Gustave Flaubert kitaplarından Bouvard ve Pécuchet kitap alıntıları sizlerle…
Bouvard ve Pécuchet Kitap Alıntıları
Tümüyle birbirinden ayrı iki dünya yok mu? Bir uslamlamanın konusu, uslamlama biçiminden daha az değer taşır. İnancın ne önemi var? Önemli olan inanmak.
Peki İncil’in getirdiği ahlak dersine ne diyorsunuz, beyefendi?
Pek de ahlaksal sayılmaz!
Son saatte gelen işçilerle ilk saatte gelen işçiler aynı ücreti alırlar. Elinde olana verilir, olmayandan alınır
Sözlerimi özetliyorum: Tanrı’sız devlet olmaz. Çünkü yasa ancak yukarıdan gelirse saygı görür
Bir sözcük! Din kurbanının değeri öğretiye bağlıysa, öğretinin üstünlüğünü kanıtlamakta nasıl kullanılabilir?
Katoliklerin Yahudiler, Müslümanlar, Protestanlar ve Laikler eskiden bütün Romalıların yaptığından daha fazla din kurbanı yarattıklarını söylemeyi göze aldı
Ten lanetlenmiş olduğuna göre nasıl oluyor da bizi var etme iyiliğinden dolayı Tanrı’ya teşekkür etmemiz gerekiyor?
Aklını dinleyen dürüst kişi de haklıdır, iştahını izleyen zavallı da.
Suça, kahramanlığa ve alıklığa sürüklerler adamı
bilimde İlerlemeden kuşku duyuyordu. Ama edebiyatta durum biraz kuşkuluydu, gönenç atıyorsa da yaşamın görkemi kalmamıştı
Seçmen kitlesini bu alıklar oluşturuyor, biz de onların isteminin sonuçlarına katlanmak zorunda kalıyoruz
Birinde ilgi çekmeyen ya da iğrenç görünen bir özellik bir başkasında neden büyüler insanı? Yıldırım aşkı dediğimiz şey bütün tutkular için geçerlidir.
Bir şey eksikti, Kadın. Dünyanın kurtuluşu Kadın’ın gelişine bağlıydı.
– ( ) Düşünceleri çoğalınca acıları da arttı
– ( ) Bouvard ile Pecuchet çoğunluktan tiksindikleri gibi azınlıktan da tiksindiler.
Halk tabakası da aristokrasiden aşağı kalmıyordu.
– ( ) Gene de, yıkılmaz, bozulmaz bir Güzel vardı, ama kanunlarını bilmiyorduk, çünkü yaratılış esrarlıydı
– ( ) Tanrı’nın bir arzusu, bir gayesi olsaydı, belirli bir sebeple etkinlik gösterseydi, bir ihtiyacı olacaktı, kusursuzluktan mahrum olacaktı.
Tanrı olmayacaktı
– ( ) Ama çoğu kez zayıf bir ipucu, çok büyük bir buluşa yöneltirdi bizi.
Devletler, kontrollerine aldıkları muhalefet hareketlerini, ayaklanmaları ya da devrimleri, dışında kaldıklarından daha kolay engeller.
Vali de, vali yardımcısı da, valilik danışmanları da, hatta danıştay da vız gelirdi onlara. Yönetim adaleti bir canavarlıktı, çünkü bu yönetim kayırmalar ve tehditlerle memurları adaletsiz bir biçimde yönetmekteydi.
Pécuchet’ye göre, kızları yalnızca ileride varacakları kocaya göre eğitmek acımasızlıktı. Her kız evliliğe adanmış değildi; ileride erkeklerden vazgeçmeleri isteniyorsa, kızlara daha çok şeyler öğretmek gerekirdi.
Eğer yaşanmakta olana başkaldırıyorsanız ve gençseniz, yaşadığınız her ne olursa olsun serüvendir.
Bouvard ve Pécuchet’ye göre, çocukların kendilerini dünyaya getirenlere hiçbir borcu yoktu, ana babalarsa, tersine, onları beslemek, eğitmek, hoş tutmak, kısacası her şeylerini sağlamak zorundaydılar
Peki, İncil’in getirdiği ahlak dersine ne diyorsunuz, beyefendi?
Pek de ahlaksal sayılmaz! Son saatte gelen işçilerle ilk saatte gelen işçiler aynı ücreti alırlar. Elinde olana verilir, olmayandan alınır. Tokatı yiyip de karşılığını vermemeye, malının çalınmasına göz yummamaya gelince, gözüpekleri, alçakları, namussuzları yüreklendirir.
Patrikler, Mormonlar, Müslümanlar gibi insan birkaç kadınla evlenebilir, gene de namuslu olabilir!
Asla! diye atıldı Papaz. Namusluluk borcunu yerine getirmektir. Bizler de Tanrı’ya saygı borçluyuz. Öyleyse Hristiyan olmayan namuslu değildir!
Ötekiler kadar, dedi Bouvard.
Vıdıvıdıcı bir kuşkucu olmaktansa kutsala karşı çıkan bir Tanrısız olmayı yeğ tutarım.
Yaşam bir geçittir, ama ölüm sonsuzdur!
İrlanda’da Katolikler gebe kadınların karınlarını yarıp çocuklarını çıkardılar!
Hiçbir zaman!
Sonra da domuzlara verdiler!
Hadi canım!
Belçika’da diri diri gömüyorlardı bunları.
Bu nasıl şaka!
Adları var elimizde!
Papaz şemsiyesini öfkeyle salladı. Gene de bunlara din kurbanı denilemez, dedi. Kilisenin dışında din kurbanı yoktur.
Ama Tanrı tek olduğuna göre, birkaç din olamazdı, din adamı kanıtları tüketince de, Bir muamma! diye haykırıyordu.
Çünkü her ceza suçlunun düzelmesini amaçlamalıdır, ceza sonsuz olunca buna olanak kalmaz; hem ne kadar insan çekmektedir bu cezayı! Düşünsenize, bütün eskiler, Yahudiler, Müslümanlar, putatapanlar, sapkınlar, vaftizsiz ölmüş çocuklar, Tanrı’nın yarattığı bütün çocuklar! Ne amaçla yaratmış? İşlemedikleri bir suçun cezasını çektirtmek için!
Yok edilemez olan varlıktır. Doktor, şu önümdeki beden, sizin bedeniniz, sizi tanımamı engelliyor, sözgelimi bir giysiden, daha doğrusu bir maskeden başka bir şey değil.
Tanrı’nın bir istemi, bir amacı olsaydı, belirli bir nedenle etkinlik gösterseydi, bir gereksinimi olacaktı, kusursuzluktan yoksun bulunacaktı. Tanrı olmayacaktı.
Töz, nedensiz, kökensiz olarak kendinden, kendisiyle varolandı. Bu töz Tanrı’ydı. Yalnız o Uzam’dı, uzamın sınırları yoktu. Neyle sınırlanabilirdi?
Ama sonsuz olmakta birlikte, salt sonsuz değildi, çünkü kusursuzluğun yalnız bir türünü içerirdi, Salt’sa hepsini içerirdi.
Sindirim bozuklukları, kırıklar, kataraktlar olsa bile, mide sindirmek, bacak yürümek, göz görmek için yaratılmıştır. Amaçsız düzenleme yoktur! Etkiler aynı zamanda ya da daha sonra gelir. Her şey yasalara bağlıdır. Öyleyse son erekler vardır.
Ama ya Tanrı yoksa?
Nasıl? Sonra Pécuchet Descartes’in üç kanıtını saydı: Bir, Tanrı kendisi konusundaki düşüncemizin içindedir; iki, varlığı olanaklıdır; üç, sonlu bir varlık olduğumdan, sonsuz konusunda nasıl bir düşünüm olabilir? Böyle bir düşünümüz olduğuna göre, Tanrı’dan gelmektedir, öyleyse Tanrı vardır!
Ütopyacılar dünyanın çirkinliğine üzülüyorlardı, onu daha güzel kılacağız, diye her acıya katlandılar. Bir düşünsene, Morus’ün başı kesildi, Campanella yedi kez işkenceden geçirildi, Buonarotti’nin boynuna zincir takıldı, Saint-Simon yoksulluktan öldü, daha niceleri neler çekti. Onlar da rahat bir yaşam sürebilirlerdi; ama hayır! Dosdoğru yürüdüler yollarında, başları gökte, kahramanlar gibi.
İklimlerin düzeltilmesiyle dünya daha güzel, ırkların karışmasıyla insan yaşamı daha uzun olacaktı.
Güzel değil mi sevmek
Ve seni diz çökerek sevdiklerini bilmek!
Gözlerinin alevi yakıyor gözlerimi.
Bir şarkı söyle bana, eskiden bazı bazı,
Kara gözlerinde yaşlarla söylediğin gibi.
Mutlanalım! İçelim! Çünkü kadeh dopdolu,
Çünkü bu saat bizim ve gerisi delilik!
Yaşam ancak tadını çıkarmak koşuluyla iyiydi.
Dünyanın varlığı yaşamdan ölüme ve ölümden yaşama sürekli bir geçiş olduğuna göre,her şeyin var olması şöyle dursun,hiçbir şey yok.Her şey oluşuyor.Anlıyor musun ?
Mumun yanışına bakarken,ışık nesnede midir,yoksa bizim gözümüzde mi,diye soruyorlardı.Parıltıları bize geldikleri zaman yıldızlar çoktan yok olabileceklerine göre,var olmayan nesnelere hayran kalıyorduk belki.
Duyuların tanıklığına güvenmek daha mı iyiydi ? Bazı bazı onlar da aldanırlardı,ayrıca yalnız görünüş üzerinde bilgi verirlerdi.Derindekini kavrayamazlardı
Öğrenilecek, araştırılacak ne çok şey vardı insanın zamanı olsa! Yazık ki bütün zaman ekmek kapısına gidiyordu.
Her biri, ötekini dinlerken, benliğinin unutulmuş yanlarını yeniden buluyordu. Arı coşku yaşını geride bırakmış olmalarına karşın, yeni bir haz, bir tür sevinç, yeni başlayan sevgilerin çekimini duyuyorlardı.
Onlara göre, bütün bu kitapların kusuru kişilerin çevresi, çağı, giyimi hakkında hiçbir şey söylememesiydi. Yalnız gönül ele alınmıştı; hep duygu! sanki dünyada hiç başka şey yokmuş gibi.
şu önümdeki beden, sizin bedeniniz, sizi tanımamı engelliyor, sözgelimi bir giysiden, daha doğrusu bir maskeden başka bir şey değil.
Dünyanın çirkinliğine üzülüyorlardı, onu daha güzel kılacağız diye her acıya katlandılar.
‘’ kalbi buruklaştı, kendine dahi itiraf edemediği bir hüzün hissetti.’’
Bütün bunların amacı ne?
Belki de amaç diye bir şey yok.
İnsanlardan tiksinmişlerdi, artık kimselerle görüşmemeye, yalnızca evlerinde, yalnız kendileri için yaşamaya karar verdiler.
Bir kör, bir geri zekalı, bir katil doğduğu zaman bunu bir düzensizlik olarak görüyoruz. Sanki düzeni biliyormuşuz gibi, sanki doğa bir amacı izliyormuş gibi.
Aklını izleyen dürüst kişi de haklıdır, iştahını izleyen zavallı da.
Çocuğun sorumluluğu yoktur, ahlaklı ya da ahlaksız olamaz.
Doğa alışılmış düzenini sürdürdüğü sürece bunu düşünmüyoruz; ama olağanüstü bir olayda Tanrı’nın elini görüyoruz.
Parıltıları bize geldiği zaman yıldızlar çoktan yok olmuş olabileceklerine göre, var olmayan nesnelere hayran kalıyorduk belki.
.sürekli bir mucize mucize olmaktan çıkar.
Bugün yasaklanan bir şey yarın alkışlanacaktır.
Birinde hiç ilgi çekmeyen ya da iğrenç görünen bir özellik, bir başkasında neden büyüler insanı?
Kendi evimizde olup bitenleri bilmiyoruz, sonra tutup Angoulême Dükü’nün saçlarını ve aşklarını aydınlığa çıkarmaya kalkıyoruz!
Kanıt olarak kalabalıkları anmak kötü kanıttır; sorularımızı yanıtlayamazlar.
Ölüm düşüncesi sarmıştı içlerini. Dönerken ölümden konuştular.
İşin gerçeğine bakarsan ölüm yoktu. Çiye, melteme, yıldızlara giderdi insan. Ağaçların özsuyunun, değerli taşların parıltısının, kuşların tüyünün bir parçası olurdu. Doğanın sana verdiğini geri verirdin ve önünde bulunan hiçliğin arkandaki hiçlikten daha korkunç bir yanı yoktu.
Onu yoğun mu yoğun bir karanlık, dipsiz bir delik, sürekli bir baygınlık olarak tasarlamaya çalışıyorlardı, bu tekdüze, bu saçma, bu umutsuz yaşamdan her şey daha iyiydi. Doyurulmamış isteklerini özetlediler.
“İltifata teşekkürler,” diye yanıtladı Pécuchet. Ama tartışılmaz olgular da var. Belirli bir sınır içinde gerçeğe ulaşılabilir.”
“Hangi sınır içinde? İki kere iki, her zaman dört mü eder? İçerilen içerenden daha mı azdır? Gerçeğin bir yaklaşığı, Tanrı’nın bir parçası, bölünmez bir şeyin bölümü ne demektir?”
“Haydaa! Sen bir sofist olup çıkmışsın?”
Pécuchet sinirlenmişti, üç gün boyunca somurttu.
Neden? Kötülük de iyilik kadar kusursuz örgütlenmiş. Koyunun kafasında büyüyen ve onu öldüren kurt, anatomi olarak, koyunun kendisine denktir. Aykırı yaradılışlar normal işlevleri aşıyor. İnsan bedeni daha iyi kurulmuş olabilirdi. Yerkürenin dörtte üçü verimsiz. Ay, bu fener, her zaman görünmüyor! Okyanusun gemiler, ağaçların odununun evlerimizin ısıtılması için yaratıldığını mı sanıyorsun?
“Düşünceleri çoğalınca acıları da arttı.”
Öğrenilecek, araştırılacak ne çok şey vardı Insanın zamanı olsa! Yazık ki, bütün zaman ekmek kapısında gidiyordu.
– ( ) Hislerin şahitliğine itimat etmek daha mı iyiydi?
Hisler arada bir yanılıyorlardı ve sadece zâhir hakkında malumat verirlerdi. Bâtını kavrayamazlardı
her şey devinir, her şey geçer.
“Tanrı’nın bir istemi, bir amacı olsaydı, belirli bir nedenle etkinlik gösterseydi, bir gereksinimi olacaktı, kusursuzluktan yoksun bulunacaktı. Tanrı olmayacaktı.”
“ Çağdaş insan küçülmüş, bir makine olmuştur..! “
“ Ahlak duygusundan yoksun yaradılışlar vardır, eğitim hiç mi hiç etkimez bunlara..! “
“ Her şeyi derinleştirmeye çalışmak tehlikeli bir eğimde koşmaktır..! “