İçeriğe geç

Bozkır Çiçekleri Kitap Alıntıları – Selçuk Baran

Selçuk Baran kitaplarından Bozkır Çiçekleri kitap alıntıları sizlerle…

Bozkır Çiçekleri Kitap Alıntıları

Her şey gelir, geçer, unutulur ama hayat sürerdi. Sürekli olan, değişmeyen yalnızca hayatın gücüydü.
Ben yazgımdan korkup çevreme duvarlar örmem. Ne olursa olsun, onu keşfetmekten gurur duyarım. Çünkü o benimdir.
Hayattaki başarılar ancak başkalarının gözünü kamaştırır. Kendisiyle baş başa kaldığında, her insan başarısızdır.
Zaten zekâ da bilgi de o kadar önemli değil galiba. Çünkü daha çok öğrenmek daha çok mutlu etmiyor bizi. Daha çok öğrenerek daha iyi insanlar olmuyoruz.
Yüreğim mi bu benim? diye sordu kendi kendine.Yüreğimin ardından gidemiyorum.Şimdi nerelerde kimbilir?
Sahip olmak kadar, ait olmak da güzel bir duyguydu,güven vericiydi;ama yetmiyordu.
İnsanlar konuşarak, yalnızlıklarını ya da iki ayrı kişi olma durumlarını ortadan kaldırdıklarını sanıyorlardı. Konuşma gereğini duymadan iki kişi bir arada olabilse, derdim. Bunu isterdim. Seninle yirmi dört saat hiç konuşmadan birlikte olabilirim. Anlıyor musun? Kısacası bu sevmek midir, bilmiyorum.
Bağışlamak bir yücelikti ama insanın bodrum katında tutulup kalmasında güzel olan, yüce olan hiçbir yan yoktu.
Yenilgimiz, düşlerimizi gerçekleştiremediğimizdendir.
Yüreğim mi bu benim? diye sordu kendi kendine.Yüreğimin ardından gidemiyorum.Şimdi nerelerdedir kimbilir?
Yüreğim mi bu benim? diye sordu kendi kendine. Yüreğimin ardından gidemiyorum. Şimdi nerelerde kim bilir.?
İçinde kıpırdanan bir şeyler vardı hala; ama o, tehlikeli saydığı bölgelerle duyarlığı arasında ses geçirmez bir hava boşluğu bırakmıştı, hiçbir şey duymuyordu.
Gazeteler, hep o umutsuzluğun, kopukluğun habercisi olurken her gün En genç, en umutlu, en iyimser kişi bile ne bekleyebilirdi?
Sanki bütün insanlık kocaman yapılara doluşmuş, katlar arasında ine çıka, odalar arasında gide gele uzun, süresiz bir can çekişmeyi andıran sıkıcı yaşamını sürdürüyor, yaşadığını sanıyor, ceset oluşuna aldırmıyordu.
Ormanın gölgesinde, derinliklerinde ya da bir akşamüstü engin tarlalarda güneş batarken, fundalıkların ötesinde nehir sisle örtülürken, ben yalnız mutluluğumu isterim. Niçin gencim, niçin yaşıyorum ve niçin ruhum var? Ve bütün bunlar niçin?
Kavaklar sıra sıra dikilse de karşına
Boy ver, dayanmaksızın, yalnız ve tek başına!
Ama bir yabancı olarak, yabancılığın getirdiği çaresizlikle uzak kalmak başka, insanları yeterince görüp tanıyıp, içli dışı olduktan sonra, belki de salt bir değişiklik özlemiyle uzaktan bakmak başkaydı.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Yadsıyamayacağım bir gerçekler dünyasına giriyordum: Dirim, insan bedeni ve ölümden oluşan büyülü üçgenin içindeydim artık.
İnsan gülünce kendini gerçekten mutlu sanıyor.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Başkentlilerin varlıklarından yayılan genel umursamazlık, öte yandan gözbebeklerindeki, bir milli piyango bileti satıcısının tezgahında gördüğü kuklanın yanıp sönen ampullü gözlerindekine benzer anlık sevinçler, daha sonra uzun süren nedensiz karanlık… Bütün bunlar ilgi çekiciydi.
İnsan gülünce kendini gerçekten mutlu sanıyor.
Tıbbın tek amacı, insanları yaşatmaktır.
[ ]
İnsanların, toplum uğruna, kitle halinde yok edilmelerinin geçerli ve güncel bir felsefe olabildiği günümüzde, bir tek insanın hayatını kurtarmak için uğraşmak, hayat kurtarmayı amaç edinmek, ancak bu, gerçek bir doyum sağlayabilirdi.
Durmadan okuyor; yemek yerken, tuvalette, bir hastanın idrar tahlili raporunu beklerken, cebimden çıkardığım notları okuyordum.
Düşlere erişmeniz olanaksız olabilir. Umutlar sona erebilir. Onların yerini, neden direnme, karşı koyma, bir tür başkaldırı almasın!
Nurten geri dönse –yani eğer dönse bile– o beş yıl bir daha yaşanmayacaktı ki Nurten hiç gitmemiş olsa bile yaşanamayacaktı çünkü. Çünkü değişmişlerdi, ikisi de. Dünya değişmişti bir kez. Bir düşe, çocukluğa, ilkgençliğe benzeyen günlerini sürdürmeleri, yaşamaları olanaksızdı.
Senden ayrı olmayı, kendimi sen­siz düşünmeyi kabul edemiyorum daha. Belki hiç kabullenemeyeceğim.
Seni her zaman seveceğim. Sevildiğimi bilerek seveceğim.
Geleceğim belirsiz olabilir ama bir başkasınca belirlenmiş de değildir.
Sana, ne olduğunu, neye karar vermen gerektiğini kimse öğretmedi. Yaşayarak, kendi kararınla geçtin bütün geçitleri Başka­larının tuttuğu aynalara bakarak değil.
Benim de bunu denemeye hakkım yok mu?
Beş yıl süresince öyle bir kadın olmak zorun­daydım; biraz öğretmen, biraz anne, gene de kaynanasından ötürü boy­nu eğik
Ama şimdi kendimi bilmek, tanımak istiyorum; bir erkeğin ara­cılığı olmadan.
Yoksa bir yanılgı mıydı bu? Bana istediğiniz biçimi verdiniz de, onu hemen, hiç vakit geçirmeden kabullendim mi? Bir coşkuyu araştı­rıp bulmaya, yaratmaya değil de, ancak bölüşmeye mi hazırdım hep? Benden önce başkalarınca hazırlanmış, düzenlenmiş durumlara boyun eğmeye nasıl da hevesliydim!
Sana mektup yazmam da bir kaçış aslında. Yazık ki, yüz yüze ko­nuşmaya cesaretim yoktu. Senin karşında hep suskun ve çekingendim nedense.
Bütün bunları bilmem bir şey yapmaya itmiyor beni. Onu seviyorum diye herhangi bir girişimde bulunmak istemiyorum.
Oysa yaşadığım çağ beni hiç heyecanlandırmıyor. Hiçbir şey umurumda değil. Ya da bildiklerim, öğrendiklerim yalnızca acı veriyor bana.
Üstelik içi acıyordu. Tanrım, bu erkekler Nasıl da kendileri için yaşıyorlar! Oysa biz onlar için yaşamak uğruna nelerimizi vermiyoruz?
Bu dünyayı, onunla birlikte keşfetmeye hakkı olmadığı konusundaki inancında, düpedüz yanıldığını kendisine duyursunlar istiyordu.
Benim kendimi beğenmişliğimin sırrı budur işte. Ben yazgımdan korkup çevreme duvarlar örmem. Ne olursa olsun, onu keşfetmekten gurur duyarım. Çünkü o benim dir.
Çünkü hayatının bir yazgı olduğuna inandıktan sonra büyük, şaşırtıcı, serüven dolu, korkunç bir uğraş bekler seni: Yazgını keşfetmek; yazgını keşfe çıkmaktan yılmamak
Ben ihtiyar doğmuşum. Çocuk olmama, genç olmama izin verilmedi hiç. Ya da ben kendime yasaklamıştım gençliği Bir an önce büyümek, büyük işler yapmak istedim. Büyük iş ne demekse?..
Çünkü Müfit’le az konuşurdu zaten; onunla konuşmamayı yeğlerdi daha çok. Hem konuşmalarına gerek yoktu ki. Elleri, gözleri, bedenleri konuşmuyor muydu yeterince?
Düşünüyorsun işte Sık sık böyle yapıyorsun. Zaman zaman, seni, gözlerin bir yere dikili olarak yakalayıveriyorum O zaman benden çok uzaklarda oluyorsun.
Seni öptüğüm zaman da korktun. Böyle bir şeyden mi korkuyordun?”
“Evet.”
“Yani seni sevmemden korkuyordun Aşktan?”
“Evet.”
“Öyleyse şimdiye kadar kimse seni sevmedi, ha?”
“Galiba.”
“Sen de kimseyi sevmedin.”
“Bilmiyorum. Daha doğrusu belki de aşk nedir, bilmiyorum.
Şimdi hayat karşısındaki korkumu ancak tek başıma yenebileceğimi düşünüyorum.
Çok hesaplı yaşayanlar, tatsız tuzsuz insanlardır. Ama senin gibi her şeyi rastlantılara bırakanlara da ne demeli bilmem!
Ben herhangi bir kişiyim. Yeteneklerim, bilgim sınırlı. Benden çok üstün olanların başaramadıklarını ben nasıl başarabilirim ki?
bana öyle geliyor ki, dışarda da hukuk düzeninden çok, askerî bir düzen var hâlâ.
gerçek dünyanın nasıl bir şey olacağını düşünmeye başladım. Üstelik burada kapatılmışız, kıstırılmışız, boyun eğmek zorunda bırakılmışız. Bu, bir bakıma rahat ettiriyor insanı. Çünkü zaten elimizden bir şey gelmez. Ama hayata atılınca, doğru gitmediğini sandığımız şeyleri değiştirmek isteyeceğiz. Bunun için uğraşacağız. Ya değiştiremezsek?
Birden hayattan korkmaya başladım.
Yalnız kalınca düşünmeye başlıyorum; ucu bucağı olmayan şeyler Sana yakın olmak isterken bir de bakıyorum mutsuzluğumla, umutsuzluğumla baş başa kalıvermişim.
doğru, bir değer yargısıdır. Onu kesinleştiren inançtır. Arı su içeceğim diye susuzluktan ölmeye gerek yok. Üstelik arı su tatsızdır. İnanç, arı suyun arılığını bozan ama tat veren, içilebilir kılan zararsız minerallere benzer.
Oysa her şey apaçık olmalı. Ancak gizemlerle açıklanabilecek bir varlık, olgu tanımıyorum yeryüzünde ya da sislerle sarılıp sarmalanarak çoğu gözlerden ırak tutulmak istenen
[ ] yalın yaşama coşkunlukları bir köşeye itile itile ya da zamansızlıktan yakınılarak, yerine çok gerekli sanılan edimler konula konula geçiştirildiğinde –ancak o zaman– büyük ve bilinmeyen tutkuların özlemi başlıyordu.
[ ] içimdeki bir yanlışlıktan ötürü kapılarını sımsıkı kapattığım yüreğim, her şeye açık şimdi Yaşamaya açık.
Geçmiş kırgınlıklarımı unutturan bir uğraş içindeydim bütün gün. Geleceğim de yok olmuştu. Yalnız şimdiki zamanı yaşadığımdan, herhangi bir seçişi düşünmüyordum.
Tarih diye kocaman bir sevgisizliği, güvensizliği, yalanı omuzladık.
Dünyanın dört bir köşesinde kendilerine yurt arayan, yerleştikleri yerde horlanan, kendilerine hayat hakkı tanınmayan bu insanların yıkılmaz bir dayanakları vardı: Kitapları
Çölün ağır sessizliğinin, dingin, yaldızlı gecelerinin doğurduğu yerleşik sağlam düşünce; durmaksızın konup göçmenin tedirginliği, başıboşluğu içinde yaşayan yalın, sade insanlara nasıl uygulanabilirdi? Onlar da yalnız kaldılar.
atalarımın uslu çocuğuydum ben. Ne kadar çıldırsam Rimbaud gibi esir ticareti yapmaya kalkışamazdım. İçimdeki şeytan bile usluydu, zincire vurulmuştu.
geç duyduğum sevgiyi arkamda bırakıp uzaklara gitmek, dönüşü olmayan yollara düşmek istemiyordum.
İlk gençliğimin, gençliğimin deli rüzgârlarına ne olmuştu? Neden hiç esmiyorlardı artık?
Eski, tuhaf, garip kitaplar, geçmiş yaşantımdı benim. Hatırlamıyordum bile. Ama belirsiz, ürkütücü gölgelerini seziyordum.
Sanki çağrılıyordum.
Hayattaki başarılar ancak başkalarının gözünü kamaştırır. Kendisiyle baş başa kaldığında, her insan başarısızdır.
hayat, her şeyiyle bir yazgı sorunudur;
rastlantıların egemenliğinde ağır ağır akar gider.
Kültür bir giysidir, insanları tanımak için bu giysiyi çıkarmak gerekir.
İnsan gerçeği, kültürün ardında kalan bir şeydir.
Mesleğindeki tutumunun, hayat karşısındaki tutumundan farklı olacağını mı sanıyorsun?
seçmek, seçebilmek önemlidir. Seçmek, gözüne ilişen her parlak şeyi cebine atmak değildir.
Peki, ama ne? Hayatın bayağılıkları mı yoksa? Onları seviyordum. Çünkü bana varlığımı duyuracak, yaşama nedenim olabilecek tek duygu kalıyordu: İğrenmek Bana bayağı olarak gösterilmeye çalışılanların doğallıklarına ve yenilmezliklerine hayrandım.
Kimsenin kendine özgü nitelikleriyle kişiliğimi, hayatımı zenginleştirdiğini sanmasına izin veremem. Kimse beni kendi ihtiyacı, çaresiz yoksunlukları için kullanamaz. Ben Müfit’im. Hak ettim bunu. Yalnızca kendim olmayı Bir kadını sevmeyi Bunu hak ettim ben!
Annem babam geçmişimde yaşamadılar sanki. Şimdi ise odamdan içeri girmek hakkını elde edememiş uslu komşularım onlar.
Ben o örneğe uymamak için elimden geleni yaptım; doğama aykırı kabalıkları, aşırılıkları bu yüzden edindim belki de.
Bir yanlışlık hemen, bir daha tekrarlanmamak üzere düzeltilir; konuşmalar, davranışlar ve kişilikler, annemin kafasındaki –belki çocukluğundan beri oluşturduğu– yetkin örneğe uydurulurdu.
Bana çok uzun gelen bir ömrü kendim için yaşadığımı sanıyordum. Şimdi bana öyle geliyor ki, bu kadar sıkıntıya bir başkası için katlanmışım. Sıkıntılarımdan bu yüzden görkemli görüntüler (abartmıyor muyum?) doğmuş.
Bir an için her şeyi yeni baştan ele almalı Tüm duygularımı, karmakarışık günlerin getirdiği uçucu düşünceleri derleyip toparlamalı, paketlemeli, hazır etmeliyim. Onun için.
Kapıyı kapatıp evle, dünyanın ilgilenmediği bölümüyle arasına bir duvar çekmek Yıllardır farkında olmadan bu kapıyı kapatıyor, yalnızlığını, düşüncelerini tek başına yaşıyordu. Alışkındı buna.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir