İçeriğe geç

Boyalı Quş Kitap Alıntıları – Jerzy Kosinski

Jerzy Kosinski kitaplarından Boyalı Quş kitap alıntıları sizlerle…

Boyalı Quş Kitap Alıntıları

İnsanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu.
İnsan olmak büyük bir başarı, önemli bir aşamadır.
Çok seviyordum kitapları. Çevremizdeki dünya kadar gerçek; neredeyse ondan daha zengin bir evren fışkırıyordu sayfaların arasından.
Böylesine acımasız ve sefil bir dünyanın hâkimi olmak neye yarardı.
Neden değişik bir saç rengi, bir göz rengi bazı insanlara büyük üstünlük sağlıyordu?
Tabii ki beni sırtımdan da vurabilir,diye düşündüm. İnsanlar birbirlerini gözlerinin içine bakmadan öldürmeyi tercih ederlerdi.
Kırlangıçların yaşayışı da ilgi çekiciydi. İlkbahar ve sevinç habercisiydi bu kuşlar. Sonbaharla birlikte insanların dünyasından uzaklaşır, yorgun ve uykulu, uzaklardaki bataklıklara gider, sazların üstüne tüneyip uykuya dalarlardı.
Ağlayabilirdim, ama neye yarardı?
İnsan olmak, diyordu adam, ne kadar onurlu bir şeydir. İnsan kendi savaşını taşır hep içinde. Kendi adaletini kendisi yerine getirirken de kazanan ya da kaybeden yine kendi kendisidir.
Önde koşmak, arkada kalmak kadar tehlikeliydi.
Böylesine sefil ve zalim bir dünya onun hakimi olmak için gösterilen bunca çabaya değer miydi?
“Sonbaharda kuruyan yonca yaprağının kokusunu yitirişi gibi güçsüz ve boynu eğikti”
göğsümde neyin kırıldığını bilmiyordum. elimle kalbimi yokladım. atıyordu.
İnsanların bircə həqiqətə münasibəti vahiddir. İnsan elə yaradılıb ki, təhtəlşüur səviyyəsində yaşamaq arzusu ilə doludur. Nəyin bahasına olur-olsun, yaşamaq istəyir.
Fikirləşdim ki, böyük sobalar tikib bütün yəhudiləri və qaraçıları yandırmaqdansa, bütün insanların gözlərinin, saçlarının rəngini dəyişmək daha asan olmazmı?
Fikirləşdim ki, böyük sobalar tikib bütün yəhudiləri və qaraçıları yandırmaqdansa, bütün insanların gözlərinin, saçlarının rəngini dəyişmək daha asan olmazmı?
İnsan olmak büyük bir başarı, önemli bir aşamadır
Böylesine acımasız, sefil bir dünyanın hakimi olmak neye yarardı
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Neden değişik bir saç rengi, bir göz rengi bazı insanlara büyük üstünlük sağlıyordu ?
“Herkesin çabası, yeryüzünde daha büyük bir alan, gökyüzünde de güneşten daha çok yararlanmayı sağlayacak bir yer edinmek içindi.”
“Önde koşmak, arkada kalmak kadar tehlikeliydi. Her yanlış adım hareketi yavaşlatır, her düşen öz kardeşlerinin ayakları altında ezilirdi.”
“Dualarının değersiz, mihrabın önünde yaptıkları haraketlerin, kürsüden verdikleri vaazların sahtekârlık olduğunu öğrendikleri gün ne yapacaklardı?”
Köylülerin dediği gibi, güneş bir toz zerreciğini bile görünür kılardı.
Farklı bir saç ve göz rengiyle nasıl bir üstünlüğü olabiliyordu bazılarının diğerlerine karşı?
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
“Çok seviyordum kitapları. Çevremizdeki dünya kadar gerçek; neredeyse ondan daha zengin bir evren fışkırıyordu sayfaların arasından. Hayat boyu, tanımadan yanından geçtiğimiz kişilerin düşünceleriyle isteklerini öğrenebiliyorduk kitaplardan.”
Hiçbir adam, kendini hırpalatmamalıydı. Kendine saygısını yitirir, yaşamının anlamı kalmazdı. Her birimize değer kazandıran şey bize küfredildiği zaman bunun öcünü alabilme gücümüzdü. Haksızlığa karşı çıkmak gerekliydi. Herkes uğradığı hakareti ölçüp biçip, yaradılış ve elindeki olanaklarla duyduğu acı, üzüntü ve alçalma oranında öcünü hazırlamalıydı. Size kabaca davranılır, bu kabalık sizi bir kamçı gibi yaralarsa, kamçı yemişçesine öç almanız gerekirdi. Bir çavuş, canınızı bin vuruş kadar acıtmışsa; bin vuruşluk öç almalıydınız.
Başarı, bir kısır döngüsüydü. Ne kadar kötülük yaparsan o kadar güçlenirdin. Ne kadar güçlenirsen o kadar kötülük yapabilirdin..
“Tanrı hesaplarımı anlamamalıydı. Aslında Tanrı’ ya hile yapılamaz, aldatılamazdı ya!”
Düşünemez olmuştum. Dünya, gömülmüştü bir sisin içine.
Direnmekten vazgeçtim kuş oldum ben de.
Beni şaşırtıyordu şu Almanlar. Amma ziyankârdılar ha! Böylesine acımasız, sefil bir dünyanın hâkimi olmak neye yarardı?
Ağlayabilirdim, ama neye yarardı?
kendi kendine yaşardı insan. Gönül rahatlığına erişmeyip yapmadığı bir işi pişmanlığıyla kıvranarak kendi gözündeki değerini yitirirse, sürgüne gönderilip lanetlilerin dünyası üzerinde sonu gelmez bir yolculuğa çıkan ifritlere dönerdi.
Din, bu ilkel insanları katolik ve ortodoks diye ikiye ayırmış, birbirine düşürmüştü. Boş inançlar ve salgın hastalıklardan başka da kazançları yoktu bu işten.
Herkes uğradığı hakareti ölçüp biçip, yaradılışı ve elindeki olanaklarla duyduğu acı, üzüntü ve alçalma oranında öcünü hazırlamalıydı.
“Beni asıl şaşırtan, onun gibi, hayat boyu sayısız dua okuyup pek çok günü bağışlanan bir adamın, önemsiz bir günahkar gibi hastalık çekmesiydi”
“İnsan kendinden başkasını suçlamamalıydı. Evrene, insanlara, hayvanlara ve olaylara yön veren kuralları göremeyecek kadar aptaldım.”
“Neden köylüler yaratıcı güçten bu kadar yoksundular? Neden değişik bir saç rengi, bir göz rengi bazı insanlara büyük üstünlük sağlıyordu?”
“Kör olunca hayat boyu gördüklerini de unutur muydu acaba insan?”
“Ağlayabilirdim, ama neye yarardı?”
İnsanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. Birbirlerinden hoşlanır, öpüşürlerdi. Ama herkes yine kendisini düşünürdü. Coşkularımız, anılarımız, duygularımız bizi birbirimizden uzak tutuyordu
İnsanlar gündüz barış içinde yaşıyor, gece olunca savaş kuralları geçerli oluyordu.
Gerçek olan, insanın kendi yolunu kendi eliyle çizdiği geleceğinin tek hakimi olduğuydu. Herkes aynı ölçüde önemliydi. Her şeyden önce de eyleminin yönünü ve amacını bilmeliydi insan.
Acı çekmekten çok korkuyordum. Kurşunla vurulmak mutlaka çok acı verici olmalıydı ama yanarak ölmek çok daha korkunçtu.
Insan kendi savaşını taşır hep içinde.Kendi adaletini kendisi yerine getirirken de kazanan ya da kaybeden yine kendisidir.
“İnsanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu.”
“Her an bir mucize olabileceğine inandırmıştım kendimi.”
“Farklı bir saç ve göz rengiyle nasıl bir üstünlüğü olabiliyordu bazılarının diğerlerine karşı?”
“Tehlikeli zamanlarda çocuklarının yanında olmayacaklarsa anne baba olmanın ne anlamı vardı ki?”
İnsanların ruhu da tarla gibi olmalıydı. İblisler kötü tohumlarını getirip insan ruhuna ekiyorlardı sanırım. Bu tohumlar yeşerip gelişince bencil amaçlarla üstelik başkalarının zararına kullanılmak üzere, artık iblislerin yardımı olmadan dağılıyordu. İnsan şeytanla anlaşma imzalayınca da çevresine elinden geldiğince kötülük, dert, sefalet saçmalıydı.
Birinin dilsiz olmasının bir önemi yoktu, neticede kimse birbirinin söylediğini anlamıyordu ki!
Tabii ki sırtımdan da vurabilir, diye düşündüm. İnsanlar birini gözlerine içine bakmadan öldürmeyi tercih ederdi
Tehlikeli zamanlarda çocuklarının yanında olmayacaklarsa anne baba olmanın ne anlamı vardı ki?
Tam zirveye ulaştım, dediği anda insan aniden tökezleyip düşebilir ve başladığı noktadan yeniden tırmanmaya koyulabilirdi.
Her an bir mucize olabileceğine inandırmıştım kendimi.
Farklı bir saç ve göz rengiyle nasıl bir üstünlüğü olabiliyordu bazılarının diğerlerine karşı?
Tamam, bugüne kadar dualarımın karşılığını bu dünyada görmüş değildim ama bunlar muhakkak ki cennette yani adaletin kanunun olduğu yerde gözden kaçmayacaktı.
İnsan olmak, diyordu adam ne kadar onurlu bir şeydir.
Onunla kendimi güvende ve rahat hissetmiş, çok sevmiştim.
Her an bir mucize olabileceğine inandırmıştım kendimi.
Tabii ki beni sırtımdan da vurabilir, diye düşündüm. İnsanlar birini gözlerinin içine bakmadan öldürmeyi tercih ederlerdi.
Yakmak için koca koca Fırınlar yapacaklarına, Yahudiler’le Çingeneler’in göz ve saç rengini değiştirmek daha kolay olmaz mıydı?
Her şeye rağmen Lekh’in büyük aşkıydı Ludmilla. Adam onun cihandaki bütün yaratıklardan daha şahane, daha güzel ve daha parlak tüyleri olan rengarenk kuşa benzetir
“Başkalarını suçlamaktan vazgeçtim. Bütün suç bendeydi. İnsanlar, hayvanlar ve olayları yöneten kuralları keşfedemeyecek kadar aptal olan bendim. Dünyanın bir adaleti vardı. İnsanın yapması gereken şey, dua edip sevap biriktirmekti”.
Sevdiği bir kadın vardı, bu iksiri ona içirdi. Bu, dedi, onun bana karşı duyduğu arzuyu artıracak.
Ne yağmurun, ne rüzgârın, ne de ateşin işlenen suçların izlerini silmeyeceğine inanılırdı. Adalet, bir demircinin elindeki güçlü çekiç gibi asılıydı dünyamızın üstünde
Birinin dilsiz olmasının bir önemi yoktu, neticede kimse birbirinin söyledigini anlamıyordu ki!
İnsan kendi savaşını taşır hep içinde. Kendi adaletini kendisi yerine getirirken de kazanan ya da kaybeden yine kendisidir.
Güneşin sıcaklığı ve kıskıvrak bağlı oluşum beni bitirmişti. Kendimden geçtim. Düşümde, bir ağaç kovuğuna sığınıp ayaklarımın altındaki yeryüzünü alaylı bakışlarla gözleyen bir sincap olmuştum. Sonra çekirge oldum, uzun, esnek bacaklarımla koca koca ülkeler aştım.
gerçek,karşısında insanların birbiriyle farklı düşüncelere sahip olamayacagı tek şeydir.Herkesin bilinçaltında ona hükmeden,yaşamayı her ne pahasına olursa olsun diger bütün isteklerden üstün kılan bir güc vardır.Insan yaşamak ister çünkü dünya yaşamaktadır.
İnsan kendi savaşını taşır hep içinde.Kendi adaletini kendisi yerine getirirken de kazanan ya da kaybeden yine kendisidir
Insan kendi savaşını taşır hep içinde.Kendi adaletini kendisi yerine getirirken de kazanan ya da kaybeden yine kendisidir.
Anlaşilan ancak nefret,hırs,açgözluluk,hınç,intikam,eziyet gibi kötucül duygulara ve hedefine ulaşmak için yeterli ihtiraslara sahip olanlar şeytanla yaptıkları anlasmadan kazançlı çıkabiliyorlardı.Digerleri yani kafasi karışık,kararsız,ne istedigini tam bilemeyip küfürle yakarış,kiliseyle meyhane arasında sıkışanlar ise ,ne Tanrı ne de Şeytan’in desteği olmaksızin,hayatla tek başına mucadele etmeye cabalıyorlardı.
Insan ruhunda filizlenerek orayi mesken edinen bu kötü ruhlar,o kisinin yalnizca yaptıklarını değil,güdülerini ve duygularını da gözlem altında tutuyorlardı.Burada önemli olan şey,kişinin şeytanla bilerek ve isteyerek iş birligi yapmasıydı.Kendisine baglanan şeytani gücleri devreye sokarak etrafindakileri kaldırilabilirligi hesaplanmış en büyük eziyetlere maruz bırakirken bunu yapmaktan keyif alması ve bu keyiften beslenmesi çok önemliydi.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir