündüğümü söylediğim, düşündüğüm, giyindiğim, içtiğim, güldüğüm, yazdığım, mutlu olduğum için yargılanmayacağım, suçlanmayacağım bir yerde olmak istiyorum.
Deli gibi kavga ederek, birbirimizi yiyerek, daha da ayırarak, ayrılarak, kahrolarak, kahrederek, kınayarak uğurluyoruz sevdiklerimizi
İnsanlar iyi hissetmek için öğreniyor, seviyor, sevişiyor, komşu saksıdan sardunya aşırıp köklendiriyor, yiyor, yemiyor, geziyor, anne-baba oluyor, göğe bakıyor, yazıyor, yüzüyor, yeşile koşuyor, koşuyor, içiyor, tutuyor, harcıyor, sarılıyor, alıyor, veriyor, çalışıyor, çok çalışıyor, doğuruyor, bakıyor, sabrediyor, izleniyor.
Ama bu coğrafyada artık tüm bunların boşa gitmesi için birkaç saniye yetiyor.
Sabah keyifle çıktığın o eve, boktan bir nedenle, dönemeyebilirsin, çünkü Türkiye’desin!
Bu yan baktın da olur, trafik kazası da, bir sağlık skandalı da, kapanmayan bir çukur da.
Çünkü Türkiye’desin.
Ve Murathan Mungan’ın dediği gibi, her şey olunurken bir tek rezil olunmayan bu ülkede , her kötü şeyin cezasız kalacağını bilirsin.
Ben de yakın zamana kadar böyleydim, peki -di’li geçmiş zamana ne zaman geçtim?
Şimdiki zamanla söylemek isterim: Seni deli gibi özledim.
Hadi her şeye eyvallah da; hani zaman her şeyin ilacıydı baba? Hayatım boyunca zerre umursamadığım Babalar Günü, bana niye çok dokundu?
Biz sadece seyretmek değil, dâhil olmak, onunla yaşamak, onunla arınmak istiyor, öyle olursa ait hissediyoruz.
Çoğumuzun kalbi kırık ve bu bizi yavaşlatıyor.
Biz istemesek bile ayna nöronlarımız var; bilimsel olarak da birbirimizi anlamak kaderimiz! Ama neden anlamıyor, anlatamıyor acımasızlaşıyoruz? Merhamet yorgunu, sevgisiz ve yalnız olabilir miyiz?
Anlık fotoğraf kareleri değiliz hiçbirimiz. Ne tek bir fotoğraf karesinden, ne safi gülüşlerden ne de düşüşlerden ibaretiz.
Çoğu insan işi yapmak için değil, işinden olmamak için çalışır. Eğer ikincisiyseniz anlamsız bir hayat sürüyorsunuzdur.
Ve çok özlüyorum
Artık filmi geri sarıp sarıp Ben nerede hata yaptım? demeyi bırakacaktı.
O, ah, bu şarkıların gözü kör olsun” culardandı; şarkılardan kaçar, olur da yakalanırsa da dinler dinler ağlardı.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir