Hermann Hesse kitaplarından Bozkırkurdu kitap alıntıları sizlerle…
Bozkırkurdu Kitap Alıntıları
Yaşam ne de olsa her zaman haklıdır diye düşündüm; yaşam düşlerimle alay edip eğlendiyse, o zaman düşlerim salakçaydı demek, haklı yanları yoktu, diye geçirdim içimden.
Yaşam konusunda bir fikrin vardı; içinde bir inanç, bir beklenti yaşıyordu; eylemlere, acılara ve özverilere hazırdın. Ama yavaş yavaş anladın ki. dünya hiç de senden eylemlerde ve özverilerde bulunmanı istemiyor; yaşam, kahraman rollerine ve benzeri şeylere yer veren bir kahramanlık destanı değil, insanların yiyip içmeler, kahve yudumlamalar, örgü örmeler, iskambil oynamalar ve radyo dinlemelerle yetinip hallerine şükrettikleri rahat bir orta sınıf evidir.
Ah hayır, seviyorum onu, şükranla karşılıyorum. Yağmurlu bir yaz mevsiminin ortasında günlük güneşlik bir gün kadar güzel.
İçimdeki savaş tüm azgınlığıyla sürüyor, ortalığı kasıp kavuruyordu.
Nasıl bu hallere düştüm ben?
İğrençti tadı yaşamın, içimde epeydir biriken tiksintinin doruk noktasına ulaştığını duyumsuyordum, yaşam beni içinden kusup atmıştı.
Öyle bir hayat yaşıyordum ki, neredeyse konuşmayı unutmuştum.
Benim ölümüm kendisi için önem taşıyacak insan neredeydi?
Kendimi yeterince çevremden soyutlamış ve aklımı kaçırmış sayılmaz mıydım?
Kaçık biri olmalıydım, herkes ten hayli uzaklaşmış biri.
İnsan yüz zardan oluşmuş bir soğana, pek çok iplikten dokunmuş bir kumaşa benzer.
Ellinci doğum gününü intihara yeşil ışık yakacağı gün olarak saptamıştı. Kendi kendisiyle yaptığı anlaşmaya göre, belirlenmiş zaman geldi mi, o günkü havasına göre imdat kapısını kullanmak ya da kullanmamakta serbest bırakacaktı kendini. Bundan böyle başına ne gelirse gelsin, ister hasta olsun, ister sefalet yakasına yapışsın, isterse çileler, acılar içinde kıvransın, hepsi bir vadeye bağlanmıştı, sürse sürse birkaç yıl, birkaç ay, birkaç gün sürebilirdi, bunların sayısı da günden güne azalıyordu! Ve gerçekten de, eskiden kendisini daha derin ve daha uzun süreli acılar içinde kıvrandıracak, hatta belki onu temelden sarsacak kimi sıkıntılara şimdi daha kolay katlanmaya başlamıştı. Diyelim ki şu ya da bu nedenden pek kötü duruma düştü, yaşamının çölleşmesine, yalnızlaşmasına ve yabanıllaşmasına özel birtakım acı ve kayıplar gelip eklendi, acılara şöyle seslenebilirdi: Durun siz, topu topuna iki yıl kaldı şunun şurasında, o zaman benim sözüm geçecek! Ve ellinci yaş gününün sabahında kendisine doğum gününü kutlayan mektuplar gelirken, elinde ustura, kapıyı kapayıp bütün acılara veda edeceğini düşünüyordu büyük bir hazla. O zaman eklemlerindeki gut, ruhundaki melankoli, başındaki ağrı ve midesindeki sancı kendilerine artık başka kapı arasınlardı.
Güç insanını güç yıkar, para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme, zevk insanını zevk çökertir.
İnsanı geriye götürecek bir yol yoktur asla.
Çocuklar da asla mutlu değildir.
Bana karşı olmayan benden yanadır!
Bir insandaki dayanma gücünün sınırını merak ediyorum doğrusu! Baktım ki katlanabilirliğin sınırına gelip dayandım, kapıyı açıverir, esenliğe kavuşurum.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
İntihar edenler arasında olağanüstü dayanıklılıkta, hırslı, aynı zamanda gözüpek kişilere rastlanır.
Ölüme karşı savaş, sevgili Harry, her zaman güzel, soylu, olağanüstü ve saygın bir çabadır; savaşa karşı savaş da öyle. Öte yandan böyle bir savaş her zaman için umutsuz bir Don Kişotluktan başka bir şey değildir.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bir saat kadar düşünüp taşınmak, gözlerini bir süre kendi içine çevirip dünyadaki bozuk düzende ve kötülüklerde ne ölçüce payı olduğunu araştırmak, işte buna kimse yanaşmıyor! Anlayacağın böyle sürüp gidecek, bir sonraki savaş binler ve binlerce insan tarafından her gün harıl harıl hazırlanmakta. Bunu öğrendikten sonra elim kolum tutmaz oldu, bir umutsuzluktur çullandı üzerime; benim için artık ne ‘vatan’ diye bir şey var, ne ideal, bunların tümü bir sonraki kıyımı hazırlayanlar için bir dekorasyondan başka bir şey değil çünkü. Insanca bir şey düşünmek, söylemek, yazmak, anlamını yitirdi, insanın kafasında olumlu düşüncelere yer vermesi anlamsızlaştı; gene de olumlu düşünen iki üç kişi çıksa da, her gün binlerce gazete, dergi, konuşma, açık ya da gizli oturum tam tersini yapmaya çalışıyor bunun, amacına da ulaşıyor.
Senin için bir değer taşıyorsam, senin için bir ayna oluşturuyorum da ondan; içimde bir şey var, sana yanıt veriyor, seni anlıyor. Aslında bütün insanların birbirleri için bu tür aynalar oluşturması, birbirlerine böyle yanıt vermeleri ve uyum göstermeleri gerekir; gelgelelim, senin gibi antika kişilerin işine akıl sır ermiyor, hemen bir büyülenmişlik içine sürükleyip kendileri dışındaki insanların gözlerinde hiçbir şey göremez, hiçbir şey okuyamaz duruma geliyor, onlara ilgi duymaktan çıkıyorlar. Böyle antika bir insan gerçekten kendisine içtenlikle bakan bir yüz gördü de bu yüzde bir yanıt gibi, akrabalık gibi bir şeyin varlığını sezdi mi, evet işte, bu kuşkusuz bir şenlik oluyor kendisi için.
Sana bir sır vereyim mi, ciddilik zamana aşırı değer verilmesinden kaynaklanır. Ben de bir vakit zamanın değerini gözümde fazla büyümüştüm, yüz yıl yaşamak gibi bir isteğe yer vermiştim gönlümde. Yaşamda ise, biliyor musun, zaman diye bir şey aranmaz; sonsuzluk dediğimiz yalnızca bir an’dır, bir şakanın yer alacağı kadar uzun bir süre yani.
… insanların aradığı nasıl bir haz, nasıl bir neşedir, aklım almıyor bir türlü. İstesem ulaşabileceğim, benim dışımda binlerce kişinin ele geçirmek için itişip kakıştı, uğraşıp didindiği bu neşe ve sevinçleri anlamam ve paylaşmam olanaksız. Öte yandan, benim o şenlikli saatlerinde yaşadıklarımı, benim için haz, yaşantı, cazibe ve huşu sayılan şeyleri dünya bilemedin sanat yapıtlarından tanıyor, sanat yapıtlarında arayıp seviyor onları. Yaşamın içinde ise hepsini kaçıkça buluyor. Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinin bu Amerikalılaşmış insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendimi verdiğim isimle bir bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan.
Güç insanını güç yıkar, para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme, zevk insanını zevk çökertir.
Herkesin yazgısı kendine göredir, hiçbir yazgı da kolay katlanılır gibi değildir.
Karamsarlığının temelinde dünyayı değil, kendi kendini küçümsemesi yatmaktaydı; çünkü kurum ve kişiler üzerinde ne kadar acımasız ve kıyıcı konuşursa konuşsun, asla kendini dışarıda tutmuyor, eleştiri oklarını yönelttiği, aşağılayıp yadsıdığı ilk kimse her zaman kendisi oluyordu.
Güç insanını güç yıkar, para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme, zevk insanını zevk çökertir.
Şunu fark etmişti; özgürlüğü ölümdü.
Ve hayli tedirgin bir hayat süren bu insanlar seyrek mutluluk anlarında bazen öylesine güçlü duygular yaşar, anlık mutluluğun köpüğü kimi vakit göz kamaştırarak öylesine yükseklere fırlayıp acılar denizinin dışına taşar ki,bu kısa süre parıldayan mutluluğun köpükleri sağa sola saçılarak başkalarına dokunmadan geçmez, onları da büyüler.
Biri kurt, biri insan, iki kişiliği vardı onun.
Sekiz günde nasıl yirmi yıl gençleşebilirim?
İyi uykular duvar, seni uyandırmıyorum.
Belki hiçbir vakit gerçekten var olmamış, yaşanmamıştı bunlar. Biz aptalların uğraşıp didindiği şey belki de her zaman hayalden başka bir nitelik taşımamıştı.
Her ikimiz de şeytanın çocuklarıyız, farkında mısın?
Ben de işte senin kadar yalnızım, yaşamı, insanları ve kendimi tıpkı senin kadar az sevebiliyor, senin kadar az ciddiye alabiliyorum. Her zaman böyle insanlar vardır, yaşama en aşırı istekleri yöneltir, kendi salaklık ve kabalıklarına bir türlü katlanamazlar.
Ne ödlek biriymişsin meğer! Bir kızın yanma sokulan kimse alay edilmeyi göze alır, alay edilmek bu işe yapılacak bir yatırımdır.
Bak, yapabilen biri için dans, düşünmek kadar basit bir şeydir, hatta öğrenmesi daha da kolaydır.
Uğraşıp didinmelerinin başarısız kalacağını bilmekle yaşamın sığ ve aptalca nitelik kazanmaz. İyi bir şey, ideal bir şey uğruna savaşıp amacına ulaşacağını sanman hayatını daha çok sığlaştırır Harry. İdealler ulaşılmak için mi vardır? Bizler, biz insanlar ölümü yok etmek için mi yaşarız? Hayır, yaşamamızın nedeni ölümden korkmamız, sonra da onu yine sevmemizdir; özellikle ölümün varlığından dolayı elimizdeki birazcık yaşam bazen kısa bir süre işte öylesine güzel ışıldayıp durur.
Ölüme karşı savaş, sevgili Harry, her zaman güzel, soylu, olağanüstü ve saygın bir çabadır; savaşa karşı savaş da öyle. Öte yandan, böyle bir savaş her zaman için umutsuz bir Don Kişotluktan başka bir şey değildir.
İnsanca bir şey düşünmek, söylemek, yazmak anlamını yitirdi, insanın kafasında olumlu düşüncelere yer vermesi anlamsızlaştı; gene de olumlu düşünen iki üç kişi çıksa da, her Allahın günü binlerce gazete, dergi, konuşma, açık ya da gizli oturum tam tersini yapmaya çalışıyor bunun, amacına da ulaşıyor.
Hermine gibi an’ı yaşamasını bilen, Hermine gibi hal’de yaşayan ve yol kenarında gördüğü her küçük çiçeği, ağırlıktan yoksun her an’ı dostluk ve özenle bağrına basan birine hayat diş geçiremezdi.
Felsefe yaparak onların işlerini bitiremeyiz, silahında mermi olması gerekiyor
O saat kavramıştım: İnsanlarla makineler arasında bir savaştı bu, uzun zamandır hazırlanan, uzun zamandır beklenen, uzun zamandır korkulan, sonunda da patlak veren bir savaş
Yüksek düzeyde bir mizah yeteneğine kavuşmanın başlıca koşulu da, kendi kendini bundan böyle ciddiye almamaktır
Duygusallıklara karşı değildim hiç, yanıp kavrulmuş yüreğimde hala biraz duygu gibi bir şey hissedebildiğim için seviniyor, Tanrıya şükrediyordum
Bir el çantası el çantası değildi sadece, bir para cüzdanı para cüzdanı değil, çiçekler çiçek, yelpaze yelpaze değildi; hepsi de sevginin, büyüselliğin, uyarıcılığın malzemesiydi, elçiydi hepsi, karaborsacıydı, silahtı, savaş çığlığıydı
Örneğin sende düşünsel yön hayli gelişmiş durumda, ama küçük yaşamsal beceriler bakımından hayli geri kalmışsın
Aman Tanrım, diye düşündüm, şimdi bunların arasına karışacak, bu insanların dünyasını, bana yabancı bulduğum, şimdiye dek titizlikle kaçıp öylesine aşağıladığım bu dünyayı, haylaz ve eğlence düşkünü bu insanların dünyasını, mermer masacıkların, caz müziğinin, aşüftelerin, pazarlamacıların bu sığ ve kalıplaşmış dünyasını yurt mu edinecektim kendime
Aklından geçen her neşeli düşünce gibi ruhunun uzak derinliklerinden kopup gelen karanlık ürpertilere de açıktı ve onların da ötekiler gibi tadını çıkarıyordu
Zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerine ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek eylem, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz
Günümüzde yaşamak ve yaşamaktan zevk almak isteyen birinin senin gibi, benim gibi bir insan olmaması gerekiyor. Zırıltı yerine gerçek müzik, eğlence yerine kıvanç, para yerini ruh, gelişigüzel etkinlikler yerine gerçek eylem, oyun yerine gerçek tutku arayan birine bu sevimli dünya yurt olamaz..
Kimi anlarda eski ve yeni, haz ve elem, korku ve sevinç pek tuhaf şekilde birbirine karışmış olarak karşıma çıkıyordu. Bazen cennette hissediyordum kendimi, bazen cehennemde, çoğunlukla da aynı anda her ikisinde.
Bir saat kadar düşünüp taşınmak, gözlerini bir süre kendi içine çevirip dünyadaki bozuk düzende ve kötülüklerde ne ölçüde payı olduğunu araştırmak, işte buna kimse yanaşmıyor!
Ama başka türlüsü de elimden gelmemişti, bu uysal, bu düzmece ve kibar yaşama daha çok katlanamamıştım. Ve, görüldüğü gibi, yalnızlığa da daha fazla katlanamadığıma, kendime eşlik eden kendimden de dile gelmez ölçüde nefret edip tiksinti duyduğuma, cehennemimin havasız ortamında boğularak sağa sola saldırdığıma göre, benim için nasıl bir çıkış yolu kalmıştı artık?
Hayır, oda müziği de, bir dost da ille gerekli değildi, bir dost sıcaklığının gerçekleşmeyecek özlemiyle kendi kendimi kahredip durmam gülünçtü.
Güç insanını güç yıkar,para insanını para; köle ruhlu insanı başkalarına kulluk etme,zevk insanını zevk çökertir.Bozkırkurdu’nu da bağımsızlığı yıkmıştı.
İnsan nihayet süreklilik taşıyan, yerinden oynatılamaz bir yapı değildir (böyle bir şey, bilge kişilerinin aykırı yöndeki sezinlemelerine karşın, Antik dünyanın idealiydi), daha çok bir deneme, bir geçittir, doğayla us arasındaki dar ve tehlikeli köprüdür sadece. Ruhunun derinliklerinde yatan misyon insanı usa, Tanrıya doğru iter, ruhunun derinliklerindeki özlem ise onu geriye doğru çeker, doğadan, ana’dan yana yöneltir, böylece insanın yaşamı her iki güç arasında salınıp durur. İnsanların insan kavramından anladıkları, her zaman, geçici nitelik taşıyan bir burjuva geleneğidir. Alabildiğine kaba kimi içgüdüler bu gelenekte yadsınıp yasaklanır, biraz bilinç, biraz karakter sahibi olması ve hayvansılığından sıyrılması beklenir insandan. Az buçuk bir ruh sahibi olması hoş görülmekle kalmaz, hatta istenir kendisinden. Böyle bir geleneğin insan ı, bütün burjuva idealleri gibi, bir uzlaşmadan doğmuştur; o hain ilk ana’yı ve o sıkıcı ilk baba’yı oyuna getirerek katı isteklerinden el çektirip ikisi arasındaki ılıman bölgede yerleşme amacına yönelik çekingen ve naif-kurnaz bir çabanın ürünüdür. Dolayısıyla, burjuvazi kişilik diye nitelediği şeye göz yumar, hoş görüp katlanır buna, ama öte yandan kişiliği devlet denen doymak bilmezin eline teslim eder, her ikisini sürekli birbirine karşı koz olarak kullanır. Burjuvazinin sonradan uğruna anıtlar dikeceği kimseleri kafir diye ateşte yakmasının, katil diye ipe çekmesinin nedeni de budur.
Göğüs, beden her zaman tektir, içinde barınan ruhlar ise iki da beş değil, sayılamayacak kadar çoktur, insan yüz zardan oluşmuş bir soğana, pek çok iplikten dokunmuş bir kumaşa benzer.
Bir insandaki dayanma gücünün sınırını merak ediyorum doğrusu! Baktım ki katlanılabilirliğin sınırına gelip dayandım, kapıyı açıverir, esenliğe kavuşurum. İntihar eden pek çok kişi vardır ki, bu düşünce olağanüstü güç sağlar kendilerine.
Öte yandan, canlarına kıyanlar içinde intihar ayartısına karşı savaşa aşina olmayanı da yoktur. Her biri ruhunun bir köşesiyle çok iyi bilir ki, intihar bir çare olmasına karşın yine de yasal sayılmayıp ancak darda kalındığında başvurulacak biraz bayağı bir yoldur, insanın kendi eliyle canına kıymasındansa yaşama yenik düşüp can vermesi gerçekte çok daha soylu ve güzel bir davranıştır.
Öte yandan, canlarına kıyanlar içinde intihar ayartısına karşı savaşa aşina olmayanı da yoktur. Her biri ruhunun bir köşesiyle çok iyi bilir ki, intihar bir çare olmasına karşın yine de yasal sayılmayıp ancak darda kalındığında başvurulacak biraz bayağı bir yoldur, insanın kendi eliyle canına kıymasındansa yaşama yenik düşüp can vermesi gerçekte çok daha soylu ve güzel bir davranıştır.
Zamanın aşılmasının, gerçeğe bağımlılıktan kurtulmanın, özlediğiniz şeye ne isim verirseniz artık, bunun kişilik dediğiniz şeyi üzerinizden sıyırıp ama isteğinden başka bir anlam taşımadığını kuşkusuz çoktan sezmişsinizdir. Kişiliğiniz, içine kapatıldığınız bir hapishanedir.
Zaman ve dünya, para ve güç, küçük ve sığ insanların elinde bulunacak her zaman, asıl insanların elinde ise hiçbir şey. Yalnızca ölüm.
Uğraşıp didinmelerinin başarısız kalacağını bilmekle yaşamın sığ ve aptalca nitelik kazanmaz. İyi bir şey, ideal bir şey uğruna savaşıp amacına ulaşacağını sanman hayatını daha çok sığlaştırır Harry. İdealler ulaşılmak için mi vardır? Bizler, biz insanlar ölümü yok etmek için mi yaşarız? Hayır, yaşamamızın nedeni ölümden korkmamız, sonra da onu yine sevmemizdir, özellikle ölümün varlığından dolayı elimizdeki birazcık yaşam bazen kısa bir süre işte öylesine güzel ışıldayıp durur.
Her doğuş, evrenden bir ayrılış demektir; belli sınırlarla çevrilmek, Tanrıdan kopup ayrılmak, acılı bir yeniden oluşum demektir. Evrene gerisingeri dönüş, acılarla dolu bireyselleşmenin yok edilmesi, tanrılaşmak demek, evreni yeniden kapsamına alacak gibi ruhun sınırlarını genişletmek demektir.
Çocuklar da asla mutlu değildir, onlar da pek çok çatışmayı, çelişkiyi ve acıyı yaşayabilen varlıklardır.
Yalnızlık bağımsızlıktır, yalnızlığı arzulamış, uzun yıllar içinde onu ele geçirmiştim. Soğuktu bu yalnızlık, orası öyle, ama sessizdi, yıldızların içinde dolanıp durduğu uzay gibi harikulade sessiz ve büyük.
‘Gerçekte çekilen acılardan gurur duymak gerekir, her acı bize yüksek bir aşamada bulunduğumuzu anımsatır.’
“insanların büyük çoğunluğu yüzmeyi öğrenmeden yüzmek istemez.” ne anlamlı bir söz, değil mi? yüzmek istememeleri doğal, çünkü karada yaşamak için yaratılmışlar, suda değil. ve düşünmek istememeleri de doğal, çünkü yaşamak için yaratılmışlar, düşünmek için değil! evet, kim düşünürse, kim düşünmeyi kendisi için temel uğraş yaparsa, bunda ileri bir noktaya ulaşabilir; ne var ki, karayla suyu değiş tokuş etmiştir böyle biri ve bir gün gelir suda boğulur.
Ve doğrusu dünya haklıysa, kafeteryalardaki bu müzik, bu kitlesel eğlenmeler, az şeyle yetinen bu Amerikalılaşmış insanlar haklıysalar, o zaman ben haksızım demektir, o zaman kaçık biriyim ben, o zaman sık sık kendime verdiğim isimle bir bozkırkurduyum, yolunu şaşırıp yabancı ve anlaşılmaz bir dünyada gözünü açan bir hayvanım, eski vatanının havası ve yiyeceği elinden çıkıp gitmiş bir hayvan.
En mutsuz yaşamda bile yıldızın parladığı anlar,kum ve çakıl taşları arasında küçük çiçeklerin açtığı zamanlar vardır.
Korkuya kapılmış bir çocuğu avutur gibi mantıklı sözlerle kendimi yüreklendirmeye çalıştım, ama çocuk söylediklerime kulak asmadı, kaçıp gitti, yaşamak istiyordu.
biraz kıyıda köşede, biraz kenarda yaşıyorum ben.
“Benim istediğim böyle bir mutsuzluk ya da mutluluktur işte.”