İçeriğe geç

Bütün Hikayeleri 5 Kitap Alıntıları – Ömer Seyfettin

Ömer Seyfettin kitaplarından Bütün Hikayeleri 5 kitap alıntıları sizlerle…

Bütün Hikayeleri 5 Kitap Alıntıları

+ İnsafın dünyada yalnız adı kalmış!
– Aldırma Bu da geçer!
Ruh kirlendikten sonra, en belli bir süs yine insanı güzelleştiremez.
Dünyaya kim kazık dikecek? Bugün varsak yarın yoğuz!
Dünyada ne kadar adam varsa, hepsinde bir hayvan profili vardır.
İnsafın dünyada yalnız adı kalmış.
Zaten en büyük, en kahraman cesurlar en korkakların hıyanetine kurban gitmemiş miydi? Tarih buna şahitti.
Ruh kirlendikten sonra, en belli bir süs yine insanı güzelleştiremez.
Aşağısı sefalet uçurumu olan çiçekli bir yarın kenarında sana rast gelmek
Birinin ettiği halt ötekine nimet
Allah, mutlaka dünyayı kullarına sevdirmek için baharı yaratmış olacaktı!..
İtiraf olunan kusurlar hep affedilirler.
Ya kitap okuyor, yahut düşünüyordu.
İçimden Ah, ey aşk! Sen yalnız şairlerin hayalin de misin? diyordum.
Birdenbire fena halde canım sıkıldı.
Evlenmek aşkın mezarıdır! Aşk bir rüyadır, uyuduğumuz kadar severiz, filan
Sebepsiz bir yeis, bir keder bir soğukluk! Bir ölüm soğukluğu!
Rahat ne demek. Tembellik, miskinlik! Uyanık uyumak! Diriyken ölmek değil mi? Rahat, rahat! Yorgunluksuz rahat, dünyanın en ağır azabıdır.
Büyükleri küçükler, zenginleri fakirler, kuvvetlileri zayıflar, güzelleri çirkinler çekemezler.
Çünkü ruh kirlendikten sonra, en belli bir süs yine insanı güzelleştiremez.
Rütbe, haysiyeti düşürür.
Dışımdaki evren umurumda değildi. Sözde, felsefe feneriyle büyük bir hakikat bulacaktım. Heyhat! Şimdi bu masum hülyamı aklıma getirince, nasıl acı acı gülüyorum! Bir kelimeyi, bir satırı, bir sözü haftalarca, aylarca düşünür, bir cümlenin altındaki -varsaydığım- gizli manayı bulmak için birçok geceler uyuyamazdım. Filozofların pek o kadar mana murat etmeden yumurtladığı fikirler, bence ilahî nas gibiydi. Hatta romanlarda rast geldiğim ukalâlıklar bile gözümden kaçmazdı. Onları da fişlere yazar, notlarımın arasına kordum.
Birinin ettiği halt ötekine nimet
Allah, mutlaka dünyayı kullarına sevdirmek için baharı yaratmış olacaktı. Her sene kıştan, yağmurdan, çamurdan, kardan, soğuktan, tipiden bıkan insanlara, bahar hayalden bir peri gelini gibi görünür, uyuşuk ruhlarına “teselli, hararet, ümit serper, sonra onları “haberleri olmadan yazın cehennemi içinde bırakarak kendi kelebekleriyle, çiçekleriyle, kokularıyla savuşup giderdi. Ben ama dolma yutmam, dedi, hepsi rüya Birkaç hafta sonra ne bu çiçeklerden, ne bu kokulardan eser kalır!
Hakikat kitapta değil, hayatın kendisindeydi. Kitaba inanan esir olur, zihni katılaşır, kafası kerpiçleşirdi. Halbuki ancak her gün değişen, hiçbir mefhumun dar çerçevesine sığmayan hayat okunmaya layıktı. Hayatın her adımında binlerce garibe, binlerce sır, binlerce dalavere gizliydi. İlim, hikmet, kültür, felsefe, irfan, hep hayatın içindeydi.
Fakat itiraf edilen kusurlar hep affedilir.
Fakat saadetler rüyadan başka bir şey midir?
Kuvvet olmayınca hareket olmaz. Hareket de hayatın ta kendisidir. Eğer yerküre dönmezse, kıyamet kopar. Güneş olduğu yerde dursa hemen söner. Büyükayı yıldızı bile
Ah, ey aşk! Sen yalnız şairlerin hayalinde misin ?
Horozsuz kümes mezarlığa benziyor.
Mazlumun duyduğu bir lezzet ki, zalim, bunu hayal bile edemez.
Ah, ey aşk! Sen yalnız şairlerin hayalinde misin ?
Felaket zamanında, ümitsizlikte en boş, en çürük temeller üzerine ümit bina etmek ne hoş bir tesellidir.
Fakat itiraf olunan kusurlar hep affedilirler.
-Rahat ne demek. Tembellik, miskinlik! Uyanık uyumak! Diriyken ölmek değil mi? Rahat, rahat! Yorgunluksuz rahat, dünyanın en ağır azabıdır.
Rahat ne demek? Tembellik, miskinlik! Uyanık uyumak! Diriyken ölmek değil mi? Rahat, rahat! Yorgunluksuz rahat dünyanın en ağır azabıdır.
İnsanın yirmi yaşındayken kalbi ne faaldir!
Kendimi balta girmemiş bir ormanda zannediyor, kendimi tarih öncesi yaratıklardan bir nesne ile evlenmişim sanıyordum.
Bir adamda, hangi hayvanın profili varsa, mutlaka o hayvanın ahlakı da vardır.
Sevmek herkes için başka bir şeydir. Tabii mizaçların, merakların başka başka olması gibi…
Benim aşkım adeta senin galeyanına sönük bir cevaptı.
Nitelikçe, tabiatçı, zihniyetçe, kabalıkça, nezaketsizlikçe aralarında zerre kadar fark yoktu.
Cehennemden cennete düşmüş bir mesut gibi yaşayan
Bütün vaktim babamın verdiği fenni, ahlaki kitapları okumakla, kardeşlerimin manasız, münasebetsiz iddalarını dinlemekle geçer.
Biz ailece merdümgiriziz.
Evet, ben erkeğin ne olduğunu anladım. Benim kadar dünyada hiçbir kız, hiçbir kadın, bu zalimi anlayamamıştır. Onu derin derin inceledim. Ruhundaki manayı duydum.
Ben, genç kızların, hayallerinde, rüya bulutlarından kurulmuş yüzen bir taht üstünde oturdukları “koca” denen varlığın ruhunu anladım. Yani erkeğin ne olduğunu biliyorum.Ondan öyle ürküyorum ki… Böyle bir isteyen çıktı mı, sanki bir ejderhanın ağzına atılacakmışım gibi bağırmaya, haykırmaya, kendimi yerlere çarpmaya başlıyorum. İşte bunun için evde bana deli diyorlar.
Kızınızın sinirleri bozuk… Hava değişimi lazım…
Yine bugün derin bir ızdırap içinde kıvranıyordum. Annem, babam, kardeşlerim, akrabalarım, hepsi, hepsi bana çılgın gözüyle bakıyorlar. Çünkü kocaya varmak istemiyorum!
Lakin insan tok karınla hiç düşünemiyordu.
Fani dünyada ne olmak ihtimali vardı?
Sen hiç falso etmezsin. Kabahatin tutulmaz! Nasıl oldu bu?
“Şans” onca “mehtap” gibi bir şeydi. Doğdu mu doğardı. Doğmadı mı da inat beyhudeydi.
Ruh kirlendikten sonra, en belli bir süs yine insanı güzelleştiremez.
Yalan içinde yaşamak, benim için namussuzluktan daha imkansızdı.
Kadın eşyası, kadın süsü, altından daha ağırdı.
Süssüz bir kadın, uyuz bir tavus gibi zavallıdır.
Eteklerimiz kirlenmeden süslenemez miyiz?
Büyük ağaçların ahenkli fısıltıları içinde yine kitaplarımın dipsiz girdabına daldım.
İşte matematik çalışmamanın cezası! Dünyada ancak bir ilim vardır, o da matematiktir. Onu bilen, her şeyi bilir. Başka ilimler hep safsatadır.
Gel otur da bir kahve iç bakalım! Dalgınlığın geçer…
Bir “meçhul” bir “sır” insana ne kadar ıstırap verir.
Rütbe, haysiyeti düşürtür.
Kocaman çınar ağaçlarının hiç durmadan öten ninnileri içinde, kitapların dipsiz girdabına dalmış gitmiştim. Dışımdaki evren umurumda değildi.
İdealimizin rüyası bize hayat kışının fırtınalarını, karlarını, tipilerini hatırlatmazdı.
Düşüncesizliğin neticesi olan dikkatini bu ana kadar kendisinde bir meziyet sayan bu adama acıdı.
Ufacık bir düşüncenin en büyük bir dikkati iflas ettirdiğini dini gibi bilirdi.
İstanbul, “bir milyon küsur sayfalı” kocaman bir kitaptı.
Yegane merakı dünyanın ahvalini tetkikti.
Hakikat kitapta değil, hayatın kendisinde idi. Kitaba inanan esir olur, zihni katılaşır, kafası kerpiçleşirdi. Halbuki ancak her gün değişen, hiçbir mefhumun dar çerçevesine sığmayan hayat okunmaya layıktı. Hayatın her adımında binlerce garibe, binlerce sır, binlerce dalavere gizliydi. İlim, hikmet, kültür, felsefe, irfan, hep hayatın içinde idi.
Okuryazar güruhundandı. Fakat bu faziletini hiç kullanmıyordu. Kütüphanenin önünden geçerken kendini tutamaz, “İşte nadanların akıl ambarı!”diye gülümserdi. Onun fikrince kitaplar “hakikat”ın üstüne gelişigüzel yığılmış bir takım zarif, süslü, kıymetli kerpiçlerdi. Bu kerpiçleri toplayıp bir tarafa atmayan, mümkün değil, hakikati göremezdi.
Halbuki hastalıkların evvela sebeplerini bulmak lazım… Bu sebep bulununca şifa bulundu demektir.
Fakat itiraf olunan kusurlar hep affedilirler.
Hakikaten hiç sokağı, gezmeyi sevmiyordu.
Fakat namusuna pek büyük kıymet veriyor, sakin bir ev kadını olmasını her hayali mutluluğa tercih ediyordu.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir