John Fante kitaplarından Bunker Tepesi Düşleri kitap alıntıları sizlerle…
Bunker Tepesi Düşleri Kitap Alıntıları
Ve öldüğümüzde
Bize air herşey de ölecek; ve hayat
Başka aşklarda, başka dudaklarda yanmaya devam edecek.
Bize air herşey de ölecek; ve hayat
Başka aşklarda, başka dudaklarda yanmaya devam edecek.
İnancını yitirince herşeyi yitiriyordun.
İnsan ilerlemeliydi hayatta.
Herkes beni çok sever, anladınız mı? Herkes!
Neyiniz var sizin? Bu sıkıcı hayatlara nasıl katlanıyorsunuz? Hiç mi güzellik yok içinizde?
Ah tanrım! Bana iyi davran, çünkü çok yalnızım.
Ve öldüğümüzde bize ait her şey de ölecek
Ve hayat başka aşklarda, başka dudaklarda yanmaya devam edecek.
Ve hayat başka aşklarda, başka dudaklarda yanmaya devam edecek.
Yalnızlığım, zenginliğimdir.
Sen evli misin?
Hayır.
Zeki adamsın.
Hayır.
Zeki adamsın.
Bu sıkıcı hayatlara nasıl tahammül ediyorsunuz? Hiç mi güzellik yok içinizde?
Bu sıkıcı hayatlara nasıl tahammül ediyorsunuz?
Ne işim var burada, diye sordum kendime. Nefret ediyorum buradan, bu yalnız kentten nefret ediyorum. Neden beni istenmeyen bir öksüz gibi kendinden uzaklaştırıyordu? Yeterince acı çekmemiş miydim? Canımı dişime takıp çalışmamış mıydım? Neydi benimle alıp veremediği? O fasılasız taşralılık duygusu, başından beri taşıdığım ait olmama inancı mı?
Gözlerin, ancak bir heykeltraşın elinden çıkabilecek boynun beni büyüledi, sevgili bakire. Sürgün etme beni, tek istediğim o harikulade gözlerinin pırıltısında güneşlenmek.
Sana ne yaptım, Tanrım? Neden böyle cezalandırıyorsun beni? Tek istediğim yazmak, birkaç arkadaş, avareliğimin son bulması. Huzur ver bana, Tanrım. Değerli bir insan yarat benden. Şu daktilonun şarkı söylemesini sağla. İçimdeki şarkıyı bul. Bana iyi davran, çünkü çok yalnızım.
Niceleri sevdi o neşeli görkemini,
Ve güzelliğini sahte ya da gerçek bir aşkla,
Ama sadece bir kişi sevdi göçebe ruhunu,
Ve değişen yüzünün hüzünlerini.
Ve güzelliğini sahte ya da gerçek bir aşkla,
Ama sadece bir kişi sevdi göçebe ruhunu,
Ve değişen yüzünün hüzünlerini.
Ve öldüğümüzde
Bize ait her şey de ölecek; ve hayat
Başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya
devam edecek.
Bize ait her şey de ölecek; ve hayat
Başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya
devam edecek.
Ne işim var burada diye sordum kendime. Nefret ediyorum buradan, bu yalnız kentten nefret ediyorum. Neden beni istemeyen bir öksüz gibi itip kendinden uzaklaştırıyordu? Yeterince acı çekmemiş miydim? Canımı dişime takıp çalışmamış mıydım? Neydi benimle alıp veremediği? O fasılasız taşralılık duygusu, başından beri ait olmama inancı mı ?
İnancını yitirince her şeyini yitiriyordun.
Tedirgin edici anlaşılmaz şeyler oluyordu bana. Bildiğim dünyanın dışına çıkmıştım, dönüş yolunu bulamıyordum.
Halk kütüphanesini bulup yığınla kitap aldım. Eve döndüğümde şömineyi yakıp ateşin karşısında Dostoyevski, Flaubert, Dickens okuyordum. Hiçbir eksiğim yoktu.
Hayat sürüyordu, daktilo vardı, kağıt vardı, onları görmek için göz vardı, onlara hayat verecek düşünceler vardı.
Cümleler kafese tıkılmış kuşlar gibi en olmayacak zamanlarda kanat çırpmaya başlıyorlardı.
Bir cümle yazmaktı niyetim, bir mükemmel cümle. Bir mükemmel cümle yazabilirsem iki de yazardım, iki yazabilirsem üç de yazardım, üç mükemmel cümle yazabilirsem kimse durduramazdı beni zaten. Ama ya yazamazsam?
Neden vardım? Şimdi ne olacaktı? Kimleri tanıyordum? Kendimi bile tanımıyordum.
Tedirgin edici anlaşılmaz şeyler oluyordu bana. Bildiğim dünyanın dışına çıkmıştım, dönüş yolunu bulamıyordum.
Suç bendeydi, uyumsuzdum, özgüvenim yoktu.
Kedici olduğunu anlamıştım, dedi. Gözlerden belli olur.
Ve öldüğümüzde bize ait herşey de ölecek; ve hayat başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya devam edecek, dedim.
Sonsuza dek sevebilirdim onu. Doksan yaşına geldiğimde bile onu hala sevecektim
Babamla ön balkona çıktık, içeri girmeden önce ayakkabılarımızdaki karı silkelemek için tepindik. Babam kapıyı açarken, işte karşınızda! diye bağırdı.
Annem mutfaktaydı, ocağın başında, elinde kepçe. Döndü ve beni gördü Tanrı’ya bir şükran çığlığı attıktan sonra kollarını açtı, elindeki kepçeyi fırlatıp kollarıma koştu.
Biliyordum, dedi. sabahtan beri söylüyorum.
Odanın ortasında kucaklaştık, öpüştük, gözyaşları yüzümü ıslattı. Kardeşim Mario kenarda bekliyordu, utangaç. Son gördüğümden bu yana hayli büyümüştü, on dokuz yaşında, kendini iyi ifade edemeyen utangaç bir delikanlıydı şimdi. Kızkardeşim Stella kollarıma sokuldu. On altı yaşındaydı, çok güzel ve çekingen, gözyaşlarından utanmıyordu ama.
Annem mutfaktaydı, ocağın başında, elinde kepçe. Döndü ve beni gördü Tanrı’ya bir şükran çığlığı attıktan sonra kollarını açtı, elindeki kepçeyi fırlatıp kollarıma koştu.
Biliyordum, dedi. sabahtan beri söylüyorum.
Odanın ortasında kucaklaştık, öpüştük, gözyaşları yüzümü ıslattı. Kardeşim Mario kenarda bekliyordu, utangaç. Son gördüğümden bu yana hayli büyümüştü, on dokuz yaşında, kendini iyi ifade edemeyen utangaç bir delikanlıydı şimdi. Kızkardeşim Stella kollarıma sokuldu. On altı yaşındaydı, çok güzel ve çekingen, gözyaşlarından utanmıyordu ama.
Ne işin var burada?
Bu babamdan başkası olamazdı.
Eve döndüm.
Buhar çıkıyordu ağzından.
Üşüyorsun, dedi. Palton nerede?
Üstünde, dedim. Koyun derisinden ağır paltonun düğmelerini
çözüp üstünden çıkardı.
Giy, dedi paltoyu benim için tutarak.
Ya sen?
Beni düşünme. Giy.
Paltoyu giymeme yardımcı oldu. Gömleği ile kalmıştı, kar onu dövüyordu.
Gidelim, dedi. Hızla yürümeye başladık. Sıcaklığı vardı paltoda. Parçalardan biriydi, hayatımın bir parçası, eski bir koltuk gibi, ya da çarpık bir çatal, ya da annemin şalı, hayatımın parçaları, o çok değerli, paha biçilmez, üzerine titrenen şeylerden biri.
Bu babamdan başkası olamazdı.
Eve döndüm.
Buhar çıkıyordu ağzından.
Üşüyorsun, dedi. Palton nerede?
Üstünde, dedim. Koyun derisinden ağır paltonun düğmelerini
çözüp üstünden çıkardı.
Giy, dedi paltoyu benim için tutarak.
Ya sen?
Beni düşünme. Giy.
Paltoyu giymeme yardımcı oldu. Gömleği ile kalmıştı, kar onu dövüyordu.
Gidelim, dedi. Hızla yürümeye başladık. Sıcaklığı vardı paltoda. Parçalardan biriydi, hayatımın bir parçası, eski bir koltuk gibi, ya da çarpık bir çatal, ya da annemin şalı, hayatımın parçaları, o çok değerli, paha biçilmez, üzerine titrenen şeylerden biri.
Pazar sabahı. Fırladım yataktan, pencereyi sonuna kadar açtım ve Herkese selam! diye seslendim dünyaya.
Edgington bir bira içti, ben bir bardak şarap. Yağmurun sesi sağır ediciydi. Dışarı fırladık, el ele tutuşup dönmeye başladık Edgington içeri koşup birasından bir yudum aldı ve döndü. Çimlere uzanıp yağmurun altında yuvarlanmaya, gök gürültüsüne bağırıp çağırmaya başladık.
Sana ne yaptım, Tanrım? Neden böyle cezalandırıyorsun beni? Tek istediğim yazmak, birkaç arkadaş, avareliğimin son bulması. Huzur ver bana, Tanrım. Değerli bir insan yarat benden. Şu daktilonun şarkı söylemesini sağla. İçimdeki şarkıyı bul. Bana iyi davran, çünkü çok yalnızım.
Halk kütüphanesini bulup yığınla kitap aldım. Eve döndüğümde şömineyi yakıp ateşin karşısında Dostoyevski, Flaubert, Dickens okuyordum. Hiçbir eksiğim yoktu.
Eksik düğmeleri dikti, takımlarımı ütüleyip astı. Ne zaman üstüme yeni bir şey giysem annem mest oluyordu. Elbisenin kumaşını okşuyor, beni hayranlıkla seyrediyordu. iki kişiliğim vardı. Kadife pantolonumu ve tişörtümü giydiğimde oğluydum, ama üstüme mükemmel oturan takım elbiselerimden birini giydiğimde prens.
Hiç mi güzellik yok içinizde?
Çiçek gibi açan yitik cennetlerin ortasında bir beyittir aşk.
Parçalanmış düşlerin oynayışını ve refahını getir bana.
Parçalanmış düşlerin oynayışını ve refahını getir bana.
Kadınlar! Hiçbir şey bilmiyorum kadınlar hakkında. Mümkün değildi onları anlamak.
Herkese bu kadar sıcak mı davranırsın?
Tatlı tatlı gülümsedi. Herkese değil
Tatlı tatlı gülümsedi. Herkese değil
Kıç müptelası olduğum için kalçalarındaki kasılmayı hemen fark ettim -kadınlarda öfkenin kesin belirtisi.
Sabır ! Erdemlerimin sonuncusuydu sabır.
Herkese bol şans! İyi bir gün, yeni bir gün.
Aradığım konukseverliği, beni seven ve düşünen, benimle gurur duyan insanları nerede bulacaktım?
Ve öldüğümüzde
Bize ait herşey de ölecek; ve hayat
Başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya
devam edecek, dedim.
Bize ait herşey de ölecek; ve hayat
Başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya
devam edecek, dedim.
Ne işim var burada, diye sordum kendime. Nefret ediyorum buradan, bu yalnız kentten nefret ediyorum. Neden beni istenmeyen bir öksüz gibi itip kendinden uzaklaştırıyordu? Yeterince acı çekmemiş miydim? Canımı dişime takıp çalışmamış mıydım? Neydi benimle alıp veremediği? O fasılasız taşralılık duygusu, başından beri taşıdığım ait olmama inancı mı?
Bana iyi davran, çünkü çok yalnızım.
Yalnızlığım zenginlikti.
Bildiğim dünyanın dışına çıkmıştım, dönüş yolunu bulamıyordum.
Kadınlar! Hiçbir şey bilmiyordum kadınlar hakkında. Mümkün değildi onları anlamak. Bavulumu açıp eşyalarımı içine fırlatmaya başladım. Oda benimle konuşuyor, kalmam için yalvarıyordu – duvardaki Maxfield Parrish tablosu, masanın üstündeki daktilo, yatağım, harikulade yatağım, tepeye bakan pencere, düşlerimin, düşüncelerimin, sözcüklerimin kaynağı; kendimin yankısı yalvarıyordu bana kalmam için. Gitmek istemiyordum ama kabullenmekten başka çarem yoktu, kırdığım potla kendimi tekmeleyip kapı dışarı etmiştim, geri dönüş yoktu. Elveda Bunker Tepesi.
Cesur ol. Yitirilecek hiçbir şey yok. Kazanılacaksa çok şey.
Ne işim var burada, diye sordum kendime. Nefret ediyorum buradan, bu yalnız kentten nefret ediyorum. Neden beni istenmeyen bir öksüz gibi itip kendinden uzaklaştırıyordu? Yeterince acı çekmemiş miydim? Canımı dişime takıp çalışmamış mıydım? Neydi benimle alıp veremediği? O fasılasız taşralılık duygusu, başından beri taşıdığım ait olmama inancı mı?
Sana ne yaptım, Tanrım? Neden böyle cezalandırıyorsun beni? Tek istediğim yazmak, birkaç arkadaş, avareliğimin son bulması. Huzur ver bana, Tanrım. Değerli bir insan yarat benden. Şu daktilonun şarkı söylemesini sağla. İçimdeki şarkıyı bul. Bana iyi davran, çünkü çok yalnızım.
Ve öldüğümüzde
Bize ait herşey de ölecek; ve hayat
Başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya
devam edecek, dedim.
Bize ait herşey de ölecek; ve hayat
Başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya
devam edecek, dedim.
Çiçek gibi açan yitik cennetlerin ortasında bir beyittir aşk.
Tanrı’dan özür dilemek için çok mu geçti?
‘Bir sanat eserine saygısızlık Tanrı’nın gözünde büyük günahtır,’
İçimdeki zavallılık hissi kayboldu birden. Hayat sürüyordu, daktilo vardı, kağıt vardı, onları görmek için göz vardı, onlara hayat verecek düşünceler vardı.
Bir cümle yazmaktı niyetim bir mükemmel cümle bir mükemmel cümle yazsaydım ikisini yazardım ikisini yazsaydım üçünü yazardım. Üç mükemmel cümleyi yazarsam kimse durduramazdı artik beni. Ama ya yazamıyorsam? Ya harikulade yazma yeteneğimi kaybettiysem? Biff Newhouse’un burnumun üstüne attığı yumrukla ya da Helen’in ölmesiyle bu özelliğim gittiysen nice olurdu halim? Yoksa Abe-Maxta komiliğe mi dönerdim? Onyedi dolar vardi cuzdanimda.
sokaklar genç ve işsiz adamdan geçilmiyordu.
Bisiklet kiralayıp Palos Verdes tepelerinde dolastım. Halk kütüphanesini bulup yığınla kitap aldım. Eve döndüğümde şömineyi yakıp ateşin karşısında Dostoyevski, Flaubert, Dickens okuyordum. Hiçbir eksigim yoktu. Bir duaydi yaşantım, bir şükran duası. Yalnızlığım zenginlikti.
Cümleler kafese tıkılmış kuşlar gibi en olmayacak zamanlarda kanat çırpmaya başlıyorlardı.
Cümleler kafese tıkılmış kuşlar gibi en olmayacak zamanlarda kanat çırpmaya başlıyorlardı.
Cümleler kafese tıkılmış kuşlar gibi en olmayacak zamanlarda kanat çırpmaya başlıyorlardı.
Bana iyi davran,çünkü çok yalnızım.
Yalnızlığım zenginlikti. Kendimi katlanılabilir, hoşgörülü, hatta iyi buluyordum.
Ve öldüğümüzde bize ait her şey de ölecek; ve hayat başka aşıklarda, başka dudaklarda yanmaya devam edecek.