İçeriğe geç

Bugünü Yaşama Arzusu Kitap Alıntıları – Irvin D. Yalom

Irvin D. Yalom kitaplarından Bugünü Yaşama Arzusu kitap alıntıları sizlerle…

Bugünü Yaşama Arzusu Kitap Alıntıları

Ne zaman bir başkasına uzansam kendim eksiliyorum.
Goenka bize yalnızca şu anda yaşamamız gerektiğini öğretecek.Dün ve yarın yok.Geçmis hatıralar,gelecek özlemler yalnızca memnuniyetsizlik yaratır.Zihinsel sükunete giden yol şu anı gözlemekte ve farkındılığımızdan oluşan nehirde rahatsız edilmeden akıp gitmesine izin vermekte yatar.
Dünyaya bakış açımızın sağlam temelleri ve derinlik veya sığlığı çocukluk yıllarında oluşur. Bu görüş daha sonra özenle düzeltilir ve mükemmel hale getirilir, ama özde değişmeden kalır
Anne baba arasındaki sevgi, çocuklar için de sevgiyi doğurur.
Başını eğ,doğanın zarif yasalarına ve esrarına şapkanla selam ver ve yaşama işine devam et..
Schopenhauer de kendi ayrılığına büyük değer veriyordu ve mutluluğu için kendisinden başka hiç kimseye güvenmiyordu.
Ama bana en ufak bir teselli ya da anlayış sözcüğü söylemedin.
İnsan ne kadar severse çocuklara ve başka herkese karşı da o kadar sevgiyle tepki verir.
Dünyaya bakış açımızın sağlam temelleri, derinliği veya sıklığı çocukluk yıllarında oluşur.Bu görüş daha sonra özenle düzeltilir ve mükemmel hale getirilir ama özde değişmeden kalır.
Ölüm her zaman orada, bütün bu endişelerin ufku. Sokrates çok açık bir şekilde söylemiştir: ‘İyi yaşamayı öğrenmek için kişinin iyi ölmeyi öğrenmesi gerekir’ Ya da Seneca: Ondan vazgeçmeye istekli ve hazır olanlar dışında kimse hayatın gerçek tadını alamaz.
Hayatı boyunca aramızda yaşayan, ama aramızda bir yabancı olarak kalan bu insan nadir duygulara sahipti. Buradaki hiç kimse ona kan bağı ile bağlı değil; yaşadığı gibi yalnız başına öldü.
Her zaman kolay bir şekilde ölmeyi ummuşumdur, çünkü hayatı boyunca yalnız olan bir insan yalnızlığını en iyi kendisi değerlendirebilir. İnsan denen iki ayaklı hayvanların acıklı kapasiteleri için hesaplanmış maskaralık ve soytarılıkların arasına çıkmaktansa başladığın yere geri dönmenin… ve görevimi tamamlamanın mutlu bilinciyle hayatımı bitireceğim.
Var olmak istiyorum, dediğin zaman bunu söyleyen yalnızca sen değilsindir. Bunu her şey söyler, en ufak bilinci olan her şey. Bu bireyin değil varoluşun kendisinin çığlığıdır… Yalnızca kendinin ve varoluşunun gerçekte ne olduğunu, yani evrensel yaşama isteği olduğunu güzelce kabul et, o zaman bütün bu soru sana çocukça ve saçma görünecektir.
Ölümden kötü olduğu için mi korkarız? Schopenhauer burada da yanlış yaptığımızı söylüyor:Var olmamayı kötü olarak görmek saçma: çünkü her kötülüğün, her iyilik gibi varoluşu ve bilinci varsayması gerekir… Özlenemeyecek şeyi kaybetmenin kötü bir şey olmadığı açıktır. Ve bizden hayatın acı çekmek anlamına geldiğini ve aslında kendi içinde kötü olduğunu aklımızdan çıkarmamızı ister. Durum böyleyken kötü bir şeyi kaybetmek nasıl kötü olabilirdi ki? Ölümün bir lütüf, iki ayaklı hayvanların varlığının önlenemez acısını dindiren bir rahatlama olarak görülmesini söylüyordu. Ölümü çoğu zaman olduğu gibi korku ve titremeyle değil, arzu edilen ve mutlu bir olay olarak karşılamalıyız. Hayat, saadet dolu var olmayışımızı kesintiye uğrattığı için yerilmelidir ve bu bağlamda şu tartışmalı iddiasında bulunur:”Eğer mezarlara tık tık, diye vurup ölülere yeniden yaşamayı isteyip istemeyeceklerini sorarsak başlarını sallarlardı.
Ölümden yabancı olduğu ve onu tanımadığımız için mi korkuyoruz? Eğer öyleyse hata yaptığımızı çünkü ölümün sandığımızdan çok daha fazla tanıdık olduğunu söylüyordu. Hem uykumuza veya belirsizlik durumunda ölümü her gün tadıyorduk, hem de dünyaya gelmeden önce hepimiz var olmama halini yaşadığımız ebediyetten geçmiştik.
Başlangıcımız ve sonumuz arasında ne fark var! İlkinde arzunun çılgınlığı ve tensel zevkin coşkunluğu söz konusu; ikincisinde ise bütün organların tahribatı ve cesetlerin küflü kokusu. Doğumdan ölüme giden yol iyilik ve hayattan zevk alma anlamında hep aşağıya doğru gidiyor; mesut şekilde hayal kuran çocukluk, neşeli gençlik, zahmetli yetişkinlik, kırılgan ve genellikle acınası yaşlılık ,son hastalığın işkencesi ve sonunda ölümün acısı. Varoluş, sonuçları yavaş yavaş daha da belirgin hale gelen yanlış bir adım gibi görünmüyor mu?
Bedenlerimizin hayatı yalnızca ölmekte olmanın aralıksız bir biçimde önlenişi, ölümün ertelenişidir… Aldığımız her nefes sürekli olarak bizi etkileyen ölümü engeller, bu şekilde her saniye ölümle mücadele ederiz.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Hayatının sonuna kadar mantığa bağlı kaldı. Mantığa dayanarak önce kendi ölümümüzü keşfettiğimizi söyledi: başkalarının ölümünü gözlüyor ve kıyaslama yoluyla ölümün bize de geleceğini fark ediyoruz. Ve yine mantık yoluyla, ölümün bilincin sonlanması ve benliğin geri dönüşü olmayan şekilde yok olması bitimindeki açık sonuca ulaşıyoruz.
Sessiz bakışlar gizli hançerlerden daha iyi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Bir marangoz gelip, “marangozluk sanatı hakkında bir ders vermemi dinle“ demez. Onun yerine bir ev için sözleşme yapıp evi inşa eder… Aynı şeyi kendiniz için yapın: bir insan gibi yiyin.., bir insan gibi için… evlenin, çocuk yapın, kent hayatına katılın, hakaretlere ve insanlara hoşgörü göstermeyi öğrenin.
Hayatının son döneminde ki hiçbir insan, samimiyse ve bütün melekeleri yerindeyse, her şeyi yeniden yaşamak istemez. Bunu yapmaktansa tamamen yok olmayı tercih eder.
Her insan kusurunu, hatasını ve suçunu hoşgörüyle karşılamalı, karşımızda yalnızca kendi kusurlarımız, hatalarımız ve suçlarımız olduğunu akıldan çıkarmamalıyız. Çünkü bunlar yalnızca bizim de bir parçası olduğumuz insanların hatalarıdır ve bundan dolayı hepimizin içinde aynı kusurlar vardır. Sırf o sırada bizde görünmüyorlar, diye bu suçlar yüzünden başkalarına kızmamalıyız.
Bir insan ve diğeri arasındaki gerçekten uygun hitap şekli ‘Sir’ ‘Mösyö’ yerine… “Acı çeken yoldaşım” olmalıdır. Bu kulağa ne kadar garip gelse de gerçeklere uygundur, diğer insanı doğru bir ışık altında oturtur ve bize en gerekli şeyi, herkesin ihtiyaç duyduğu ve bu nedenle de birbirine borçlu olduğu, komşusuna göstereceği hoşgörü, sabır, tahammül ve sevgi olduğunu bize hatırlatır.
Başka seçeneğemiz yok, hepimiz yaşamaya mahkûmuz ve mümkün olduğunca az acıyla nasıl yaşamamız gerektiğini düşünmeliyiz. Mutluluğu her zaman olumsuz bir durum -acının yokluğu- olarak görüyordu.
“Sağ duyular zevke değil, acısızla ulaşmaya çabalarlar”
Bazı insanlar kendi zincirlerini gevşetmeseler de arkadaşlarını kurtarabilirler.
İlgili olmak demek herkesin mutsuzluğunu paylaşmak anlamına geliyor. Buda benim acını ikiye katlıyor. Bana söyler misiniz bu ilgili olmak nasıl yararlı olabilir? Ben hayatın içindeyken perişandım. Son on iki yıldır hayatın ziyaretçisiyim, geçen gösteri seyrediyorum ve sükûnet içinde yaşadım.
Yaşlıda genci görüp seçmek ne kadar garipti.
Mutlu bir hayat olanaksızdır; insanın başarabileceği en iyi şey kahramanca bir hayattır.
Aşık olan herkes sonunda zevke ulaştıktan sonra olağandışı bir düş kırıklığı yaşayacaktır; ve bu kadar büyük bir özlemle arzuladığı şeyin diğer cinsel tatminlerden daha fazla bir şeye neden olmadığını görüp şaşkına dönecek, böylece kendisini bu ilişkiden fazla yararlanmış olarak görmeyecektir.
Gruplar insanlar gibidir.Ölmek istemezler.
Umudun en büyük belamız olduğunu söyler.
Zaman zaman kendimi mutsuz hissettiğim de bunun nedeni kendimi olduğumdan farklı olarak kabul etmem ve sonra diğer insanların acılarına ve sıkıntıları için kederlenmemdi. Örneğin kendimi profesör olamayan ve derslerini dinlemeye kimsenin gelmediği bir öğretim görevlisi olarak gördüm; ya da bu Filistinlinin hakkında kötü konuştuğu ya da yüz karası dedikoducunun hakkında dedikodu yaptığı biri; ya da tutkun olduğu kız tarafından dinlenmeyen bir sevgili; ya da hastalığı yüzünden evde kalan bir hasta; ya da benzeri mutsuzlukları olan diğer insanlar. Ben bunların hiçbiri değildim; bütün bunlar benim bir süreliğine giydiğim ve sonra bir başkası için çıkarıp attığım paltonun yapıldığını şeylerdi.
Ama o zaman kimim ben? Büyük varoluş problemine çözüm getiren ve belki de diğer bütün çözümleri geçersiz kılan in İstenç ve Tasarım Olarak Dünya’yı insan adamım…1 Ben o adamım ve hala nefes alacağı birkaç yılda onu rahatsız edecek her şeyim.
Zihin için en iyi yardım, kalbi tuzaga düşüren bağların bir kere de koparılmasıdır.
Hayatım boyunca kendimi korkunç derecede yalnız hissettim ve yüreğimin derinliklerinde hep “bana şimdi bir insan ver”diye iç çektim ama heyhat,boşunaydı.Yalnız kalmaya devam ettim, ama dürüstçe ve samimiyetle söyleyebilirim ki, bu benim hatam değildi, çünkü insan olan kimseden uzak durmadım veya geri çevirmedim.
“Gençliğimde bile başkaları mal mülk edinmek için çabalarken benim bu tür şeylere başvurmak zorunda olmadığımı, çünkü içimde bütün mallardan daha değerli olan bir hazine taşıdığımı fark ettim; en önemli şey, zihinsel gelişimin ve tam bağımsızlığın temel koşul olduğu bu hazineyi güçlendirmekti… İnsanın doğasının ve haklarının tersine gücümü kendi saadetimin arttırılmasından almak zorundaydım, böylece bir gücü insanlığın hizmetine sunabilirdim. Zekâm bana değil dünyaya aittir.”
Benim gibi bir adam dünyaya geldiğinde geriye istenecek tek şey kalır-bütün hayatı boyunca olabildiğince kendisi gibi olması ve entelektüel güçleri için yaşaması.
Bir şeyi isteriz,alırız,kısa bir süre tatmin yaşarız,bu tatmin hızla sıkıntıya dönüşür,ardından mutlaka bir sonraki ‘istiyorum’gelir.Arzuyu doyurarak kurtuluş yoktur-insanın çarktan hemen atlaması gerekir.
Hikâyelerin sonunu duymak her zaman hoşuma gitmiştir.
Kendi bedenlerimiz ve kendi duygularımız.Algılarımıza bağlı olmayan doğrudan,dolaysız bilgiye sahibiz.
Kant’ın keşfi,dünyayı gerçekte olduğu gibi değil de ,kişiselleştirilip işlenmiş şekliyle algıladığımızdır.Uzam,zaman,miktar,nedensellik gibi özellikler bizim içimizdedir,dışarda değil-biz onları gerçekliğe dayatırız.Ama o zaman saf,işlenmemiş gerçeklik nerededir?Biz işlenmeden önce orada olan,ham varlık nedir?Kant bunu asla öğrenemeyeceğimizi söylüyor.
Bir kişiyi kurtarmak bütün dünyayı kurtarmak gibidir.
Eğer bakış açısı ayarlanırsa,dikkat tamamen verilirse ve bilgi enginse insan sürekli bir hayranlık haliyle sıradanlığa girebiliyordu.
Gençliğin bakış açısından bakıldığında hayat sonsuz derecede uzun bir yolculuktur: yaşlılıktan bakınca çok kısa bir geçmişe benzer. Gemiyle uzaklaştığınızda kıyıdaki nesneler daha küçük, tanınması ve ayırt edilmesi daha zor hale gelirler, aynı şekilde olaylar ve etkinliklerle dolu geçmiş yıllarınızı da tanıyamazsınız.
Kendisini,diğer bitkilere göre sıradan ve önemsiz görünen genç meşe ağacına benzetiyordu. “Ama onu yalnız bırakırsanız ölmez.Zaman gelecek ve ona değer vermesini bilenleri getirecektir.”
Cinsel tutkuyu yıldızları gizleyen gün ışığıyla karşılaştırıyordu.
Gerçek şeyler verirsen gerçek şeyler alırsın.
Sana bakmak hoşuma gidiyor ama şimdi fark ediyorum ki,güzelliğin seni görmenin veya tanımanın önünde bir engel,hatta belki bir kadının çirkin veya eciş bücüş olduğu zamanki kadar büyük bir engel.
Göreli mutluluk üç kaynaktan gelir:kişinin olduğu şey,kişinin sahip olduğu şey ve kişinin diğerlerinin gözlerinde temsil ettiği şeyler.Schopenhauer bizin ilkine odaklanmamızda ve ikincisiyle üçüncüsüne-sahip olunanlar ve şöhretimiz-güvenmememiz gerektiğinde ısrar eder,çünkü o ikisi üzerinde kontrolümüz yoktur;bizden alınabilirler ve alınacaklardır-tıpkı senin kaçınılmaz yaşlılığının güzelliğini elinden aldığı gibi.Aslında ‘sahip olma’nın tersine bir etmeni vardır,der-sahip olduğumuz şeyler çoğu kez bize sahip olmaya başlar.
Eğer sürekli kalkışa odaklanarak çevrenizde olup bitenlerden ve etrafınızdaki insanlardan zevk alamazsanız bu nasıl bir yolculuk,ne tür bir hayat olur ki?
Maddi şeylere,diğer bireylere aşırı bağlılığın,hatta ben kavramına bağlılığın insanın çektiği acıların en önemli kaynağı olduğu Epistetos’un ve aynı zamanda Schopenhauer’ın fikri
Başka seçeneğimiz yok,diyordu artık,hepimiz yaşamaya mahkumuz ve mümkün olduğunca az acıyla nasıl yaşamamız gerektiğini düşünmeliyiz . Mutluluğu her zaman olumsuz bir durumun ya da acının yokluğu olarak görüyordu.
Bazı insanlar kendi zincirlerini gevsetemeseler de arkadaşlarını özgürleştirebilirler.
Nietzsche
Sıradanlığa düşmek insanın esir olmasıyla sonuçlanır-tıpkı koyunlar gibi.
Sizin için savaşmaları için başkalarına güvenirseniz kendi kas sisteminiz dumura uğrar.
Bazen çok destek az anlam ifade eder.
Yunanlılar-Sokrates,Platon,Atistoteles,Stoacılarla ve Epikuros,eğitim ve mantığın insan acısıyla mücadele etmede gerek duyulan araçlar olduğuna inanıyordu.
Benim gibi insanlar tarafından geride bırakılan fikirler,anıtlar hayattaki en büyük zevkimdir.Kitaplar olmasa uzun zaman önce umutsuzluğa gömülürdüm.
Küçük bir gelirle işsiz yaşama riskine yalnızca bekarken girilebilir.
Bilgi sınırlıdır.Yalnızca aptallık sınırsızdır.
Belirli bir kışkırtma yokken bile, olmayan tehlikeleri aradığım huzursuz bir endişe hali içindeyim;bu durum benim için ufak dertleri sınırsız derecede büyütüyor ve insanlarla ilişkiyi çok zor hale getiriyor.
Doğru yaşa,dedi kendi kendine,sen öğrenmesen bile senden doğru şeyler çıkacağına inan.
Hayat bir parça nakış işlemesine benzetilebilir. Hayatının ilk yarısındaki herkes işlemenin ön tarafını görür, ikinci yarasında ise tersini. İkincisi o kadar güzel değildir, ama daha öğreticidir, çünkü iplerin birbirine nasıl bağlandığını görmemizi sağlar.
Bir deniz yolculuğunda gemi demir attığında su almak ve bu arada birkaç bitki ve deniz kabuğu toplamak için sahile çıkarsınız.Ama aklınız her zaman gemidedir ve her an geminin kaptanı çağırabilir diye durmadan etrafınıza bakınırsınız. Bu çağrıya kulak vermeli ve size bağlanıp ambara atılan bir koyun gibi davranılmaması için bütün o şeyleri atmalısınızdır.
İnsan hayatında da durum böyledir. Deniz kabukları ve bitkiler yerine eş ve çocuklar varsa hiçbir şey onları almamıza engel olamaz. Ama kaptan çağırırsa bütün o şeyleri geride bırakarak ve arkanıza bakmadan koşarsınız. Ve eğer yaşlıysanız kaptan çağırır ve siz hazır olmazsınız, diye gemiden fazla uzaklaşmazsınız.
İnsan,büyük bir hayretle , binlerce yıllık var olmayıştan sonra birdenbire var olduğunu görür ;bir süre yaşar ; ve sonra yeniden yok olması gereken aynı oranda uzun zaman gelir.
Hayatı birbirine benzer iki karanlık havuz arasındaki kıvılcım olarak tarif ediyor,ölümden önceki karanlık ve ölümden sonraki karanlık.
***Ben kalabalıklar için yazmadım… Çalışmalarımı,zamanın seyrinde nadir rastlanan istisnalar olarak ortaya çıkacak düşünen bireylere miras bırakıyorum. Onlar da benim gibi ıssız bir adaya çıkan ve kendisinden önce aynı sıkıntıları yaşayan birinin üzerine,izlerinin,ağaçlardaki bütün papağanlardan ve maymunlardan daha fazla teselli sunduğu bir denizci gibi hissedeceklerdir
Can sıkıntısıyla ilgili en korkunç şey nedir? Neden aceleyle can sıkıntısını gidermeye çalışırız? Çünkü bu, varoluşla ilgili tatsız gerçeklerin (önemsizliğimiz, anlamsız varoluşumuz, yok olmaya veya ölüme doğru önlenemez şekilde ilerleyişimiz) kısa süre içinde ortaya çıktığı, dikkat çelicilerin olduğu bir durumdur. Bundan dolayı insan hayatı sonsuz bir isteme, tatmin olma, can sıkıntısı ve sonra yeniden isteme döngüsünden başka nedir ki? Bu bütün canlı türleri için geçerli midir? Durumun insanlar için en kötüsü olduğunu söylüyordu Schopenhauer çünkü zeka arttıkça acının yoğunluğu da artmaktadır. Peki herhangi biri hiç mutlu olabilir mi ?

“İnsan başta hiç mutlu değildir, ama bütün hayatını kendisini mutlu edeceğini sandığı bir şeyin peşinde çabalayarak geçirir; nadiren amacına ulaşır, ulaştığında da yalnızca düş kırıklığıyla karşılaşır. Sonunda bir enkaz gibidir ve limana direkleri ve donanımları yok olmuş bir şekilde gelir.”Ondan sonra da mutluluk ya da mutsuzluk aynıdır;çünkü hayatı içinde bulunduğu her dakika yok olan andan fazlası değildir;ve şimdi de sona ermektedir.

“İş, endişe, didinme ve sıkıntı neredeyse herkesi hayatları boyunca etkiler. Ama her arzu ortaya çıkar çıkmaz doyurulursa insanlar hayatlarını nasıl meşgul edip zamanlarını nasıl geçirirler? İnsan ırkının her şeyin otomatik olarak yetiştiği ve güvercinlerin rosto yapılmış olarak uçtuğu bir ütopyaya götürüldüğünü düşünün; herkesin sevgilisini hemen bulduğu ve elinde tutmada zorluk çekmediği bir yere; o zaman insanlar can sıkıntısından ölür ya da kendilerini asardı; ya da dövüşür, birbirlerini gırtlaklar ve öldürür ve dolayısıyla kendilerine şu anda doğa tarafından verilenden daha büyük bir acı verirlerdi”
*Ona göre içimizde,bütün doğada amansız,doymak bilmez ,birincil hayat gücü vardı ve buna istenç deniyordu.”Hayatta baktığımız her yerde özü ve her şeyin ‘kendi içinde’liğini temsil eden bir çaba görüyoruz” diyordu.
*Acı çekmek nedir?
İstençle hedefi arasındaki yola konulan bir engel aracılığıyla bu çabanın engellenmesidir.
*Mutluluk,saadet nedir?
Amaca ulaşılmasıdır.
Bedenlerimizden kavramsallaştıramayacağımız ya da anlatamayacağımız bilgiler öğreniriz çünkü içsel hayatlarımızın büyük bir kısmı bizim için bilinmeyendir.Bastırılır ve bilince çıkmaları engellenir çünkü daha derinlerdeki doğamızı bilmek (acımasızlığımızı, korkularımızı,hasetlerimizi,cinsel şehvetimizi, saldırganlığımızı, kendimizi aramamızı)dayanabileceğimizden daha fazla rahatsızlık yaratır.
Onun görüşüne göre Kant,algılanan(görüngüsel)dünya konusunda büyük bir mevcut bilgi kaynağını gözden kaçırmıştır: “kendi bedenlerimiz!Bedenler maddi nesnelerdir.Zamanda ve uzamda yer alırlar.Ve her birimizin bedeniyle ilgili olağanüstü zenginlikte bilgisi vardır-bu bilgi algılarımızdan veya kavramsal aygıtlarımızdan gelen bir bilgi değil,doğrudan içeriden,duygularımızdan kaynaklanan bilgidir.
Dikensiz gül yoktur ama gülsüz pek çok diken vardır.
Kibar ve dostça davranarak insanları esnek ve itaatkâr yapabilirsiniz;bu yüzden sıcaklık balmumu için neyse kibarlık da insan doğası için odur.
Önemsememek önemsenmeyi getirir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir