İçeriğe geç

Bu Dünyadan Nazım Geçti Kitap Alıntıları – Vala Nurettin

Vala Nurettin kitaplarından Bu Dünyadan Nazım Geçti kitap alıntıları sizlerle…

Bu Dünyadan Nazım Geçti Kitap Alıntıları

Başka dinlerde hikmet özü, sevgi yahut nefis jimnastiği iken İslam’da korku dur.
Büyük insanları kendi kesitleri ve kendi maceraları içinde değerlendirmek gerekir. Eski filozofların, şairlerin, idealistlerin niceleri, zamanlarında vatanlarını terk etmiş veya yurtlarından sürülmüşlerdir. Sokrates kendi kentdaşları tarafından ölüme mahkum edilmiş. Ateşlerde yakılan, derileri yüzülen mezarlarından kemikleri çıkarılarak çiğnenen, kısacası kendi çağlarında kendi insanlarıyla bağdaşamayan asi inanç, fikir ve felsefe öncüleri vardır. Ama bütün bu menfur sayılanlar, henüz bir nesil geçmeden, yalnız vatanlarının değil dünyanın malı olarak kutlanmışlardır. Çünkü gelecek zamanlar, yaşanılan zamandan daima daha insaflıdır.
Yeryüzünde namuslu insanların bulunuşu en büyük tesellimdir.
Bu işte insafsız olmalı, birazcık da kibirli
ne kahır, ne keder, ne zulüm,
seni ancak ölüm,
teslim alabilmeli.

Nazım Hikmet

Derler ki, işkencelerin en müthişi, ümide düşürüp o ümidi kırmakmış.
Dünyanın en iyi insanlarından olan Türk halkının ve dünyanın en güzel dillerinden biri ve belki de en başta geleni olan Türk dilinin diyarı küfürde tanınmasına vesile olabilmek ömrümün en büyük sevinci ve şerefi olur. Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum.
Nazım Hikmet
İnsan 11 senedir hapiste bile olsa, dışarıda kar, odada sırtında palto ve karaciğerde sancılar bile olsa, yaşamak mükemmel şey. Dünya güzel ve her şeye rağmen insanlar sevilmeye değer.
Nazım Hikmet
İnsan yürür yürür ve son durağa yakın mecalsiz kalır.
Bir efsane vardır. Derler ki: Lokman Hekim bütün hastalıklara ilaç bulmuş. Hepsini kağıtlara yazmış. Bir eksiği olmasın diye dere kenarında okuduğu sırada Azrail arkadan yaklaşıp göz atmış: Bu benim mesleğime engel olacak! deyip bir kanat çalmış, bütün kağıtlar akarsuya uçmuş. Lokman Hekim ‘in elinde yalnız üç beş yaprak kalmış. İşte bütün tıp bundan yararlanıp durmuş yüzyıllarca
İdeal uğruna zorluklara katlanıp yaşamak, ideal uğruna ölmekten zordur.
Fransız Devrimi’nin umdesi olan burjuva hürriyeti bambaşka şeydir. Öylesi tüccara genellikle kapitaliste lazımdır. İşçi sınıfına birinci derecede lazım olansa teşkilatlı, muntazam bir hayat yaşamaktır. İşçiye ezilmemek, sömürülmemek hürriyeti gerekir.
Ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar
Hisler de şaraba benziyor, içilecek hâle gelmeleri için eskimeleri lazım.
İnsan yürür yürür ve son durağa doğru mecalsiz kalır.
Kurtuluş Savaşı Destanı’nda Atatürk’ü dikkatli bir portre ressamı gibi anlatıyor:

birdenbire beş adım sağında olu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O saati sordu.
Paşalar Üç dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar.
Eğilip durdu.
Bıraksalar
İnce uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi akarak
Kocatepe’den Afyon ovasına atlayacaktı.

Milli şair,Türk şairi,din şairi,divan şairi,tasavvuf şairi gibi unvanları sahiplerine dağıtmalı. Nazım da Türkçenin şairi unvanını hak eder kanaatindeyim. Çünkü Türkiye’nin içinde ve dışındaki bütün Türkler tarafından layıkıyla okunabilir bir Türkçenin yaratıcısı olmuştur.
Bu işte insafsız olmalı, birazcık da kibirli ne kahır, ne keder, ne zulüm,
seni ancak ölüm,
teslum alabilmeli.

Ölüm, onu, ayakta dimdik teslim almış

Güzel günler göreceğiz çocuklar, güneşli günler göreceğiz.
Akın var
güneşe akın!
Güneşi zaptedeceğiz
güneşin zaptı yakın!
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bana şimdi öyle geliyor ki, gençlik denilen hadiseyi Bolu’da yaşadım ve sonra artık bir daha genç olmadım .
Gülmeyi unutan memleketim
Susuyoruz
bir fişek yatağında kurşun nasıl susarsa.
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim.
Yere mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
Hiç olmazsa hıncımı böyle alırım, dedim,
Yere mağrur uzanan gölgesini çiğnedim.
~Ran
Gurbet ellerde sürünmek ve ölmek, Osmanlı payitahtını bu zillette görmekten yeğdir.Mücadele edenler arasına katılmalı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Benim gönlüm bir kelebek
Dolaşıyor çiçek çiçek.
ben beni bir daha ele geçirsem,
-ab-ı hayat içersem demiyorum,
kapılar bir daha açılsa,
ben bu haneye bir daha girsem
yaşardım yine böyle kan revan içinde,
yine böyle aşk ile sersem,
ben, beni bir daha ele geçirsem
Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU!
Tek başına
yapayalnız
karanlıklara
bırakılmış bir çocuk gibi
bağıra bağıra
kendi sesiyle uyanarak,
korkuyla tutuşup
korkuyla yanarak
durup dinlenmeden konuşuyor.
Mussolini çok konuşuyor TARANTA – BABU
çok korktuğu için
çok konuşuyor!.
yeşili hare hare mavisi yumuşacık
geçtim hazar denizi’ni ipekli bir gününde
duruyordu gemimizin önünde
kanatsız bir kapı gibi apaçık.

dokundu yüreğime bu yapmacıklı hali
hangi deniz onun gibi kapalı
hangi deniz onun gibi denizlerden habersiz
hangi deniz onun gibi yapayalnız?

Ayrılık yaklaşıyor her gün biraz daha
Güzelim dünya elveda
ve merhaba kainat
KEREM GİBİ

Hava kurşun gibi ağır!!
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum

O diyor ki bana:
– Sen kendi sesinle kül olursun ey!
Kerem
gibi
yana
yana
Deeeert
çok,
hemdert
yok
Yürek-
-lerin
kulak-
-ları
sağır
Hava kurşun gibi ağır

Ben diyorum ki ona:
– Kül olayım
Kerem
gibi
yana
yana.
Ben yanmasam
sen yanmasan
biz yanmasak,
nasıl
çıkar
karan-
-lıklar
aydın-
-lığa..

Hava toprak gibi gebe.
Hava kurşun gibi ağır.
Bağır
bağır
bağır
bağırıyorum.
Koşun
kurşun
erit-
-meğe
çağırıyorum ..

tohumdan ve topraktan korkuyorlar
akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
ne iskonto, ne komisyon, ne vade isteyen bir dost eli
sıcak bir kuş gibi gelip konmamış ki avuçlannın içine
Brest Litovsk konferansında: Rusya’dan şu parçaları da alalım diyenler de bulunmuş Almanlar içinde Troçki, sivri sakalıyla başını kaldırmış: Rusya’nın neresini isterseniz size verelim. Neticede bütün dünyayı proleterya alacak olduktan sonra
1965 yılında, bir batı dergisi şu özetle bir yazı yazdı.
Büyük devletlerden her birinin elinde ayrı ayrı var. Birleşik Amerika’nınki teknik üstünlük, Çin’inki nüfus çokluğu, Sovyetler’inki örgüt başarısı.
Nâzım, Sovyetlere hitabeder.
Ey yalın ayak koşarak Mersedes motörlerini geçen memleket
Rusya’da mevsimler ikiye ayrılmıştır. Kar yağar soğuk olur. Kar kalkar sıcak basar.
Nâzım’la şakalaşırdık. Anadolu’ya geçtiğim günden beri Terbiyesizliği de tıpkı terbiye gibi öğrenip gerektiği zaman kullanmak lazım, derdik
Bakın çocuklar! Aile yalnız biyolojik olmaz. Sosyal aile de olur. Yani ana, baba ve çocukların bir araya gelişi, hayvanlar ve insanlarda biyolojik ailedir. Halbuki aynı gaye etrafında toplanıp iş bölümü yapmakla daha ileri bir tip olan sosyal aile kurulur. Bizimkisi gibi
Havuza ve çiçeklere karşı kanepede oturuyorduk. Karnımız zil çalaraktan, ama kafamız şiir dolu, sosyal idealler dolu
Adalı haydudun titresin tacı!
Kırılan bir zincir uğultusu var
Doğudan batıya göçen bu seste.
Ey matem diyarı, gözyaşını sil!
Kanlı bir tacidâr uğruna değil;
Kurtuluş içindir döktüğün bu kan.
Nuh’un beklediği güvercin gibi
Dualı dudaklar özleyen ruhlar
Bekliyor Asya’nın kızıl kuşunu.
Istırap içinde bütün bu cihan
Asya’dan umuyor kurtuluşunu.
en ümitsiz macera:
yedi yerden yara almak değil.
en ümitsiz macera:
ipin ucunu kaybetmek elinden
ve gözlerimiz koyun gözü gibi mahzun
bıçağın altına kendiliğinden
bıçağın altına bıkkın ve uzun
yatıvermesi boynumuzun
Onlar üç arkadaştı, üç bulunmaz arkadaş
Hapislik sıhhatimden, uykumdan, iştahımdan bir şeyleri aldı, öğüttü. Fakat neşemi, sevincimi her zaman iyimser ve insanlara güvenir tarafımın bir zerresini bile koparamadı
Tatlı maval dinlemekten gayrı usandık.
Artık
hepinizin kafasına
şu
daaaaaank
desin:
Köylünün toprağa hasreti var,
toprağın hasreti
makinalar
Gül tacını giydi, diken kuşandı.
Şairim!
şimşek şekillerini şiirlerimin
caddelerde ıslık çalarak
çizerim duvarlara
Fazla miktarda deli
Yani fazla miktarda sanatkar
bence esas mesele, üslubumuzdaki yaratıcılığımızdır
İdeal uğrunda zorluklara katlanıp yaşamak, ideal uğrunda ölmekten daha zordur.
Yıkmalı yıkılmalı.
Yerine ne koymalı
Belki altı üstünden iyi çıkar umudundaydı.
Kes! hiç balta görmemiş bir orman keser gibi kes
Bu altından bataklığın her sivrilen başını
Sana kesti yaktı yıktı deseler de aldırma
Dinle bak ne vaat ediyor yüreğinden gelen ses
– Mustafa Kemal’in izinden ayrılmayın. Anadolu’da türlü cereyanlarla karşılaşacaksınız, hiçbirine uymayın. Sözümü dinlerseniz bütün yollar önünüze açılacaktır.
Başım sıkışınca birinci gömlek arkadaşlarım gelir aklıma.
Sağ yanında bir çayır, solda çam ağaçları
O kadar yakındı ki, dağların yamaçları
Dereye düşen bahar bir daha çıkamamış!
Bu ne güzel memleket! Yüksek dağlarında kış,
Deresinde ilkbahar, yollarında sonbahar
Altın güneşiyle de yazın sıcaklığı var.
Deniz ne hülyalıdır sonsuz derinliklerin;
Durulmuş suların koynunda uyut bizi.
Aslında dalgaların son nefesimizi,
Fanilerin gezdiği yorgun sahillere in.

İn de ki: sevenlerin anlını ölüm eğmez;
Atılın dalgalara beklerken sizi adem.
Parlatmasın gözleri ölürken bir damla nem,
Elli yıllık ömrümüz hicrana bile değmez!

Nâzım, cebinde daima küçük bir ayna taşırdı. Hani şu arkasında zenci kız resmi vardır
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki
Çok sevdiğim başına yemin ediyorum ben
Koyu bir çiçek gibi gözlerin kapanırken
Bir dakika göğsünün üstünde olsa yerim
Ömrümü bir yudumda ellerinden içerim
Gözleri siyah kadın o kadar güzelsin ki.
O devrin bir âdeti vardı: Esir İstanbul’dan hür sayılan Anadolu’ya geçenler secdeye kapanır, vatan toprağını öperdi.
Ölüm bir içimlik badedir bizde.
Her şaha kalktıkça atlılarımız
Bin asi kölemiz geberecektir.
Ölüm, göğsümüzde bir al çiçektir.
Ölüm bir içimlik badedir bizde
İdeal uğrunda zorluklara katlanıp yaşamak, ideal uğrunda ölmekten zordur.
İstanbul’daki büyük bir yangın sırasında manzarayı yalıdan seyrederken Nazım birdenbire coşmuş, merdivenlerden aşağı yukarı koşarak bağıra bağıra şunları tekrarlamış;
Yanıyor,, yanıyor! Müthiş tarrakalar yanıyor
Ebede set çeken perdeyi deldim
Aşkı içten duydum, arşa yükseldim
İşte huzurunda secdeye geldim
Ben de müridinim işte Mevlana
Şairim!
Şimşek şekillerini şiirlerimin
Caddelerde ıslık çalarak
Çizerim duvarlara
Elinde kağıt kalem olmaksızın şiirlerini aklında düzeltiyordu mırıldanarak.
Şiirlerini dolaşarak bitirir, ezberlemiş olur, rn sonunda kağıda geçirirdi
Bende kahrolası bir hafızasızlık vardır. Teferruat aklımda kalmaz. Halbuki teferruat bazen ne güzel şeydir
yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşçesine
Rüya görmeye pek meraklıyım. Aksi gibi de gayet az görürüm. İnsanın her istediğini rüyada görebilmesi için bir çare biliyorsan bana yaz. Bak buna pek muhtacım.
Her memleketin garip adetleri, garip bam telleri olur. Acaba duyulmuş mu ki birinin nargilesinden sigara yakmak Anadolu kasabaları geleceğinde o adamın babasının mezarına bilmem ne etmek kadar netamelidir. Kan çıkar!
Niye bu hale geldim? Zayıf bir insanken, sadece insanken, ne kadar bahtiyardım? Niçin bu bahtiyarlığı kaybettim? Niçin böyle kuvvetli bir insan oldum? Bunun sebebi bir değil, yığınla yazmaya değmez
-Ya? Demek sen akalliyetleri fitillemeye geldin?
-Edendim, Heraklit Yunan filozofu.
-Üstelik Yunan ha?.. Hesabını mahkemede verirsin.
“Hisler de şaraba benziyor, içilecek hale gelmeleri için eskimeleri gerekiyor.”

(Vâlâ Nureddin’e mektubundan)

“Yahu bu Türk milleti hak ve hakikat uğruna ölmesini bilen nice nice insanlar yetiştirmiş ve yetiştirecek.”

(Vâlâ Nureddin’e mektubundan)

“Susuyoruz
bir fişek yatağında kurşun nasıl susarsa.
Haykırsın sıkıysa sükutumuzdan hızlı
Gökkubbenin altında
böyle bir sevda varsa.”
“Bir köylü toprağını ve öküzünü, bir marangoz tahtasını ve rendesini nasıl severse ben de Türk dilini öyle seviyorum.”

(Vâlâ Nureddin’e mektubundan)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir